15 Eylül 2007 Cumartesi

İnsan İnsana

SUNUŞ
Gözden geçirilerek genişletilmiş bu baskı iki kısımdan oluşuyor.Birinci kısımda insan ilişkilerinin temelini oluşturan iletişimsüreçleri, bizim topluma özgü gözlemlerle ayrıntılı olarak; sunuluyor.İkinci kısımda, iletişim ilişkilerinin temelinde yatan kültürelvarsayımlar çerçevesinde, toplumumuzda yer alan bazı iletişimolayları inceleniyor.
İnsan İnsana daha önceki baskılarında büyük ilgi görmüş vetoplumun değişik kesimlerinden olumlu eleştiriler almıştır. Kitabındaha önceki baskısında ele alınan bireysel ilişkilerin ötesinde, toplum ve kültür sorununa da değinildiği için, şimdiki genişletilmiş yenibaskısının daha da ilgi çekeceğini umuyorum.
Değerli karikatürist Erdoğan Bozok'un çizgileri; iletişim gücünüarttırmakta ve kitaba dilin ötesinde ayrı bir anlatım zenginliğigetirmektedir. Aziz Nesin, bazı hikayelerini almama izin vererek,benim anlatım gücümün ötesindeki renkli insan manzaralarını veonların bize özgü ilişkilerini, kitapta yansıtmama olanak sağladı.Her iki sanatçıya da destekleri için teşekkür ediyorum. Değişik gazeteve dergilerde çıkan yazılarının bazılarını konu aldığım ÇetinAltan, Refik Erduran, Hasan Pulur gibi yazarların katkılarının öneminide, ayrıca belirtmek isterim.
Kitabın yazımı süresince, değişik aşamalarda müsveddeleri okuyan Can Bruce, Ayşe Cüceloğlu, Nuri Çakır, Tanju Çataltepe,Tayfun Çataltepe, Sinan Çilesiz, Ahmet Dervişoğlu, Yonca Dervişoğlu,İffet Dorken, Üstün Dökmen, Jülide Even, Mehmet Metin,Yücel Perinçek, Necla Sarıkaya, Berkay Şavkay ve AbdurrahmanTanrıöğen'e; konuların konumu ve kitabın üslubuyla ilgili önemliredaksiyonlar yapan Remzi Kitabevi sahibi ve yöneticisi Erol Erduran'a teşekkür ederim. Her bir eleştirmen, hem içerik, hem de yazımyönünden önemli katkılarda bulundu.
İÇİNDEKİLER
I. Kısım:
YAŞAMI ZENGİNLEŞTİREN YA DA
FAKİRLEŞTİREN SİHİRLİ OLAY:
BİREYLER ARASI İLETİŞİM SÜRECİ
1. Bir Şiir ve Düşündürdükleri
2. İletişim Düzeyleri
3. Kelimelerin Ötesinde: Sözsüz İletişim
4. İletişim ve Algılama:
5. İletişim Benimle Başlar: Kendini Tanıma
6. Aramızda Büyük Engel: Savunucu İletişim
7. İşitmek ve Dinlemek
8. Sürtüşme ve Çatışmalar
9. İletişim ve Toplum
II. Kısım:
DEĞİŞEN TÜRK TOPLUMU İÇİNDE İLETİŞİM
10. İletişim Manzaraları
11. Kültür ve İletişim
12. İçimizde Çatışan İki Farklı Dünya
:::::::::::::::::
BİRİNCİ KISIM
YAŞAMI
ZENGİNLEŞTİREN
YA DA
FAKİRLEŞTİREN
SİHİRLİ OLAY :
BİREYLER ARASI
İLETİŞİM SÜRECİ
:::::::::::::::::
Birinci Kısımda, bireyler arasındaki iletişimsüreci incelenecek. Bireyler arasındaki iletişimsüreci, insan olarak bizi sosyal varlık yapan,yaşamı zenginleştiren ya da fakirleştirenönemli bir olaydır.
Bireyler arasındaki iletişim, belirli bir toplumsalve kültürel ortamda yer alır. Bu nedenle,sık sık toplumumuzdan örnekler vermeyeçalıştık; ayrıca, kitapta yer alan Erdoğan Bozok'unçizgileri ve Aziz Nesin'in öyküleri de, insanımızın psikolojik ve kültürel renklerinigöz önüne seriyor.
:::::::::::::::::
1
Bir Şiir ve Düşündürdükleri
--Yola çıkınca her sabah;
Bulutlara selam ver.
Taşlara, kuşlara,
Atlara, otlara,
İnsanlara selam ver.
Ne görürsen selam ver.
Sonra çıkarıp cebinden aynanı
Bir selam da kendine ver.
Hatırın kalmasın el gün yanında
Bu dünyada sen de varsın!
Üleştir dostluğunu varlığa,
Bir kısmı seni de sarsın.--
Üstün Dökmen
Güleç yüzlü, sakin bir öğrenciydi Üstün Dökmen. Hacettepe ÜniversitesiPsikoloji Bölümü öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından sevilenbu genç, bir gün öğretmekte olduğum --Kişiler Arası İletişimPsikolojisi' dersinden sonra bana yaklaşmış ve her zamanki sıkılgantavrıyla, --Hocam bir şiir yazdım, çok zamanınızı almazsa sizin okumanızıistiyorum;' diyerek yukarıdaki şiirini bana vermişti.
Her genç belirli devrelerde aşık olmuş, şiir yazmak hevesine kapılmışve kendini dinleyecek anlayışlı birini aramıştır. Böyle bir şairolma heveslisiyle karşı karşıya olduğumu düşündüm. İçimden, --Üstün,içini dökecek başka adam bulamadın mı?-- duygusunu geçirirken,onu incitmemeye özen göstererek, --Evde okuyayım, daha sonrakonuşuruz,' dedim.
Şiir ilk okuyuşta beni kucakladı; yaşamla olan bağımın güçlendiğini,kendimle olan ilişkimin arttığını hissettim; sevgi dünyamın kapılarıaçıldı. Güleç yüzünün ve sıkılganlığının arkasında, Üstün Dökmen'ingönül zenginliğini görebildim. O aylarda, İnsan İnsana kafamdason şeklini alıyordu. Kitabıma, sevgi kapılarını açan bu şiirle başlamayakarar verdim.
İnsan İnsana'nın ilk basımından 10 yıl sonra Üstün'le konuştuğumdaöğrendim ki, bu şiir, kitabın basımından sonra defalarcaTürk radyo ve televizyonunda okunmuş. Üstün, benimki gibi, okuyucununda gönül kapısını açmış; Türkiye'nin sevgi okyanusunakendi katkısını yapmış.
Neden Bu Şiir?
Evet, ilginç bir sorudur bu: Bu şiir neden bu kadar sevildi? Sorununcevabını şiirin iki özelliğinde buluyorum: (1) İnsanın kendine değervermesi ve sevecenlikle, hoşgörüyle kendini kabullenmesi. (2) Yalıtılmış,kopuk, kaybolmuş insanı değil; kendiyle, toplumuyla, doğaylave evrenle ilişki kurmuş bir insanı dile getirmesi. İlişki içinde olaninsan yalnız değildir; gönlü coşkun, yaşamı anlamlı, umutlu bir kişidir.
İletişim gereği
İçeriği ne olursa olsun, bir sorunu çözmek için insanların düşüncealışverişinde bulunmaları, bir başka deyişle, iletişim kurmaları gerekir.Uygarca konuşma ve tartışma becerisinin geliştirilmemiş olduğutoplumda, bir sorunu çözmek amacıyla başlatılan etkileşim, kısa süredesürtüşme ve çatışmaya dönüşür. Böylece, varolanı çözmek şöyledursun, soruna yenileri eklenir; dünyanın birçok ülkesinde görülenkanlı çatışmaların kökeninde,.bilinçsiz koşullar altında yaratılan sosyalortamdaki iletişim düzensizliği yatar.
Toplumsal sorunların demokratik çözümü için karşılıklı, iki yönlüiletişim gereklidir. Böyle bir iletişim gerçekleştirilmediği sürece,sorunların çözümününe ulaşılamaz. Gücü o anda elinde bulunduranotorite emir vererek, toplumsal soruna bir çözüm getireceğine inanabilir.Ancak iletişim kurmadan ortaya atılan ve zorla kabul ettirilenbu tür --çözüm-- biçimlerinin ömrü, emri veren iktidarın ömrü kadarolur; iktidar değişince, yeni otorite eski emri ortadan kaldırır ve çoğukere, öncekine taban tabana zıt, yeni emirler verir. Zamanla sürtüşmelerçoğalır, bu tür keyfi emirler daha derin toplumsal buhranlarayol açar. Türk eğitim, ekonomi ve yönetim tarihi, bu tür keyfi --emir--örnekleriyle doludur.
Niçin uygarca iletişim kuramıyoruz? Demokratik yaşamı gerçekleştirmişdemokratik toplumların insanlarından daha mı az yetenekliyiz?Elbetteki hayır! Kitabın tümünde, insan ilişkilerinin toplumsalve bireysel yönlerini inceleyerek, bu soruya bir cevap arayacağız.
Din öğesinin ağır bastığı geleneksel otoriter kültür, demokratikbir toplumun temelinde yatan iletişim becerilerini içermez. Demokratikyaşam, yeni iletişim becerilerini öğrenmeyi zorunlu kılar. İletişimbecerileri boşlukta oluşmaz; yeni bir dünya ve yaşam anlayışıiçinde doğar ve gelişir.
Cumhuriyet hükümetlerinin eğitim seferberliğine girmesi ve insanpotansiyelini değerlendirmek istemesinin temelinde, özgürlükçüdemokratik bir toplum yaratma amacı yatar. Kişiler arası ilişkilerdedaha az sürtüşmesi olan, kavgaya dönüştürmeden sorunlarını çözebilen,acı yerine mutluluğun, kin ve nefret yerine destek ve hoşgörününyeğlendiği Türk toplumu, kendini değerli bulan, sevgi ve anlayışlaçevresindekilerle iletişim kuran insanlarla kurulabilir.
İNSAN İLİŞKİLERİ NİÇİN ÖNEMLİ?
Demokratik çağdaş toplum olabilmek için yeni iletişim becerilerikazanılması gerektiği belirtildi. Şimdi, şöyle bir soru aklınıza gelebilir:İletişim sadece toplumsal amaçları gerçekleştirmek için mi gereklidir?Hayır! İletişim, aslında hem kişisel, hem de toplumsal bir süreçtir.Bir başka deyişle, iletişim, iki kişiyi ilişki içine sokan psikososyalbir süreçtir. Toplumsal sonuçların altında bireysel davranışlar yatar;sosyal gerçek, bireyin kişisel yaşamından geçerek biçimlenir.
İnsan, ilişkileri içinde sürekli yeniden tanımlanan bir varlıktır; diğerinsanlarla hiç ilişkisi olmayan bir insan düşünülemez. Başka birdeyişle, demokratik toplum yaratabilmek için, önce bireylerin kendigünlük yaşamlarında, diğer kişilerin görüşlerine saygılı ve hoşgörülüolmayı öğrenmeleri gerekir. Bu amaçla geliştirilmiş yeni iletişimbecerileri, hem bireyin, hem de toplumun yaşamma zenginlik ve saygınlıkgetirir.
Bir insanın ilişkilerinin niteliği, o insanın yaşamının kalitesinibelirler. İlişki sorunları, gerçekte iletişim yani düşünce alışverişisorunlarıdır ve yaşamın değişik yönlerinde kendini gösterir. Aile yaşamındaanne-babanızla aranızda bu tür sorunlar yer alabilir: Fikirlerinizidinlemiyor, düşüncelerinizi sürekli olarak bir kenara itiyor olabilirler.Ne zaman konuşmaya kalksanız, kendinizi bir tartışma içindebuluyor olabilirsiniz.
Anne ya da baba sizseniz, çocuklarınızla aranızda bu tür sürtüşmelerisiz de gözlemlemekte olabilirsiniz. Bu tür iletişim sorunları,eşiniz, nişanlınız ya da arkadaşlarınız arasında da söz konusu olabilir;arkadaşlık, meslek seçimi, para harcama gibi konularda farklı görüşleresahip olduğunuz için, çevrenizdekilerle sürekli sürtüşmeiçinde olabilirsiniz.
Kişilerle ilişki kurma. yönteminizden hoşnut olmayabilirsiniz. Dahayakın arkadaşlık ilişkileri kurmak istediğiniz halde, çevrenizdekilerinsize ilgisiz kaldığını, konuştuğunuz zaman sizi pek dinlemediklerini,hatta konuşmanızı çoğu kez sıkıcı bulduklarını biliyor ve budurumu değiştirmek istiyor olabilirsiniz.
Bazı kimseler fazla konuştukları, karşılarındakilere konuşma fırsatıvermedikleri için bir iletişim sorunları olduğunu düşünürlerken,diğerleri, sürekli sözleri kesildiği halde hiç seslerini çıkaramadıklarındanşikayetçidirler. Kimileri, en son söylenecek sözü ilk başta söylediklerindenbaşlarının sık sık derde girdiğini düşünürken, başkaları,az ve öz konuşmayı beceremediklerinden, sözü uzatarak karşıdakininilgisini yitirdiklerinden yakınırlar.
Burada iletişim sorunlarının bir listesini yapmanın anlamı yok;ancak şu noktayı yeniden vurgulamakta yarar var: İletişim sorunlarınıçözmeden doyumlu bir yaşam sürdürmek olanaksızdır. Yeni kişilerle tanışmaktanutanan, tanıştığı kimselerle anlamlı ilişkiler geliştirmesinibeceremeyen kimse, bu yüzden yalnızlık içinde olduğunu bilebilir;ne var ki, daha anlamlı derin ilişkiler geliştirmek için ne yapması gerektiğini bilmeyebilir. Bu kişinin, sağlıklı bir kişiliğin yanı sıra iletişim becerileri de geliştirmesi gerekir.
İnsanların çoğu, doyumlu bir yaşam gerçekleştirme çabası içindedir:Uzun yıllar okula gitme, meslekte yükselmeye çabalama, aileyien rahat düzeyde yaşatmak ve çocukları en iyi biçimde yetiştirmekiçin uğraşma, anlamlı ve doyumlu bir yaşamı gerçekleştirebilmekiçindir. Doyumlu yaşamı gerçekleştirme yönünde en önemli araç ise,iletişimdir.
İletişim sorunlarının çözümü, iyi niyetli ve bu sorunların altındayatan psikososyal süreçlerin bilinmesine bağlıdır. İletişim konusundabilinçlenme, kişiye önemli etkileşim olanakları sağlar. Bu olanaklardanyararlanarak, doyumlu bir yaşamı gerçekleştirmek, kişininkendini değerli görmesiyle başlar. Üstün Dökmen'in şiirsel diliylesöylersek, --Bir selam da kendimize vermemiz;' gerekir. Bir insanolarak kendimizi anlamlı görebilmemiz ise, --Bu dünyada bizim devar olduğumuzu, dostluğumuzu tüm evrene yönelttiğimizde, birkısmının bizi de saracağını,' bilmemizden geçer. Bir başka deyişle, içve dış dünyayla anlamlı ilişkiler içinde olan bir insan olmamız gerekiyor.
Matematiksel dille söylenirse, iletişim konusunda teknik bilgilerve beceriler gerekli, fakat kendi başına yeterli değildir. İletişim bilgive becerilerinin arkasında gönül zenginliği, sevgi, anlayış ve hoşgörüolmalıdır. Bu temel olmadan her türlü iletişim becerisi, yalın veanlamsız bir egzersizden ileri gidemez: Bilinçsiz bir temel üzerinekurulmuş zenginlik, dinamik gücünden yararlanılmayan bir çağlayanabenzer. İnsan iletişimi, hem kafa hem de gönül zenginliği ister: Biriolmadan diğerinin etkinliği yoktur.
Bir ülkenin trafik düzeni, o toplumun insan ilişkilerini yansıtanönemli göstergelerden biridir. Trafik, araç kullanan kişilerin birbirleriylekurdukları ilişkilerin tümünü ifade eder. Bir ülkedeki trafik düzeninebakarak, insanların birbirlerine nasıl bir tavır içinde olduklarınıgözlemleme olanağı vardır. Günlük yaşamımızın önemli bir parçasıolan trafikteki davranışlara, bu amaçla, kısa bir göz atalım.
TRAFİK KAZALARI -İLETİŞİM KAZALARI
Her gün karşılaşılan --trafik sorunları-- aslında kişiler arasında ortayaçıkan --ilişki sorunları--nın tipik bir örneğidir. Trafik yasası, araç kullanankişilerin ilişkilerini düzenleyen kuralları kapsar. Taşıt gibi somutbir nesne ile, sürücülük gibi açık seçik gözlemlenebilen bir davranışıiçerdiği için, trafikte aksayan yönleri görmek daha kolaydır.İnsan ilişkilerinde aksayan yönleri gözlemleyebilmek trafikte olduğukadar kolay değildir; daha üst düzeyde bir algılama becerisi gerektirir.Bu nedenle söze, gözlemlemesi kolay olan trafik sorunlarının tartışmasıylabaşlayalım.
Türkiye'nin trafik düzeninin bozukluğundan söz edildiğini işitmeyenkalmamıştır. Trafik kazalarıyla ilgili haberler, çoğu kez, gazetelerinilk sayfalarında yer alır. Yılın belirli bir haftası --Trafik Haftası--olarak adlandırılarak ister sürücü, isterse yaya olsun, vatandaşıntrafik bilgisi artırılmaya çalışılır. Yurt dışında, daha gelişmiş ülkelerdebir süre bulunmuş kimseler, o ülkelerdeki trafik düzeniyle yurdumuzdakitrafik düzenini karşılaştırarak --Bizde niçin onlar gibi düzenlibir trafik yok?-- diye yakınır.
Kısacası, Türkiye'nin trafik düzeninin karmakarışık, başıbozukolduğu söylenir. Avrupa ya da Amerika toplumunun anlayışı içindedeğerlendirilirse, trafiğimizin gerçekten büyük bir başıbozuklukiçinde olduğu görülür. Ne var ki, Türk toplumunun yaşamını yönlendirengeleneksel kültür anlayışı çerçevesinde bakılırsa, Türk trafiğindetutarlı bir düzen gözlenir.
Türkiye'deki trafiğin temelinde bulunan ve onu biçimlendirenkurallar, toplum yaşamını yöneten temel anlayıştan kaynaklanır. Bunedenle, günlük trafik yaşamımızda uygulanan kurallar, Batılı ülkelerintrafik kurallarından doğal olarak farklıdır. Kitapta yazılı olan trafikyasası Batılı ülkelerin kurallarına yakın düşer; ama, sokakta uygulanantrafik yasası Türk toplumuna özgüdür ve insan ilişkilerini yönetentemel anlayışı yansıtır. Örneğin, --büyük aracın geçiş üstünlüğü(vardır)-- kuralı bize özgü, trafik yasasında bulunmayan, oysa uygulamadageçerliği olan bir kuraldır. Yine, --erkek sürücü kadın sürücüdenüstündür; kadın sürücü erkek sürücüye yol vermeli ve onunönüne geçmemelidir-- kuralı, toplumumuza özgü, trafik yasasındaolmayan bir kuraldır.
Trafik yasasında bulunmayan, ama Türkiye'de uygulamada kullanılanyukarıdaki örneklere benzer daha birçok --gizli kural-- gösterilebilir:--Duruma göre kırmızı ışıkta durulmayabilir--, --Trafik polisitanıdıksa ceza yazmaz--, --Taksi şoförü, özel araç kullananlardan dahaayrıcalıklıdır--, --Resmi araçlara ceza yazılmaz-- v.b.
Yukarıda da belirtildiği gibi, trafik, araçlı insanların ilişkisi olaraktanımlanabilir. Ne var ki bu ilişki, sınırları ve kullanış biçimleri iyicebelirlenmiş yerlerde, yani yollarda yer alır. Bu sınırlandırmaya rağmen,yol üzerinde trafik ilişkileri içinde olan kimselerin davranışlarıyla,yüz yüze konuşan insanların iletişim ilişkileri arasında büyükbenzerlikler bulunur.
Bazı kimselerin, konuştukları kişilerin sözlerini sürekli olarakkestiklerini gözlemişsinizdir. Bu kişiler sözlerini kestikleri kimselerdensosyal mevki, prestij ya da yaş yönünden, büyük bir olasılıkla,daha --büyük--türler. Sosyal itibar yönünden --büyük-- olan bu kişiler,karşısındaki sanki konuşmuyormuş gibi, istedikleri anda sözebaşlar. Bu davranış biçimiyle, trafikte büyük araçların kendilerindendaha küçük olan araçların yollarını kesmeleri, sanki küçükaraçlar yokmuş gibi davranmaları arasındaki benzerlik ne denli çarpıcı,değil mi?
Bir aracın sürücüsü, yolda kendinden başka araç yokmuş gibidavranırsa, trafik kazası olur. Bir kişi konuşurken, karşısındakini nasıletkilediğini düşünmeden, kendi bildiği yönde istediğini söylerse,aynı trafikte olduğu gibi, --iletişim kazaları-- ortaya çıkar. İnsanilişkileriyle ilgili bu kazaların sonucunda da --yaralananlar-- ve --ölenler--vardır: Küsenler, ayrılanlar ve gücenenler --yaralıları--, kendi içinekapanıp yalnızlığa gömülenlerse --ölenleri-- oluşturur.
İletişim kazaları, trafik kazalarında olduğu gibi, kazalara yol açannedenler bilindiği derecede azaltılabilir. İletişim konusunda bilgiedinen birey hem kendini, hem de çevresindekileri daha iyi değerlendirirve anlar. Kendi davranışlarını değerlendirebilen kimse, kurmuşolduğu ilişkilerin temelinde yatan psikolojik süreçleri anlar vefarkına varmadan ortaya çıkan --iletişim kazaları--nı önleyebilme olanağınakavuşur.
SÖZÜN KISASI
Bir kişinin kendinden hoşlanması ve kendini diğer insanlarla, doğaylailişki içinde görmesi, yaşamının anlamlı olmasını sağlar. Gerginbir toplum içinde yaşıyoruz; kişileri kuşatan bu gerginliğe esir düşmemekiçin, kişinin kendisiyle ve çevresiyle, bilinçli ilişki kurmasıgerekir. Bilinçli iletişim, anlamlı yaşama, anlamlı yaşam da sakin ruhhalinin gelişmesine yol açar.
Türk insanı özgürlükçü çağdaş anlayışın toplumumuzda kök salmasıve filizlenmesi için --iletişim gereğini-- benimsemeli ve zamankaybetmeden uygulamaya koymalıdır. Özgür ortam içinde yapılaniletişim, toplum sorunlarının çözümüne olduğu kadar, kişiler arasısorunların çözümüne de katkıda bulunur.
İletişim alışkanlıklarının bazıları, trafik ilişkilerinde görülür. Trafikkazaları nasıl ölü ve yaralılar ortaya çıkarıyorsa, iletişim kazalarıda --ölü-- ve --yaralılar-- ortaya çıkarır. Bu tür --ölü-- ve --yaralılar'ınsayısı azaldıkça toplumumuz daha sağlıklı olur.
:::::::::::::::::
2
İletişim Düzenleri
:::::::::::::::::
Birinci bölümden sonra okuyucu umarım, iletişim gereğini anlamış,insan ilişkilerinin yaşamın hem özünü hem de çerçevesini oluşturduğunukabul etmiştir. Bu bölümde, iletişim dinamiğini gözden geçirerek,iletişim varsayımlarını ve iletişimin iki düzeyini inceleyeceğiz.
TEMEL İLETİŞİM VARSAYIMLARI
Aşağıda ele alınan temel iletişim varsayımları Amerikalı bilim adamlarıPaul Watzlawick, Janet H. Beavin ve Don D. Jackson'ın (1967)Pragmatics of Human Communication adlı kitabında ileri sürülmüştür.O zamandan bu yana, insan etkileşiminin dinamiğini açıklamada, buvarsayımlar sık sık kullanılmışhr.
Watzlawick, Beavin ve Jackson; beş temel varsayım önermiştir.Bu beş temel varsayım şunlardır: l. İletişim kuramamak olanaksızdır;2. İletişimin ilişki ve içerik düzeyleri vardır; 3. Mesaj alışverişindekidizisel yapının kendi başına bir anlamı vardır; 4. Mesajlar sözlüve sözsüz olarak iki tiptir; 5. İletişim kuran kişiler ya Eşit ya da EşitOlmayan ilişkiler içindedir. Oldukça kapsamlı olan bu varsayımlariletişim olaylarını incelemek isteyen bilim adamı için temel bir çerçeveoluşturur.
İletişimin ilk temel varsayımı, iletişim kurmanın zorunlu oluşundan,daha doğrusu iletişim kuramamanın olanaksızlığından sözeder. Bu nedenle, temel iletişim varsayımlarının tartışmasına onunlabaşlıyorum.
İletişim kuramamak olanaksızdır
Watzlawick, Beavin ve Jackson --davranış--ın karşıtının bulunmadığını,başka bir ifadeyle, --hiçbir şey yapmama--nın dahi, davranış olduğunuifade ederler. Bu nedenle, hareket etmek ya da bir şey söylemekkadar, hareket etmemek ya da susmak da bir davranıştır ve anlamlıbir mesaj oluşturur. Bu tür gözlemlerden sonra, vardıkları sonucubir varsayım olarak şöyle ifade ederler: Aynı sosyal ortamda birbirlerinialgılayan kişilerin iletişim kuramamaları olanaksızdır.
Bir otobüs yolculuğu yaptığınızı düşünün; kimseyle konuşmakistemiyorsunuz. Yanınıza konuşkan yaşlı bir bayan oturuyor, uygarinsan olmanın gereği hafifçe tebessüm ettikten sonra gözlerinizikapatıyorsunuz ve uykunuz ya da başağrınız varmış gibi davranıyorsunuz.Bu durumda ne yaparsanız yapın, ya da yapmayın, yaptığınız ya dayapmadığınız davranışın her birinin bir anlamı vardır veöbür kişi için bir mesaj oluşturur. Gözlerinizi kapamanız, --uykumvar -ya da başım ağrıyor-sizinle konuşamam;-- mesajını verir. Elinizdekidergi ya da kitabı okumaya devam etmeniz, --okuduğum kitap (dergi)daha çok ilgimi çekiyor, kitap okumayı sizinle konuşmaya yeğliyorum,--mesajını verir.
Günlük yaşamda, belirli bir sosyal çerçeve içinde yer alan insanlar,farkında olsunlar ya da olmasınlar, birbirleriyle iletişim içindedirler.İletişim kurmak için belirli bir davranış gösterme zorunluğuyoktur. Hiçbir davranışta bulunmama da, anlamlı bir mesaj oluşturur.
Evli bir çifti ele alarak bireysel düzeyde örnek verelim. Eşlerdenbiri, diğeri yokmuş gibi, sırf kendi düşünceleri çerçevesi içinde davranmayabaşlar ve --Benim ne yaptığım seni ilgilendirmez, kendi bildiğimve inandığım biçimde yaşamak istiyorum,-- derse, gerçeğe uymayan,hatalı bir anlayış içinde davranmış olur.
Örneğin, Nizam Bey her Cumartesi akşamı arkadaşlarıyla buluşupkafa çekmeye alışmış biri olsun. Nilüfer Hanım ise, her Cumartesiakşamını amca, dayı, hala ve teyzelerinin de katıldığı geniş ailetoplantısında geçirmeye alışmış biri. Bu kişilerin evliliklerinin sağlıklıbir çizgide yol alabilmesi için, eşlerin birbiriyle konuşarak, Cumartesiakşamı konusundaki beklentilerini açıklığa kavuşturmaları gerekir.Belki de, bu konuda içtenlikle kabullenebilecekleri bir uzlaşmayavaracaklardır.
Nizam Bey, evlenmeden önceki davranışlarını sürdürürse, karısına,--Sen benim yaşamımda yoksun!-- mesajını, bilmeden, istemedenverir. Öte yandan, Nilüfer Hanım kocasını Cumartesi akşamlarıkendi aile toplantısına götürmekte ısrar ederse, bilmeden kocasına,--Benim daha önceki kurduğum düzene ayak uydurduğun, benimaileme ilgi gösterdiğin sürece, seni sever ve sayarım!-- mesajını verir.
Eşlerin, belirli bir ilişki içine girmiş olduklarını, birbirlerinin düşünüşve beklentilerini hesaba katarak davranmaları gerektiğini görebilmelerigerekir. --Ben kendi bildiğimi yaparım, o da kendi bildiğini yapsın--anlayışı, iletişimin temel varsayımına aykırı düşer. Evlilikilişkisi içinde her bir eşin davranışı, diğeri için mutlaka bir mesaj niteliği taşır; bu nedenle, mesajı veren kişi, mesajın sorumluluğununbilincinde olmalıdır. Aksi halde, daha önce sözü edilen --iletişim kazaları--ortaya çıkar.
Bu varsayım, toplumsal düzeyde de geçerlidir. Türkiye'de yaşayanbir kimse, --Ben kendi bildiğim biçimde ve kendi inandığım değerlerçerçevesinde yaşayacağım, halkın neye, niçin inandığı beni ilgilendirmez!--diyemez. Toplum değerleri, yaşam felsefesi, etkileşimbiçimi trafikte, bakkalda, yolda, okulda o kişiyi kuşatır; farkında olsunya da olmasın, kişi toplumla sürekli ilişki içindedir. ,
Toplumumuz, --iletişim kazaları-- sonucu --yaralanan--; --sakatlanan--ve --ölenler--le dolu bir toplumdur. Yukarıda sözünü ettiğimizçift iletişim konusunda bilinçlenmezse, --yaralananlar-- listesine eklenir,zamanla ya iletişim konusunda bilinçlenerek --yaralarını-- tedaviederler, ya da --umut yok, ölüme mahkum-- grubuna girerler.
Şimdiye kadar söylenenler bir cümleyle özetlenirse, aynı sosyal ortamiçinde yer alan kişiler, birbiriyle sürekli iletişim içindedir; bu kişileriniletişim kuramamaları olanaksızdır.
İletişimin ilişki ve içerik düzeyleri vardır
Watzlawick, Beavin ve Jackson'ın önerdikleri ikinci temel varsayım,iletişimin iki düzeyi olduğunu vurgular. İkinci temel varsayım şudur:Her iletişim faaliyetinin bir içerik bir de ilişki olmak üzere iki düzeyivardır; ilişki düzeyi içerik düzeyine anlam veren çerçeveyi oluşturur ve bunedenle daha üst aşamadadır.
(1) Sen okula gidecek misin?
(2) Siz okula gidecek misiniz?
(3) Okula gitmeyi düşünüyor musunuz?
cümleleri aynı içeriği, fakat farklı ilişkileri ifade eder. Birinci cümlede,konuşanın kendini diğer kimseyle ya eşit, ya da ondan daha güçlügördüğünü anlarsınız. İkinci cümlede konuşanın diğerine eşit amaresmi bir ilişki içinde, ya da ondan daha güçsüz olduğunu düşünebilirsiniz.Üçüncü cümlede ise, konuşan, diğerinin karar verme özgürlüğünesaygılı olduğunu belirtiyor; bu durumda, karşıdakinin, konuşandandaha güçlü olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Görüldüğü gibi, aynı içerik, iletişim kuran kişilerin ilişkilerinintürüne göre, farklı biçimlerde ifade edilebilir. İlişki içinde bulunankişiler, iletişim yoluyla, durumlarını sürekli olarak karşılıklı tanımlarlar;bu tanımlamada hemfikir oldukları sürece, iletişimde aksaklıkolmaz. Kişilerin birbirlerini tanımlamalarında farklılık başgösterdiğianda, iletişimde aksaklıklar başlar.
Bir öğrenci hocasına, --Sen okula gidecek misin?-- diye sorarsa,kendisini hocasına ya eşit ya da ondan üstün gördüğü izlenimini verir:Bu tür bir ilişki, hem aydının hem de halkın paylaştığı Türk kültürdeğerlerine ters düşer. Bu ilişkiye hocanın tepkide bulunmasıbeklenir; öğrencinin --terbiyesiz-- --münasebetsiz-- ya da --saygısız-- olduğudüşünülür. Bu öğrenci, --Hocanın okula gidip gitmeyeceğiniöğrenmek istedim; soru sormak suç mu?-- gibi bir savunmayla işiniçinden çıkamaz. Çünkü, işlediği suç, içerik düzeyinde değildir, ilişkidüzeyindedir.
Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, iletişim içindeki taraflarbirbirlerini, beklentileri doğrultularında tanımladığı sürece, iletişimaksamadan devam eder. Bir başka deyişle, öğrenci öğretmene saygılıve öğretmen öğrenciye resmi davrandığı sürece, iletişim doğal sürecindeilerler.
İlişkiler, genellikle konuşma konusu yapılmaz, çünkü iletişimdebulunan kişiler çoğu kere kurdukları ilişki türünün bilinçli olarakfarkında değildirler ve bir aksaklık çıkmadığı sürece de, bu böyle devameder gider. Kişilerin ilişki içinde birbirlerini tanımlamaları farklılaştığızaman, yani ilişkide aksaklık olduğu zaman, ilişki konuşma konusu olur.
--Ben senin hocanım, benimle böyle konuşmamalısın!-- --Ben seninsevgilin olmayı değil, sadece arkadaşın olarak kalmayı istiyorum!----Lütfen bu kadar yaklaşmayın bana, biraz daha uzakta durursanızdaha memnun olacağım!-- gibi sözler, ilişki düzeyinde farklı algılamalarolduğunu ve iletişim kuran kişilerin birbirlerini, farklı beklentileriçinde algıladıklarını gösterir.
İnsanlar, birbirlerine ilişkilerinden ne kadar az söz etmek ihtiyacınıduyarlarsa, ilişkileri o kadar sağlıklı ve doğaldır. İlişkide sorunlarbaşladığı zaman, ilişkinin türü, konuşma konusu olmaya başlar.
İlişki düzeyi, gönderilen mesajların nasıl yorumlanacağını belirlediğinden,daha üst düzeydedir ve teknik olarak --meta-iletişim düzeyi--olarak bilinir. --Meta-- eski Yunanca --onunla birlikte, ona dair veonun üstünde-- anlamlarına geldiğinden, bilim adamları üst düzeydekiiletişime --meta-iletişim-- adını verir. Hatırlayacağınız gibi, --Senokula gidecek misin?-- sorusunun (iletişim içeriğinin) yorumu, öğretmenhoca ilişkisi içinde (meta-iletişim düzeyinde) uygun düşmemiştir.Yoksa sorunun kendisi Türkçe'dir ve eşit iki arkadaş, ya da konuşanıngüçlü olduğu durumlarda (uygun meta-iletişim düzeyinde) rahatlıklakullanılabilir ve kimseyi rahatsız etmez.
İişkiler düzeyinde, kişilerin birbirlerini nasıl tanımladıklarını vebu tanımlamalara nasıl tepkide bulunduklarını ilerde tartışacağız.Şimdi ikinci temel varsayımı özet olarak bir kere daha ifade edelim:Her iletişim faaliyetinin, bir içerik ve bir de ilişki olmak üzere iki düzeyivardır; ilişki düzeyi, içerik düzeyine anlam veren çerçeveyi otuşturur ve bunedenle daha üst aşamadadır.
Mesaj alışverişindeki dizisel yapı, anlam oluşturur
Üçüncü temel varsayım, ilişki türünün, mesajların oluşturduğu sıralamayagöre değişebileceğini ifade eder. İletişim, sürekli bir mesajalışverişidir. Konuşan mesaj gönderir; dinleyen bu mesaja tepkidebulunur; bu tepkiye bir cevap verilir, bu cevabın karşılığı alınır veetkileşim böylece sürer gider. Bu etkileşim dizisi içinde, bir mesajın nerede yer aldığı, yani hangi mesajdan önce ve hangi mesajdan sonrageldiği, o mesajın anlamını etkiler. Bu yapı her iletişim faaliyetindevardır ve bireylerin birbirlerini tanımlamaları bu yapıyla ilişkilidir.
Öğretmen okulda öğrettiği için mi maaş alır, yoksa maaş aldığıiçin mi öğretir? Gazetedeki köşe yazarı yazdığı için mi para alır, yoksapara aldığı için mi yazar? Bu iki soruda söz konusu olan öğretmeve yazma davranışı, yukarıdaki sorulara verilen cevaplara göre farklıdeğerler alırlar: Maaş aldığı için öğreten öğretmen yerine, öğrettiği için maaş alan öğretmen üstün tutulur. Ne var ki, gerçekte bu iki insanındavranışları arasında bir fark yoktur sadece biz davranışlarıfarklı sıra içinde gördüğümüzden, farklı anlamlar veririz.
Maaş alma davranışı A; öğretme davranışı B olsun. Bu davranışlarbirbirlerini takip ederler. Aralarındaki ilişkiyi -işaretiylegösterelim:
A-B-A-F-: A-B-A-B-A-Bdizisi, iki biçimde gruplaştırılabilir.
1) (A-B)-(A-B)-(A-B)-(A-B)-(A-B)-A
2) (B-A)-(B-A)-(B-A)-(B-A)-(B-A)-B
Birinci dizide, maaş alma davranışı, öğretme davranışına götürür,ikincide ise öğretme davranışı; maaş almaya yol açar. Aynı birimleriki farklı biçimde yapılaştırılarak iki farklı anlama ulaşılabilir.
Aralarında sorun olan bir karı-koca düşünün. Kadına göre sorunşu: --Kocam ev işlerinde bana yardım etmiyor. Ben de çalışıyorum, oda çalışıyor. İşten sonra ikimiz de eve yorgun geliyoruz. Eve gelinceyemek yapma, masayı hazırlama hep bana kalıyor. Onun da yardımetmesi, benim kadar katkıda bulunması gerekir. Gazeteyi alıp, birköşeye çekilerek okuması gücüme gidiyor; asabım bozuluyor.--
Erkeğe göre ise sorun şu: --Eve gelince mutfakta karıma yardımetmek istedim; yaptığım her şeyde bir kusur buldu, sürekli dır dırederek, yaptığım her işi eleştirdi. Benim kurduğum masayı bozdu,kendisi yeniden kurdu; su bardaklarını değiştirdi. Kendisine danışarakyaptığım işlerde de yapış tarzımı beğenmedi. Onun dırdırındankurtulmak için şimdi hiç mutfağa girmiyorum, kendimi gazeteye gömüyorum,sanki ben orada yokmuşum gibi davranıyorum.--
Kadın durumu farklı algılamakta, --Benim ısrarımla gönülsüz olarakmutfağa girdiği için, her şeyi baştansavma yapıyor, ondan dolayısöyleniyorum;-- demekte, kocası ise, --Ben isteyerek yardım ediyorum,ama, dırdırını duymamak için şimdi mutfağa girmiyorum;-- demektedir.
Gördüğünüz gibi, eşler davranışlarını reddetmiyorlar; bu davranışlardizisini, öğretmen ve maaş örneğinde olduğu gibi, farklı biçimlerdeyapılandırıyorlar. Karı-koca yapılandırma konusunda, bualgılama farkını gideremediği sürece, aralarında bir uzlaşmaya varamazlar.
1986 yılında, Amerika'nın Teksas eyaletinde, barda garsonluk yapankadını zorlayarak cinsel ilişkide bulunduğu nedeniyle bir erkekmahkemeye verildi. Adamın avukatı --Kadının o gece kilotsuz olduğunuve adamı baştan çıkarmak için, sık sık kalçasını ve mahrem yerinigösterdiğini, bir başka deyişle, adamı teşvik ettiğini,-- savundu.Kadın ise, --Kilotunun adam tarafından zorla çıkarıldığını, fakat meseleyibüyütüp bir rezalet çıkarmamak için, o anda pek üstüne gitmediğini;--söyledi. Jüri kararını, kadının kilotlu ya da kilotsuz olduğunabakarak verdi. Besbelli ki, kadın kilotsuzsa erkeğin davranışı--kışkırtılmış bir davranış-- kadın kilotluysa --saldırgan bir davranış--olarak algılanacaktı. Aynı davranış, etkileşim dizisindeki yerine göre,farklı anlamlar almaktadır.
İletişimle ilgili üçüncü temel varsayım, bir cümleyle şöyle ifadeedilebilir: Mesaj dizisini yapılaştırma biçimleri, iletişim ilişkilerinibelirleyen önemli faktörlerden biridir.
Mesajlar iki tiptir
Watzlawick, Beavin ve Jackson'ın ileri sürdüğü dördüncü temel varsayım,düşünsel ve duygusal mesajları birbirinden ayırt eder. Söz, isteryazılı olsun ister konuşulsun, karmaşık bir gramer yapısına göreoluşturulur ve mantıksal analizlere izin verir. Yüz ifadesi gibi sözsüzmesajlar, gramer kurallarına göre oluşturulmaz ve mantıksal analizleriyoktur. İçerik iletişiminde, sözlü mesajlar; ilişkiyle ilgili tutum vetercihlerin anlatımında ise, sözsüz mesajlar en etkili olurlar.
Bilim sözlü mesajlar üzerine kurulur. Her bilimin kendine özgüterminolojisi vardır. Bu terminoloji bilinmeden; söz konusu bilgi iletişimive bilgi üretimi gerçekleşemez. Bu nedenle dil, insan uygarlığınınilerlemesi ve yayılmasında en önemli araçtır. İnsan kültür veuygarlığının altında yatan bu güçlü araç, insan ilişkileri söz konusuolunca, oldukça sığ ve etkisizdir. Bir bakış, dokunma; vücudun pozisyonu,duyguları daha etkili ve dolaysız ifade eder. Omuza konanbir el, dostluk ve arkadaşlık üzerine yazılmış bir söylevden daha etkilidir.
İki sevgili arasındaki ilişki ne kadar sözlü mesajlarla ifade ediliyorsa,ilişkinin o derecede zayıf olduğu düşünülür. Bir başka deyişle,--Seni çok seviyorum;-- --Tatlım bugün seni özledim;-- biçimindekonuşan donuk yüzlü, monoton kişi, duygularını getirdiği çiçekle,bakışıyla ve yüz ifadesiyle ifade eden kişi kadar ilişkisinde başarılıolamaz. Kısaca söylenirse, zihnin mesajı sözle, gönlün mesajı sözsüzifade edilir.
Dördüncü temel varsayım şöyle ifade edilebilir: Sözlü iletişim akıl,mantık ve düşünceyi, sözsüz iletişim duyguları ve ilişkileri en etkili ifadeetme aracıdır.
Eşit ve eşit olmayan ilişkiler
Beşinci temel varsayım, ilişkinin türüyle ilgilidir. Eşit ve eşit olmayaniki tür ilişki vardır. Kişiler birbirlerini denk görürlerse, eşit ilişkiiçinde iletişimlerini sürdürürler. Bu tür iletişim içinde olanlar --Benzekiyim, konuştuğum da zeki,-- --Ben çalışkanım, konuştuğum da çalışkan,----Ben istediğimi söylemekte özgürüm, konuştuğumun da istediğinisöyleme özgürlüğü var;-- gibi düşünürler.
Eşit olmayan ilişki içinde olanlar, --Ben zekiyim, konuştuğum ahmak,----Ben çalışkanım, konuştuğum tembel;-- --Ben istediğimi söylemekte özgürüm,konuştuğum kişinin istediğini söyleme özgürlüğü olmamalı,-- gibi düşünürler.
ABD toplumunda, aile içinde kadın ve erkeğin genel olarak eşitolduğu kabul edilir; --evin reisi erkektir-- anlayışı pek rağbette değildir.Türkiye'de ise, --erkek evin reisidir-- görüşü yaygındır. Bu anlayış,bir kültür değeri olarak, farkında olmadan, varlığını sürdürür.Bu nedenle, --erkek evin reisidir-- anlayışını paylaşan eşler, bu konudakonuşma gereksinimi duymadan, evliliklerini ahenk içinde yürütürler.
Bir Türk erkeğinin Amerikalı kadınla evlendiği durumlarda ise,iletişim içinde kadın --eşit ilişkiler-- varsayarak konuşur, erkek ise--evin reisi-- olarak konuşmaya devam eder. Aynı kültürden olmayanbu çift kısa bir zaman sonra, --Ailenin reisi kim?-- sorusunu tartışmayabaşlarlar. Konuştukları içerik ne olursa olsun, ilişkinin türününtanımında aralarında farklılık olduğu için, iletişim aksar.
Beşinci varsayım, bir cümleyle şöyle özetlenebilir: Tüm iletişimetkileşimleri, benzerlik ya da farklılığa dayanarak, ya eşit ya da eşitolmayan ilişkiler içinde yer alır.
İletişimde bulunan kişiler, bu ilişki içinde kendilerini sürekli tanımlamaiçindedirler. İlişki içinde benliğin tanımlanması, aşağıdagörüleceği gibi, iletişim sürecinin temel dinamiğini oluşturur.
ETKİLEŞİM İÇİNDE BENLİK TANIMI
Bireyler kurdukları ilişki içinde kendilerini tanımlamaya başlarlar.Bir örnekle konuya girelim: Hakkı Bey bir bankanın şube müdürüdür.Sekreteri Nazan Hanım, Pazartesi sabahı Hakkı Bey'le, Pazarakşamı gösterilen bir TV programı hakkında konuşmak ister:
Nazan Hanım: --Dün akşam TV'deki Doğu Anadolu dizisini seyrettiniz mi?--
Bu noktada ilişkiye bakalım; Nazan Hanım, ilişki düzeyinde--kendimi, sizinle TV'de neyi seyrettiğinizi konuşabilecek kadar yakın bir ilişki içinde görüyorum,-- diyor. Hakkı Bey, Nazan Hanım'ınilişki içinde kendini bu şekilde tanımlamasına üç biçimde tepkidebulunabilir:
(1) Nazan Hanım'ın tanımını kabul edebilir,
(2) Nazan Hanım'ın tanımını reddedebilir, ya da
(3) Nazan Hanım'ı umursamayabilir.
Bu seçeneklerin her biri, Hakkı Bey'le Nazan Hanım arasında birbirindenfarklı ilişki türlerine işaret eder. Her bir seçeneği ayrı ayrıele alalım.
Kabullenme (Tasdik/Conformity)
Nazan Hanım, --Dün akşam TV'deki Doğu Anadolu dizisini seyrettiniz mi?--diye sorduğunda; Hakkı Bey, --Hayır seyredemedim; hanımlabirlikte dayımları ziyaret ediyorduk, seyretme olanağı bulamadık;--diye cevap verirse, Nazan Hanım'ın, --TV'de neyi seyrettiğinizikonuşabilecek kadar kendimi sizinle yakın ilişki içinde görüyorum,--tanımını kabul etmekte, --evet, bu tanımınızı kabul ediyorum,akşam evde ne yaptığımızla ilgili birbirimize sorular sorabiliriz;-- izlenimivermektedir. Bu izlenimde samimi ise, sekreterle müdür arasındabir ilişki sorunu olmaz.
Hakkı Bey, çekingen bir kişi ise, ya da sekreterin güçlü --dayısı--ndançekindiği için ilişkiyi --içtenlikle-- kabul etmediği halde, sankikabul ediyormuş gibi görünüyorsa, ortada önemli bir ilişki sorunuvardır. Bu sorun yüzeyde kendini göstermeyebilir, ne var ki, ilişkideörtük bir gerginlik vardır ve ilk fırsatta bu gerginlik kendini gösterir.
Kişiler, her günkü ilişkileri içinde, kendilerini yüzlerce defa tanımlarlar.Bu ilişkilerde her zaman kabullenme görmezler. Çoğu kere,ilişki içinde kişinin kendini tanımlaması, kabul edilmez, reddedilir.
Reddetme (Rejection)
Nazan Hanım --Dün akşam TV'deki Doğu Anadolu dizisini seyrettiniz mi?--diye sorduğunda, Hakkı Bey, --Nazan Hanım, lütfen banacari hesap defterlerini getirin ve Beyoğlu Şubesi'ne telefon ederekAdnan Bey'i arayın!-- diye cevap vermişse, Nazan Hanım'ın, --kendimi,TV'de neyi seyrettiğinizi konuşabilecek kadar yakın ilişki içindegörüyorum;-- tanımını kabul etmemekte, --sekreter olarak sınırlarınızıbilin ve benimle samimi olmaya kalkmayın!-- mesajını vermektedir.
Nazan Hanım, ilişki düzeyinde verilen bu mesajı alabilirse, müdürlesekreter arasındaki ilişki normalleşir ve bir sorun çıkmaz. Nevar ki, Nazan Hanım kendini --resmi-- değil, --samimi' hava içindetanımlamaya devam ederse, müdür ve sekreter arasında bir iletişimsorunu çıkar, gerginlik ve huzursuzluk başlar. İnsan ilişkilerindekibu tür huzursuzluk ve gerginlikler, --ilişki-- düzeyini konuşma konusuyapar. Daha önce söylendiği gibi, ilişki düzeyinde sorun olmadığısürece, ilişki konuşma konusu yapılmaz.
Birbirlerinin --benlik tanımları--nı, iletişim içinde reddeden kişileraralarında kafa ve gönlü zenginleştirecek bir iletişim kuramazlar.
İletişim içinde tanımlanan benliği kabul etmeme, reddetme zararlı,yıpratıcı bir ortam yaratır. Watzlawick ve arkadaşları (1967) kitaplarınınbüyük bir bölümünü, çocuklarda ve yetişkinlerde gözlenençoğu ruhsal sorunların, sosyal ortamdaki etkileşimde bulunan reddetmeve umursamama davranışından geldiğini kanıtlamaya ayırmışlardır.Onlara göre, iletişimdeki --reddetme-- davranışının yarattığızarar, --umursamama--nın yarattığı kadar fazla değildir. Umursamama,psikolojik bakımından en zehirli, en öldürücü ortamı yaratır.
Yukarıda verilen örneğe yeniden dönerek, şimdi umursamamadavranışına bakalım.
Umursamama (Disconfirmity)
Nazan Hanım --Dün akşam TV'deki Doğu Anadolu dizisini seyrettiniz mi?--diye sorduğunda, Hakkı Bey, --hiçbir şey-- söylemese, yapmasave sanki sekreter orada yokmuş gibi davransa, Nazan Hanım'ın,--kendimi, TV'de neyi seyrettiğinizi konuşabilecek kadar yakınilişki içinde görüyorum;-- tanımını kabul etmemekle kalmayacak,sekreterin insan olarak orada varlığının umurunda olmadığını ifadeetmiş olacaktır.
Kabullenme ve reddetme, kişinin o an içinde kurmaya çalıştığıilişkinin benimsenip benimsenmediğine işaret eder. Umursamamakişinin kendinin önemsenmediğini, değersiz olduğunu, yok olduğunubelirtir. Watzlawick ve arkadaşları, umursamamanın ilişki içinde ensağlıksız psikolojik durumu yarattığını öne sürerler. --Bir insana dünyanınen dayanılmaz işkencesini yapmak isterseniz, onu 'umursamama'nın baskınolduğu sosyal bir ortama koyun,-- önerisinde bulunurlar.Onlara göre, --En acı ve ızdırap verici bedensel işkence bile,umursamamaya yeğlenir, çünkü bedensel işkenceyi yapan, işkenceyaptığı kişinin varlığını kabul etmiş olmaktadır.--
Watzlawick, Beavin ve Jackson, toplum içinde insan ilişkilerininçoğunlukla --kabullenme--, --reddetme--, ya da --umursamama-- türündenolabileceğini, sağlıklı bir toplum yaşamını sürdürebilmek içinağırlığın --kabullenme-- yönünde olması gerektiğini ifade ederler.Toplumdaki ilişkiler genellikle --reddetme.-- yönündeyse, o toplumdacinayetler, kavgalar, sürtüşmeler çoğalır; genellikle --umursamama--nınağır bastığı toplumlarda ise akıl hastalıklarında bir artma olur.
İlişki içinde olan kişiler, ilişkileri süresince, birbirlerini her üç türden tanımlama içine sokarlar: Karısıyla çoğunlukla kabullenme türündenbir tanımlaına içinde olan koca, bazen reddetme ve ara sırada umursamama davranışı içinde olabilir. Bir ilişkinin tümden kabulleniciya da reddedici olması gerçeğe uymaz. Kabullenme, reddetmeve umursamamanın frekansı, ilişkiye temel özelliğini kazandırır.
Çetin Altan'ın aşağıdaki yazısı, incelediğimiz konuyu bizim toplumauyguluyor.
Sen Adam Değilsin, Yoksun Dünyada
«Çocukluğuyla gençliği Yeşilköy köşklerinde geçmiş, eski bir İstanbulefendisi olan kırçıl bıyıklı Tarık bey:
-Her sabah evden çıkarken o gün karşılaşacağım tüm davranışlarlasözlerin bana kişi olarak var olmadığımı, yürüyen, kıpırdayanbir insan gölgesi dahi sayılamayacağımı tekrar tekrar ihtar edeceğinekendimi hazırlayarak adımımı atıyorum sokağa, dedi.
Güngörmüş, hoşsohbet bir adamdı Tarık bey:
-Köşede gazete de satan, gedikliden emekli suratsız bir tütüncüvar. Gazete almak için ona uğruyorum. Paramı hazırlayarak, günaydındiye tütüncüden gazetemi istiyorum. Selamımı almadan dükkanınıniçinde ayran yahut süt şişelerini düzeltmeye devam ediyor. Birgarip tad alıyor, beni görmezlikten gelip adam yerine koymamaktan.Yani tavırlarıyla --Sen yoksun mevcut değilsin,-- demek istiyor. Bendeiçimden tekrarlıyorum, --Ben yokum, mevcut değilim..-- ama yine degazeteyi uzatmasını bekliyorum. Beni adam yerine koymadığını kanıtlayacaksüre kendince geçince, kafasının dağılmasını istemeyen biratom bilgininin özensizliğiyle yüzüme bile bakmadan gazeteyi alıpuzatıyor.
Tarık bey, gözlüklerinin arkasından kıskıs gülerek, tütüncününgazeteyi nasıl alıp uzattığını gösteriyordu.
-Elimde gazete dolmuş durağına gidiyorum. Durak her zamankalabalık oluyor. Kimsenin sırasını çalmadığımı gösterecek bir yereduruyorum. Derken bir dolmuş geliyor, bütün bekleşenler kapılaraüşüşüyor, binen biniyor, binemeyen kalıyor. Ben sıram gelmediğikanısıyla acele etmiyorum. Bir dolmuş daha geliyor, benden sonra gelenlerde kapılara üşüşenlerin arasına katılıyor. Biliyorum ki kimsebana --Buyurun sıra sizde,-- demeyecek. Bazen artık sıramın geldiğiinancıyla ben yeni gelen bir dolmuşun kapısına doğru seyirtiyorum.Ya sert bir omuz darbesi iniyor göğsüme, ya arkadan gelip içeri girmekiçin eğilen birinin kalçası dayanıyor karnıma. Kişiler mekanik biritip kakmanın ortaklığında bana --Sen yoksun, mevcut değilsin,-- diyorlar.Ben de içimden tekrarlıyorum, --Ben yokum, mevcut değilim.--Sonunda geç de olsa biniyorum dolmuşa. Benden önce inecekler, şoföre--Şurada dur,-- diyorlar. Bu aynı zamanda bana --Sen de in rahatçıkalım,-- demek. Ben de araba durunca hemen yere iniyonım, yanımdaoturanın çıkmasını bekliyorum. Onlar yine yüzüme bile bakmadançekip gidiyorlar. Yani adam yerine koymuyorlar beni. Bir anlamda--Sen yoksun, yeryüzünde var değilsin;-- demek istiyorlar. Bende içimden --Ben yokum, yeryüzünde var değilim,-- diyorum.
Tarık bey, kendiyle yahut İstanbul'un hoyratlığıyla eğlenir gibi sigarasını yakıyor ve gözlüklerinin arkasından devam ediyordu kıs kıs gülmeye:
-İneceğim yere gelince --Şoför efendi durur musunuz?-- diyorum.Bazısı duruyor, bazısı duymazlıktan gelerek, müşteri gördüğüyere kadar gidip orada duruyor. Bazısı --Haydi yahu acele et, işimiz var,-- diyor. Ben hepsine inerken 'Teşekkür ederim,-- diyorum. Çoğunlukla cevap vermeden gazlıyorlar. Birini rahatsız ederek inersem,ona da teşekkür ediyorum. O da genellikle cevap vermiyor. Ben daha evden çıkarken yok sayılacağımı bildiğim için asla yadırgamıyorumbunları. Gayet normal karşılıyorum. Sade bana değil, herkesbirbirine, --Sen yoksun, insan olarak bir sıfır kadar bile değerin yok--demekten hoşlanıyor. Bayılıyorlar birbirlerini adam yerine koymamaya.Bu arada ben de payımı alıyorum ama ben direnip, ille de ben varım diye inatlaşmıyorum. --Yokum, mevcut değilim,-- diye devam ediyorum günlük serüvenime.
Tarık bey keyifli keyifli tüttürüyordu sigarasını.
-Dolmuştan inince karşı kaldırıma geçerken iki-üç taksiyle özel arabadan mutlaka sesler yükseliyor: --Sallanmasana moruk,-- --Yürüseneulan ihtiyar,-- --Geç hadi geç teneşir horozu.-- Ben hep yaya geçidindengeçtiğim için beklediklerine kızıyorlar. Varmış gibi yürümemsinirlendiriyor onları. Yok olduğumu, var olmadığımı hatırlatmak istiyorlarbana. Ben de --Merak etmeyin, yokum, var değilim,-- diye geçiyorumkarşı kaldırıma. Bazen oralarda bir trafik polisi duruyor. Çok seviyorum o polisi. Çünkü o da şoförlerin olmadığı kanısında. Onlara--Bas ulan geri;-- --Kör müsün ulan ayı,-- diye bağırıyor. Arada bir sinekkovalar gibi hiçbirinin suratına bakmadan eliyle --Geç geç;-- yapıyor.Yani şoförler beni, polis de şoförleri adam yerine koymuyor.Herhalde komiseri de polisi adam yerine koymuyordur.
Tarık bey sigarasının izmaritini tablada söndürdü.
-Akşam dönerken de yine aynı şey. Kalabalığın bireyleri, bıkıp usanmadan, --Sen yoksun, yeryüzünde var değilsin,-- demeyisürdürüp gidiyorlar. Ben de --Ben yokum, var değilim,-- diye mırıldanmayadevam ediyorum içimden. Adam yerine konmamak insanıngücüne gider değil mi? Benim hiç gitmiyor. Bir toplumun kendi kendiniadam yerine koymamakta inatlaştığı dönemlerde kimleri adamyerine koymaya kalktığını biliyorum çünkü.
Tarık bey bir sigara daha yaktı:
-İstanbul bin beşyüz yıllık bir başkenttir, dedi. Gönül bütün birikiminHaliç'in dibindekilerden ibaret olmamasını isterdi.--
Hepimiz yukardaki tür yaşantılardan geçtiğimiz için, Çetin Altan'ınTarık Bey'iyle anında ilişki içine girer, onu anlarız.
Şimdi, günlük iletişim ilişkilerinin önemli bir bölümünü oluşturansözsüz ifadeleri incelemeye hazırız. Aşağıda bu bölümün kısa birözetini verdikten sonra, sözsüz iletişim konusunu ele alacağız.
SÖZÜN KISASI
Bu bölümde beş temel iletişim varsayımı incelendi. Bunlar:
1. Aynı sosyal ortamda birbirlerini algılayan kişilerin iletişimkuramamaları olanaksızdır.
2. Her iletişim faaliyetinin bir içerik bir de ilişki olmak üzere iki düzeyi vardır; ilişki düzeyi içerik düzeyine anlam veren çerçeveyi oluşturur ve bu nedenle daha üst aşamadadır.
3. Mesaj dizisini yapılaştırma biçimleri, iletişim ilişkilerini belirleyenönemli faktörlerden biridir.
4. Sözlü iletişim akıl ve mantığı, sözsüz iletişim ise duygu ve ilişkilerien etkili ifade etme aracıdır.
5. Tüm iletişim etkileşimleri, benzerlik ya da farklılığa dayanarak, ya eşit ya da eşit olmayan ilişkiler içinde yer alır.
:::::::::::::::::
3
Kelimelerin Ötesinde:
Sözsüz İletişim
İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin yalnız söylediklerini değil, yüzü, eli, kolu ve bedeniyle yaptıklarını da --duyar--; çünkü yüz ifadeleri,el ve kol hareketleri, bedeninin duruş tarzı , sesin tonu gibi sözsüz mesajlar kullanarak da iletişim kurulur. Karşı karşıya gelerek kurulan kişiler arası iletişimlerde, hem sözlü, hem de sözsüz mesajlaraynı anda kullanılır. Bu konuşmalarda, mesaj alışverişinin ancakküçük bir bölümünü sözlü mesajlar oluşturur. Yüz ifadeleri, el kol hareketleri, bedenin konumları ve sesin yükselip alçalmasıyla gönderilensözsüz mesajlar, iletişimde kullanılan mesajların daha büyükbir bölümünü kapsar.
Kimi zaman, insanların duygularını anlamak gerçekten zordur. Kendilerine soramazsınız, çünkü ne hissettiklerini çoğunlukla söylemekistemezler; söylemek isteseler bile, çoğu kez duygularını kendileri depek bilmezler. Bu kişilerin kafalarının içine girip ne hissettikleriöğrenilemeyeceğine göre, yüz ifadelerine, beden belirtilerine bakarak,o anda nasıl bir duygu içinde olduklarını anlamaya çalışırız.Bedensel belirtileri anlayabilmek için, bu belirtilere duyarlık kazanmakgerekir. Bu bölümün amacı, sözsüz mesajlara karşı duyarlık kazanarak,karşıdakini --söylemedikleriyle-- anlamayı öğrenmektir.
Fark nedir?
Aşağıdaki alıştırmayı yaparak, sözlü ve sözsüz iletişimikarşılaştırabilirsiniz.
1. Arkadaşınızla başkalarının sizi rahatsız edemeyeceği bir köşeyeçekilin.
2. Sırtınız birbirinize dönük olarak oturun ve vücutlarınız birbirinedokunmasın. Bu biçimde oturunca birbirinizi göremeyecek,fakat söylediklerinizi rahatça işitebileceksiniz.
3. Aklınıza gelen ve ilgi duyduğunuz bir konuda beş dakika kadar,birbirinize hiç bakmadan konuşun.
4. Şimdi yüzyüze dönün ve konuşmanıza beş dakika daha devamedin.
5. Elele tutuşun. Hiç konuşmadan, söylemek istediklerinizi el veyüzünüzle ifade etmeye çalışın. El ve yüzünüzle ifade etmeyeçalışırken duygularınıza dikkat edin. Doğru ya da yanlış yapmadiye bir şey söz konusu değildir. Kendinizi gülünç hissetmeniz,utanmanız, sıkılmanız da doğaldır. Sizden istenen, bubeş dakikalık süre içinde hiç konuşmamanız, söylemek istediklerinizidokunarak, ellerinizle ve yüz ifadenizle anlatmayaçalışmanızdır.
6. Şimdi sırtınız birbirine dönükken, karşılıklı konuşurken veelele tutuşarak meramınızı konuşmadan anlatmaya çalışırkenneler hissettiğinizi, birbirinize anlatın. İkinizin duyguları birbirinebenziyor mu? Ne zaman en rahat ya da en tedirgindiniz?Bu uygulamayı oyun haline getirmek geçti mi içinizden?Farklı iletişim durumlarında duygularınızda bir değişiklik oldu mu?Karşıdakinin ne demek istediğini anlayabildiniz mi?O sizinkini anlayabildi mi?
Sözsüz iletişimin özellikleri
Tuhaf gelmesine rağmen, umarım yukarıdaki alıştırmayı yapma olanağıbulmuşsunuzdur. Bu alıştırma aracılığıyla, sözsüz iletişimin bazıyönlerini, bilinçli bir deneyimle kendiniz keşfetmiş olacaksınız.Sözsüz iletişim etkilidir; duyguları belirtir; çift anlamlı iletişim olanağıyaratır; ve belirsizdir (yani yoruma açıktır). Bu özellikleri birazdaha ayrıntılarıyla aşağıda gözden geçirelim.
Sözsüz iletişim etkilidir: Bazı tür anlamları, özellikle duyguları,sözsüz iletişimle daha etkili ve dolaysız biçimde ifade etme olanağıvardır. Çetin Altan'ın yazısına konu olan Tarık Bey'in izlenimlerinihatırlayın (sayfa 30); Tarık Bey'e yapılan davranışlar ona --Sen yoksun,mevcut değilsin,-- izlenimi vermiştir ve bu mesajlar hep sözsüzmesajlardır. Duygu ve ilişkiyle ilgili en etkili mesajlar, sözsüzmesajlardır.
Sözsüz iletişim duyguları belirtir: Düşünceler sözlü iletişimle,duygular sözsüz iletişimle en rahat ifade edilirler. Yaptığınız alıştırmadabunu gözlemiş olabilirsiniz: İlk beş dakika içinde sözlü iletişimleifade edilebilecek düşünceleri paylaştığınız halde, ikinci beşdakika içinde daha çok duyguları ifade etmeye çalıştığınızı gözleyebilirsiniz.
Aşağıdaki düşünce ve duyguları birer mesaj olarak oluştururkenhangi türden mesajın (yani sözlü ya da sözsüz mesajın) daha uygundüşeceğini düşünün:
-Yorgunum.
-Güvenlik mahkemelerine taraftarım.
-Komşu kızını çekici buluyorum.
-Doğu Anadolu'da sanayi yatırımları yapılmalıdır.
-Kızgınım.
Yorgunluk ve kızgınlığınızı, en etkili olarak sözsüz mesajlarla;komşu kızını çekici bulmanızı, hem sözlü hem sözsüz mesajlarla; güvenlikmahkemeleri ve sanayi yatırımları konularını, en rahat olaraksözlü mesajlarla ifade edebildiğinizi göreceksiniz.
Sözsüz iletişim çift anlamlıdır: Çoğu kez, kişinin sözlü ve sözsüzmesajları, farklı anlamları vurgular. Sinirli olan kişinin yüz ifadesi,sesinin tonu ve bedeni, kızgınlık dolu mesajlar gönderdiği haldesözleri bu kızgınlığı saklamaya çalışabilir. Bu kişiye, --Kızdınız mı?--diye sorduğunuzda, size bağıra bağıra, yüzünüze tükürür gibi, --Hayır,kızgın değilim! Niçin kızacak mışım?-- diye cevap verebilir. Nevar ki, siz onun sözlü ya da sözsüz mesajlarından hangisine inanacağınızıbilirsiniz.
Sözlü ve sözsüz mesajlar arasındaki bu çelişki, her zaman yukarıdakikadar belirgin değildir. Her insan ara sıra olduğundan farklı görünmeyeçalışır. Bu çelişkili davranışın birçok nedenleri vardır: Birkonuşma, görüşme ya da tartışmada kişi gerginliğini saklamaya çalışabilir;birinin kendi hakkında üzülmesini istemediği anlar olur; yada kendini düşündüğünden daha cazip göstermek isteyebilir.
Bu çelişkileri kendinde ve başkalarında yakalamasını öğrenen kişi,insan ilişkilerinde daha güçlü bir duruma geçmeye başlar; bir işyöneticisi, bir baba veya anne, bir arkadaş, bir koca ya da sevgili olarak,karşısındakiyle daha derin ilişkiler kurma olanağına sahip olur.
Sözsüz iletişim belirsizdir: Sözsüz iletişimde belirsizlik derecesiyüksektir. Örneğin, beraberce gülüp eğlendiğiniz bir geziden sonraeşinizin sessizliğini nasıl yorumlarsınız? Bu sessizliğin bir tek anlamımı vardır, yoksa bunu birkaç türlü yorumlamak olanağı var mıdır?
Örneğin,
-Eşiniz yorulmuş olabilir.
-Farkında olmadan onu kızdırmış olabilirsiniz.
-Gezi bittiği için üzgün olabilir.
-Baş ağrısı ya da benzeri bir rahatsızlığı olabilir.
Bu seçeneklerden hangisinin doğru olduğunu anlamak için, sözlümesaja başvurmanız gerekebilir. Burada anlatılmak istenen şudur:sözsüz iletişim, bireyin gerçek duygularını daha iyi yansıtabilir; nevar ki, değişik yorumlara açık olduğundan hemen bir yoruma sarılıpher şeyi anladığınız sonucuna varamazsınız. Yüz ifadelerini, ses tonunu,bedenin gergin ya da gevşek oluşunu, duruş ve oturuş konumunu,el ve kol hareketlerini, kişinin iç aleminin belirtileri olarakalın; ancak bunlardan çıkardığınız anlamı, bir zaman süresi içindebaşka gözlemlerinizle karşılaştırın, anında bir karar vermeyin.
KİŞİLER ARASI MESAFE BİR ANLAM TAŞIR
İnsanlar, içinde bulundukları mekanı gelişigüzel kullanmazlar. Birbirlerineolan duygulara göre, konuşurken, aralarındaki uzaklık artarya da azalır. Aşağıdaki alıştırmayı yaparak biriyle aranızdaki mesafeninsizi nasıl etkilediğini öğrenebilirsiniz.
1. Diğer uygulamalarda olduğu gibi, kendinize bir eş edinin.Yalnız ikinizin olduğu bir odaya girin ve odanın karşıt duvarlarınagiderek birbirinizi görebilecek biçimde yüz yüze durun.
2. Herhangi bir konuda konuşurken, örneğin, o anda duygularınızıkarşınızdakine söylerken; birbirinize doğru yavaş yavaşyürümeye başlayın. Birbirinize giderek yaklaştıkça duygularınızdabir değişiklik oluyor mu? Bunun farkına varmaya çalışın.Aranızda üç santim kalıncaya kadar birbirinize doğru yürümeyedevam edin.
3. Yüz yüze bakarken, yavaş yavaş geriye doğru çekilin ve en rahatkonuşabildiğiniz mesafede durun.
4. Siz ve arkadaşınız aynı uzaklıklarda benzer duygular içine migirdiniz? Benzerlik ve farkların nereden gelebileceğini aranızdatartışın.
Alıştırmanın ilk aşamasında, rahat bir konuşma ortamı için aranızdakimesafenin fazla olduğunu hissetmiş olabilirsiniz. Birbirinizedoğru yürürken, daha rahat bir mesafeye yaklaştığınızı hissetmenizbeklenir; belirli bir yakınlıktan sonra, mesafe kısaldıkça yeniden rahatsızolmaya başlamanız beklenir. Bir metre ile 30 santimetre arasındakimesafede rahat bir duygu içinde olmanız beklenir. Otuz santimetredendaha az mesafelerde artan derecelerde rahatsızlık duyacağınıztahmin edilir. Bazı kimseler, kendilerini zorladıkları halde,karşısındakine otuz santimden daha fazla yaklaşamazlar.
Pek samimi olmadığınız birinin çok yakınına geldiğinizde niçinrahatsız oluyorsunuz? Bu duygunun altında yatan neden, kişisel mekankavramıyla açıklanır. Kişisel mekan, bir kimsenin çevresinde tuttuğu,görünmeyen bir çember olarak tanımlanır. Kişi; bu çemberinortasında bulunur. Çapı, kültürden kültüre, kişiden kişiye değişenbu çember her toplumda vardır. Alıştırmada rahatsızlık duymayabaşladığınız noktada karşınızdaki, büyük bir olasılıkla, sizin kişiselmekanınıza girmeye başlamıştır; o mekanın sınırlarından çıkınca, yinekendinizi rahat hissetmeye başlarsınız.
Bu alıştırmayı kendinize yakın bulduğunuz biriyle yapacak olursanız,kişisel mekanınızın bu kimse için değişik olduğunu ve çok yakınmesafelere sokulduğu halde bile bundan rahatsızlık duymadığınızıgözlersiniz. Ne var ki, tanımadığınız ya da tanıdığınız halde,olumsuz duygular beslediğiniz bir kimseyle aynı alıştırmayı yapacakolursanız, kişisel mekanınızın büyüdüğünü görürsünüz. Demek ki,kişisel mekanınız bir insanı ne kadar tanıdığınıza ve ona ne gibi duygularbeslediğinize göre değişir. Bir kimseyle konuşurken araya koyduğunuzmesafe, kendi başına bir anlam ifade eder ve kişisel mekanınsınırları, bir mesaj niteliğine bürünür. --Sizi kendime yakın buluyorum--mesajını, o kimseye uyguladığınız mekanla, yalın ve dolaysızolarak güçlü bir biçimde ifade edebilirsiniz.
Antropolog Edward T. Hall, Amerikan kültüründe kullanılandört farklı kişisel mekandan söz eder (Hall, 1968). Hall'a göre, birAmerikalı bu farklı mesafelerden birini, karşısındakine beslediğiduygulara dayanarak seçer ve yine bu yolla, söz konusu kişinin kendisiiçin ne tür duygular beslediğini öğrenir. Bu dört farklı mesafeninbilinmesinde yarar olduğu için aşağıya alıyoruz.
Mahrem mesafe: Cilt temasıyla, otuz, otuz beş santimlik mesafeyikapsar. Adından anlaşılacağı üzere, içli dışlı bulunan, duygusal bakımdançok yakın hissedilen insanların bu bölgeye girmelerine izinverilir. Bir kimsenin mahrem mesafeye girmesine izin verildiği zaman,o insana güvenildiği, yakını olarak görüldüğü anlamı çıkar. Varolankoşulların zorunlu sonucu olarak, otobüste, kuyrukta vb. yerlerde,bir kimsenin mahrem mesafesine giriyorsak, gerginleşir veonunla göz göze gelmemeye çalışırız. Bu durumlarda kişisel mekanımızagiren kişi de büyük rahatsızlık duyar ve o da bizimle göz gözegelmemeye çalışır. Bu haliyle sanki, --Kişisel mekanınızı ihlal ettiğimiçin özür dilerim, fakat elimde olmadan, durum gereği burada bulunuyorum,--demek ister.
Yeni tanışan bir kadın ile erkek, duygusal bir ilişki geliştiriyorlarsa,mahrem mesafenin farkındadırlar. Arabada ya da yemek masasındaoturuş mesafeleri birbirlerine karşı ne kadar yakınlık hissettiklerinebağlı olarak gittikçe azalır ya da büyür. Bizim toplumda, ilkgirişimi, genellikle erkeğin yapması beklenir: Diz dize oturma girişimiilk ondan gelmelidir, kadının elini avuçları içine alan odur. Kadınduygularını bu yakınlaşma girişimlerine ses çıkarmama ya da birazdaha uzağa çekilmeyle belli eder.
Kişisel, samimi mesafe: Kırk santimle, seksen santim arasındadeğişen mesafe, Hall'ın tanımladığı ikinci bölgeyi oluşturur. Birbirlerinitanıyan ve rahat konuşan iki insan, bu mesafede kendilerini enrahat hisseder. Genel yerlerde birbiriyle samimi mesafe sınırları içindeduran iki insanın iyi bir arkadaş, karı koca, nişanlı ya da sözlü olduğudüşünülür. Bir partide konuşurken biriyle bu mesafe sınırlarıiçinde sık sık bulunuyorsanız ve bu kimse karşı cinsten biriyse, partidekidiğer kimselerin dikkatlerini üzerinize çekeceğinizden eminolabilirsiniz.
Sosyal mesafe: Bu bölge, seksen santimle iki metre arasında değişir.İşlerin rahatça konuşulduğu, resmi ilişkilerin sürdürüldüğü bölgebu çemberdir. Seksen santimle, yüz on santim arasındaki mesafedegenellikle, satıcılarla müşteriler ve işyerinde beraber çalışan kişilerarasındaki konuşmalar sürdürülür. Bir iş yerinde patron bir işçiyiçağırdığında, işçi patronu otorite olarak görmesinin ve ona duyduğusaygının derecesine bağlı olarak, patronla arasındaki sosyal bölgeninen uç sınırlarında durmaya çalışır.
Genel topluma açık mesafe: İki metreden başlayarak uzayan kişiselmekan genel, topluma açık, tanımadığımız kişiler içindir. Nevar ki, zorunlu koşullar nedeniyle okullarımızda öğretmenler genellikleböyle bir mesafe kullanma zorunda kalırlar. Bu nedenle öğrenciöğretmen ilişkileri bir derece yabancılaşmak zorundadır. Aradakimesafe on metreyi geçtiği zaman, karşılıklı ilişki ve iletişim daha dazorlaşır.
Kişilerin çevresindeki mekan kullanma biçimleri de, onların sosyalyeri ve mevkii hakkında bir fikir verir. Odasına girdiğiniz birininbüyük bir masası varsa ve yanına yaklaşmanız pek kolay değilse, bukişinin sosyal mevkii ve gücü hakkında bazı tahminler yaparsınız.Müdürün odasına girerken kapısına vururuz, oysa o bizimkine vurmadangirer. İnsanların mevkileri büyüdükçe, kendilerine özgü kişiselmekanları da önem kazanır. Birçok kuruluşta müdürlerin yemekyediği yer ayrıdır. Bazı üniversitelerde öğretim üyelerinin, memurların,hademelerin ve öğrencilerin yemekhaneleri, hatta tuvaletleri bileayrıdır.
-Sizin yaşamınızda kişisel mekanınız önemli bir yer tutuyormu? Birkaç gün sizinle başkaları arasındaki mesafeye dikkatedin. Bir durumdan diğerine bu mesafe değişiyor mu? Aranızdakimesafe bir kişi hakkında ne hissettiğinizin iyi bir göstergesioluyor mu? Bu kişiye daha yakın ya da daha uzak durduğunuzzaman duygularınızda bir değişiklik oluyor mu?
Şimdi bedenin duruşu, el kol hareketleri, yüz ifadeleri gibi diğersözsüz iletişim mesajlarına bakalım.
BEDENİN DURUŞU
Karşımızdaki kişiyle iletişim kurarken, ona doğru eğilmiş durumdamıyız, yoksa ondan uzaklaşır biçimde bir eğiliş mi gösteriyoruz? Ellerimiz,kollarımız, ayaklarımız bir yaklaşma mı, yoksa bir uzaklaşma mıifade ediyor? Bu soruların cevabı, bedenimizin konumuylaiçinde bulunduğumuz iletişime ne gibi ek mesajlar getirdiğimizi gösterir.Bedenin duruşunun nasıl bir mesaj oluşturduğunu anlamakiçin, aşağıdaki ufak deneyi yapın:
1. İki arkadaş bulun. İkiniz sadece sizi ilgilendiren bir konuyukonuşurken, üçüncü kişinin geldiğini ve size katılmak istediğinidüşünün. Bu kimseyi görmüş olmaktan pek memnundeğilsiniz, ama ona karşı kaba davranmak da istemiyorsunuz.
2. Söz konusu kişiye sadece beden duruşunuzu kullanarak duygularınızıbelli etmeye çalışın. Bu üçüncü kişiyle, istersenizkonuşabilirsiniz, ne var ki onun gitmesini istediğinizi sözledeğil, bedeninizle söyleyeceksiniz.
Bu deneyi yapmışsanız, ya da gerçek hayatta başınıza gelmişse,istenmeyen kişiye biraz sırtınızı dönmenin, sizin onunla pek konuşmakistemediğinizi belirttiğini görmüşsünüzdür. Sizin sohbetinizikesen kişi, omuzunuzun üzerinden sizinle konuşmaya kalkar, fakatbiraz uğraştıktan sonra kendisinin istenmeyen kişi olduğunu anlarve yanınızdan uzaklaşmak zorunda kalır. Bedeniniz bu üçüncü kişiye,--Şimdi diğer arkadaşımla konuşmak istiyorum, lütfen bizi yalnızbırak;-- mesajını gayet açık vermektedir. Birine tam yüzünüzü dönmüşolmanız, o kişiyle iletişim kurmaya önem verdiğinizi, o kişidenyüzünüzü çevirmenizse buna pek istekli olmadığınızı ifade eder. Yüzümüzüçevirerek bir insana, onunla mahrem veya samimi mesafedeolmak istemediğimizi de söylemiş oluruz; böylece kalabalık bir asansördetemas halinde olduğumuz kimseye bakmadan, yüzümüzü başkatarafa çevirerek bedenimizin temasını etkisiz hale getiririz.
-İnsanlar bir arada oturarak konuşurken birbirlerine nasıl birdurum gösteriyorlar, gözlemeye çalışın. Bir grupta kim kimekendini daha yakın hissediyor? Onların oturuş ve birbirlerinebakışlarından bunu çıkarabilir misiniz? Kendinizi gözleyin.Acaba herkese aynı şekilde mi bakıyorsunuz, yoksa farkındaolmaksızın bedeniniz bazı ayırımlar yapıyor mu?
Beden yalan söylemez
Bedenin duruşu, sadece hangi yana eğildiği ve yüzün hangi yönebaktığıyla sınırlanmıyor. Omuzların dik ya da çökük oluşu, kollarınaçık ya da kapalı oluşu, ayakların açıklığı ya da kapalılığı, bacaklarınüst üste atılmış olması, ayrık ya da bitişik durması da birer mesajoluşturur. Psikoterapide üzerinde önemle durulan bu tür mesajlardır.Psikolog, kendinden yardım istemeye gelen hastanın sözlerindençok, bedenin ilettiği mesajlara ağırlık verir. Omuzları çökmüş,koltuğa külçe halinde yığılmış, bacakları birbirine yapışırcasına kapalı,sürekli önüne bakan hastasına, --Bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz?--sorusunu yönelten terapist, --Bugün kendimi çok iyi hissediyorum;--biçimindeki bir cevaba pek itibar etmeyerek, kişininiçinde bulunduğu gerçek durumu, bedenin belirttiğini düşünür.
Bedeninin duruşuyla duygular arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu,aşağıdaki uygulamayı yaparak kendi kendinize keşfedebilirsiniz.Bu uygulamayı yapmak için rahat bir biçimde bir sandalye ya dakoltuğa oturun ve aşağıda verilen yönergeyi izleyin.
1. Gözlerinizi bir dakika için kapatın ve sizi sıkan, üzen, ezen,utandıran bir durumu düşünün.... Bu üzücü durumu hayalinizdeiyice canlandırın. Bu durumu düşünürken, omuzlarınızıaşağı doğru çökertin, oturduğunuz yerde biraz öne doğru eğilin,kollarınızı öne doğru kucağınızda kavuşturun, ayaklarınızı,dizinizi ve bacaklarınızı birbirine iyice yakınlaştırarak içeriçekin, yani bir tesbih böceği gibi iyice kapanın. Bu durumdaduygularınıza dikkat edin. Gözünüz kapalıyken, ayakta kendinizisanki ikinci bir kimse olarak seyrettiğinizi düşünün; bukapalı halinizle kendinizi iyice gözünüzün önünde canlandırmayaçalışın. Böyle oturan bir kimse bir başkası olsa sizde nasılbir etki uyandırırdı acaba?
2. Şimdi kendinizi rahat ve gevşek bırakın ve mutlu, neşeli biranınızı düşünün.... Omuzlarınız dik ve arkaya atılmış, kollarınızaçık, arkanıza yaslanmış bir durumdasınız, bacaklarınız veayaklarınız bitişik değil. Gözlerinizi kapayın ve kendinizi buhalinizle hayalinizde canlandırın: Bu oturuş size neler anlatırdı?
YÜZ İFADELERİ
İnsan vücudunun en dikkati çeken yeri yüz, yüzde en çok dikkati çekenyer ise gözlerdir. Ancak yüz ifadelerini anlamak o kadar kolaydeğildir, çünkü yüz karmaşık bir iletişim sistemi oluşturur.
Yüzle, birbirinden farklı kaç tane ifade belirtebileceği konusu henüzaçıklığa kavuşmuş değildir. Burada çizim olarak dört kaş, üçgöz ve beş ağız ifadesi veriyoruz.
Bu ifadeleri, saydam bir kağıt üzerine çizin ve üst üste getirerekçeşitli yüz kalıpları oluşturun. Elinizdeki on iki öğeyle, birbirindenfarklı altmış yüz ifadesi yapabileceğinizi düşündünüz mü? Yapılanaraştırmalar, birbirinden tam olarak ayırt edilebilen sekiz alın ve kaş,bir o kadar göz ve gözkapakları ile on ağız ve dudak ifade durumuolduğunu saptamıştır. İfade durumu adı verilen bu yüz yapıları ileifade tonları (memnun, neşeli, coşkun gibi) ve değişik türden duygusaliçerikleri belirten mimikleri katarak, ne kadar farklı türde ve niteliklerdeyüz ifadesi yapılabileceği düşünülür. Yüz ifadelerinin bu kadardeğişkenlik gösterebilmesi, onun karmaşık ve zor bir iletişim sistemiolmasının ilk nedenidir.
Yüz ifadelerini anlama zorluğunun ikinci nedeni de, yüz ifadelerininhızla değişmesidir. Film teknikleri kullanılarak yapılan çalışmalargöstermiştir ki, bir kimsenin yüzündeki ifade, saniyenin beştebiri kadar bir zaman içinde değişebilmektedir. Bu tür film çalışmaları,yüzün hangi kısmının hangi heyecanları en iyi belirttiğiyle ilişkiliipuçları da vermiştir.
Yüz ifadeleriyle ilgili olarak yaptığım iki çalışmada, 43. sayfadaverdiğim şematik çizimleri kullandım. Şematik çizimlerle oluşan buyüz ifadeleri Türkiye, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeüniversite öğrencilerine gösterildiği zaman, ilk araştırmada deneklerinbu ifadeleri, Neşe-Hüzün, Kızgınlık-Durgunluk ve İç-kaynaklı/Dışkaynaklıboyutları çerçevesinde algıladıkları görüldü. Yine aynı şematikçizimleri kullanarak yapılan ikinci araştırmada ise, neşeli vemutlu ifadelerin en iyi ağız ve gözle kızgın ifadelerin kaş ve dudakbiçimiyle; hayret ve sürpriz gibi dışarıya açık ifadelerle, anılara dalmagibi içe dönük ifadelerin ise, en iyi gözle belirtildiği ortaya çıktı.(Cüceloğlu, 1968, 1972).
Gözün kendisi başlı başına bir mesaj kaynağıdır. Bir kimse gözünüzebakıyorsa, size ilgi duyuyor demektir. Öte yandan bir kimse,gözünü gözünüzden kaçırmakla, sizden bir şey saklamak durumundaolduğunu ifade edebilir. Bundan dolayı, iyi satıcılar, karşısındakinietkilemek isteyen doktorlar, politikacılar ya da yöneticiler konuşurlarken,karşılarındaki kimsenin gözünün içine bakarlar. Göz ilişkisikurulduktan sonra, diğer ilişkiler yavaş yavaş kurulabilir.
Derste bir sorunun cevabını bilmediğim zaman, öğretmenin yüzünebakmazdım. Tabii böyle davranmam da, öğretmenin o soruyubana sorması için yeterli neden olmaktaydı. Kendim öğretmen olunca,sorduğum soruyu bilmeyen öğrencileri, yine gözlerini benden kaçırmalarındananlardım. Gözlerin dili, birbirlerine duyduğu ilgiyiaçıkça söyleyemeyen kadın ile erkek arasında en sık kullanılan dildir.Cinsler arasında sosyal ilişkinin kurulmasına olanak tanımayantoplumlarda, --gözlerin dili-- daha önem kazanır; toplumun bireyleribu dile daha duyarlıdır ve çoğu kere şarkılara konu olur.
Gözbebeğinin büyüklüğü, bakan kişinin baktığı şeye ilgi duyupduymadığını belirtir. Süpermarketlere yerleştirilen kameralar, müşterilerinhangi malların önünden geçerken gözbebeklerinin açıldığınıfilme alır. Bu teknik, reklamcıların ve satıcıların üzerinde önemledurdukları bulguların toplanmasına yol açmıştır. Psikologlar da, değişikresimlere bakan kimselerin gözbebeğinin büyüklüğünü gizliceölçmüşlerdir. Sonuçlar ilginçtir: Bir kimsenin gözbebeği, baktığı nesneyeduyduğu ilgi oranında büyümektedir. Örneğin, çıplak kadın resimlerinebakan erkeklerin gözbebekleri, yüzde on sekiz, çıplak erkekresimlerine bakan kadınların ise, yüzde yirmi oranında büyümüştür.Aç insan yiyeceğe, susuz insan içeceğe baktığında, gözbebekleriaçlığı ve susuzluğu oranında büyümüştür.
Gözün ifade potansiyeliyle ilgili bu bilgilerden sonra, bazı insanların,gözü rahatsız etmeyecek normal ışıkta bile niçin siyah camlıgüneş gözlüğü taktığı, şimdi daha iyi anlaşılıyor: Bu kişiler kendileriyleilgili bilgi vermek istemezler; --bilinmeyen-- insan esrarengizdir.Hele o insanla uzun süre beraber olunduğu halde, hakkında pek birşey bilinmiyorsa, esrarengizliği daha da büyür. İşte siyah gözlük takmanınarkasında yatan nedenlerden biri, kişinin kendisini saklama arzusudur.
JESTLER: EL VE KOL HAREKETLERİ
Jestler, yani el ve kol hareketleri, duyguların en güzel belirtileridir.Karşımızda konuşan kişinin elindeki kağıdı sürekli büküp katladığını,parmaklarıyla masaya sürekli vurduğunu ve gözlerini bakışlarımızdanhep kaçırdığını görürsek, bu kişinin bizimle beraber olmaktanrahatsız olduğunu düşünürüz. Bu tür davranışlar, karşımızdakine derse desin, onun gerçek heyecanlarını açığa vurmaktadır.
Bir kişi, kendisini kontrol etmeye çalışsa da kızgınlığını, gerginlikve rahatsızlık belirten hareketlerinden anlamamız mümkündür. Kızgınkişi, kendini ne kadar kontrol ederse etsin, yumrukları bir dereceyekadar sıkılıdır, kolları önündedir ve kasları gergindir. Aynı şekilde,bize yaklaşmak isteyen fakat şu veya bu nedenle bunu belirtmektençekinen kişi, bize ulaşmak, dokunmak istercesine birtakımbelli belirsiz davranışlar yapar. Her şeyi açık seçik, dürüstçe, bizdenhiçbir şey saklamadan söylediklerini iddia edenlerin ellerine bakın:Eğer söylediklerinde samimi değillerse, ellerini, sanki bir perde gibiağızlarına ve yüzlerine kaparlar. Gözlerini inceleyin: Doğrudan yüzünüzebakamaz, gözlerini kaçırır, sık sık kollarını göğüslerinin üzerindekavuştururlar.
Çapkın erkekler, kadınların sözlerine değil, davranışlarına görehareket edeceklerini bilirler. --Sizi bir daha görebilecek miyim?-- diyesoran erkeğe kadın, --Bilmem, tesadüfler denk getirirse!-- şeklinde cevapverirken, --akıllı-- erkek, kadının sözlü mesajlarına uymaz, onungözünün, ellerinin, bedeninin söylediklerini --işitmeye-- çalışır. Belkibu, söylenene hemen inanan, saf ve dürüst erkeklerin niçin iyi birerçapkın olamadıklarını açıklamaktadır. Karşıt cinsten biriyle daha kolayilişki kurmak mı istiyorsunuz? Ağzın değil, bedenin söylediklerinianlamaya çalışın!...
DOKUNMA: GEREKLİ VE KUDRETLİ
Dokunma duyumu, gelişme için yeme içme kadar önemlidir.XIX'uncu yüzyılın sonlarında ve XX'inci yüzyılın başlarında yetimhanelerdeölen çocukların oranı oldukça yüksekti. O zamanki hekimlik,bebeğin sadece biyolojik beslenmesine, temiz çevrede bulunmasınaönem veriyor, fakat çocukların psikolojik ihtiyaçlarını düşünmüyordu.Yıllar sonra yapılmaya başlanan araştırmalar, bebeklerin gıdayoksunluğundan değil, kucağa alınıp sevilmemekten kaynaklanan,ruhsal kökenli hastalıklardan öldüklerini ortaya çıkarmıştır. Batıülkelerinde bugün, yetimhanelerde bebeğin günde birçok kez kucağaalınıp sevilmesi, onunla konuşulması yöntemi uygulanıyor. Çocuklarınkucağa sık sık alınmasıyla, ölüm oranında bir düşme olduğu gözlenmiştir.
Dokunma; bir insana en kısa yoldan --Sen benim için önemlisinseni yalnız bırakmayacağım,-- mesajını verir. Hiçbir söz, bu mesajı,dokunma kadar etkili olarak ifade edemez. Bir babanın çocuğununbaşını şefkatle okşaması, kızgın birkaç sözden sonra sevgilinin sarılması,saatlerce açıklama ve anlatımlardan daha etkilidir.
Bir hafta süreyle günlük etkileşimizi gözden geçirin ve şusorulara cevap vermeye çalışın: En sık kimlere dokunuyorsunuz?Bu kimseleri tanıdığınız diğer kimselerle karşılaştırın, ençok kimlere yakınlık duyuyor ve seviyorsunuz? Dokunmak istediğinizhalde dokunamadığınız kimseler varmı çevrenizde?Niçin dokunamıyorsunuz? Çocukluğunuzda bol bol kucaklandığınızıanımsıyor musunuz?
GİYSİLERİMİZ
Askerlikte rütbeler, onu taşıyan kişinin askeri hiyerarşi içindeki yerinigösterir. Askerlikteki bu sistemi katı bulanlar olabilir, ne var ki sivilyaşamda da, bu tür bir hiyerarşik düzen, örtülü bir biçimde de olsavardır. Giydiğimiz elbiseler, hakkımızda bilgi verir.
Her gün karşılaştığınız kişileri gözünüzün önüne getirin: Giyinişleri,onların meslekleri, ya da gelir durumları, sosyal mevkileri, politiktutumları, dindar olup olmadıkları hakkında bir fikir vermiyormu? 1980'lerden önce ideolojik ayırımlar üniversite öğrencileri arasındao denli önem kazanmıştı ki, --sağcı-- ya da --solcu-- öğrenciyi giyinişindenayırt edilebiliyordu.
Giyiniş tarzının karşısındakileri nasıl etkilediğini incelemek isteyenbir Amerikalı üniversite öğrencisi, iki farklı biçimde giyinerekotostop yapmıştır. Haftanın Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri hipikılığında yola çıkmış ve eliyle işaret ederek otostop yapmak istediğinibelirtmiştir. Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri ise, ütülüpantolon, temiz gömlek, kravat ve boyalı ayakkabı giymiş ve yineaynı işaretleri yaparak, aynı yerde arabalara binmeye çalışmıştır.Görmüştür ki, hipi giysileri giydiği günlerde, kendisini ancak hipikılıklı olan ve genellikle eski araba kullananlar, özenli giyindiği günlerdeise, daha çok lüks otomobil kullananlar ve iyi giyimli kimselerarabalarına almışlardır.
İş aramaya gidildiğinde ya da işe alınmak için bir görüşme yapılmasıgerektiğinde, karşıdaki kişinin olumlu bir biçimde etkilenmesiistenir ve giyime özen gösterilir. Ne var ki, bugünün toplumu, giyinişnormları bakımından oldukça çeşitlilik göstermektedir. Öyle ki,bazen hipi kılığıyla gezmek, toplumun belirli bir kesimindeki kişilerledaha çok sosyal yakınlaşma olanakları sağlayabilir. Herhalde öğrenilmesigereken, giyimin karşıdakini etkilediğini bilmek ve bu etkinin,toplumun hangi kesiminde nasıl olacağını, önceden bilinçli birbiçimde saptayabilmektir.
SÖYLEYİŞ TARZI: SESİN TONU,
VURGULAMALAR VE SUSMALAR
Söyleyiş tarzı, kelimeleri söylerken kullanılan sesler, konuşan hakkındabilgi verir. Parkta otururken bir konuşmaya kulak misafiri oluyorsunuz:
-Nerelisiniz Beyefendi?
-Gonyalıyım gardaş!
Konuşmanın bu kadarını duymanız, bu kişilerin hangisinin köyden,hangisinin kentten, hangisinin eğitim görmüş, hangisinin okumamışolduğunu size söyler. Hatta bu konuşmada --Beyefendi,-- sözünüoldukça yadırgayabilirsiniz; bu nedenle:
-Nerelisin dayı?
-Gonyalıyım gardaş!
daha iyi bir konuşma olurdu, diye düşünebilirsiniz.
Söyleyiş tarzının karşıdaki kişiyi etkilediği ve buna bakılarak kişihakkında --kibar-- ya da --kaba-- niteliğinde bir karar verildiği bilindiğiiçin, birçok kimse, bazı sosyal durumlarda, olduğundan --daha kibar--konuşmaya çalışır. Silifke'nin Taşucu ilçesinde bir ailenin lakabı--Hamalis-- olarak bilinir. Hamalis'in kızı, Hamalis'in oğlu, Hamalis'indamadı ve torunundan söz edilir.
Hiçbir anlam veremediğim bu lakabın nereden geldiğini sorduğumda,aşağıdaki hikayeyi anlattılar:
-- Rahmetli Atatürk, Taşucu'nu ziyaret ettiği zaman, gemilere yükdolduran ve boşaltan hamallara ilçe idaresi güzel, temiz iş elbiselerigiydirmiş, Ata'yı karşılamaları için sıraya dizmiş. En baştaki hamalbaşı,mevkiinin öneminden haberdar olduğu için mümkün olduğukadar modern ve kibar görünmeyi aklına koymuş.
Atatürk, sıraya dizilmiş temiz giyimli bu kişileri görünce, --Sizlerne iş yapıyorsunuz?-- diye sormuş. Hammalbaşı yerli şivesini kullanarakcevap verse --Hamalız gomutanım;-- demesi gerekirken, yerlişivesiyle konuşmanın kaba olacağını düşünerek, --Hamalis, paşam;--diye --kibarlaştırarak-- cevap vermiş. Taşuculular bu fırsatı kaçırırmı? Adamın ve ailesinin lakabı --Hamalis!-- oluvermiş.--
Kibarlık özentisi içinde bulunan kişileri, özellikle köyden kenteyeni gelmiş ve köylü geçmişinden bir an önce kurtulmak isteyen bazıkimselerin konuşmalarında, bu tür --kibarlık-- eğilimlerini gözlemekmümkündür.
Sesin heyecan tonu, söylenen sözün anlamını etkiler, böylece kendibaşına bir mesaj oluşturur.
Sözgelişi titrek bir sesle, --Hatice sınıfta kalmış,-- diyen bir kişi sadecebilgi aktarmamakta, bu olaya üzüldüğünü de belirtmektedir.Aynı cümleyi, rahat bir biçimde, gevşek gevşek söyleyen bir diğer kişiyse,bu olaya memnun olduğunu ima eder.
Söylerken yapılan vurgulamalar da, ifadeye yeni boyutlar ekler.Aynı cümle, farklı anlamlar elde edecek biçimde vurgulanabilir. Aşağıdakicümleyi farklı vurgulamalarla söyleyin:
--Ali ayvayı yemiş!--
--Ali-- kelimesi vurgulandığı zaman, başkasının değil, Ali'nin ayvayıyediği ifade edilir. Bu vurgulamada bir hayret ifadesi vardır:--Herkesin ayvayı yiyeceğini beklerdim de, Ali'nin yiyeceğini beklemezdim!--gibi.
Eğer vurgulama değişir ve:
--Ali ayvayı yemiş!-- biçiminde söylenirse, --ayva-- üzerinde durulmaktadır.Bu vurgulama, duruma göre farklı yönlerde yorumlanır.Örneğin, --Ne var sanki, sadece ayvayı yemiş, ucunda ölüm yok ya!--anlamı çıkabileceği gibi, bazı durumlarda, --Hiçbir işe yaramaz oğlan,baksana ayvayı bile yemiş!-- anlamı da çıkar.
Eğer:
--Ali ayvayı yemiş!-- şeklinde vurgulanırsa, o zaman yapılan iş, faaliyetbirinci plana çıkar. --Ayvayı ne yaptığını merak ediyorsanızsöyleyeyim: yemiş!-- anlamını belirginleştirmiş oluyoruz.
Sadece sesin tonu ve vurgulamalarıyla değil, kelimeler arasınakonulan susmaların süresi uzatılıp kısaltılarak da, karşıdaki kişiye,gönderilen mesajın, hangi bölümlerinin önemli olduğuna ilişkin ipucuverilir. Aşağıdaki cümleyi değişik susma sürelerinde söyleyerek(susma süreleri kesikli çizgilerle / / gösterilirmiştir), hangiduraklamalarla, hangi anlamların daha belirgin hale geldiğine dikkat edin.
Cümle: Trafik kazalarına bakarak bu toplumda nelerin ihmal edildiğinigörmemiz mümkündür.
1. Trafik kazalarına / / bakarak / / bu toplumda nelerin ihmaledildiğini görmemiz mümkündür.
Böyle bir susma düzeniyle, hem trafik kazalarının, hem de bu kazalarıincelemenin önemli olduğu belirtilmek isteniyor.
2. Trafik kazalarına bakarak / / bu toplumda / / nelerin ihmaledildiğini görmemiz mümkündür.
Bu susma düzeniyle, başka toplumlarda değil, bizim kendi toplumumuzdayönü vurgulanmaktadır.
3. Trafik kazalarına bakarak bu toplumda / / nelerin ihmal edildiğini/ / görmemiz mümkündür.
Böyle bir susma düzeniyle, ihmal edilen şeylerin önemli olduğubelirtilmektedir.
-Bir hafta süreyle kendi konuşma tarzınızdaki özellikleri gözlemeyeçalışın. Sesiniz bazı durumlarda titriyor mu? Kiminlekonuşurken, hangi konularda sesinizde bir değişme oluyor?Vurgulama ve susma tarzınız kendinize özgü mü, yoksa başkalarınınkinemi benziyor? Kendinize özgü bir ses tonu vevurgulama tarzı geliştirmek ister miydiniz? Niçin?
İLETİŞİM ORTAMI
İletişimin içinde yer aldığı ortamın psikolojik ve fiziksel özellikleri,gönderilen mesajın yorumlanmasını önemli ölçüde etkiler. İletişimortamı, şu bölümlere ayrılarak daha ayrıntılı biçimde incelenebilir:
1. İletişimde bulunan kişilere bağlı özellikler; 2. İletişimin içindeoluştuğu ortamın sosyal özellikleri; 3. İletişimin içinde oluştuğu ortamınfiziksel özellikleri.
İletişimde bulunan kişilere bağlı özellikler
İletişimde bulunan kişilerin birbirlerine yaş, cinsiyet ve sosyal mevkibakımından ne gibi ilişkiler gösterdiği, onların iletişimlerini önemliderecede etkiler. Her şeyden önce; dilimiz bu değişkenlere duyarlıbir dildir. Bir kişinin yaş, cinsiyet ve sosyal mevki bakımından, bizegöre nerede olduğunu bilmeden ona hitap etmek hemen hemen olanaksızdır.
Bir an için kendinizi dolmuş kuyruğunda düşünün... Yanınızdangeçip giden kimse çantasını düşürdü ve siz o kimseye seslenerek,çantasını düşürdüğünü haber vermek istiyorsunuz. Bu kimseye nasılhitap ederdiniz? Cevap bulması zor, değil mi?
Bu kimse, sizden oldukça yaşlı, köylü kılıklı bir erkekse, nasıl hitapederdiniz? Şimdi iş biraz kolaylaştı, değil mi? --Dayı!--, --Amca!--,en sık kullanılan hitap biçimleri arasında alır. Peki, bu kimse, kadınsanasıl hitap ederdiniz?... --Teyze!--, aklınıza ilk gelen kelime olabilir.Eğer sizden yaşlı, iyi giyimli, kuşamlı, kravatlı bir erkekse, herhalde--Beyefendi!-- diye çağırırdınız. Şık giyimli bir kadın çantasını düşürseydi,büyük bir olasılıkla --Hanımefendi!-- diye seslenirdiniz. Hitapedeceğiniz kişi sizden genç bir erkekse, köylü kılıklı olana --Delikanlı!--,iyi giyinmiş olana --Beykardeş!--, --Kardeş!-- gibi bir hitap tarzınıuygun bulabilirsiniz. Genç bir kıza hitap etmeniz söz konusu ise,köylü kılıklı olana --Bacı!--, kentli olana --Küçükhanım!-- demeniz uygundüşerdi.
Her gün, yüzlerce kez bakkala, şoföre, manava ve yeni karşılaşılankimselere hiç duraksamadan nasıl hitap edileceği bilinir. Çünküdil cinsiyet, yaş ve sosyal mevki değişkenlerine bizi öylesine duyarlıkılmıştır ki, bu değişkenlere göre karşımızdakini otomatik olarakdeğerlendirir ve hemen hitap ederiz. Dilimizi konuşmak isteyen yabancıiçinse durum hiç de öyle kolay kavranır gibi değildir.
Gazeteci, fıkra yazarı Burhan Felek, aşağıya alınan yazısında, hitapediş tarzının toplumun bireyleri arasındaki ilişkileri düzenlediğinedikkati çekiyor ve daha --uygarca-- ilişkiler için önerilerde bulunuyor.
Dil
-- Birbirimizle daha nazikane, daha mazbut konuşalım. Atatürk bey, efendi, ve paşa sözlerini resmi muamelattan kaldırırken, ondanevvelki devirlerin hürmet ve nezaket icabı kullanılan elkabın, yaltaklanmave yağcılık derecelerini bile aştığını görerek, bunları kaldırmıştı.Ama kendisine, zamanın ve zamanımızın bütün paşalarına paşadiyoruz. Birbirimize de bey, efendi demekte mahzur görmeyenlerimizçok. Ne var ki, halk, hatta memurlar bu kelimeleri kullanamadığıiçin ihtiyara,
-Beybaba, ağababa, amca (daha gençlere) ağabey, hemşerim(daha gençlere) kardeşim, hanım teyze, abla gibi sözler söyleyerekmünasebetlerde laubalilik ve onun sonu kabalığa kaçıyorlar. Bundanvazgeçelim. Ne bir memur bana amca desin, ne de ben memura oğlumdiyeyim. Böylesi daha iyi olacak. Halk arasındaki muhaverelerinçeşnisi daima kavgaya yaklaşır bir çeşnilik arzediyor. Tehlikelidir.--
Kültürümüz, bir ilişki kültürü olduğu için Burhan Felek'in --beybaba,ağababa, amca, hanım teyze, abla kullanmayın-- önerisi tutmayacaktır.--Ne bir memur bana amca desin, ne de ben memura oğlumdiyeyim,-- önerisinde bulunan güngörmüş rahmetli yazar, insan ilişkilerinde,özellikle resmi ilişkilerde, çağdaş demokratik Batı uygarlığınınuygulanması dileğini belirtir. İkinci Bölümde karşılaştırmalıolarak tartışılan kültür değerleri, Türkçe'nin, insanın yaşına, mevkisineve cinsiyetine neden bu kadar duyarlı olduğunu açıklamaktadır.Ne var ki, Batı uygarlığının özlemini çekenler, Batı ülkelerindeki insanilişkilerini model alanlar, Türk insan ilişkilerinin onun gibi olmasınıisterler. Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini yaşamış bir kişi olarak,Burhan Felek'in yazısını bitirirken kullandığı kelime ilginçtir: --Tehlikelidir.--
Konuşulan kişiyle olan ilişki, kullanılan kelimeleri tanımlar vegerçek anlamını verir. Bu nedenle, ilişkinin türüne göre, kelimelerfarklı anlamlar alır ve değişik nüanslara bürünür. --Askerlik arkadaşı--,--yatılı okul arkadaşı--, --çocukluk arkadaşı-- hepimiz için farklı veözel bir ilişkiyi ifade eder.
Aşağıya alınan hikaye, Aziz Nesin'in toplum yaşamıyla ilgili gözlemlerindenbirini yansıtır. Yazarın Bizim Hemşeri adlı aşağıdaki hikayesi,kelimelerin anlamlarının iletişim ortamı içinde, iletişim yapankişilere bağlı olarak nasıl değiştiğini sergiler.
Bizim Hemşeri
-- Kelimeler insanların dilinde yarı yarı anlam alıyor. Kaç tanesözlük olursa olsun, bizim hemşeriler kelimelerin sözlükteki anlamlarınaboş verirler. Açın sözlüğe bakın: --dürzü--, --kerhut--, --pezevenk--,--deyyus--, ne demektir, ne anlama gelir? Herhalde --aferin--, --bravo--,--aşkolsun-- anlamına gelmez.
Bizim heınşerilerin çoğu da temelli İstanbul'a yerleşmişlerdir, yada yılın çok aylarını İstanbul'da bir işte geçirir, birkaç ay da memleketegiderler. Köyde geçen birkaç ay memleketin nüfusunun artmasına,--vatana evlat-- yetiştirmeye yeter. İstanbul'da temelli yerleşenlerde, tek başlarına İstanbul'da kalırlar. Karıları köydedir. Oğlan çocuklarbüyüyüp iş tutacak duruma geldiler mi, onlar da İstanbul'a gelirler... Kızlar evlenir, İstanbul'da iş tutmaya gelecek başka çocuklar yetiştirirler.
İstanbul'dakiler, iş yapamayacak kadar ihtiyarladılar mı, köye dönerler.Bu, memurların emekliye ayrılmalarına benzer. Hayatları boyuncageçinemedikleri topraklara gömülmek, en son arzularıdır. Hiçbirigurbette ölmek istemez.
Bizim hemşerilerin İstanbul'da yaptıkları işler çok bellidir, arabalarla,atlarla iyi su satarlar, apartman kapıcılığı yaparlar, bahçıvanlık,ama köşklerde, konaklarda park bahçıvanlığı yaparlar. Hemşerileriminkonuşmaları çok hoşuma gider. Kelimelere; şehirlilerin verdiğianlamdan başka bir anlam verirler. Daha doğrusu kelimelerin belli,belirli bir anlamı yoktur. Bu, söyleyiş biçimine, sesin sertliğine,yumuşaklığına, söyleyen adamın iyi, kötü niyetine göre değişir.
Erenköy'de benim bir hemşerim var. Asfalt yol üzerindeki birbüyük köşkte bahçıvanlık eder. Ara sıra gider, onunla konuşurum:Konuşması, bizim köy ağzıyla konuşması, hoşuma gider. Geçendeyine ona gittim. Bahçenin çimenleri üzerinde namaz kılıyordu. Şişmanolduğundan zor eğilip doğruluyordu. Namazı bitirene kadarbekledim. Selam verdi. Dudaklarında dua kıpırdayışıyla yanıma geldi.
--Hoş geldin,-- dedi.
--Hoş bulduk. Nasılsın amca?--
Benim bahçıvan hemşerim bol bol altmışında vardır.
--Bundan sonra nasıl olacağız,-- dedi, --İhtiyarlık işte...--
--Hele dur canım, maşallah aslan gibisin.--
Biz şurdan burdan konuşurken bahçeye iki kişi daha girdi. Bizimhemşerilerin, üniforma gibi kendilerine vergi bir giyinişleri vardır.Elbiselerinden bile hemen onları tanırım. Bu gelenlerde bizim hemşerilerdendi.Gencinin ayağında lacivert ketenden bir kovboy pantolonuvardı. Ama bu kovboy pantolonu, onun ayağında şalvar olmuştu.Öbürünün üniforması büsbütün yerliydi; elbisenin, eğer buna elbisedenirse, asıl kumaşıyla yamaları birbirinden ayırt edilemiyordu.
Biz bahçenin göbek çimenleri üstünde duruyorduk. Onlar da yanımızagelince, bahçıvan hemşerim gelenlerden yaşlıcasını tanıdı.
--Oooo... Hele bak şu Bibik Yusuf'a. Len, nirelerdesin? Soyha çıhası...--
Yaşlıcası, --Gusura galma emice;-- dedi. --Hep ahlımdasın ya, iştenguçten vakit mi galıyor.--
Bahçıvan hemşerim, delikanlıyı sordu.
--Kim bu babayiğit?--
--Tanımadın mı emice, bizim ganbur Mustua vardı ya...--
--Eeee?--
--Ganbur Mustua'nın oğlu.--
--Demee... bu babayiğit o gavatın oğlu mu?--
--Hee ya...--
Bizim hemşeri delikanlıya döndü:
--Len goca pezüvenk, insan bi yol emicesine gelmez mi?--
Delikanlı utangaçlıkla güldü, başını önüne eğdi. Bizim hemşeri iltifatınadevam etti:
--Vay ocagı batası vay... Vay goca dürzü vay... Baban olacakhergüle ne ediyo?--
--Eyidir emice.--
--Yusuf emicen ne ediyo? O goca deyyüsten bir haber var mı?--
--Eyidir emice. Selam etti.--
Bizim hemşeri, köylüden bir delikanlı gördüğüne sevinçli, boyunagülüyor.
--Vay eşşek zıpası vay... Len deve gadar olmuşsun be... kih kihkih... Maşşallah maşşallah... Heh heh he... İraşit dayın ne ediyo? O eşşolueşşek de iyi ya... Heh heh he...--
--Eyidir emice. Mahsus selamleri var.--
--Eleyküm selam. Kih kih kih... Vay goca herüf vay. Len elimdebüyüdün, şuncacıktın be. Daha ne var ne yoh be? Koye varanda odürzü bubana söyle, severim o deyusu, dooğru bana gelsin. Hemi?--
--Başüstüne emice.--
--Pek memnun oldum. Hatırımı sayıp geldiniz dimek. Eferim lengoca gavat. Memiş ne ediyo, Memiş... Goca daldaban. O herhut da eyi ya...--
--Eyidir Allah sayesinde.--
--Eyi ossun dürzü...--
Bizim hemşeri köyden gelen delikanlının sırtını okşuyor.
--Hele şu alçağa bah...--
Yaşlıcası, --Bize gayri misade emice,-- dedi. --Biz bi de gayfeye gidek.Hemüşeriler var, hal hatır sorak.--
--Oldu mu ya... İrahat bi zamanda gelin.--
--Bu oğlana bi iş arayıdıydık. Bildiğin bi iş var mı, emice?--
--Bu ayı gadar herüf şimdiyecek boşda mı gezdi yattı?--
--Hapisten düneyin çıhtı emice.--
--Heleee... Geçmiş olsun. Vah vah... Dama niye girdiydi?--
--Cinayet.--
--Namıs işi mi?--
--Yoh...--
--Besbelli kotü bi şey.--
Delikanlıya sordu:
--Bi irezillik işten mi yoksa?--
--Değil emice.--
Bizim hemşireler haysiyetlerine pek düşkündürler, kendilerineağır söz söyletmezler. Namus bir, haysiyet işi iki. Bizim köylerdehırsızlıktan, eşkiyalıktan suçlanan hiç görülmemiştir. Delikanlı cinayetianlattı:
--Gayfede kahat oynuyorduk. Herifin biri oyunda söğdü.--
--Söğdü mü?--
--Hee, söğdü.--
--Ne diyerek söğdü?--
--Çoh ağır söğdü emice.--
--Ne didi canım?--
--Huzurunda haya iderim emice.--
Yaşlısı söze karıştı:
--Buna 'Len' dimiş.--
Bahçıvan hemşerimin yüzü kızgınlıktan pancar gibi kızardı:
--Nee? Len, sana nasıl len dir? Yabanı, sen de ses itmedin mi?--
--Etmem olur mu?--
--Temizledin mi?--
--Bıçağı vurdum ya, ölmemiş yaralandı.--
--Temizleseydin. Eferüm len. Eyi etmişsin.--
--Emice bu oğlana bi iş var mı?--
--Şimcik mi? Bi soruşturalım Yarıntesi bi uğran hele.--
--Olur emice.--
--Dimek sana Len didi ha?--
--Bize misade emice.--
--Güle güle... Pek memnun oldum. Eferim len goca eşşek, ayu gadarolmuşsun be... Kih kih kih... Vay goca zıpa vay. Ne çabıh geçti zamanheyy... İt enüğü gadardı be... Buban olıcak dürzüye selam et. Memişemicen gavatına da, İraşıt dayın olacak deyyusa da selam.--
--Başüstüne emice. Hadi Allaha emanet ol.--
--Güle güle...--
Onlar gittikten sonra bahçıvan hemşerim bana, --Ne çare temizleyememiş...--dedi.
Siz kelimelerin sözlükteki anlamına bakmayın. Kelimelere verdiğimizanlam, bizim niyetimize göre değişir. Sergilerde, resimdençok iyi anlayanların:
--Vay eşşeoğlu eşşek, amma da yapmış!...-- diye ressamlarıdeğerlendirdiklerini çok duymuşsunuzdur.-- (Nesin, 1968a).
Bu hikaye, birkaç yönden incelenmeye değer. Kültürün özelliğiaçısından hikaye değerlendirildiğinde, gelenekseI kültürün bir --ilişki--kültürü olduğunu ve bireylerin ve onların davranışlarının anlamının,kişisel ilişkilerden kaynaklandığı görülür. İletişim açısındandeğerlendirildiğinde, ilişki ve içerik düzeylerini açıkça görmekmümkündür; ilişkinin türü içeriğin, yani kullanılan kelimelerin, anlamınıtanımlar.
Görüldüğü gibi, --Kim, kiminle, nerede, nasıl konuşmalıdır?-- konusundauyulması gereken katı kurallar bulunmaktadır. Bu kurallarher toplumda vardır, ancak bazı toplumlarda bireye biraz daha özgürlükve farklı olma olanağı verilir, bazı toplumlarda ise kurallarkatıdır, bireyler arasında bir farklılaşmaya olanak vermez. Bu toplumsalkurallardan dolayı, bazıları --küstah--, bazıları --kendine güvenli--,bazıları --pısırık-- olarak adlandırılır.
Kendinden sosyal mevki ve yaş bakımından üstün olan biriyle,sanki ona eşitmiş ya da üstünmüş gibi konuşanlara --küstah--, --haddinibilmez--, bunun tam tersini yapanlara da --ezik-- ya da --pısırık--denir. Kendini ezdirmeden, karşısındaki kişiye gerçek değerini vererekiletişim kurabilen kimse ise, --kendine güveni olan kişi-- diye nitelenir.Bizim toplum için --küstah-- olan bir kişi, başka bir toplumda--kendine güveni olan kişi' olarak değerlendirilebilir. Başka bir toplumda--pısırık-- bir kişinin davranışı olarak değerlendirilen bir davranışsa,toplumumuzda --saygılı bir davranış-- olarak nitelendirilebilir.Bir kişinin iletişimine bakarak, bu tür kararlar verebilmesi, toplumdaherkes tarafından değişik derecelerde paylaşılan ortak sosyalve kültürel değerler sayesinde olur.
İletişimin içinde oluştuğu ortamın sosyal özellikleri
İletişim nerede yer alıyor? İki kişinin birbirine yakın bulunabileceğisamimi bir sosyal ortam mı söz konusudur, yoksa belirlenmiş kurallarıolan resmi bir ortam mı? Her iletişim belirli bir sosyal ortam içindeyer alır ve bu ortamla ilgili birçok sosyal norm, değer ve beklentilervardır. Bu sosyal normların, değerlerin ve beklentilerin, çoğu kerekişi farkında değildir, ne var ki, gelen mesajlar bu norm ve beklentilerçerçevesi içinde yorumlanır. Bir başka deyişle; bir mesajı yorumlarkenmutlaka o mesajın içinde oluştuğu sosyal ortam hesaba katılır.--Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?-- diyen baldız,ortam uygun olsaydı, bu öpücükten kuşkulanmayacağını belirtmektedir.--
İçinde bulunulan sosyal ortamın uyardığı beklentiler, iletişimdebir aksaklığa yol açmazsa, farkedilemez. Öğretmen sınıfta şarkı söylemeyeya da sanatçı sahnede ders vermeye kalkarsa, sınıfta öğretme,sahnede eğlendirme beklentilerinin farkına varılır. Bu beklentiler,konuşan ve dinleyen arasında ortaksa, ortaya çıkan aksaklıklarkolayca giderilir. Konuşanların sosyal ortamdan beklentileri farklıysave onlar bu değişik beklentilerinin farkında değillerse, işte o zaman,temel iletişim aksaklıkları ortaya çıkar. Bu tür iletişim aksaklıklarınınkaynağını bulmak ve iletişimi verimli bir zemine oturtmak zordur.
Aşağıda verilen Aziz Nesin'in öyküsü gibi mizah hikayelerininçoğu, sosyal durumlardaki beklentilere dayanarak konuyu --gülünç--yaparlar. Mizah yazımının dünya çapında uzmanı topraklarınızdayetişmiştir.
Yerli Mallardan Pazen Aldım --Sümerbank'ın Yerli Malları Satış Mağazalarından birine gittik.Önce vitrine baktık. Aman ne güzel şeyler... Mavi mineli bir pazen birde kırmızı üzerine beyaz noktalı bir basmayı beğendik. İçeri girdik.Genç, büyük, tavanı yüksek bir mağaza... Kapının karşısında, kasadabir kız var, manikürlerini törpülüyor. Ortada soba var, İyi giyimli,politika ileri gelenlerinin kılığında, iri kıyım, gerdanlı, göbekli, enselibir bey sobanın başına oturmuş, kahvesini içiyor. Kasanın yanındakibir delikanlı, manikürünü düzelten kızla konuşuyor. Tezgahınarkasındakilerden orta yaşlı bir adam gazete okuyor. Birisi de yuvarlakcep aynasına bakarak alnındaki sivilcileri patlatıyor. Yine tezgaha dirseklerini dayamış bir genç de kapağı parlak renkli bir polis cep romanı okuyor.
Erken erken gelmişiz. Bizden başka da gelen yok. Yalnız, vitriniseyreden üç, dört kişi daha var.
İçeri girince, hiç kimse kafasını çevirip bize bakmadı. Bu ağırbaşlılıkhoşuma gitti.
--İyi mallarımız var?..--
--Buyrun bağyaan!..--
--Bir şey mi aradınız?--
Diye yoldan geçenleri kolundan çekip içeri alan tezgahtarları hiçsevmem.
Sağa sola baktık, bize aldıran yok. Kız, manikürünü törpülüyor.Bey gazete okuyor. Birinin başı romanda... İnsan hangisine gidip birşey söyleyeceğini bilmiyor ki... Tezgaha yanaştık. Raflardaki toplarabakıyoruz. Kendi aramızda konuşuyoruz.
--Şunlardan ne güzel perde olur!--
--Şu dallı kretonlar da güzel...--
--Eni kaç santim acaba?--
--Kime sorsak?--
Önümdeki delikanlı Mayk Hammer romanına öyle dalmış ki, biziduymuyor bile...
--Ben şu damalı masa örtüsünden alacağım--
--Yavaş konuş, adam kitap okuyor.--
Hiç olmazsa biraz geç gelseydik. Bizden önce gelen müşteriler neyapıyorlarsa, biz de onlara bakar öyle yapardık.
Derken başka müşteriler geldi, mağazayı doldurdu. Ama onlar dabizim gibi şaşkın şaşkın bir oraya bir buraya gidip geliyorlar. Resimsergisindeymiş gibiyiz. Müşteriler bu ağır, ciddi havayı bozmamakiçin birbirlerinin kulaklarına fısıldıyorlar. Bu derin sessizliği ara sıra,kasadaki kızla oğlanın şakaları, sevimli kahkahaları bozuyor.
Müşterilerden orta yaşlı bir erkek, etrafındakilere duyurmak isteyerek,--Acaba satış yapılıyor mu?...-- diye soruyor.
Yaşlıca bir kadın, --Galiba fiş alınacak...-- diyor.
Bir genç hanım soruyor:
--Fiş mi, nerden alınacak?--
--Herhalde Umum Müdürlükten...--
Artık herkes bir şey söylüyor.
--Evvela muhtarlıktan temiz kağıdı getireceksiniz.--
--Temiz kağıdı değil teyze... İyi hal kağıdı. Yani Demokrat Partiyekayıtlı mısınız? Yoksa bir sabıkan filan var mı diye...--
--Arkadaş, vatandaşlar arasına nifak sokma... Basma ile partininne alışverişi var?--
--Amma da yaptın birader, sen hiç gazete okumuyor musun? Boyunabasına baskı yapılıyor diye...--
--O basma başka, bu basma başka.--
--Kömür tevzi müessesinden beyannamesi olana, burada istediğiniveriyorlar.--
--Kömür tevziinle bunun şimdi münasebeti var mı?--
--Var tabii... Kömür de hökümatın, pazen de, Amerikan bezi de...--
--Ben çocuğa pabuç alacaktım.--
--Pabuç da hökümatın...--
--Canım, şimdi hökümatı ne karıştırıyorsun?--
--Karıştırırım elbet...--
--Karıştırırsın, ama ben seni şimdi gider, bu adam ajanstır diyerekpolise ihbar ederim. Adli tıptan rapor alınca, aklın başına gelir.--
--Nüfus kağıdınız yanınızda mı?--
--Hayır...--
--Nüfus kağıdınızla altı vesikalık resminiz yoksa vermiyorlar.--
--Şoförlük ehliyeti olmaz mı?--
Baktım olacak gibi değil... Kahvesini içtikten sonra solumdaki tezgahtarlatatlı bir muhabbete dalan adama yanaştım.
--Affedersiniz...--
--Ne var yahu? Görüyorsunuz konuşuyoruz... Turan'ı çalımladı,şut... top ağlarda.--
Başka birine yanaştım.
--Affedersiniz biraz pazen rica ediyoruz. Kimden alacağız?--
Sivilcilerini patlatmak için, baktığı yuvarlak cep aynasından başınıkaldırmadan, parmağıyla sol tarafı işaret etti... Onun işaret ettiğiadam, gazetedeki çapraz bulmacayı çözüyordu.
--Pazen istiyoruz, siz mi vereceksiniz?--
--Zühtü bey'e gidin...--
Zühtü bey acaba hangisi?
--Zühtü bey, zatıaliniz misiniz?--
--Benim, n'olacak?--
--Hiç... sorduk. Biraz pazen alacaktık da.--
Arkasına rafa uzandı, bir top pazen aldı.
--Kaç metre?--
--Ama biz ondan istemiyoruz. Vitrinde gördük.. Pembe de mavimavi çiçekleri var.--
--Ondan kalmadı.--
--Vitrinde var beyefendi.--
--O vitrinlik... Vitrinden indiremeyiz.--
--O halde şu sarıya bakabilir miyiz?--
--İndir, kaldır olmaz! Bak işte uzaktan... Hepsi de pazen... Hangisini istiyorsan, onu söyle!...--
--O sarıyı istiyorum.--
--Ne kadar?--
--Beş metre!..--
--Ondan beş metre kesilmez... O bütün top...--
--Şu yeşil...--
--O dört metrelik bir parçadır. İsterseniz vereyim, ha dört metre habeş metre...--
Bizimkiler dört metreden çıkar mı, çıkmaz mı, diye konuşuyorlar.Bay tezgahtar akıl veriyor:
--Eteği kloş yapmazsanız çıkar:--
--Çocuklara pijama yapacağız.--
--İyi, paçalarını biraz kısa yapın... Zaten bu sene kısa moda...--
Bizi beklemekten sinirleniyor:
--Bayım, insanı oyalamayın, bu kadar millet alış veriş edecek...Hangisini istiyorsanız söyleyin!--
Çaresiz bay tezgahtarın kendisinin beğenip de ilk çıkardığı siyahpazenden beş metre kestiriyoruz. Başka yerde --güle güle kullanın!--diye kumaşı keserler ya, bizim Yerli Malların baş tezgahtarı sanki ikiparmağını ağzımıza sokmuş gibi, kumaşı kızgınlıkla --carrrt!...-- diyeyırtıyor. Bize kağıt uzatıyor.
--Karşıya!...--
Karşısı pembe kağıda bir mühür vuruyor. Yandakine!... Yandakidamgalıyor. Bir hanım pembe kağıdı ikiye parçalıyor, bir parçayı bizeuzatıyor. Veznedeki bayana o kağıt parçasını götürüyoruz.
--Saat l2 oldu, paydos,-- diyor. --Öğleden sonra.--
--Aman bayan, taa Rami'den geldik.--
Cevap bile vermiyor. Çoluğu çocuğu otobüse bindirip gönderiyorum.Saat ikide kapıda kuyruk oluyoruz.
Sıram gelince, pembe kağıt parçasını kesiyor, bayana uzatıyoruz:
--On lira altmış beş kuruş...--
On iki buçuk lira veriyorum.
--Bozuk verin!...--
--Bozuk yok...--
--Bozdurun efendim, burası sarraf dükkanı değil...--
Mağazadan çıktım. Tütüncü bozmaz. Gazeteci bozmaz. 90 kuruşlukbir çukulata aldım, bozdular. Kasiyer hanıma parayı verdim. Birpusula uzattı. Tekrar damgaladılar. Damgalı pusulayı başka birineverdim, paketi verdiler.
Kapıdan çıkarken, mağaza memurlarından soba başındaki:
--Buradan ucuza alıp, götürüp karaborsada satıyorlar,-- diyordu.
--Bu halka iyilik yaramaz zati... Ben hükümetin yerinde olsam...--
Kapıdan çıktığım için, lafının gerisini duyamadım.
Eve geldim. Çoluk çocuk sevinçle paketi açtılar. Şaşılacak şey... Bizimpaket başkasınınkiyle karışmamış mı? Beş metre pazen yerine, üçmetre tülbent almışız...-- (Nesin, 1968b).
Yukarıdaki hikayeyi, 2. Bölümün başında verilen --Etkileşim İçindeBenlik ve Diğerinin Tanımı-- başlığı altında tanımlanan --kabullenme--,--reddetme-- ve --umursamama-- kavramları açısından inceleyin.Toplumun sağlıksız bir yönünü sergileyen yazar, okuyucu için sadecegüldürücü değil, düşündürücü tablolar çiziyor.
Mesaj alışverişini, iletişimin içinde yer aldığı ortamın yalnız sosyalözellikleri değil, fiziksel özellikleri de etkiler.
İletişimin içinde oluştuğu ortamın fiziksel özellikleri
Oda, salon, büro gibi kelimeler, bir mekanın kullanılma işlevlerinibelirtir. Bulunulan yerin fiziksel konumu ve nitelikleri, bir başka deyişlebüyüklüğü ve biçimi, ayrıca rengi, aydınlatma derecesi, ısısı;sessiz ya da tenha olması gibi özellikleri, o mekan içinde yer alan iletişimietkiler. Herkes bu etkiler altında bulunur, ne var ki bazılarıbunların bilincindedir bazıları değildir.
Hayalinizde kendinizi sevgilinizle birlikte canlandırın. Buluşupbaşbaşa yemek yemek istiyorsunuz. Yemek yiyeceğiniz yer nasıl biryer olmalı? Spor salonu kadar büyük, her yeri betonla kaplı bir yemekhanemi, yoksa ancak birkaç masanın bulunduğu, bir köşesindeşöminenin yandığı küçük bir dağ lokantası mı?
Romalılardan beri yasaların yapıldığı ve uygulandığı yerlerin,büyük, görkemli binalardan oluşması, bir rastlantı mıdır acaba? Birbinanın görünümü, genellikle o yapının işlevine yaraşır bir mesajoluşturur. Saygı ve korku uyandıran binalar, --yasa-- kavramınınuyandırdığı duygulara uymaktadır.
Gece kulüplerine gittiğinizde görmüşsünüzdür, genellikle hepsiloştur. Parlak bir şekilde ışıklandırılmış bir gece kulübüne gitmekisterseniz, böyle bir gece kulübü bulmakta zorluk çekersiniz.
Bir yerdeki insan sayısı da önemlidir. Bir sinemada sadece siz olduğunuzzaman filmden zevk alabilir misiniz? Orada bulunan insanlarlakonuşmadığınız halde, sinemanın kalabalık olması sizi niçin bukadar etkiliyor acaba? Aynı şey, düğün, futbol maçı gibi değişik sosyalolaylar için de geçerlidir. Stadyumda siz tek başınıza olsanız, futbolmaçını oldukça sıkıcı bulabilirsiniz.
-Bir hafta süreyle, kimlerle nerelerde konuştuğunuza dikkatedin. Bulunduğunuz yerin değişik özelliklerinin farkına varabiliyormusunuz? Bu özellikler sizin konuşmanızı ya da sizesöyleneni anlamanızı etkilemekte midir? Hangi yönde? Busorulara bir hafta süreyle cevap bulmaya çalışın.
İletişim ortamının içinde yer aldığı, daha kapsamlı bir ortam vardır:İletişimde bulunan bireylerin ortak değer ve inançlarının kaynağıolan kültür. İkinci Bölümde, kültür kavramını inceleyerek gelenekselotoriter değerlerle, özgürlükçü çağdaş anlayışın değerlerinikarşılaştırdık. Burada, kültürü bir iletişim ortamı olarak yeniden elealacağız, çünkü kültür, insan davranışlarını bütünüyle kapsar, kuşatırve mesajlar, bu geniş kapsamlı çerçeve içinde anlamlandırılır.Şimdi, kültürün kişiler arası iletişimle olan ilişkisine bir kez dahagöz atalım.
İLETİŞİM ORTAMI OLARAK KÜLTÜR
Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Perihan (Oray) Yunt,Konya yöresinde köy kadınlarıyla yaptığı anket çalışmasında ortayaçıkan bir iletişim sorununu aşağıda dile getiriyor:
--1970 yılında, Konya yöresinin GEZİCİ KADIN KURSU'nun etkinlikgösterdiği köylerinde ve böyle bir kursun hiç uğramadığı yerlerde,sosyal yaşamda farklılıklar olup olmadığı konusunda bir önaraştırma yapıyorduk. Anketimizde --Kaç günde bir yıkanırsın?-- diyebir soru da yer almıştı. Anket sadece kadınlara uygulanmaktaydı.Kursun yapıldığı ve yapılmadığı yedişer köy alarak toplam on dörtköyde, örnekleme yoluyla seçtiğimiz bir grup köy kadınına sorularsoruyorduk. En son köyde, kadınlardan birisi beni, oldukça fakir biraileye ait olduğu anlaşılan, tahta basamakları kırık dökük bir evegötürdü. Evin kadınının yüzü mutsuzluk izleri taşıyordu. Anketimizdekisoruyu bu kadına da sordum: --Kaç günde bir yıkanırsınız?-- Kadıncevap vermedi, anlamsızca yüzüme baktı. Bana kılavuzluk edenkadın hemen atıldı ve acımalı bir sesle, --Gocası sakattır, ayda bir yıkansane nimet,-- dedi. O anda kafamda şimşek çaktı ve ancak o zaman,bu soruyu sorduğumda öteki kadınların biraz mahçup, yarımütebessim verdikleri --Haftada bir gün, haftada iki, üç gün,-- gibi cevapların anlamını farkettim. Ayrıca, uğradığımız köyleri, bizdenönce, doğum kontrolüne ilişkin araştırma yapan bir ekibin dolaşmışolduğunu da sonradan öğrendim. Aradan bir süre geçti. Olayı, Konyalıbir arkadaşıma anlattım. Arkadaşım, --O biçimde değil, 'Çolukçocuk kaç günde bir yıkanır, çamaşır yıkarsınız?' diye sormanız gerekirdi,--dedi» (Yunt, 1978).
Araştırmacı, Konya yöresinden olmadığı için, bu yöreden olankadınlarla biraz zor iletişim kurabilmiştir, ama yine de, sonradan da olsa, --kafasında bir şimşek çakabilmiştir--, çünkü, cinsel ilişkidensonra --gusul aptesi--nin alındığını bilir. Perihan Yunt yerine, bu araştırmayıbir Avrupalı ya da Amerikalı yürütseydi, o şimşek hiçbir zaman çakmayacaktı.
İçinde bulunduğumuz sorunlar ve uğraştığımız konular yaşamımızao denli işler ki, bir yabancıya bunları anlatmak zordur. Aynıkültürden olan kimseler, bu inançları paylaştıkları için, kolaylıklaaralarında iletişim kurabilirler. Başka başka kültürlerden gelen insanlararasında iletişim zorlukları olur. Örneğin, yabancı ülkelere gidenTürklerin başından geçmiştir: Misafir gittikleri yerde ilk defa ikramedilen şeyi almazlarsa, ikinci kez ısrar edilmez. Aç olduğu ve canıistediği halde, bu nedenle aç kalan Türkler olmuştur. Diğer yandan,Türkiye'ye gelen yabancıların kendilerine ikram edilen şeylerihemen almaları, çoğumuzun tuhafına gider; kendimizi, nezaket kurallarınıbilmeyen insanlarla karşılaşmış gibi hissederiz.
Erdoğan Bozok'un Modern Çağ (1972) adlı karikatür kitabını, yurtdışındayken yabancı arkadaşlara gösterdim. Türkiye'de bulunmamış,sorunlarımızı bilmeyenler; sadece hafif bir gülümsemeyle kitabıgözden geçirdiler. Türkler ve Türkiye'de bulunmuş yabancılar, kahkahalarlagülerek, sanatçının görüşündeki keskinliğe hayranlıklarınıbelirttiler. Bozok bir iletişim durumundaydı: Sanatçı, kendi bildiğikültür ve yaşamı paylaşanlara zengin mesajlar yollayabilirken, bukültürü paylaşmayanlar açısından sadece bazı şekiller çizmiş bulunuyordu.
--Bugün senin canın birşeye sıkıldı galiba!-- diyen arkadaşımız,konuşmadığımız halde, canımızın sıkkın olduğunu sözsüz iletişimleanlamıştır; yüz ifademiz, sesimizin tonu, bedenimizin duruşu onaipucu olmuştur. Günlük yaşamda, söylenenlerin karşıdakini nasıl etkilediğide sözsüz ifadeden anlaşılır. Söylenenin hoşa gidip gitmediğini,karşıdakini kızdırıp kızdırmadığını; onun sözsüz ifadesindensürekli izleyebiliriz.
İletişimde, ilişki düzeyine ve sözsüz mesajlara duyarlı olmayankimse, kendisinin ve konuştuğu konunun karşısındakini nasıl etkilediğininfarkına varamaz; söz konusu kişiye gerektiğinden fazla sokulur ya dauzakta durur; onun yüz ifadesinde, bedeninde, el ve kolhareketlerinde dile getirdiği duygusal tonu --işitemez--. Ayrıca, iletişimortamının özelliklerine --kördür--; kiminle, nerede, nasıl konuşulacağınıbilemez.
Sözsüz mesajlara duyarlık kazanmamış, karşısındakinin sadecesöylediklerine önem veren kimseler, kişiler arası ilişkilerde büyükzorluklarla karşılaşırlar. Ve çoğu kez, ilişkilerinde meydana gelentıkanıklık ve aksaklıkların nedenlerini de bir türlü anlayamazlar.
DENEYEBİLİRSİNİZ
Aşağıdaki egzersizler, okuyucuyu ilerdeki konulara hazırlamak içinverilmiştir. Bu egzersizleri uygularsanız, kitapta incelenen kavramlarıdaha yakından tanır ve iletişim kavramlarını kendi yaşamınızdakullanma olasılığınız artar.
Kişiler arası iletişimde neredesiniz?
Herkesin yaşamında önemli bir kişi vardır. Sizin için şu an yaşamınızdaen önemli kişi kimdir? Bu kişi anneniz, babanız, eşiniz, çocuğunuzya da arkadaşınız olabilir. Bu önemli kişiyle nasıl bir iletişimiçindesiniz, bilmek ister misiniz? O halde, lütfen aşağıdaki sorularıcevaplayın. İlişkiniz olanak veriyorsa, aynı soruları onun da cevaplamasınıisteyin. Daha sonra cevaplarınızı karşılaştırarak, aralarındakibenzerlik ve farklılıklar üzerinde konuşabilirsiniz.
Sorular:
1. Onunla en son hangi konuda tartıştınız? Bu tartışma nasıl sonuçlandı?Birbirinize daha kızgın olarak mı ayrıldınız? Yoksa, aranızdakiilişki daha da güçlendi mi?
2. Size söylemeden, onun içinde bulunduğu duygusal durumuanlayabiliyor musunuz? Aşağıdaki duygulardan hangisini, onda dahakolaylıkla tanıyabiliyorsunuz?
-Neşeli-Kendinden emin.
-Gururlu-Korkulu.
-Ne yapacağını bilemez halde-Kendini suçlu hissediyor.
-Tedirgin-Şaşkın.
Yukarıda verilen duygusal durumları sizin nasıl ifade ettiğinizinfarkında mısınız? Sizin bu tür duygular içinde olduğunuzu, söylemediğinizhalde, o anlayabiliyor mu?
3. Ona ifade etmekten çekindiğiniz duygularınız var mı? Onun sizeifade etmekten çekindiği duyguları olduğunu düşünüyor musunuz?Konuşmaktan çekinilen bu tür duygulardan söz etme olanağını,ilerde bulabileceğinizi zannediyor musunuz?
4. Aşağıda verilen duyguları onda canlandırmak için yapabileceğinizen az iki şey düşünün:
-Kızdıracak.
-Neşelendirecek.
-Gururlandıracak.
-Suçlu hissettirecek.
-Üzecek.
-Korkutacak.
5. Onun arkadaşları konusunda neler düşünüyorsunuz? Aynı arkadaşlaramı sahipsiniz, yoksa onun ve sizin kendi arkadaşlarınız mıvar? Ortak arkadaşlarını kıskanır mısınız? Sizin arkadaşlarınız konusundaonun duygularının ne olduğunu biliyor musunuz?
6. Yorucu bir gün geçirdiğinizi ve eve gidip dinlenmeye can attığınızıvarsayın. Ama bir yere gitmek için daha önceden söz verdiğinizi,o size hatırlatıyor. Ya da, kendi başınıza kalmak, dinlenmek isterken,sürekli şaka yapma ve sizi rahat bırakmama gibi bir huyu olduğunudüşünün. Bu tür çatışmaları nasıl çözerdiniz? Bir orta yolbulmaya mı çalışırdınız? Kavga mı ederdiniz? Yoksa sizin görüşünüzükabul etmesi için onu inandırmaya mı çalışırdınız? Aranızda çıkançatışmaları ele alış tarzınızdan hoşnut musunuz?
7. Onun yaşamının temel amacını ve önem verdiği ilgilerini biliyormusunuz? Bu amaçlar ve ilgiler konusunda duygularınız ne? Sizintemel amacınız ve ilgilerinizle bunlar uyuşuyor mu? Eğer uyuşmuyorsa,onun sizin amaç ve ilgilerinizi kabul etmesini ister misiniz?
8. Hoşunuza giden yönlerini biliyor musunuz? En güçlü yönlerininfarkında mısınız? Bu konuda düşündüklerinizi onunla paylaştınız mı?
9. Bir gece sizi uyandırarak sizinle konuşmak istediğini düşünün.Ne yapardınız? --Peki, konuşalım!-- mı derdiniz, yoksa, --Sabaha kadarbekleyemez misin? Sabah konuşsak olmaz mı?-- diye ertelemekmi isterdiniz? Siz onu uyandırsaydınız, acaba o size nasıl davranırdı?
10. Onunla olan ilişkinizden ötürü, kendi kendinizden uzaklaşmışolduğunuzu hissettiğiniz anlar oldu mu? Sizinle olan ilişkisindenötürü, onun kendi kendinden uzaklaşmış olduğunu hissettiğinidüşündüğünüz oldu mu?
Yukarıdaki sorulara verdiğiniz cevapları bir gözden geçirin. Sorularaiçtenlikle cevap verdiğinizden emin misiniz? Bu cevapları siziniçin önemli olan kimseyle paylaşmak ister misiniz? Yoksa, bu cevaplarınonun tarafından öğrenilmesinden rahatsız mı olursunuz?
İsterseniz cevaplarınızı saklayın ve kitabın değişik bölümleriniokuduktan sonra yeniden gözden geçirin. İletişimle ilgili yeni kavramlaröğrendikçe, bu kavramların sizin ilişkiniz içinde ne anlamageldiklerini verdiğiniz cevaplardan anlayabilirsiniz.
:::::::::::::::::
4
İletişim ve Algılama
Ahlakın Tarifi
--Oğlu ortaokula gidiyordu. Akşam eve gelince derslerine yardımederdi. Yemekten sonra sordu:
--Oğlum, derslerin nasıl, çalıştın mı, yarın ne var?--
--Ahlak çalıştım, baba.--
--Anlat bakayım.--
Çocuk geçti karşısına, papağan gibi bir solukta okudu:
--Ahlak, hulk'un cem'idir. Hulk tabiyyat ve seciyye demektir.Buna huy denir. Seciyye ve huy denilen şey, insanda yerleşmiş melektir.O melek sebebiyle nefisten ef'al kolayca çıkar.--
Şaşırdı: --Oğlum bu ne? Nereden ezberledin bunu?--
--Ahlakın tarifi, öğretmen yazdırdı.--
--Bir şey anladın mı?--
--Yoo! Anlamak şart değil ki! Kimse anlamıyor, ezberle yeter!..--
Hasan Pulur'un yukarıdaki yazısında belirtilen eğitim sisteminintemelinde yatan, --anlamanın gerekli olmadığı, ezberlemenin yeterliolduğu-- anlayışı, öğretmen ile öğrenci arasında gerçek bir iletişimkurulmasını önler. Kişinin temel eğitiminden edindiği bu alışkanlık,basmakalıp ve biçimsel ilişkilerinde sürüp gider. Kalıplaşmış evlilikya da iş ilişkilerinde de, bu durumu gözlemleme olanağı vardır.
Kalıpları tekrarlamaktan kurtulabilme, insan ilişkilerine anlamsalzenginliği ve derinliği getirebilme, iletişimin süreçlerini uygun ve etkilibir biçimde uygulamaya bağlıdır. Bu bölümün amacı, iletişimintemel yapısını ve süreçlerini bilimsel kavramlar içinde tanımlayarakokuyucuya tanıtmaktır.
İLETİŞİM NEDİR?
Aslında, buraya kadar, çeşitli yönleriyle iletişimden söz edildi. Bubilgiler, iletişimin yapısını, öğelerini ve süreçlerini daha teknik açıdaninceleyebilmek için bir birikim sağladı.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Konuya, iletişimin tanımını yinelemekle başlayalım:
İletişim, iki birim arasında birbiriyle ilişkili mesaj alışverişidir.
Bu tanımda açıklanması gereken dört kavram vardır: 1. Birim; 2.Birbirine ilişkin olma; 3. Mesaj; 4. Alışveriş.
Birim: Birim, soyut bir kavramdır. Birbirleriyle karşılıklı mesajalışverişi yapan insan, hayvan ya da makinenin her birine --iletişimbirimi-- adı verilir. İletişim sadece insanlara özgü bir olay değildir.İki kedinin karşılıklı miyavlamaları, onların iletişim içinde olduğunugösterir. Karşılıklı satranç oynayan iki bilgisayarın her biri, bir --iletişim birimi-- oluşturur.
İletişim birimleri ikiye ayrılır: Kaynak birim ve hedef birim. Kaynakbirim, mesaj gönderen birimdir. Bu, konuşan kişi, miyavlayan kediya da satranç oynayan bir bilgisayar olabilir. Adından da anlaşılacağıgibi, kaynak birim mesajın kaynaklandığı, oluştuğu birimdir. Hedefbirim ise, mesajın gönderildiği birimdir. İki kişi konuşurken, konuşankaynak, dinleyen ise hedef birim olur.
Ne var ki, kaynak ve hedef birimler durağan olmayıp, dinamikbirimlerdir. Konuşanın dinleyici ve bir süre sonra dinleyenin konuşmacıolması gibi, kaynak ve hedef birimler sürekli fonksiyon değiştirirler.Bunu bir örnekle somutlaştıralım.
İkisi de aynı fakültede okuyan ve bayram tatili nedeniyle birbirleriniiki hafta göremeyen iki arkadaşın arasında aşağıdaki konuşmageçer:
Ayhan : Hoş geldin Nurten. Nasılsın?
Nurten : Hoş bulduk Ayhan, iyiyim. Sen nasılsın?
Ayhan : Sağ ol, ben de iyiyim. Bayramın nasıl geçti?
Nurten : İlk günler bayram ziyaretleriyle geçti. Daha sonra kardeşlerimve arkadaşlarımla bol bol konuşma olanağı buldum. Seninkulağını da bol bol çınlattım.
Ayhan : Seni bu kadar özlemem beni korkutuyor. Sanki sana çokbağımlıymışım gibi bir duyguya kapılıyorum.
Nurten : Suç benimmiş gibi konuşuyorsun. Benim elimden ne gelir?
Ayhan : Neyse. Bırakalım şimdi bu konuyu. Dönüş yolculuğun nasıldı?
Nurten : Oldukça rahattı. Gerede yakınlarında otobüsün arkatekerleklerinden biri patladı. Lastiği değiştirdiler, yarım saat geç kaldık.
Konuşmaya ilk başlayan Ayhan; o anda kaynak, Nurten ise hedefbirim durumundadır. Nurten, Ayhan'a, --Sen nasılsın?-- diye sorduğuanda kaynak, Ayhan ise hedef birim olmuştur.
Birbiriyle ilişkili olma: İletişim olabilmesi için sadece mesaj alışverişi,bir başka deyişle, sadece iki yönlülük yeterli olamaz. Alınanve verilen mesajların birbiriyle ilişkili olması da gerekir.
Günlük yaşamda yorgunluk, yanlış anlama, dikkati başka bir konuyaverme gibi nedenlerden ötürü iletişimde ilişkinlik aksayabilir.Bu tür aksaklıklar süreklilik göstermeye başlarsa, kişinin ruhsal dengesindebir bozukluk olduğundan kuşku duyulur. Gerçekten de, akılhastalarının iletişiminde gözlenebilen bu özellik, hastalığın derecesive türü hakkında ipucu veren en önemli belirtilerden biridir.
Mesaj: İnsanların karşılıklı konuşurken birbirlerine söylediklerisözler, mesaja örnek olarak verilebilir. Ne var ki, mesajın mutlakasözlü olması gerekmez. Üçüncü Bölümde belirtildiği gibi, sözsüz mesajlarda vardır: Yüz ifadeleri, el kol hareketleri, oturuş ve duruş, birermesajdır. Önce mesajın genel bir tanımını yapalım, daha sonraayrıntılarına inelim.
Mesaj, kaynak birimdeki içeriğin, bir seçim sürecinden geçirilmiş ifadesidir.
Kaynak birimdeki içerik, duygusal ya da düşünsel olabilir. Ayhan'ınNurten'e, --Seni çok özledim!-- sözü, duygusal içeriği olan mesajaörnektir; --korkuyorum--, --çok sinirlendim-- gibi ifadeler de duyguve heyecanı belirtirler. Sözlü mesajların çoğu, dış dünya ve nesnelerleilgili düşünceleri belirtir: Nurten'in, --Otobüsün arka tekerleklerindenbiri patladı,-- cümlesi bu tür mesaja örnektir. Sözsüz mesajlarduygusal içeriği, sözlü mesajlar düşünsel içeriği, en dolaysız ve etkilibiçimde ifade eder.
Mesajın tanımında bir seçim sürecinden söz ettik; seçme sürecininsöz konusu olmadığı otomatik tepkiler mesaj değildir. Bir makineninmekanik hareketlerinde ya da bir hayvanın içgüdüsel olarakyaptığı tepkilerde, seçme söz konusu değildir. Bu demektir ki, belirlibir uyarıcı karşısında hayvan, içgüdüsel olarak yalnız bir tip tepkigösterir. Yapabileceği başka bir şey yoktur.
İnsanlarda ise, içgüdüsel davranışlardan pek söz edilemez, ne varki, reflekslerden söz edildiğini duymuşsunuzdur. Yüzümüze yakınbir yerde el çırpıldığı zaman, istemeden gözümüzü kırparız. Bu türrefleks hareketler, mesaj olarak kabul edilmez. Mesaj olabilmesi için,kaynak birimdeki içeriği ifade edebilecek olası seçenekler arasındanseçilerek ifade edilmesi gerekir.
Yüzde yüz kestirilebilen ifadelerde bir seçim söz konusu değildirve bundan dolayı bu tür ifadeler, birer mesaj değil, tepkidir. Örneğin,göz önünde el çırpıldığı zaman mutlaka gözün kırpılacağını bilirsiniz.Ama, --Merhaba, nasılsınız?-- dendiği zaman ne cevap alacağınızıyüzde yüz kestiremezsiniz. --İyiyim, teşekkür ederim;-- cevabınıalmanız büyük bir olasılıktır, ne var ki, yine de yüzde yüz değildir.Çünkü, --Biraz rahatsızım;-- --Sağ ol, sen nasılsın?-- gibi ve bunabenzer birbirinden değişik cevaplar da alabilirsiniz.
Bir kimseyi iyi tanıyor ve söyleyeceği sözleri önceden yüzde yüzkestirebiliyorsanız, o kimsenin söylediklerine artık pek dikkat etmemeyebaşlarsınız. Çünkü söyledikleri bir tür --tepki-- olmaktadır. Butür ilişkilerde, iletişim yavaş yavaş ortadan kalkar ve ilginç insanilişkileri, yerini can sıkıntısına bırakır.
Alışveriş: İletişim iki yönlü bir süreçtir ne sadece alış, ne de sadeceveriş, iletişimi oluşturamaz.
Bir arkadaşınızla karşı karşıya oturduğunuzu düşünün. Yalnız birinizkonuşuyor ve diğeriniz dinliyor... Acaba bu durumda, aranızdabir iletişimden söz edilebilir mi? Evet, edilebilir. Çünkü arkadaşınızınyüz ifadesinden, oturuş biçiminden, sizi anlayıp anlamadığını, sıkılıpsıkılmadığını çıkarabilirsiniz. Sadece biriniz konuştuğu zamanbile, bir iki yönlülük söz konusudur: Birinizin sözlü mesajına, diğerinizsözsüz mesajla cevap verebilir.
Şimdi, arkadaşınızla aranıza karton ya da tahtadan bir perde konsave birbirinizi görmeniz engellense!... Yine yalnızca biriniz konuşacakve diğeriniz hiç cevap vermeden dinleyecek olsa, acaba bu durumdaaranızda bir iletişim olur muydu? Bu kez cevap, --Hayır!--dır.Birbirlerini görmesi engellenen iki kişiden sade biri konuşma olanağınasahipse, bu durumda bir iletişim değil, bir iletiş söz konusudur.Başka bir ifadeyle, mesaj gönderilir, fakat bu mesajın karşılığı alınmaz.İletişim olabilmesi için bir mesaj alışverişine, bir başka deyişle,iki yönlülüğe gerek vardır.
Kaynak birimin gönderdiği mesaja karşılık, hedef birimin verdiği--cevap mesaj--a, geri-iletim adı verilir. Ayhan ve Nurten adlı iki arkadaşınaralarındaki konuşmada, Ayhan'ın söylediği ilk söz mesaj iletimi,Nurten'in verdiği cevap da geri-iletimi oluşturur.
İletişimin iki yönlü bir olay olduğunu unutan kişiler, sadece konuşmak,konuşmak ve yine konuşmak isterler. Karşılarındaki ağızlarınıaçınca hemen atılırlar ve --Lafını balla kestim,-- tavrıyla kendilerikonuşmaya başlarlar. Sizin kafanızı bir süre daha ütüledikten sonra,--Ne kadar güzel sohbet ettik, yine gel, beklerim;-- diye sizi uğurlarlar.Bu şekilde sürekli konuşanlar, iletişimden değil, kendi iletimlerindenzevk alırlar. Karşıdaki kişiyle iletişim kurulmak isteniyorsa,ona geri-iletimde bulunma olanağı tanınmalıdır.
Bu noktada, iletişim, iki birim arasında birbirine ilişkin mesajalışverişidir tanımı, tüm öğeleriyle gözden geçirilmiş bulunuyor. Şimdi,iletişim modelini gözden geçirmeye hazırız. Modeller, soyut kavramlarısomut simgeler ve işaretlerle belirtme olanağı verirler. Bu nedenle,bir konunun açıkça tartışılabilmesi için, eğitim alanında sık sıkkullanılırlar.
İLETİŞİM MODELİ
Şekilde iki kişiden oluşmuş bir iletışim modeli görüyorsunuz. Bumodelde yer alan öğeler ve süreçlere değinerek, iletişim olayını, ayrıntılıolarak ve daha yakından tanımaya çalışalım.
Konuşan iki kişiden biri kaynak, biri de hedef birimi oluşturur.Bu iki birim arasında, mesajların gidip gelebileceği bir kanal vardır.Örnekte, kaynak ve hedef birimlerin her ikisi, de insan olduğu için,yapı ve işlev bakımından birbirlerine benzerler. Her birimde bir merkez,gönderici ve alıcı vardır. İletişim modelindeki öğeler ve süreçler:kaynak ve hedef birimlerle kanal ve iletişim ortamı olmak üzere üçana başlık altında toplanabilir.
KAYNAK VE HEDEF BİRİMLERİ
Kaynak ve hedef birimleri aşağıdaki öğe ve süreçleri içerir:
Merkez: Gönderilecek mesajların içeriğinin (duygu, düşünce, niyet,güdü; eylem vb.) oluştuğu ve gönderilmek üzere seçildiği bölümdür.
Gönderici: Merkezdeki içeriği, sözlü ya da sözsüz işaretler halinedönüştürerek kanala bırakan öğedir. Sözlü iletişimde ciğer, gırtlak,dil, diş, dudak ve damaklardan oluşan ve birbirleriyle düzenli ilişkiiçerisinde çalışan son derece karmaşık bir sözlü gönderici sistemi işgörür. Yüz ifadeleriyle sözsüz bir iletişim söz konusu olduğu zamanise, boyun ve yüz kaslarından oluşan bir düzen, gönderici olarak çalışır.Bedenin hareketleri ve duruşu mesaj niteliğini taşıdığından,tüm beden bir gönderici olarak çalışır.
Alıcı: İşaret biçimine dönüşmüş olarak kanaldan gelen mesajlarıalan ve merkeze aktaran öğedir.
Hedef birim, gelen mesajın türüne göre farklı alıcılar kullanır.Sözlü mesaj geldiğinde işitme sistemi, görsel mesaj geldiğinde ise,görme sistemi alıcı olarak kullanılır. Mesaj, dokunma, koku gibi işaretleraracılığıyla gönderilirse, o zaman cilt ve burun gibi, ona uygunbir alıcı sistem iletişimi sağlar.
Hedef birim pisikolojik işleyiş bakımından kaynak birimin aynısıdır.Farklı olan sadece süreçlerin yönüdür. Kaynak birim mesaj göndermekişiyle uğraştığı halde, her birim kendisine gelen mesajı almakve yorumlamak işiyle uğraşır. Yorumladığı mesajla ilgili bir geri-iletimdebulunduğu anda, hedef birim, işlevleri bakımından artıkbir kaynak birim olmuştur.
KANAL
Kanal: Kaynak ve hedef birimler arasında yer alan ve işaret halinedönüşmüş mesajın gitmesine olanak sağlayan yola, geçite, kanaladı verilir.
Her duyu organına karşılık bir kanaldan söz edilebilir. Mesaj konuşulankelimelerle aktarılıyorsa, işitme kanalından söz edilir. İşitmekanalı, sözlü işaretleri, bir başka deyişle, kelimeleri hava titreşimindenyararlanarak aktarır. Ağızda başlayan titreşim, bizi dinleyenkişinin kulağına gider ve orada işitsel alıcı organ tarafından, sinirseltitreşimlere dönüştürülerek beyine iletilir. Yüz ifadeleri, el ve kol hareketleri sözkonusu olduğunda, görsel kanal işin içine girer. Göz;yüz ifadesini ışık dalgaları halinde alır ve bu dalgaları sinirsel dalgalaradönüştürür. Beyin ise, bu sinirsel dalgaları, belirli anlamlar taşıyanyüz ifadeleri olarak değerlendirir. İsterseniz, dokunma ya dakoklama kanalı yoluyla iletilen mesaj örneklerini, kendiniz bulabilirsiniz.Her duyuma uygun düşen bir kanal olduğu belirtilerek, bu konukısaca özetlenebilir.
Kanal öğesiyle ilgili açıklamayı bitirmeden, değişik kanallarınbirbirinden bağımsız olarak varolduğunu da söyleyelim. Örneğin,gece karanlık bir ortamda karşınızdaki kişiyle konuşmanızda bir aksamaolmaz; ne var ki, karşınızdakinin yüz ifadesini göremezsiniz,kullanmış olduğunuz kanal, hava titreşimleriyle çalışan işitsel kanaldır.İçinin havası alınmış bir cam bölmeyle ayrılmış bir odada da karşınızdakiylesözlü iletişim kuramazsınız, fakat birbirinizin yüz ifadelerinirahatlıkla görebilirsiniz.
Bildiğiniz gibi telefon ancak işitsel kanalla iletişim kurma olanağısağlar. Karşınızdakinin yüz ifadesini göremezsiniz. Buna karşılıkgünlük yaşamdaki yüz yüze iletişimde, aynı anda birden fazla iletişimkanalı kullanılır; iletişimde kanal sayısı arttıkça iletişimin etkililiğide o derece artar. Çağdaş teknolojinin hem işitsel, hem de görselkanalı kullanan telefonlar yapmak istemesi bu nedenledir.
İşaret: İşaret, mesajın göndericiden geçtikten sonra temsil edildiğifiziksel biçimdir. Şu anda okuduğunuz kelimeler, benim size göndermekistediğim mesajın harflere dönüşümünden oluşan fiziksel işaretlerdenmeydana gelmiştir. Konuşma süresince duyduğunuz kelimeler, işitselişaretlere, okurken gördüğünüz yazılı kelimelerse, görselişaretlere örnektir.
Çıktı: Kaynak birimin gönderdiği işaretlerin tümüne çıktı adı verilir.
Girdi: Hedef birimin alıcısının yakaladığı işaretlerin tümüne girdidenir.
Gürültü: Kaynak birimin gönderdiği mesajla, hedef birimin aldığımesaj arasında bir fark varsa, bu farka --gürültü-- adı verilir. Gürültü,iletişimin en önemli kavramlarından biridir. İletişim modelinde,gürültü kaynağı sadece kanaldaymış gibi gösteriliyor, aslında gürültükaynağı hem kanalda hem de hedef birimde yer alır.
Ağlayan çocuğun sesinden dolayı, karşıdakinin konuşmasını pekiyi duyamayan kişinin iletişiminde fiziksel gürültünün varlığındansöz edilir. Fiziksel gürültü kanalda yer alır. Kulağı ağır işittiği içinkarşıdakinin konuşmasını pek iyi duyamayan kişinin iletişimindekigürültü ise, hedef birimin alıcısından kaynaklanır. Bu tür işitme bozukluğu,iletişim terimleri içerisinde, nörofizyolojik gürültü olarakisimlendirilir.
Bir üçüncü tür gürültü de, hedef birimin merkezinde yer alır:İnançları, tutumları ya da o anda içinde bulunduğu duygusal durumnedeniyle, hedef birim karşıdakinin söylediğini, söyleyenin anlamındanbambaşka bir biçimde yorumlar ve farklı bir anlam çıkarırsa, psikolojikgürültünün varlığından söz edilir.
İnsanlar arasındaki iletişim aksaklıklarında psikolojik gürültününpayı büyüktür. Bu nedenle bu konuyu ayrıntılarıyla incelemekte yararvardır.
Kişi, belirli konularda önyargılı olabilir ve bu önyargısından ötürü,belirli konularda gönderilen mesajları yorumlarken, anlam içeriğinifarklı yönlere saptırır. Örneğin, köylü düşmanlığı olan bir kişiye,dövüşen iki kentliyi ayırmaya çalışan bir köylünün de bulunduğubir fotoğraf göstererek ne gördüğünü anlatmasını isteseniz, size,bir köylünün elinde bıçakla iki kentliye saldırdığını söyleyecektir:Gerçekte bıçak bir kentlinin elindedir.
İnsanların o andaki gereksinmeleri de yorumlamalarını etkiler.Aç olan kimse, yiyecek konusunda söylenenleri, yalnız olan kimseise, arkadaşlık konusunda söylenenleri daha iyi anımsar. Annelerin,hiç kimse duymadığı halde, öbür odada birçok sesin arasından çocuğununağladığını duyabilmesi, böyle bir algısal hazır oluşla açıklanır.
Mizah hikayelerinde ve güldürü oyunlarında, yukarıda sözü edilenyanlış anlama ve yorumlamalardan yararlanılır. Örneğin, babaata binme dersleri almaya başlayan kızına, --Kızım, benden sana babanasihatı, sakın çıplak ata binme,-- der. Kızı, --Babacığım, bana atabinme dersi veren erkeğin yanında zaten çıplak dolaşamam ki!-- diyecevap verir.
Trafik kurallarını hiçe sayarcasına araba kullanan bir adamı durdurantrafik polisi, sürücünün sarhoş olduğunu farkederek, --İçkiliaraba kullanmanın yasak olduğunu bilmiyor musunuz, beyefendi?--diye sorar. Adam büyük bir saflıkla, --Polis bey, arabada içki olduğunuinanın bilmiyordum!-- diyerek masum masum polisin yüzüne bakar.
Psikolojik gürültü, her zaman güldürücü sonuçlar vermez tabii.İnsan ilişkilerindeki kopmanın temelinde bu tür gürültü yatar. Boşanmaların,kırılmaların, küsmelerin ve evi terkederek kaçmalarınçoğunun altında yanlış anlama ve yorumlamalar, başka bir ifadeyle,psikolojik gürültü yatar.
İLETİŞİM ORTAMI
İletişim sürecini etkileyebilecek nitelikleri olan ve iletişim durumuiçinde bulunan kişi, nesne ve olayların tümüne --iletişim ortamı-- adıverilir. Her insan ilişkisi bir ortam içinde yer alır. Herkesin yanındaaynı rahatlıkla konuşulamadığını, herkes bilir. Bu yüzden önemlişeyler söylemeden önce, kişi çevresine göz atar, kimlerin bulunduğunugörmek ister. Ayrıca, iletişimde bulunulan ortamda çalınan müzik,odanın sıcak ya da soğuk, büyük ya da küçük olması, binanınveya çevrenin özelliği (konut, işyeri, okul, tören yeri gibi), konuşmalarıfarkında olunsa da olunmasa da etkiler.
İletişim ortamının, bir de sosyo-kültürel yönü vardır. Sosyo-kültürelyönüyle iletişim ortamına bakıldığında, toplum yaşamındaönemli olan değerler açısından, kişilerin nasıl bir çerçeve içinde ilişkikurduklarıyla ilgilenilir. Örneğin, bir erkek, yakını olan bir kimseninkarısıyla konuşurken, ona çoğu kez, --yenge-- der. Bu konuşma biçimi,toplum değerlerinin etkisi altında oluşur. Ayrıca, konuşulan kimseninyaşı, mesleği, öğrenim düzeyi de, onunla nasıl konuşulacağınıbelirler. Kitabın ikinci kısmında sosyo-kültürel ortamın iletişim davranışınıülkemizde nasıl etkilediğini gösteren örnekler verilmiştir.
TEMEL İLETİŞİM SÜREÇLERİ
Kod: Mesajın işaret haline dönüşmesinde kullanılan simgeler ve bunlararasındaki ilişkileri düzenleyen kuralların tümüne --kod-- adı verilir. Bu anlamda, insan dilleri birer koddur.
Şu anda bu kitabı Türkçe kodunu kullanarak yazıyorum. Kitabıbaşka bir dille yazsaydım, farklı bir kod kullanmış olacaktım. Karşılıklıkonuşurken aynı anda değişik türden kodlar kullanılır: Kullanılandil bu kodlardan ancak biridir. Yüz ifadeleri, söyleyiş tarzı, el vekolların hareketleri de, ayrı ayrı kodlarla aktarılan mesajlardır. Bugünekadar üzerinde en çok çalışılan, incelenen kod dildir. Yüz ifadeleri,ses tonu, kelimeler arasındaki sessizlikler, el kol hareketleride, kişiler arası iletişimde kullanılan kodlar olarak, günümüzde incelemealanına girmeye başlamıştır.
Kodlama: Mesajın içeriğinin kod simgelerine dönüştürülmesine --kodlama--denir. Belirli bir niyet ya da duygunun, değişik kodlarla ifadeedilebileceğini yukarıda belirtmiştik. Örneğin, kızgınlık duygusu,kullanılan kelimelerle (--Öyle yapma, beni sinirlendiriyorsun!-- gibisözlük anlamı kızgınlık ifade eden kelimelerle), söyleyiş tarzıyla (yanikelimelerin sözlük anlamı kızgınlık belirtmediği halde: --Hemengitsem iyi olacak!-- gibi bir ifade biçimiyle kızgınlığımızı belirterek),ya da yüz ifadesiyle (kaşı yukarı kaldırıp, dik dik bakarken, soluğuhışırtılı bir sesle dışarı bırakarak) belirtilebilir.
Kod açma: Kodlanarak gelen mesajın içeriğini yeniden elde etmek içinyapılan çözümleme sürecine --kod açma-- denir. Kod açma ve yorumlamabirbirlerinden farklı iki işlemdir. Kod açma sürecinden sonra yorumlamabaşlar.
Yorumlama: Yorumlama, yeniden bir değerlendirmeyi gerektirir.Kod açılarak elde edilen mesaj içeriğine, o andaki bütün ilişkiler ve diğer koşullar çerçevesi içinde, yeniden anlam verilmesine --yorumlama-- denir.
Bazı durumlarda kod açılarak elde edilen anlamla, yorumlamasonucunda elde edilen anlam arasında, bir fark yoktur. Bazı durumlardaise, yorumlama sonucunda elde edilen anlam, kod açma düzeyindekianlamdan farklıdır. Bu tür durumlar herkesin başına gelir:Karşıdaki asıl söylemek istediğinden farklı bir şey söyler, ama biz,yine de, onun ne demek istediğini anlarız.
Örneğin, fakülteden yeni mezun olmuş genç bir ziraat mühendisi,yaşlı bir ziraat teknisyeninin amiri olarak atanmıştır. Uzun yıllarDevlet Üretme Çiftlikleri'nde görev yapmış yaşlı teknisyen, --Siz fakültebitirmiş bir mühendissiniz, tabii ki benden daha iyi bilirsiniz.Bilmediklerimizi gelip sizden sormak bize düşer;-- dediğinde, gençmühendis bu sözü, --Fakülteyi bitirmiş olmanız benden daha bilgiliolduğunuzu göstermez, önemli olan iş deneyimidir. 'Her şeyi ben bilirim'şeklinde bir tutum içine girmeyin; benim deneyimime önem verin!--biçiminde yorumlamalıdır.
Bu durumda, mühendis iki seçenekle karşı karşıyadır: Cevabını,ya kod açma düzeyinde, ya da yorumlama düzeyindeki anlama göreverecektir. Kod açma düzeyindeki anlama göre verirse, büyük birolasılıkla --Hay hay memnuniyetle, elimden geldiğince yardımcı olurum,--biçiminde cevap verecektir. Yorumlama düzeyindeki anlamagöre cevap verirse, --Önemli olan deneyim, aslında benim sizden öğreneceklerimvar, umarım bana yardımcı olursunuz;-- biçiminde cevapvermesi daha doğru olacaktır.
Geri-iletim: Kaynak birimin gönderdiği mesaja karşılık hedef birimingönderdiği cevap mesaja --geri-iletim-- adı verilir.
Kendine geri-iletim: Kişinin kendi gönderdiği mesajı, kendisininalması sürecine kendine geri-iletim denir. Türkçe'de --ağzın söylediğinikulak duymalı-- diye bir söz vardır. Deneysel koşullarda, kendisöylediğini işitemez duruma getirilerek konuşturulduğunda, kişi, üçdört dakikadan daha fazla fazla konuşmasını sürdüremez.
Kendine geri-iletim yalnız sözlü iletişimde değil, sözsüz iletişimde deönemli bir yer tutar.
İletişimin ortaya çıkabilmesi için, alınan ve verilen mesajlarınalgılanabilmesi gerekir. Zihinsel ve duygusal psikolojik işlemlerin temelinde algılama yatar. Bu nedenle şimdi, algılama konusunu, kişilerarası iletişimle ilişkili olarak, ana hatlarıyla incelemekistiyorum.
ALGILAMA: ANLAMANIN TEMELİ
Yandaki sayfada gösterilen --kaynana gelin illüzyonu-- olarak bilinenşekilde ne görüyorsunuz?
Oldukça yüksek yakalı bir manto ya da kürk giymiş, başı örtülü,saçlarının bir kısmı görülen, büyük burunlu, ağzı hafif açık bir yaşlıhanım mı?
Yoksa yüzü biraz öbür tarafa dönük, boynunda kolyesi olan, kirpiklerive burnunun ucu ile saçlarının altında sol kulağı gözükengenç bir bayan mı?
Şu anda ben yaşlı kadını görüyorum. Sizin ve benim gördüğümbirbirine benziyorsa, şekli tanımlarken aramızda bir farklılık, başkabir deyişle, --fikir ayrılığı-- olmaz. Aynı şekle bakan biri, genç bir bayangörüyorsa, aynı resme baktığı halde sizden farklı bir şey görmesiniherhalde önce acayip karşılarsınız, daha sonra ya kendi gördüğünüzdenya da kişinin algılamasından şüphe etmeye başlarsınız.
Aynı şekle bakan iki kişinin farklı algılamalarda bulunması, algıolayı ile ilgili şu önemli bulguyu bize gösterir: Algılama, algılananuyarıcının ve algılayan kişinin özelliklerinin etkileşimiyle oluşur.
Çevredeki --uyarıcıya ait-- etkenlerle, bireydeki --algılayana ait--etkenleri daha açık seçik görebilmek için, algılama sürecini KARA KUTUterimleri içerisinde kısaca tartışalım.
KARA KUTU VE ALGILAMA
İsterseniz, bir an için insanların değil de, çizilmesi ve tanıtılması daha basit olan bir kutu örneği üzerinde durarak, algı olayını inceleyelim.Aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi bu kutunun temel üç öğesindensöz edilebilir: Girdi; Kutu; Çıktı.
Girdi, kutunun duyarlı olduğu her türlü enerjiyi kapsar. Kutu,ışık, ses, dokunma gibi kinetik enerji vb. gibi türlü uyarıcılara duyarlıolabilir.
Kutu'nun içi açılıp bakılamıyor; çünkü açılırsa kutu bozuluyor vebir daha çalışmıyor.
Çıktı, kutunun uyarıcılar üzerinde işlemde bulunduktan sonra ortayaçıkardığı ürüne verilen addır.
Çıktı, kaynana-gelin illüzyonunda olduğu gibi, çoğu kez, girdidenfarklıdır. Girdi ile Çıktı arasındaki bu fark, kutu içinde yer alanişlemlerden kaynaklanır.
Girdi ile Çıktı arasındaki ilişkiyi, bir örnekle açıklayalım:
Kutuya aşağıdaki sayısal değerler Girdi olarak verildiğinde, Çıktıolarak şu değerler elde ediliyor:
Girdi Çıktı 1 4 2 9 3 16
Yukarıda verilen örnekte, Girdi ve Çıktı arasında bir fark olduğugörülüyor. Bu fark, kutunun girdi üzerinde bazı işlemler yapmasındanileri geliyor. Acaba kutu, aldığı sayısal değerler üzerinde ne gibiişlemler yapmıştır? Sayılarla oynamasını seven okuyucular bununüzerinde düşüne dursunlar, biz matematikle uğraşmaktan hoşlanmayanlaracevabı açıklayalım:
Kutunun yaptığı işlemi aşağıdaki formülle özetleyebiliriz.
Çıktı = (Girdi artı 1)'in karesi
Sözle formülü ifade edelim: Kutu Girdi'ye 1 ekleyip, toplam değerinkaresini almakta ve sonucu Çıktı olarak vermektedir.
Algılama olayında, acaba, bireyin girdi uyarıcılara uygulamış olduğuişlemi yukardaki gibi bir formülle belirlemek olanağı var mıdır?Psikoloji, her yıl gelişen bir bilim olarak, büyük atılımlar yapıyorsa da,henüz yukarıda verilen formüldekine benzer matematikselkesinliği olan kurallara ulaşabilmiş değildir. Buna rağmen, insanalgılamasında rol oynayan etkenleri, genel bir model içinde toplayarakgösterme olanağı vardır. Şimdi, bu amaçla yapılaştırılmış bir --algılamamodelini-- inceleyelim.
ALGILAMA MODELİ
Algılama modelinde, algılanan uyarıcıları bulunduran bir çevre vebu çevre içinde yer alan uyarıcıları algılayan bir birey vardır. Yansayfada verilen algılama modelinde, algılama sürecini etkileyen bellibaşlı etkenlerin bir dökümü verilmiştir.
Çevrede bulunan çok sayıda uyarıcı, bireyin duyu organına ulaşır.Bu uyarıcılar şiddetleri, sıklıkları, hareketleri ya da hareketsiz olmaları,büyüklükleri, renkleri ve diğer uyarıcılarla bir örüntü oluşturupoluşturmadıkları bakımından birbirlerinden farklılıklar gösterirler.Çevrede bulunan bu uyarıcı karmaşası, duyu organlarını süreklietkiler.
Algılama işlemini gerçekleştiren organizmayı, dört bölüm içindeincelemek mümkündür: 1. Alıcılar; 2. İlk işlem; 3. Geçmiş yaşantılardangetirimler; 4. Son işlem ve algısal ürün. Şimdi bu bölümleri kısacagözden geçirelim.
Alıcılar
Alıcılar, duyu organlarından oluşur. Göz, kulak, burun, dil ve cilt,yapıları ve işleyişleri hakkında az çok bilgi sahibi olduğumuz duyuorganlarıdır. Duyu organları yapıları, işleyiş biçimleri, içinde bulunulançevreye uyum (adaptasyon) dereceleri ve kapasiteleri çerçevesinde,çevredeki uyarıcıları alırlar ve sinir sitemiyle ilişkiye sokarlar.Duyu organlarımızın duyarlılık dereceleri, duyum eşiği kavramıylaifade edilir.
Örneğin, göz, bir mum ışığını karanlık bir gecede elli kilometredengörebilecek görme; kulak, bir kol saatinin tik taklarını altı metredenduyabilecek işitme; ve dil, bir çay kaşığı şekerin yedi litre saf sudaeritilmiş tadını alabilecek tad alma duyarlığına sahiptir. Burun,bir damla parfümün üç odalı bir eve dağılmış kokusunu alabilecek;cilt, bir santimetre yükseklikten yanağa düşen bir arının kanadınıhissedebilecek duyarlıktadır. Duyarlık dereceleri, duyu organlarınınortama yapmış oldukları uyuma göre değişir.
Ortama uyum yapmış bir duyu organının, algılamayı nasıl etkilediğinidenemek için, üç kap alın ve bunlardan birini elinizin dayanabileceğisıcaklıkta suyla doldurun. Diğer iki kaptan birine soğuk, diğerineılık su koyun. Sağ elinizi sıcak su, sol elinizi soğuk su dolu kabasokarak üç dakika tutun. Sonra her iki elinizi birden ılık su dolukaba sokun. Sonucun ne olacağını tahmin edebiliyor musunuz? Aynıuyarıcıyı (ılık su) sağ eliniz soğuk, sol eliniz ise sıcak bulur.
İlk İşlem
Duyu organlarından gelen sinirsel akımlar sinir sisteminin değişikyerlerinde son bulur ve bu noktada, sinir sistemi girdiler üzerinde işlemyapmaya başlar. Sinir sistemi, bu işlemleri kendi kapasitesi içinde yapar.
Kanal kapasitesi, sinir sistemine ulaşan bütün uyarımların işlemegiremediğini, sinir sisteminin belirli bir kapasitesi olup, yalnızca bukapasite sınırları içerisinde girdiyi işleyebildiğini ifade eder. Örneğin, göz saniyede 5 milyon bitlik bilgi aktardığı halde, sinir sistemiancak 500 bin bitlik bir bilgi işleyebilir.
Yorgunluk, o anda içinde bulunulan heyecan durumu, organizmanıno andaki gereksinmeleri ve güdüleri, sinir sisteminin işleyişini etkiler.Ayrıca, belirli fizyolojik dönemler de, sinir sisteminin işleyişini etkiler.Kadınların adet günlerinde ya da gebelikleri sırasında dahagergin, daha duyarlı olmalarını ve genellikle aldırış etmedikleri olayve durumlara, bu dönemlerde daha şiddetle tepkilerde bulunmalarını,fizyolojik dönemlere örnek olarak gösterebiliriz.
Özetle, ilk işlem olarak adlandırılan bu bölümde, sinir sistemi, girdi uyarıcıları bir türlü kod açma sürecine tabi tutar ve bu kod açma,sinir sisteminin genel kapasitesi ve organizmanın o anda içindebulunduğu fizyolojik ve güdüsel koşullar içinde yapılır.
Yaşantı va Öğrenmenin Getirdikleri
Duyu organları kanalıyla sinir sistemine ulaşan duyusal veriler ilkişlemden sonra, organizmanın yaşamı boyunca geliştirmiş olduğupsikolojik süreçlerle etkileşim haline geçer. Yaşantı ve öğrenme ürünübu etkenler dört temel kategoride toplanabilir.
Bunlar: (a) Algıda değişmezlik; (b) Algıda organizasyon; (c) Faalve algıyı doğrudan etkileyen faktörler ve (ç) Pasif ve algıyı dolaylı etkileyen faktörlerdir.
(a) Algıda Değişmezlik
Nesnelere, simgelere, insanlara ve olaylara verilen anlamlar veönem dereceleri, geçmiş yaşantılar içinde oluşur. Bu anlamları, uyarıcınınkendi değil, o uyarıcının kişinin yaşantı ve amaçlarıyla olanilişkisi sağlar.
Dış dünya, yani insanlar, olaylar, nesneler ve bunların ilişkilerindenoluşan fiziksel ve sosyal dünya, durağan bir dünya değildir. Tümüylebelirlenmiş koşullar altında, belirgin ve yapılaşmış biçimdekarşımıza çıkmaz. Bu nedenle, bireyler dış dünyayla ilişkilerinde, genellikle--merak--, --kuşku-- ya da --kaygı-- denebilecek bir ruh hali içindedirler.
Sürekli değişen bu dünya içinde, insanoğlu --değişmezler-- yaratarak,belirsizliği bir dereceye kadar gidermeye çalışır. Duyu organlarındangelen duyusal veriler son derece karmaşık olarak gelseler de,insan beyni bu karmaşıklığı örgütleyerek algılar. Bu örgütlenmeninbir görünümü, değişmezlik adıyla bilinir.
Göze gelen ışınlar, bir nesnenin çevresinde yürürken bakıldığındaolduğu gibi, nesnenin yeri ve açısı değiştikçe, sürekli değişir. Oysanesnenin çevresinde yürünse de, yine aynı nesne görülür. Bu değişmezlikler,algılanan nesne ve olaylara tutarlı ve yinelenebilenözellikler yüklenerek, yapılaştırılır. Algılamada değişmezlik yalnızbiçimde olmaz, renk, büyüklük (cesamet), açıklık bakımından da algısaldeğişmezler vardır.
Duyu organlarından gelen birçok duyuma, anlamlar ve önem dereceleriverilir. Gelen duyusal verilere, her defasında yeni baştan anlamlarvermek yerine, yaşantı boyunca geliştirilen değişmezler kullanılarak,algısal işlem kolaylaştırılmış olur.
Kişinin yaşantısı boyunca geliştirmiş olduğu değerlerin, beklentilerinve algısal kalıpların tümü, kişinin içinde yetişmiş olduğu kültürdenkaynaklanır. Bu kültür değerleri, algılamayı sürekli etkiler.
Basit bir örnek vererek kültürel değerlerin ve beklentilerin algılamayınasıl etkilediğini gösterelim. Gözün her birine dış dünyanınfarklı görüntüsünün düştüğü biliniyor. Sağ ve sol göze gelen görüntüleridenetleme olanağı sağlayan stereoskop denen bir aletle, her ikigöze, iki ayrı kişinin yüzleri gösterildiğinde, birey bu iki yüzdenfarklı bir üçüncü yüz görür. Böyle bir deneyin ilginç yanı, her bireyindiğerlerinden farklı bir yüz görmesidir. Bireyler, sağ ve sol gözlerinegelen farklı yüzlerin, --kendilerine göre-- önemli olan özelliklerinibir araya getirerek, yeni bir yüz oluşturmaktadırlar. Gördüğüyüz özelliklerini, her birey kendi yaşantısı içinde anlamlandırdığından,ortaya çıkan yeni yüz, herkes için farklı olmaktadır. Sağ ve solgöze verilen resimler, bu denemeye girmiş olan kişilere, daha sonraayrı ayrı çıplak gözle gösterildiğinde, çoğu denek, stereoskop aracılığıylakendilerinin yaratmış olduğu --sentez yüzü-- daha --güzel--, daha --cana yakın--ve --anlamlı' bulmuştur.
Başka bir örnekle açıklamaya devam edelim: İki erkek deneğestereoskopla iki farklı resim gösterildiğini varsayalım. Bu resimlerdenbiri çıplak, diğeriyse kapalı giyinmiş bir kadını göstersin. Erkeklerdenbiri kapalı, tutucu bir ailede büyümüş ve halen küçük bir kasabadayaşıyor olsun. Diğeriyse, kadın erkek ilişkileri açısından çocuklarınıserbest yetiştiren kentli bir aileden gelmiş olsun.
Bu iki kişinin stereoskopta göreceği üçüncü resim birbirindenfarklı olacak mı acaba? Farklı olacağını düşünüyorsanız, ne yöndebir fark ortaya çıkacağını beklersiniz?
Vermiş olduğunuz cevaplar, bu kişilerin yetişme ortamlarının,onların resimlerdeki bazı özelliklere ne gibi önem dereceleri vereceğikonusunda, sizin tahminlerinizi yansıtır. Bu deneyi çevrenizdekilereanlatıp aynı soruyu onlara sorun, onların cevabı sizinkinden farklımı? Sizin ve diğerlerinin cevapları arasındaki bu farklılık neredengeliyor acaba?
İlk kez karşılaşılan kişilere, değişmezlik kavramının etkisi altında,çeşitli sorular sorularak, onlar, belirli kalıplara, değişmezlere sokulmayaçalışılır: --Nerelisiniz, efendim?--, --Ne işle meşgulsunuz beyefendi?--,--Evli misiniz, kaç çocuğunuz var?,-- --Kaç yaşındasınız?--,--Nerede oturursunuz?-- Uğraşını söyleyen kişi --işportacı-- ise bir kalıba,--doktor-- ise başka bir kalıba sokulur ve farklı ilişkiler kurulur.
Nereli olduğu da, değer sistemini harekete geçirir: KarşısındakiKayserili ise başka, Nevşehirli ya da Çorumlu ise daha başka biçimdedeğerlendirecek kişiler vardır. Yaşla, evli ya da bekar oluşla da ilgilibirçok kalıp ve --değişmezlik-- bulunur. Bunlar aracılığıyla insanlarsınıflara ayrılır ve böylece --belirlenmiş-- bir dünya yaratılır.
(b) Algıda Organizasyon
Algısal örgütlenme, sadece değişmezlik kavramı içinde tutulamaz.Şekil ve zemin, algısal kümeleme ve yapılaştırmada önemli kavramlardır.Algılanan nesneler, kişiler, olgular ya da ilişkiler, bir zeminüzerinde algılanır.
Yanda verdiğimiz resimde, çizgili ve çizgisiz kısımların hangisinizemin olarak görüyorsunuz? Zemini arkada bırakıp, algısal alandabirinci plana çıkan, dikkati daha çeken, toplayan uyarıcıya --şekil--adı verilir. Kaynana-gelin belirsizliğinde olduğu gibi, bazen şekil vezemin ayırımı pek belirgin olmaz, biri diğeriyle yer değiştirir. Şekilve zeminin birbiriyle yer değiştirmesi sonucu algılamada bazı değişmelerolur.
Cümle içinde kullanılan kelimelerin yeri, cümledeki hangi anlamöğesinin şekil, hangisinin zemin olacağını bir ölçüde belirler.
Çocuk hamurdan bebek yaptı,
cümlesi dört kelimeden oluşmaktadır. Bu kelimelerin yeri değiştirilerekcümle farklı biçimlerde söylenebilir:
Hamurdan bebek yaptı çocuk.
Bebek yaptı çocuk hamurdan.
Bu cümlelerde farklı anlam öğeleri şekil ve zemin rollerini alır.Örneğin, ikinci cümlede bebeğin hamurdan yapıldığı vurgulanmakta,bir başka deyişle, hamur özelliği birinci plana çıkarılmakta, çocukve onun faaliyeti, zemini oluşturmaktadır. Üçüncü cümlede vurgulananise, çocuğun bebek yaptığıdır, cümledeki diğer öğeler, bu anlamazemin oluştururlar.
Algılamada gruplama ve örüntüleme (patterning) sürecini aşağıdakişekle bakarak kendiniz de gözlemleyebilirsiniz.
Bu şekilde ilk sırada üç çift ve bir tek çizgi algıladığınız halde, aynışeklin alımında üç kare görmeye başlıyorsunuz.
Algısal gruplama ve örüntüleme, yalnız görsel uyarıcılarda değil,işitsel ve dokunsal uyarıcılarda da kendini gösteren bir süreçtir.
(c) Faal ve Doğrudan Etkileyen Faktörler
Bir olayla ya da kişiyle karşılaşıldığında, beklentiler o olay ya dakişinin algılanışını etkiler. Beklentiler, algısal sürecin o denli doğalbir parçasıdır ki, başlangıçtaki beklentilerin çoğu kez farkında olunmaz.Algılamayı etkileyen beklentilerin çoğu, kişilerin almış olduklarısosyal roller ve bu rollere bağlı değerlerle ilişkilidir. Sosyal rollerve sosyal değerleri, gelecek bölümlerde ayrıntılı olarak ele alacağız.Sosyal roller ve değerlerin dışında da, kişinin kendine özgü geçmişyaşantıları, kişisel beklentileri vardır. Bu beklentilerin tümü,,birazsonra inceleyeceğimiz algılama çerçevesini oluşturur.
(ç) Pasif ve Dolaylı Etkileyen Faktörler
Konuşulan dilin özellikleri, algılamayı etkiler mi? Böyle bir etkisöz konusuysa, bu etki nasıl ve nerede kendini gösterir? Bu tür sorular,düşünürlerin kafasını yüzyıllar boyunca meşgul etmiş olmasınarağmen, cevapları bugün bile kolaylıkla verilemez. Kullanılan dil vealgılama konusu, özel teknik terimleri içeren karmaşık bir konu olduğuiçin, burada ayrıntılı tartışmasına girmeyeceğiz. Şu kadarını söylemekleyetinelim: Kişinin içinde yetişmiş olduğu dilin kelime haznesive bazı yapısal özellikleri, kişiyi bazı konuları algılamaya daha duyarlı,daha yatkın yapabilmektedir.
Son işlem: Algısal ürün
Sinir sisteminin işleminden geçen duyusal veriler, yaşantı ve öğrenmegetirimleriyle etkileşimde bulunarak bir seçilmeye uğrarlar. Kişi,duyu organlarına ulaşan bütün uyarıcılara tepkide bulunamaz. Gelenuyarıcılardan birkaçı üzerinde odaklaşır. Bu algısal odaklaşmayadikkat adı verilir.
Bu satırları okurken bir dakika ara verin ve şu anda duyu organlarınızınkaydetmekte olduğu uyarıcıların farkına varmayaçalışın. Kitabı evde okuyorsanız, sözgelişi, öbür odada çalanmüziğin farkına varacaksınız. Dışarda bağıran eskici ya dasimitçinin sesini şimdi duymaya başladığınızı farkedebilirsiniz.Oturmaktan sırtınızın ağrıdığını, kaslarınızın dünkü uzunyürüyüşten hamladığını şimdi hissedebilirsiniz. Okuduğunuzuanlamak için dikkatinizi tümüyle kitaba verdiğinizde, hemdışardaki, hem de sizin kendi bedeninizle ilgili uyarıcılarınyine kaybolduğunu göreceksiniz.
Bir cümlenin söyleniş biçimi ve vurgulaması, cümlenin anlamöğelerini gruplamaya yardım etmek içindir. --Oku baban gibi eşekolma,-- cümlesinin kelimelerini değişik biçimlerdegruplayarak, iki farklı anlamda algılanabileceğiniçoğumuz daha önce duymuşuzdur.
Duyu organlarına ulaşan uyarıcıların, farkında olunsa da, olunmasa da,belirli bir biçimde kaydedildiğine işaret eden kanıtlar vardır.Hiç kokteyle gittiniz mi? Birçok kişinin aynı anda konuşmasındandoğan gürültünün arasında, sadece bir kişinin konuşmasını dinleyebilmekteyiz.Başkalarının konuşmalarını duymadığınızı sanırken,odanın öbür ucunda birinin sizin adınızı söylediğini anında duyabilirsiniz.Bu gözlem, algısal sistemdeki mekanizmanın, o anda kişiyle--ilişkin-- olmayan bilgileri filtrelediğini, fakat --ilişkinlik derecesi--artınca, algı kanalını açtığını gösterir.
ALGILAMA ÇERÇEVESİ
İletişimde bulunurken, iletişimin konusunu ve iletişimin içinde yeraldığı durumla ilgili ne gibi iç ve dış algı etkenlerinin bulunduğunubilmekte yarar vardır. Mesajı oluştururken, onun anlaşılması içingereken algısal çerçeve, çoğu kez örtük bir biçimde vardır. Eğer bualgısal çerçevenin, hedef birimin belleği tarafından sağlandığı biliniyorsa,bilineni yeniden söylememek için, gönderilen mesajda, algısalçerçeveyi oluşturan öğelerden hiç söz edilmez. Mevcut algısalçerçeve içinde mesaj geliştirilir. Hedef birimin yorumda kullanacağıçerçevenin, onun belleği tarafından sağlanmadığı sanılıyorsa, o zaman,algısal çerçeve mesajın kendisi içinde açık ve seçik bir biçimdeverilir.
Ortak bir algısal çerçeve yokken mesaj olduğu gibi gönderilirse,kişi kendi yaşam ve deneyimine uygun düşen bir algısal çerçeveyegöre mesajı alır ve yorumlar. Ortak bir algılama çerçevesinden yoksunolduğundan, aynı mesaj, farklı kimselerce, farklı biçimlerde yorumlanır.
A. Averchenko'nun anlatmış olduğu hikaye, aynı olayın üç farklıkimse tarafından nasıl algılandığına, güzel bir örnek oluşturur.
Görüş Açısı
--Gülümseyerek, --Erkekler komik,-- dedi. Bunun kabahat mı, yoksaövme mi belirttiğini anlamadığım için, --Gerçekten doğru,-- diye cevapverdim.
--Kocam tam bir Othello. Bazen onunla evlendiğime üzülüyorum.--
Anlamayarak baktım --Açıklamandan...-- diye söze başlayacak oldum.--Ha, senin duymadığını unutmuştum,-- diye sözüne devam etti.--Üç hafta kadar önce kocamla alandan geçip eve yürüyordum. Banaçok yakışan siyah bir şapkam vardı ve yürümekten yanaklarım pembeleşmişti.Bir ışığın altından geçerken, esmer bir adam bana baktı veaniden kocamı kolundan tuttu.--
--Ateşinizi verebilir misiniz?-- dedi. Alexander kolunu çekti, eğildive şimşek gibi bir hızla yerden aldığı tuğla ile adamın kafasına vurdu.Adam yere yığıldı. Korkunç bir şey!--
--Kocanı ansızın ne gibi bir şey öyle kıskanç yaptı?--
Omuzlarını silkti. --Söyledim ya, erkekler komik.--
--Hoşçakal,-- deyip çıktım, köşede kocasıyla karşılaştım.
--Merhaba,-- dedim. --İnsanların kafalarını kırmaya başladığınıduydum.--
Gülmeye başladı. --Anlaşıldı, karımla konuştun. Çok şanslıydım.O tuğla hemen elime geldi. Yoksa bir düşün: Cebimde bin beş yüzruble vardı ve karım elmas küpelerini takmıştı.--
--Seni soymak istediğini mi zannettin?--
--Karanlık bir köşede adamın biri sana yanaşıyor. Daha ne beklersin?--Şaşkın, ondan ayrıldım ve yürumeye devam ettim.
--Sana bugün yetişmek imkansız,-- diye bir ses duyup döndümbaktım ve üç haftadır görmediğim bir arkadaşımı gördüm --AmanTanrım, senin başına ne geldi?--
Hafifçe gülümsedi. --Birtakım delilerin başıboş dolaştığından haberinvar mı? Üç hafta önce biri bana saldırdı. Hastaneden bugün çıktım.--
Ani bir ilgiyle sordum: --Üç hafta önce mi? Alanda mı duruyordun?--
--Evet. Çok saçma bir şey. Alanda oturuyordum, canım çok sigaraiçmek istiyordu. Kibrit yok. On dakika filan sonra, bir bey yanındayaşlı bir kadınla sigara içerek geçiyordu. Yanına gittim, koluna dokundumve en kibar tavrımla; --Ateşinizi verebilir misiniz?-- diye sordum.Sonra ne oldu düşünebiliyor musun? Deli yere eğildi, bir şeyikaptı, bir dakika sonra ben kafam kanar halde, kendimden geçmiş,yerde yatıyordum. Herhalde gazetede okudun?--`
Ona baktım ve içtenlikle sordum: --Gerçekten bir deliyle karşılaştığınainanıyor musun?--
--Eminim.--
Bir saat sonra kent gazetesinin eski sayılarını merakla karıştırıyordum.En sonunda aradığımı buldum, kaza sütununda kısa bir not:
İçkinin etkisi altında
Dün sabah, alanın bekçileri, bir bankın üzerinde kimliğinden iyi biraileden olduğu anlaşılan bir genç adam bulmuştur. Aşırı içkili olmanınsonucunda, yere düşüp kafasını yakındaki tuğlaya vurarak yaraladığınainanılmaktadır. Haşarı gencin ana-babasının üzüntüsü derin olmalı.--(Averchenko, 1966.)
SÖZÜN KISASI
Konuşurken ve dinlerken her şey o denli hızlı olur ki, konuşmanınve dinlemenin temelinde yatan fizyolojik ve psikolojik süreçlerin farkınavarılamaz. Bir şey söylemek için ağzın açıldığı anı düşünün: Bunoktaya gelmeden önce, algısal bütün işlemlerin yapılarak içinde bulunulanortamın anlamlandırılması ve neyin söyleneceğinin --bilinmesi--gerekir. Bir başka deyişle, algılama çerçevesi içinde, önemliolanı (teknik algılama terimi ile --şekli--) bulup çıkarmak gerekiyor.Sinir sisteminde oluşmuş bu mesaj dil, dudak, damak, gırtlak ve ciğerlerdeuygulanan Türkçe dil kurallarıyla söyleniyor (teknik terimiylekodlanıyor--). Buna ek olarak, konuşan, karşıdaki kişinin halve tavırlarına bakarak, nasıl anlaşıldığını sürekli denetleme durumundadır.
Dinleyenin işi de konuşanınki kadar karmaşıktır: Kulağa, havatitreşimleri halinde gelen fiziksel uyarıcılar, sinirsel titreşimlerbiçiminde beyne ulaşır. Beyin, dinleyenin algılama çerçevesi içindeanlamlandırarak yorumlar. Yorumlanan mesajla, gönderilen ilk mesaj,çoğu kez birbirinden farklıdır; çünkü araya birçok fiziksel, fizyolojikve psikolojik etken girer.
Bu kadar değişkenin işin içine girdiği iletişim sürecinde, kişilerinbirbirleriyle anlaşabilmeleri şaşılacak bir başarı olarak görünüyor.Bu karmaşık sürecin ürünü olan iletişim, çözdüğü kadar getirdiği sorunlarlada günlük yaşamın büyük bir bölümünü doldurarak sürüpgider. Bu sorunlar, kişiler arasındaki anlayış, yorumlayış ve duyuşfarkının doğal ve kaçınılmaz olduğunu kabullenmeden doğan hoşgörüylebüyük ölçüde giderilebilir.
:::::::::::::::::
5
İletişim Benimle Başlar:
Kendini Tanıma
Benim için çok önemli bir karar devresinde, hangi yönde karar vereceğimibilemez durumdayken, William Schutz'un Here Comes Everybodyadlı yazısını okudum. Schutz'un bu makalesinden aşağıya aldığımkısım, belirli bir yönde karar vermeme yardım etti! Mevcut ikialternatif karardan her birini --sanki kesinleşmiş bir karar olarak--düşünerek, her bir alternatife bedenimin nasıl tepkide bulunduğunugözledim. Bu deneyimden sonra duygu ve düşüncelerimi bedeniminnasıl ifade ettiğine daha çok dikkat etmeye başladım.
--... Her düşünce, her jest, kas gerginliği, duygu, midenin gaz yapması,burunu kaşıma, saçı karıştırma, hımlayarak melodi mırıldanma,dil sürçmesi, baş ağrıması gibi her şeyin şu anda olup bitenlerle anlamlıbir ilişkisi vardır.
Eğer bedenimin bana söylediklerini anlarsam, en derin duygularımıbilirim ve ne yapacağıma o zaman karar verebilirim... Kendimi tamanlamıyla tanıyorsam, yaşamımı kendim yönetebilirim. Bu bilinç olmadan,çoğu kez dış etkenler tarafından yönetiliyorum... Verimsiz,üzücü, karışık bir zihinle ve istemediğim bir biçimde...-- (Amerikalıklinik psikolog Schutz, 1975.)
İnsan kendini tanımaz mı? Bu bölümün başlığını okuduğunuzda,aklınıza gelen ilk soru bu olabilir. Evet, insan kendi bedeninin farkındadır,fakat bu oldukça bütünsel bir farkında oluştur. İçinde bulunulandurumla ilgili olarak, bedenin çeşitli bölümlerinin gergin yada gevşek olduğu, elin titreyip titremediği, kalbin hızlı ya da yavaşattığı çoğu kez pek farkedilmez. Bu, bedensel belirtilerin farkındaolunsa bile, içinde bulunulan durumla hissedilen duygular arasındakiilişki üzerinde pek durulmaz.
--Kendini tanıma-- sözüyle, sadece bedenle ilgili bir farkında oluşkastedilmiyor. Kendini bilmenin, tanımanın birçok boyutları vardır;bu boyutlar geçmiş, şimdi ve gelecekle ilgili olarak ortaya çıkar. Örneğin,geçmiş yaşantıların kişiyi şu anda nasıl etkilediği pek bilinemez;gelecekle ilgili beklentilerin şu andaki davranışlarla ilişkisi üzerindeyseçoğu kez düşünülmemiştir. Bunun gibi, şu an içinde bulunulançevrenin, konuşmayı, düşünce ve duyguları nasıl etkilediğiüzerinde pek durulmaz.
Bu bölümde, --kendini tanıma-- sözüyle bireyin kendisiyle, düşünceve duygularıyla ilişki kurması, kendinde olup biten duygusal vedüşünsel süreçlerle ilgili bir anlayışa kavuşması dile getiriliyor. Kendinitanıma devamedegelen bir süreçtir. Kişi noksanını bilmek gibi irfanolamaz sözüyle, bu sürecin zorluğu ve önemini atalarımız vurgulamıştır.
--Kendini tanıma niçin gerekli?-- sorusu aklınıza gelmiş olabilir.Belki bu soru, --Kendini tanıyan kimsenin, kendini tanımayan birinegöre ne gibi üstünlükleri vardır?-- biçiminde sorulsa daha anlamlıolur. Kendini tanıyan kimse gerçek duygu ve düşüncelerinin farkındadır.Böyle biri, başarısından dolayı elini sıktığı kimsenin yüzünegülümserken, gerçek duygusu kıskançlıksa bunu farkeder. Bu farkındaoluş sayesinde, karşısındakini niçin kıskandığı üzerinde düşünebilirve kendisiyle ilgili bazı özelliklerden haberdar olabilir. Örneğinkarşısındakinin başarısını onun cesaretli girişiminde görebilir, ne varki, kendisi baskı altında büyümüş olduğu için böylesine cesaretli girişimleryapamaz. Dolayısıyla da girişim yaparak başarı kazananları kıskanır.
Kendini tanımayan bir kimseyse, gerçek duygularının farkındaolamaz. Elini sıktığı kimsenin yüzüne gülümserken, içinde bir sıkıntıolduğunun belki farkına varabilir. Ancak içinde hissettiği bu duygunungerçek içeriğini ve nereden kaynaklandığı bilemez. Böyle durumlarda,bu kimselerin kafaları karmakarışıktır ve genel bir huzursuzlukiçindedirler. Herkese ve her şeye kızmaya, kavga çıkarmayahazırdırlar. Kavga çıkardıkları kimselerse genellikle yakın aileçevresindekilerden oluşur. Böyle huzursuz günlerinde eşlerine, çocuklarına,ana-babalarına sürekli çatarlar.
Kendini tanıyan kimse, dış dünyadaki olayların ve iç dünyasındaoluşan yaşantıların çoğu kez farkındadır. Bu tür biri, çevresindeki kişilerinkendisini nasıl etkilediğinin farkında olduğu kadar, kendisininçevresindekileri nasıl etkilediğini de bilir. Böylece kendi yaşamınıyönetebilme olanağına kavuşmuş olur.
Kendini tanımayan biriyse, dış dünyadaki olayların kendisini nasıletkilediğini bilemez. Çünkü kendi iç dünyasında olup bitenlerihenüz tam algılayabilmiş değildir.
İnsanların kendi duygularını tanımada zorluk çektiği bir gerçektir.Acaba bu zorluk nereden ileri geliyor? Doğuştan bu zorlukla mıdoğulur? Hayır! Böyle doğmayız. Çocukları gözleyin; onların duyguve davranışları arasında bir fark yoktur. Çocuk mutlu olduğu zamangüler; üstelik yalnız yüzüyle değil, tüm bedeniyle güler. Bir yeri acımışsaağlar, kızdığı da hemen anlaşılır. Kısacası çocuklar, büyüklerdegörülen HİSSET -DÜŞÜN -UYGUN OLANI SEÇ -GÖSTERformülünü uygulamazlar.
Gülerken Göbeği Oynamayan Adamdan Kork!
Çin atasözü
Duygu ve düşüncelerini süzgeçten geçirmeden ifade edebilen çocuk,nasıl oluyor da, büyüyünce duygu ve düşüncelerini denetlediktensonra değiştirerek ifade eden bir kimse haline dönüşüyor?
Bu sorunun cevabı çocuğun büyürken aldığı terbiye ve yetiştirilişbiçiminde yatar. Çocuğun içinde yetiştiği çevre, sürekli olarak hangiduygu ve düşüncelerin kabul edilebilecek, hangilerinin kabul edilemeyecektürden olduğunu belirtir. İstenmeyen duyguları açığa vurursaya dayak, ya azarlama ya da başka bir tür cezayla karşılaşır.Örneğin, eve gelen konuğun yanına gidip de, --Sen pis kokuyorsun!Hiç banyo yapmaz mısın?-- derse, orada bulunan yetişkin, çocuğuhemen kapı dışarı eder. Bu tür birkaç cezalanmadan sonra çocuk,--Kimsenin yüzüne doğruyu söylememem gerekiyor;-- genellemesineulaşabilir.
Çocuğun cinsiyetle ilgili soruları, çoğu kez, hemen önlenir ve zamanlaçocuk, cinselliğin, konuşulmaması gereken --kötü-- bir konuolduğunu öğrenir. Hatta, çocuk sadece konuşmamaya değil, yasaklanankonularda düşünmemeye de koşullanır. Yasaklanan konulardadüşünmesi körlenir, ne var ki düşünmemek, bu konularla ilgili duygularında yok olduğu anlamına gelmez. Duygular vardır, fakat buduyguların ifadeleri bastırılır. Bastırılan duygular bilinçaltına itilir.Zamanla, bu duygular, bilinçaltında biçim değiştirmeye başlarlar veartık onları tanımak, bu duyguların farkına varmak, güçleşir. Ne varki, beden bu duyguları kendinde barındırır. Bedenin vermiş olduğubelirtiler dinlenirse, tanınması güçleşmiş, bir köşeye itilmiş olanduyguların farkına varılabilir. Sözü konusu olan, bedenin dilidir.
İçteki gerçek duyguları, heyecanları ve tutumları belirten --bedendili-- nasıl öğrenilir? Bedenin değişik kimseler ve olaylara göstermişolduğu tepkiler dinlenirse, bu dil öğrenilebilir.
Şimdi kendi yaşam ve deneyimlerimden bir örnek vererek konuyuaçmak isriyorum:
Tanıdığım bir tarım mühendisi, büyük kentin olanaklarından yararlanabilmekiçin Tarım Bakanlığı'na atanmasını istiyordu. Böylecetiyatroya, operaya ve konserlere daha rahatlıkla gidebileceğini,arkadaşlarıyla daha sık buluşabileceğini ve çocukların daha kaliteliokullarda okuyabileceğini söylüyordu. Bir süre sonra karşılaştığımda banailginç gelen şu olayı anlattı:
--Tayin işlerini takip için sık sık Ankara'ya gelmem gerekti. Gelişlerimdeortaya çıkan bazı bedensel değişiklikleri önceleri farketmedim,ne var ki, sonraları dikkatimi çekmeye başladı. Ne zaman Ankara'yagelsem, başım ağrımaya başlıyor, sanki nefes darlığı çekiyormuşumgibi, sık sık derin soluk alma ihtiyacı duyuyorum! İçimdenedenini bilmediğim bir kızgınlık oluyor, sanki dolmuştakilerle kavgaetmek istiyorum, ne var ki, niçin kavga etmek istediğimi bilmiyorum.Aynı şey geçenlerde İstanbul'a gittiğimde de başıma geldi. Oysaşimdi çalıştığım Devlet Üretme Çiftliği'ne gidince içimi bir huzurkapsıyor. Ağaçlarla uğraşmaktan, meyvaları toplamaktan, onlarınbakımıyla ilgilenmekten büyük zevk alıyorum. Ben büyük kentlerdenhoşlanırım diyerek kendimi aldatıyormuşum. Bedenim, --büyükkentten hoşlanmıyorum;-- diye bağırıyormuş. Şimdi önceden vermişolduğum karardan vazgeçtim ve tayinimin durdurulması için Bakanlığabaşvurdum.--
Bedeninin dilini anlamaya başlayan kişi, yaşam biçimiyle ilgilidaha yerinde kararlar verebilecek duruma gelir. Örneğin, arkadaşınızlagerçekten hoşça vakit geçiriyor musunuz, yoksa zorunlu olduğunuziçin mi onu ziyaret ediyorsunuz? Yaşamınızda önemli olanbir kişiden sürekli sakladığınız bir sırrınız var mı? Bazen kendinizinbile inanmadığı şeyleri, karşınızdakini hoşnut etmek için söyler misiniz?Bırakın bunların cevabını bedeniniz versin.
HOŞLANDIKLARIM VE HOŞLANMADIKLARIM
Bedeninizin dilini öğrenmek için küçük bir deney yapmak ister misiniz?
Aşağıdaki açıklamaları bir arkadaşınız size okuyabilir ya da kendinizbir kasete okuyarak teypten dinleyebilirsiniz. Açıklamada (...)ile gösterilmiş yerlerde 5 saniye susunuz. Bu süre kendinizi gözlemlemeniziçin konmuştur.
1. Gözlerinizi kapayın ve sakinleşin.
2. Şimdi bulunduğunuz bu durumdan ayrıldığınızı ve gitmek istemediğinizbir yere gitmek zorunda kaldığınızı düşünün: Burasıöyle bir yer olsun ki, orada yapmak istemediğiniz işleriyapmak zorunda kalacak, görmek istemediğiniz insanları göreceksiniz.Bu, bir sınava girmek ya da görmekten hiç hoşlanmadığınızbir kimseyle beraber bulunmak gibi bir durum olabilir.Hoş olmayan bu durumu ancak siz bilebilirsiniz, onuniçin en rahatsız olacağınız kişileri ve durumları bulmak sizekalmıştır. Hoş olmayan durumu hayalinizde canlandırınca,üzerinde durun ve her yönüyle tanımaya çalışın, orada olanherkese, her olaya dikkatinizi verin. (Buna bir ya da iki dakikaayırın.)
3. Hoş olmayan durumu iyice görüp inceledikten sonra şimdidikkatinizi bedeninize çevirin. Ne gibi mesajlar alıyorsunuzbedeninizden? Her bir duygunun yerleşmesine olanak tanıyın.(...)Bedeninizde gerginlik var mı? Varsa nerede? Başka nelerdiyor bedeniniz? (...) Soluk alış verişinize, ayaklarınızın, ellerinizinduruşuna, kalbinizin atışına dikkat ederek bedeninizinsöylediklerini bütün ayrıntılarıyla işitmeye, anlamaya çalışın. (...)
4. Şimdi biraz sakinleşin ve hoş olmayan durumu unutun. Birdakika aradan sonra, gitmek istediğiniz bir yer ya da hoşlanacağınızbir durum düşünün.(...) Söz konusu ortamda yapmakistediğiniz işler, görmek istediğiniz kimseler var. Bu kişileriyine en iyi siz bilirsiniz. Ayrıntıları düşünün: Burası neresi?(...) Ne yapıyorsunuz?(...) Başkaları da var mı?(...) Kimler?(...)Yaptığınız işe, birlikte bulunduğunuz kişilere tüm dikkatiniziverin ve o durumdaki her şeyi bütün ayrıntılarıyla gözünüzünönünde canlandırmaya çalışın.(...)
5. Şimdi dikkatinizi yeniden bedeninize verin.(...) Ne gibi mesajlargönderiyor, bu kez?(...) Hangi duyguları nerenizde hissediyorsunuz?(...)Bedeninizin söylediklerini iyice duymaya ve anlamaya çalışın.
6. Artık gözünüzü açabilirsiniz. Şimdi aşağıdaki soruları cevaplandırın:
(a) Hoşlanmadığınız ve hoşlandığınız durumları düşündüğünüzde,bedeninizin farklı mesajlar gönderdiğini gözledinizmi? Bu farklı mesajları bedeninizin en belirgin nerelerinde hissettiniz?
(b) Bu tür mesajları daha önce de duydunuz mu? Daha önceleribedeninizden bu tür mesajlar geldiğinde ne yapardınız?Bu mesajlara gerekli anlamları verip onları gözlemlemeye çalışırmıydınız? Yoksa onları bir kenara iterek üzerinde pek durmaz mıydınız?
(İlgilenen okuyucu bu bölümün --Alıştırmalar-- kısmındaki --BedeninizNe Diyor?-- başlıklı alıştırmayı yaparak, bu konuda daha çokdeneyim kazanabilir.)
BENLİK BİLİNCİNİZ NASIL BİÇİMLENDİ?
Yukarıda yaptığınız alıştırmaların sonucunda, şimdi bedeninizinduygularınızı nasıl dile getirdiğine daha duyarlı bir duruma geldiğiniziumarım. Bedeninizin dilini dinleyerek, hangi ortamlardan hoşlandığınızın,hangi durumlardan rahatsız olduğunuzun farkına varabileceğiniziöğrenmiş bulunuyorsunuz.
Peki, şimdiki kişiliğiniz nasıl biçimlendi? Bir başka deyişle düşünmenizde,duymanızda, hal ve davranışlarınızda size ait özelliklerikazanmak konusunda neler etkili oldu? Diğer insanlarla konuşmaktanhoşlanan dışadönük bir kişiyseniz, nasıl oldu da bu durumageldiniz? Utangaç, sıkılgan, kendinden emin olmayan bir kişiysenizneden böyle bir kişilik edindiniz? Bu soruları cevaplarken hem kalıtımyoluyla; hem de içinde yetiştiğiniz toplumsal çevre yoluyla nelerkazandığınızı değerlendirmek zorundasınız. Kişinin belirli özellikleri,annesinden ve babasından kalıtım yoluyla aldığı bir gerçektir. Ancakkişilik, büyük ölçüde, içinde yetişilen sosyo-kültürel koşullarınözelliklerine bağlıdır. İçinde yetişilen ortam, kendi hakkında nasıldüşünmesi gerektiğini kişiye öğretir. Büyürken çevresinde bulunankişiler, kişinin kendi hakkında nasıl düşüneceğini önemli ölçüde belirler.
Ünlü eleştirmen George Herbert Mead, Sosyal Bir Nesne OlarakBenlik başlığını taşıyan makalesinde bu konuda şöyle der:
--Benlik, iletişim süreci içinde oluşan bir kavramdır. Ancak iletişimiçinde insan kendi içinden çıkıp, sanki diğerlerinin gözüyle kendinebakabilmektedir. Sadece kendine değil, başkalarına da başkalarınıngözüyle bakabilmeyi öğrenir. Böylece bu etikileşim ağı içindebenlik ortaya çıkmaya başlar. Benliği toplumsal yaşantının dışındadüşünmek olanağı yoktur. Toplumsal yaşantının olmadığı; yani iletişimolmayan yerde, benlik bilincinin oluşacağını düşünemeyiz. Benlikbir kez oluştuktan sonra; bireyler uzun yalnızlık sürelerine dayanabilirler.Çünkü birey bir arkadaş olarak kendini kullanabilir. Benlikoluştuktan sonra kişi, diğerleriyle olduğu gibi, kendisiyle de iletişimkurabilir. Kendisiyle kurulan iletişim sonsuza dek sürmez, mutlakabir süre sonra bu iletişimin başkalarıyla kurulan toplumsal iletişim biçimine dönüşmesi gerekir. Yoksa kişilerde akıl hastalığı belirtileriortaya çıkar.-- (Mead, 1970.)
Çocuk, doğduğunda, toplumsal açıdan boş bir tabloyu andırır.Bebeğin düşünme yeteneği henüz olgunlaşmamıştır ve dayanabileceğihiçbir yaşantısı, deneyi yoktur. Zamanının büyük bir bölümü mamayemek ve uyumakla geçer. Çocuğa yapılan yaklaşımlar küçük birbebekken bile diğerlerinin gözünde kendisinin ne kadar değerli olduğukonusunda ona bir fikir verir. Bebek kendi bakımıyla ilgili davranışlardanetkilenir.
Birkaç örnek verelim:
-Kucağa alınmak, sarılmak ve öpülmek.
-Acıktığı zaman beslenmek.
-Ağladığı zaman ilgilenilmek.
-Uykusu geldiği zaman --nennen-- yapılmak.
Bu davranışlarıyla anne ve baba çocuklarına olan ilgilerini ve sevgileriniilişki düzeyinde iletmiş olurlar. Eğer bebek konuşabilseydi,--Bana gerçekten değer veriyorlar... Demek ki onlar için ben oldukçaönemliyim;-- derdi.
Ne yazık ki, kimi çocuklar bu kadar şanslı değildir; çünkü onlarınanne ve babaları ya çocuk yetiştirme konusunda yeterince bilgili sayılmazlar,ya da çocuklarını pek önemsemezler. Bu ana-babalarınkendileri de çocukken ihmal edilmişlerdir ve farkında olmadan; kendilerineçocuklukta gösterilen davranışın aynısını yaparlar:
-Çocuklar aç olduğunda aldırmazlar, uzun süre beslemezler.
-Ağladığı zaman ihmal ederler, ilgilenmezler.
-Çocuklarına fazla dokunmaz, onları kucaklayıp okşamazlar.
Böyle bir yaklaşımla karşılaşan bir bebek, konuşabilseydi, şöylederdi: --Bana aldırış etmiyorlar, ben onların umurlarında bile değilim...Demek ki, ben önemsiz, değersiz biriyim.--
İlgisizlik, umursamazlık sadece çocukların değil, İkinci Bölümdetartışıldığı gibi, yetişkinleri de olumsuz yönde etkiler. Psikoloji bilimitarihinin önemli isimlerinden olan William James, 20. yüzyılınbaşlarında kendilik konusuyla ilgili olarak şöyle der:
--Bir insana verilecek en korkunç ceza, onun varlığını kabul etmemektir.Örneğin, varsayalım ki, bir insan topluma bırakılıyor ve otoplumun hiçbir üyesi tarafından farkedilmiyor. Bu kişi bir yere girdiğindehiç kimse kafasını kaldırıp bakmıyor, cevap vermiyor, yaptığıhiçbir işe aldırmıyor, kısacası, sanki o hiç yokmuş gibi davranıyor...Bu durumda olan kişinin içinde öyle bir kızgınlık ve çaresizlikortaya çıkacaktır ki, en vahşice bedensel işkenceler bile böyle bir durumaoranla bir iç rahatlığı gibi görülecektir. Çünkü bedensel işkenceyapan, ne kadar kötülük yaparsa yapsın, yine de bizim varlığımızıkabul ediyor demektir.-- (James, 1970.)
(Bu gözlem, hatırlanacağı gibi, Watzlawick ve arkadaşlarınca kendi iletişim kuramlarını kanıtlamak için kullanılmıştır.)
Çocuk büyüdükçe, çevreden daha çok sayıda mesajlar almayabaşlar. Davranışları büyükleri tarafından değerlendirilmeye başlanır.Çocuk bu değerlendirmelere dayanarak kendisi hakkında bazı yargılaraulaşır:
-Erkek çocuklar ağlamaz! (Ben ağladığıma göre, demek ki benim erkekliğimdebir eksiklik var.)
-Kafa yok mu sende, eşşek kafalı! (Demek öteki insanlar hiç hatayapmıyorlar! Hata yapan sadece benim. Gerçekten kafasız biriyimöyleyse!)
-İyi çocuklar çişleri geldiği zaman annelerine söylerler. Annenesöylemeden niçin çişini yaptın bakayım?! (Demek ben kötü bir çocuğum.)
-Büyükten çok daha zeki maşallah! (Benim kafam ablam ya da ağabeyimkindendaha iyi çalışıyor. Onlar ahmak, ben akıllıyım. Ben onlardan üstünüm.)
-Sen benim için dünyanın en değerli varlığısın. (Annem beni seviyor.Beni hiçbir zaman yalnız bırakmayacak. Hatalarım olsa bile yinebeni sevmeye devam edecek.)
-Benim kızım dünyanın en güzel kızı. Hem kendine bakmasını da biliyor.Her zaman saçlarını tarar, üstünü başını temiz tutar. (Beni seviyorlarama bu sevginin koşulları var; üstümü başımı temiz tutmalı, saçlarımıtaramalıyım.)
-Eğer annene biraz acısaydın, bunu yapmazdın. (Bunu yaptığıma göre,demek ben anneme acımıyorum. Anneme acımadığıma göre ben kötü bir çocuğum.)
Çocuklar kolay inanan varlıklardır. Bu mesajlara anında inanırlar.Kendileri konusunda bilgi sahibi olabilecekleri başka hiçbir kaynakolmadığından, özellikle başlangıçta, tümüyle aile içinde duyduklarısözlere dayanırlar. Böylece çocuk çevrede duydukları sözleryoluyla kendisiyle ilişkili bir resim, bir imaj oluşturmaya başlar. Biryaşına geldiğinde benlik bilincinin temeli oluşmuştur. Dört, beş yaşınageldiğinde ise, kendisi hakkında o denli tutarlı ve güçlü bir kanı-iyi ya da kötü-geliştirmiştir ki, bu, ömür boyu sürer. Bu kanıyıdeğiştirmek artık zordur.
İşte kişinin kendisi hakkındaki bu yargıya, benlik bilinci adı verilir.Benlik bilinci, sürekli farkında olunan bir yargı değildir; genelliklebilinçaltında bulunur ve etkisini algılama, düşünme ve davranışlardagösterir.
ÇOCUK NE YAŞIYORSA ONU ÖĞRENİR
Eğer bir çocuk sürekli eleştirilmişse,
Kınama ve ayıplamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk kin ortamında büyümüşse,
Kavga etmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa,
Sıkılıp, utanmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse,
Kendini suçlamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişse,
Sabırlı olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk desteklenip, yüreklendirilmişse,
Kendine güven duymayı öğrenir.
Eğer bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse,
Takdir etmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,
Adil olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse,
İnançlı olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk kabul ve onay görmüşse,
Kendini sevmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,
Bu dünyada mutlu olmayı öğrenir. (Nolte, 1975.)
Kendinizi Seviyor musunuz?
Benlik bilincinize yakından bakabilmenin bazı yöntemleri vardır.Aşağıdaki ifadelere verdiğiniz cevapları değerlendirerek, kendi kendinizlene ölçüde iyi ilişkiler içinde olduğunuzu saptayabilirsiniz.Her bir ifadenin yanına sizin değerlendirmenizi belli eden bir rakamkoyunuz:
4: eğer ifade tümüyle doğruysa,
3: eğer ifade çoğunlukla doğruysa,
2: eğer ifade kısmen doğruysa,
1: eğer ifade ender durumlarda doğruysa,
0: eğer ifade hiç doğru değilse.
1 ( ) Sabahleyin neşeli bir şekilde uyanırım.
2 ( ) Çoğunlukla neşem yerindedir.
3 ( ) Çoğu kimse tarafından sevilirim.
4 ( ) Aynaya baktığım zaman, aynada gördüklerim hoşuma gider.
5 ( ) Karşıt cinsten biri gözüyle bakıldığında, çekici bir kimse olduğumudüşünürüm.
6 ( ) Zeki bir insanım.
7 ( ) İşimden hoşlanırım.
8 ( ) Kendimle ilgili olarak utanılacak pek bir şey göremiyorum.
9 ( ) Yeterli sayıda arkadaşım var.
10 ( ) Oldukça enerjik bir insanım.
11 ( ) Esas olarak iyimser bir kişiyim.
12 ( ) Kendi hatalarıma gülebilirim.
13 ( ) Eğer hayata yeniden başlama imkanım olsaydı, değiştirmekistediğim pek bir şey olmazdı.
14 ( ) Ben ilginç bir insanım.
15 ( ) Cinsel yaşamımdan memnunum.
16 ( ) Hala gelişen ve değişen bir insanım.
17 ( ) Başkaları bana önem verir.
18 ( ) Bana benzer başka insan pek bulunmaz.
19 ( ) Görünüşümle ilgili olarak değiştirmek istediğim şey yok.
20 ( ) Ben duyarlı bir insanım.
21 ( ) Şimdiye dek yaptıklarımdan pişman değilim.
22 ( ) Önem verdiğim kişiler benim kanılarımla, düşüncelerimleilgilenirler.
23 ( ) Duygularımı açıklamaktan çekinmem.
24 ( ) Gerçekten bir cennet varsa, öldükten sonra ben mutlakaoraya giderim.
25 ( ) Başkalarıyla konuşurken rahatım.
26 ( ) Yaşamımı istediğim yöne çevirebilirim.
27 ( ) Yerlerinde olmak istediğim, gıptayla baktığım çok sayıdakimse yok.
28 ( ) Oldukça ilginç bir yaşamım oldu.
29 ( ) Ben her türlü iyilik ve ödüle değer biriyim.
30 ( ) Yaşamımda, şu anda bulunduğum noktada olmaktan memnunum.
Toplam puanınız kaç?
96 ve Yukarısı: Kendiniz hakkında oldukça olumlu düşünen bir kimsesiniz.Eğer puanınız 105'in üstüne çıkmışsa, iki seçenek var: Ya işibiraz şakaya vurdunuz, ya da kendi hakkında son derece olumlu düşünenbir kişisiniz. Bir insanın her yönüyle kendini tam anlamıyla,beğenmesi biraz ender bir durumdur. Kendinizle ilgili eksikleri görebilecekgerçekçiliğe sahip olmalısınız. 105 puandan daha üstün puanalanların dikkatli olmaları gerekir. Kendini bu denli beğenmiş kişi,ilişkide bulunduğu diğer kimseleri genellikle iter, uzağa kaçırır.
82 -95 Arası: Kendini seven ve kendiyle barış içinde yaşayan, şanslıinsanlardan birisiniz. Mükemmel olmadığınızı bildiğiniz halde,karşılaştığınız kişisel sorunları çözebilecek inancı kendinizdebulabiliyorsunuz ve gelişmeye istekli bir insansınız.
48 -81 Arası: Kendinizle ilgili karışık duygularınız var. Bazı güçlüyönlerinizin farkındasınız, ancak zayıf yönlerinizi gözünüzde dahaabartıyor olabilirsiniz. Büyük bir olasılıkla, bu hatalı yönlerinizi pasifbir biçimde kabullenip kendinizi geliştirmek için pek bir çabaharcamıyorsunuz. İnsanın isterse kendini değiştirip geliştirebileceğiniunutmayın.
47 ve Aşağısı: Kendinizi pek beğenmiyorsunuz. Belki de geçici olarakbir --kendini aşağılama dönemi--nde bulunuyorsunuz. Herkesböyle bir dönemden ara sıra geçer. Kendinizle ilgili kanınız çoğu kezböylesine olumsuzsa, belki de kendini beğenmiş kişilerde görülenhataya paralel ancak ters yönde, bir hata yapıyorsunuz. Kendi hakkınızdakidüşünce ve duygularınızı bir arkadaşınızla, sizi iyi tanıyanbiriyle konuşmanızda yarar olabilir. Onlar sizin iyi ve kötü yönlerinizi,dışınızdan baktıkları için, daha iyi değerlendirebilme durumundaolabilirler. Kendinizle ilgili kanınızı, onlarınkiyle karşılaştırmanızıve üzerinde tartışmanızı öneririm.
--Kendinizi Seviyor Musunuz?-- konulu uygulama ilginizi çekmişseve benlik bilincinizle ilgili daha ileri aşamada bir uygulama yapmakistiyorsanız, bu bölümün sonunda verilen --Olmak mı, Görünmekmi?-- başlığı altında yer alan alıştırmayı yapabilirsiniz.
--Kendinizi Seviyor Musunuz?-- testini, Hacettepe ÜniversitesiSosyoloji ve Psikoloji öğrencilerinin devamı ettiği --İletişim PsikolojisineGiriş-- dersinde, 1976 yılında uyguladım. Sınıfta 55 öğrenci bulunuyordu.Testten elde edilen sınıf ortalaması puanı 85'di. Kız ve erkeköğrencileri, bu testten aldıkları puanlar yönünden karşılaştırınca,kızların erkeklerden daha yüksek puan aldıklarını saptadık: Kızlarınortalama puanı 89, erkeklerinkiyse 80'di.
Bu puanlara bakarak sınıftaki öğrencilerin genel olarak --kendileriniseven ve kendileriyle barış içinde yaşayan-- kişiler olduğunusöyleyebiliriz. Ne var ki, sonuçlara göre, kızlar biraz daha kendileriylebarış içindeler, biraz daha kendilerinden hoşnutlar.
En düşük puan 35'ti. Bu puanı alan öğrencimle özel olarak konuştuğumda,son iki haftadır, değişik nedenlerden ötürü, bir karamsarlıkiçinde olduğundan söz etti. O sıralarda yaptığım ara sınavındada, en düşük notu alan bu öğrenci oldu.
Bu arada ilginç olabilir diye, kız ve erkek öğrencilerin sınav notlarınınortalamalarını ayrı ayrı hesapladım: Kız öğrencilerin ortalamasınav notu yüz üzerinden 71 iken, erkek öğrencilerinki 65 çıktı. Busonuca bakarak kızlar ve erkekler hakkında hemen bazı genellemeleregitmemek gerekir. Ancak yukardaki sonuçlar, kişilerin kendilerindenhoşnut olma derecesiyle başarı göstermeleri arasında bir ilişkiolabileceği açısından düşündürücüdür...
KENDİ KENDİNİ DOĞRULAYAN KEHANET
Benlik bilinci, diğer insanlarla olan etkileşimi biçimlendirir. Bu biçimlendirme, yaşam boyunca sürer, ne var ki, çocukluk yıllarındakiyaşantıların etkisi daha ağır basar.
Kendini değersiz bulan kişilere rastlamışsınızdır. Bu kişilerinönemli bir bölümü oldukça zeki insanlardır. Fakat küçükken sürekliolarak kendilerinden daha zeki olduğu söylenen kardeşleri ya daarkadaşlarıyla kıyaslandıkları için, kendilerini --akılsız--, --düşük zekalı--,--ahmak-- bilerek büyümüşlerdir. Bazı kişiler de, küçükken arkadaşlarıtarafından alay edilerek koşullandırılmışlardır. Kimine --şişko--denmiş, kimine gözlük taktığı için --dörtgöz-- adı verilmiştir.
Kendini değersiz bulan insanların geçmişinde, yukarıda anlatılanlarabenzeyen bazı olumsuz etkileşimler yer almıştır. Bu kişileringeliştirdiği benlik bilinci, onların gerçek potansiyelini yansıtmadığıhalde, yıllar yılı kafalarında bu benlik bilincini yaşattıkları için; değiştirilmesi zor bir duruma gelmiştir. Ancak, bilinçli bir çabayla, benlikbilincini yeniden inşa etmek olanağı vardır. Bu yeniden inşa, yavaşbir süreçtir ve sağlıklı bir ortamı ve her şeyden önemlisi, kişininbilinçli olmasını gerektirir.
Benlik bilinci, kişilerin kendileriyle ilgili, kafalarında taşıdıklarıbir resme benzetilebilir. Kendini değersiz bulan kişinin resmi, çarpıtılmış,gerçeği temsil etmeyen, yamuklaştırılmış bir resimdir. Her insan,kafasında taşıdığı --benlik resmi--ni gerçekleştirmeye yönelir. Buresim ne kadar gerçekten uzak olursa olsun, zamanla sanki gerçekmişgibi kişinin yaşamını etkilemeye başlar. --Kötü bir öğrenciyim--düşünce ve inancını kafasında taşıyan bir öğrenci; sınıfta niçin başarısızolduğuna birçok neden bulur. Fakat bu kişinin davranışını yakındangözlerseniz, onun iyi öğrenci olmaktan adeta çekindiğini farkedebilirsiniz.Çünkü --kötü öğrenci-- olmak, onun benlik bilincineuyar. İyi not alan bir öğrenci durumuna gelmesi, ancak benlik bilincindebazı değişikliklerin yapılmasıyla mümkün olabilir. Başarısızbir öğrenci olması, onun kendi hakkındaki --kötü öğrenci-- inancınıdoğrular. Yine aynı biçimde, kendini sıkılgan olarak tanıyan bir insan,kendisini topluluk içinde konuşacak ya da soru soracak bir kimseolarak göremez. Böylece de, kendisi hakkında olumsuz bir benliksahibi olan kişi, benlik bilincine uygun beklentilerini gerçekleştirmeyedevam eder.
Kişinin bu kısır döngüyü kırıp, gerçek potansiyelini kullanabilecekbir duruma gelmesi için, bilinçli olarak, sağlıklı bir ortamda, benliğiniyeniden inşa etmesi gerekir.
Aziz Nesin'in, aşağıdaki hikayesini çocuğun içinde yetiştiği ortamdaki--sevgi-- ve --benlik bilinci--nin bir insanın kaderinde oynayabileceğirolü, evrensel bir psikolojik olayı sergilediği için okuyucuyasunuyorum.
Helal Olsun
--Petir canavarı Zengo yakalandı. Beş vilayet sınırı içinde sindiripsındırmadığı kimse kalmamıştı. İnsanları titreten haydut, en sonundakapana kısıldı.
Hükümet konağı önündeki caddeden geçerken bütün yol boyuonu görmek için gelenlerle dolmuştu. İki eli, iri baklalı bir zincirevurulmuştu. Sarkan zincirin ucu yerde sürünüp şakırdıyordu. Sağındaiki candarma, solunda iki candarma, arkasında beş candarma vardı.Candarma komutanı assubay da önde gidiyordu.
Herkes onu merak ediyor, görmek istiyordu da, yine de kimse yakınınasokulamıyordu. Arkadaki meraklılar, Petir canavarını görmekiçin öndekileri ittikçe, öndekiler geri direniyor, canavara sokulmaktanürküyorlardı. Candarmaların arasındaki Zengo ilerledikçe, kalabalığıbıçak gibi yarıyor, önü açılıp boşalıyordu. Ama kaçışan halk,uzaktan da olsa, Zengo'ya bir tükürük atmaktan geri durmuyordu.Zengo'ya taş atanlar bile vardı. Yaşlı kadınlar yumruklarını sıkıyorlardı.
--Kahrol Zengo!..--
--Geber Zengo!..--
Her eşkıyanın az çok, bir iki seveni bulunur. Hiç değilse yakın hısımlarısever. Zengo'yu bir tek kişi, öz kardeşi bile sevmiyordu. Onuniçin, bir an önce asılmasını en isteyenler, kendi köylüleri, yakınhısımlarıydı.
En azgın, en azılı eşkiyanın bile, uydurma da olsa birkaç iyiliğianlatılır, eşkiyanın en canavarı bile masallaştırılır. --Zengini soyar,yoksula verir,-- derler. --Öksüz kızlara düğün dernek yapar,-- derler.Ne de olsa bir iyiliğini söylerler. Zengo için hiç kimse iyi bir şeysöylemiyordu. Bu Zengo, çocukluğundan beri canavardı. Adam öldürmekten,ama hiç yoktan cana kıymaktan zevk alıyordu. Öldüreceğiadamın zengin ya da yoksul, kadın ya da erkek, yaşlı ya da genç olmasıonun için hiç önemli değildi. Yıllarca dağlarda bir başına gezmişti.Yanına kimse sokulamazdı ki onunla arkadaş olsun.
Yakalandığı zaman üstünde beş liraya yakın bozuk para çıkmıştı.Oysa öldürdüğü her adamdan onar lira almış olsaydı, ceplerinin altınladolu olması gerekirdi. Parası yoktu. Çünkü para için adamöldürmüyordu. O, öldürmek için öldürüyordu. Belki de bütün insanlarıöldürüp, bu koca yeryüzünde bir başına rahatça yaşamak istiyordu.Daha doğrusu niçin adam öldürdüğü belli değildi, bunu, belkikendisi de bilmiyordu.
Çocukluğunda yakaladığı tavukların başını dişleriyle koparırmış.Sonra kedilerin gözlerini oymaya, köpeklerin karnını deşmeye başlamış.
Dağa ilk çıkışı, evliliğinin ilk gecesi olmuş. Zengo, köyünün enzengini. Yalnız kendi köyünün değil, bütün bura köylerinin en zengini.Böyle olduğu için de çok güzel bir kızla evlendi. Kızın babasınayüz koyunluk bir sürüyle üç yüz de altın verdi. Kızı aldı. Kız, gerdeğegirecekleri geceye kadar Zengo'nun yüzünü görmemişti. İlk ogece gördü. Görmesiyle de bir çığlık atıp, iki elini yüzüne kapayarakkaçması bir oldu. Ama kaçacak yer yoktu. Zengo, kapıyı tutmuştu.Kız iki avucu yüzüne kapalı, çığlık çığlığa duvara sırtını verip köşeyebüzüldü. Parmaklarının arasından Zengo'ya bakıp çığlığı basıyordu.
Zengo'yu görüp de korkmamak olanaksızdı. Boyu iki metreyi aşkındı.Elleri kürek kadar iriydi. Ya hele yüzü... Doğduğu zaman, katırbaşlı bir çocuk doğdu diye bütün köylü şaşırmıştı. Bu baş, yalnız katırbaşına da benzemiyordu. Biraz katır, biraz domuz, biraz manda... Şaşılasıbir baş. Bütün hayvanlara benziyor, yalnız insana benzemiyordu.
Anasının bu çocuğa bir ayıdan gebe kaldığını söyleyenler bile vardı.Zengo büyüdükçe daha korkunçlaştı. Tepegözlü, fincan iriliğindekiiki gözünün biri alnında, biri de yan aşağıdaydı. İri burnu, suratınasaplanmış bir bıçağın sapı gibi duruyordu. Yanpiri, kocaman ağzıvardı. Çiğ pirzola gibi alt dudağı sarkık, iri dişleri de görünürdü.Bütün yüzü kıllarla kaplıydı.
Güzel gelin, Zengo'yu böyle görünce korkudan titreyerek köşeyebüzüldü. İki eliyle yüzünü kapadı. Parmaklarının arasından Zengo'yabaktıkça çığlığı basıyordu. Zengo gülümsemeye çalıştı. Ama beceremedi.Çünkü, nasıl gülündüğünü hiç bilmiyordu. Geline doğru,ellerini açarak yürüdü. Maksadı geline gülümsemek, --Korkma, korkmabenden,-- diye ona yalvarmaktı.
Ona yalvaracak, insan olduğunu söyleyecek, --Bağırma, istersenvazgeçelim. Yarın sabah babanın evine git!...-- diyecekti.
Ama gelin, bunu anlayamadı. Zengo'nun ellerini açıp üzerineyürüdüğünü görünce, bayıldı, boş bir çuval gibi oracığa yığılıp kaldı.
Zengo, hiç soğukkanlılığını yitirmeden gelini okşaya okşaya boğdu.Sonra onu koynuna alıp sabaha kadar beraber yattı. Gün ışımadan dabaşını alıp dağa çıktı.
Aradan bir hafta geçmeden Zengo, kızın babasını öldürdü. Amabu, başka cinayetlere benzemiyordu. Adamı lokma lokma doğramış,her lokmasını köy yoluna serpmişti. Ertesi sabah yollarda parmaklar,kulaklar, burun gördüler.
Zengo, daha sonra, kendi iki kardeşini öldürdü. Kardeşleri, kendisigibi çirkin, korkunç değillerdi. Kız kardeşini, başından aşağı gazdökerek geceleyin tutuşturmuştu. Kız, gecenin karanlığında alevleriçinde tutuşa tutuşa dağlara doğru koşarak yandı, kül oldu.
Ağabeysini de bir gece baltayla parçalayıp başını, kollarını, gövdesini,ayaklarını ayrı ayrı ağaçlara astı.
Bundan sonra Zengo'nun cinayetlerinin ardı arkası gelmedi. Öncekendi hısımlarını öldürdü. Çocuk demiyor, kadın demiyor, yaşlı demiyor,öldürüyordu. Öldürmekle de hırsını alamazsa, cesedi yakıyordu.
Dağda yaşıyordu. Pek sıkışır da yakalanacağını anlarsa, sınırdan kaçıyordu.
Bir kez yakalanmış, hapishane duvarını delerek kaçmıştı; Candarmalarınarasında caddeden geçen Petir canavarını halk taşlıyor, suratınatükürüyordu. Ama ona yaklaşmaya da korkuyorlardı.
Göğsünde çaprazlama fişeklik vardı. Bir dev gibi yürüyor, koskocamanayakları, deve tabanı gibi yere löp löp basıyordu.
Silahı, fişekleri alınan Zengo, hapishanenin bodrumundakihücreye atıldı. Mahkemesi başladı. Zengo avukat tutacaktı. Ama parasıyoktu. Köyündeki geniş topraklarını, bütün mallarını, davarlarını,evini sattı. Eline çok büyük para geçti. Bu kez de kendisini savunacakavukat bulamadı. Zengo'dan herkes nefret ettiği için, hiçbir avukatonun davasını almak istemiyordu. Alsalar neye yarardı! Hiçbiravukat, Zengo'yu idamdan kurtaramayacağını biliyordu. Onun içinde davasını almıyorlardı. Ama en sonunda Zengo bir avukat buldu.Avukata pek çok para verdi.
Herkes, --İdamdan kurtaramazsa, Zengo avukatı öldürür,-- diyordu.İdama gitmeden hapisten kaçar, belki de mahkeme salonundaavukatı öldürürdü. O, bir kişiyi öldürmeyi kurmuşsa öldürür. On, onbeş kişi, bu dev azmanıyla başedemezdi.
Zengo, avukatının kendisini yalnız idamdan değil, hapisten bilekurtaracağına inanıyordu. O kadar çok para vermişti ki avukata, Zengo'yukurtarmalıydı o.
Mahkeme uzun sürdü. Sonunda sıra avukatın Zengo'yu savunmasınageldi. Ne olacaksa işte bu oturumda olacaktı.
On süngülü candarmanın arasında mahkemeye gelen elleri kelepçeliZengo'ya kalabalıktan çok kişi bağırıyordu.
--Geber Zengo!..--
--İpe, ipe Zengo!..--
Mahkeme salonuna girerken, Zengo'nun bileklerindeki kelepçeyiçözdüler. Zengo, iki candarmanın arasında mahkeme salonuna girdi.
Söz savunmanın. Avukat ayağa kalktı, öksürdü. Titrek, korkulubir öksürüktü bu. Zengo'nun savunulacak bir yanı yoktu. Bütün suçları,tanıklarıyla, kanıtlarıyla ortadaydı. Yalnız bilineni yirmi cana kıymıştı.Daha bilinmeyeni kimbilir ne kadardı? Avukat, bir kurtuluşumudu olarak Zengo'nun deli olduğunu ileri sürmüş, ama tıbbi gözlemaltına alınan Zengo'nun deli olmadığı doktor raporuyla anlaşılmıştı.Avukatın, Zengo'yu savunacak gerçekten bir sözü yoktu.Cüppe kolunun bol yeni içinde kaybolan elini önce yargıca, sonraZengo'ya çevirdi. Söze başladı.
--Pek muhterem reisim ve pek muhterem yüksek mahkeme heyeti...Müvekkilim masumdur. O'nun masumiyetini anlamak için temiznasiyesine, şefkatle bakan gözlerine bir nazar atfetmek kafidir sanırım.Yüksek mahkemenizden rica ederim. Sanık mevkiinde bulunanmüvekkilime dikkatle bakınız. Kendisine isnad edilen bunca suç, bumasum, bu temiz, bu açık çehreden memun edilebilir mi? Hayır. Edilemez!--
Avukat heyecanla konuşuyordu. Bu konuşması bir saat sürdü.Konuşurken sesini bir alçaltıp bir yükselterek harp telleri gibi titretiyor,bir hızlanıp bir yavaşlıyordu. Ama bütün çabası boşa gitmişti.Sözlerinin hiçbiri, ne yargıçlarda, ne dinleyicilerde olumlu bir etkiyaptı. Nasıl olsa Zengo'yu kurtaramayacağını bilen avukat, hiç olmazsasanıktan aldığı parayı hak etmek için konuşmuştu. Yalnız bir kişi,avukatın sözlerinden büyük bir üzüntü duymuştu. Ağlıyordu. Buadam, Zengo'ydu. Alnındaki fincan iriliğindeki gözü yaşarmıştı. Avukatınabakarken gülümsemeye çalışıyordu. Mahkeme karar için bir ay ileriyeatıldı.
Zengo, salondan çıkınca avukatının elini öptü. Bütün hayatında,kendisine --iyi-- diyen bir kişi bu avukattı.
Hapishaneden avukatına beş bin lira daha gönderdi. Daha öncede çok para vermişti.
--Helal olsun, böyle avukata helal olsun...-- diyordu.
Yargıç kararını bildirdi. İdam! Zengo, avukatına gülümsüyordu.Hapishaneden avukatına ikinci kez beş bin lira daha gönderdi.
Karar Yargıtaydan geldi: İdam onaylanmıştı.
--Helal olsun, böyle avukata, helal olsun...-- diyordu Zengo.
İdam kararı Meclis'te onaylandı. Zengo, gülüyordu, sevinçliydi.Zengo, bütün parasını avukatına bıraktı.
İdam sehpasına götürülmek için hücresinden alınırken Zengo:
--Helal olsun, böyle avukata, helal olsun...-- diye söyleniyor, gülümsüyordu.
Sevgi eksikliği her zaman bir Zengo yaratmaz, ama dünyaya küskün,kendini değersiz bulan, kendini ve insanları sevmeyen kişilerortaya çıkarır. Benlik bilinci, geçmişte kişiye nasıl davranıldığı, nelersöylenildiğiyle oluşur. Benlik bilincini değiştirip, kendini tanıma yoluylayeniden biçimlendirme durumuna geçilmezse, gerçeğe uymayanbenlik bilinci, ömür boyu sürer.
Kaldı ki, küçüklükten beri söylenenler, çoğunlukla kendi aralarındatutarlıktan yoksundur. Birbiriyle çelişen o denli çok şey söylenir ki,hangisinin doğru olduğuna karar vermek zorlaşır ve bir an gelir,ipin ucu kaçırılır.
Kişinin bu iç karmaşasını dile getiren bir örnek sunalım size.
Gerçek Benliğim Lütfen Kendini Tanıt
--Çocukluğumda ne kadar rahattım. İçimde iki, üç kişi birden konuşmazdı.Bir tek kişiydim ve sadece kendi yaşantımdan haberdardım.
Sonra herkes bana neyin iyi neyin kötü olduğunu söylemeye başladı.Konuk geldiği zaman, --Niçin konuşmuyorsun, bak sana adınısoruyorlar!-- derken; yarım saat sonra, --Küçükler çok konuşmaz!--diye azarladılar. Böylece ben, iki ben oldum.
--Benler-- den birisi bir şey yaparken öteki ben sürekli onu ayıpladı.Neleri sevmem, nelerden hoşlanmam gerektiğini, biri diğerine söylemeyebaşladı. Ama çoğu kez birbiriyle anlaşamıyorlardı. Bu tartışmahala içimde sürüp gidiyor.
Çocukken ben bendim ve iyi bir bendim.
Büyüdükçe, dışardaki otoriteleri temsil eden ben de sesini duyurmayabaşladı. O zaman kafam iyice karıştı, çünkü bir tane değil, okadar çok otorite vardı ki dışarıda...
--Doğru dürüst otur kızım,-- --Burnunu, odadan çıkıp öyle temizle,----Şunu ya da bunu yapma, ayıptır,-- --Vah zavallı, daha çatal vebıçağı nasıl kullanacağını öğrenememiş,-- --Geceleri tuvalete çıkıncasu dök, yoksa kokar,-- --Gece tuvalete şarıl şarıl su dökme, uyuyanlarıuyandırıyorsun,-- ,--İnsanlara terbiyeli davran, onları sevmesen bile,kalplerini kırmamaya bak,-- --Dürüst ve açık kalpli ol, yalan söyleme,----İnsanların yüzüne, onlar hakkında ne düşündüğünü söylemezsen;bu korkaklıktır.--
--Bir meslek sahibi olmak hayatta en önemli şeydir,-- --Hayatta enönemli şey evlenmektir,-- --Başkalarına o kadar önem verme,-- --Herkesinseni sevmesi en önemli amacın olmalı,-- --Aklından geçen şeylerikimse yüzünden ve sözünden anlayamamalı;' --En önemli şey, girişkenolmaktır.--
Bir ben nasılsa öyle kalmak ister, halinden memnundur. Fakat oberi memnun olduğu zaman, öteki ben --Hadi çalış, işe yarayacak birşey yap,-- der.
Ben bulaşıkları yıkamaktan hoşlanır. Öteki bene göreyse bu,--Aman, ne tuhaf!--tır. Ben, insanlarla birlikte olmaktan ama onlarlakonuşmadan vakit geçirmekten hoşlanır. Öteki ben, --Konuş,-- der.--Konuş, konuş, konuş!-- Benin kafası iyice karışır.
Nesnelere sahip olmaktan çok, onlarla oynaması hoşuma gider.Ama, --Böyle gidersen adam olmazsın, yiyecek ekmeğe muhtaç kalırsın,--diye karşı çıkar diğer ben.
Ben vermekten hoşlanır; eğer birisinin bir şeye ihtiyacı olduğunuhissederse, verir. --Ne yapıyorsun sen, niçin veriyorsun? Kendine sakla,sana bir şey kalmayacak!-- der öteki ben.-- (Stevens, 1975.)
Benler arasındaki mücadele, şiddetli derecelerde olursa, davranışve kişilik bozukluklarına yol açabilir. Değişik benler arasındaki çatışmanınfarkında olmak ve bu çatışmaların nereden kaynaklandığınıaraştırmak, en sağlıklı yaklaşım biçimlerinden biridir. Böyle bir yaklaşım,sizi özgür bir insan olarak yaşamaya götürür.
E. E. Cummings'in (1975) aşağıdaki sözü, bu ifadeyi destekliyor:
:::::::::::::::::::::::::::::
Seni Diğerlerinden Farksız Yapmaya Bütün
Gücüyle Gece Gündüz Çalışan Bir Dünyada;
Kendin Olarak Kalabilmek,
Dünyanın En Zor Savaşını Vermek Demektir.
Bu Savaş Bir Başladı Mı, Artık Hiç Bitmez!...
E. E. Cummings
:::::::::::::::::::::::::::::
KENDİNİ TANIMA PENCERESİ
Diğer insanlarla iyi bir iletişim kurup kuramadığınızı anlayabilmekiçin, önce kendinizi ne ölçüde o insanlara gösterdiğinizi bilmeniz gerekir.--Kendinizi ne ölçüde dışarıya gösteriyorsunuz?-- sorusuna cevapverebilmeniz için, sizlere yardımcı olacak bir tür oyun getiriyoruz.Bu oyuna kendini tanıma penceresi adını verebiliriz.
Bir çerçeve düşünün... Bu öyle bir çerçeve ki, sizinle ilgili her şeyiiçine alıyor. Amaçlarınız, zevkleriniz, korkularınız, gereksinmeleriniz,kısacası her şeyiniz bu çerçeve içinde olsun.
Kendiniz hakkında tüm gerçekleri bildiğinizi savunamazsınız.Doğal olarak, hiç kimse kendisiyle ilgili tüm nitelikleri bildiğini iddiaedemez. İnsan ömrü boyunca kendini tanımaya, kendisiyle ilgiliyeni keşifler yapmaya devam eder. Öyleyse sizi temsil eden bu çerçeveyiikiye bölebiliriz: Bir bölümü sizin kendi bildiklerinizi, diğerbölümüyse bilmediklerinizi içersin.
Ayrıca, başkalarının bildiği ve bilmediği yanlarınız vardır. Bu nedenle,sizinle ilgili her şeyi içeren çerçeveyi bu açıdan da ikiye bölebiliriz.Bu bölmeleri, --başkalarının bildiği-- ve --başkalarının bilmediği--yanlarınız olarak adlandırabiliriz.
Şimdi --Kendizce Bilinenler ve Bilinmeyenler-- çerçevesiyle, --BaşkalarıncaBilinenler ve Bilinmeyenler-- çerçevesini üst üste koyalım. Ortayaçıkan dört bölmeli yeni çerçeveye de, kendini tanıma penceresi adınıverelim. Bu pencerenin birinci bölümü hem sizin hem de başkalarının bildiğiniteliklerinizi içerir. Bu bölmeye AÇIK bölüm adı verilir. İkincibölme sizin bilmediğiniz, fakat başkalarının farkında olduğu özelliklerdenoluşur. Bir başka deyişle, bu bölme sizin KÖK olduğunuz bölümüoluşturur ve bu adla anılması uygundur. Üçüncü bölmedeysesizin bildiğiniz, fakat diğer kişilerin bilmediği bir içerik vardır. Bubölmeye de GİZLİ bölüm adını verelim. Dördüncü bölme de ne sizce,ne de başkalarınca bilinen yanlarınızı içerir; bu bölmeye BİLİNMEYENbölüm adını verebiliriz.
Şimdi iş, bu şeklin, yani kendini tanıma penceresi'nin sizin özelkişiliğinize uygulanmasına kalıyor. Kişisel özelliklerinize göre bu--pencere--yi yeniden biçimlendirebiliriz. Örneğin, kendinizi açık bir insanolarak görüyorsanız, o zaman pencerenizin AÇIK bölümü, diğer bölümlerdendaha büyük olur.
Kişiler arası anlamlı bir iletişim, ancak kişilerin AÇIK olan bölümlerininbüyüklüğüyle mümkün olabilir. Bir insanın AÇIK bölümü neölçüde büyükse o ölçüde, daha zengin iletişim olanaklarınasahiptir. Öte yandan AÇIK bölümü küçük olan kişi, diğerleriyle o ölçüdeaz iletişim kurabilir.
Şekilde, tanıma penceresindeki bölümlerinin büyüklüğü yönündenfarklı olan iki kişinin iletişimi gösterilmiştir. İletişimi belirtenokların çiziminde kolaylık olması için pencerenin AÇIK bölmeleribirbiriyle yüz yüze gelecek biçimde konmuştur. Dikkat edilirse, şekildekarşılıklı oklarla gösterilen başarılı iletişim, ancak B Bireyinindaha küçük olan AÇIK bölümü oranında gerçekleşebilir. A Bireyinindaha büyük olan AÇIK bölümünden gelen mesajlar, B Bireyinin gizlibölümüne rastlıyorsa, herhangi bir karşılık alamaz. Bu durum okunkırılarak geriye dönmesi biçiminde gösterilmiştir.
Kendinize sorun: Son şekildeki A Bireyine mi, yoksa B Bireyinemi benziyorsunuz? Tanımak istediğiniz halde, bir türlü --nasıl biri olduğunuçıkaramadığınız-- bir kimseyi anımsıyor musunuz? Acababu kimse içine kapanık, konuşmayan, paylaşmayan biri miydi? Yoksaçok konuştuğu halde, kendinden bir şey vermeyen bir kimse mi?Peki, sizi tanımak kolay mı? Konuştuğunuz kimseler, sizin nasıl birkimse olduğunuzu anlamakta zorluk çekiyorlar mı? Kendinizi, isterbu şekildeki A, ister B bireyine daha benzer görün, önemli olan şugerçeği akıldan çıkarmamaktır: Başarılı bir kişiler arası ilişki ve verimlibir iletişim için, kendini tanıma penceresindeki AÇIK bölümünkarşılıklı olarak varolması gerekir.
NE KADAR AÇIK BİRİSİNİZ?
İlişki kurduğunuz kişilere karşı ne kadar açık olduğunuzu, ancak belirlibir ölçüde bilebilirsiniz. Çünkü kişinin farkında olmadığı davranışlarıçoktur. Aşağıdaki uygulama, bu konudaki bazı sorularınızıaydınlığa kavuşturabilir:
1. Her gün değişik koşullar içinde birçok kimseyle, birbirindenfarklı ilişkilere giriyorsunuz. Günlük yaşamınızda kurduğunuzilişkileri, şöyle bir anımsamaya çalışın ve bu tür ilişkilerdenasıl bir kimse olduğunuzu gözönünde tutarak, bir kendinitanıma penceresi çizin. İlişkilerinizde genellikle --içindekini olduğugibi gösteren bir kimse-- iseniz AÇIK bölümünüzü büyük,--insanları iyice tanımadan gerçek duygu ve düşüncelerinizipek belirtmeyen bir kimse-- iseniz, AÇIK bölümünüz küçükolacaktır. Böylece, --genel olarak insanlarla-- ilişkilerinizdenasıl davrandığınızı gözönünde tutarak, pencere içindeki herbir bölümün büyüklüğünü kararlaştırın.
2. Şimdi, --kendinize özellikle yakın bulduğunuz biriyle-- olan ilişkinizidüşünerek, bir kendini tanıma penceresi çizin. Bu kişi eşiniz,anne ya da babanız, okul arkadaşınız gibi biri olabilir: Yukarıda,birinci maddede çizdiğiniz dikey çizgi herhalde pek değişmeyecektir.Çünkü siz kendinizi aynı kişi olarak tanıyorsunuz.Fakat yatay çizgi, bir başka deyişle, size yakın olan kimseninsizi ne kadar tanıdığını belirten çizgi, büyük bir olasılıkla,değişecektir.
3. Şimdi, --az ilişkiniz olan bir kimseyle-- (büyük anfilerde ders verenbir hoca ya da iş nedeniyle ilişki kurduğunuz bir kamu görevlisigibi? olan ilişkinizi gözönüne alarak, bir başka pençereçizin. Başkalarınca bilinen yönlerinizi belirten yatay çizgininyerinde bir değişme oldu, değil mi?
4. Şimdi kendinize şu soruyu sorun: --Bir kimseye kendimi tanıtma,kendimi açma ölçüsüyle, o kişiyle aramdaki yakınlığın,güven ve samimiyetin derecesi arasında bir ilişki var mı?-- Busorunun cevabını vermeden önce, isterseniz, içten, yakın dostlukilişkileri kurduğunuz üç kişi ve pek yakın olmadığınız,yüzeysel ilişki kurduğunuz üç kişinin her birisiyle ilişkilerinizitemsil eden birer kendini tanıma penceresi çizin; sonra yukardakisorunun cevabını düşünün.
Bu alıştırmadan sonra, kendinizle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?Açık bir insan mı, yoksa kendini açmakta güçlük çeken biri miolduğunuza karar verdiniz? Acaba bu özelliğiniz nereden geliyor?İçinde yetiştiğiniz çevredeki bazı kimseler sizi bu yönde etkilemişolabilir mi? Bu kişiler kimler olabilir? Yetiştiğiniz çevrede bulunan,sizi etkilediğini düşündüğünüz her kişi üzerinde ayrı ayrı düşünün...Kendinizle ilgili önemli nitelikler keşfedebilirsiniz!..
KENDİMİZİ AÇALIM! AMA NE ZAMAN?
Bu bölümün başından beri, kişinin kendisini açmasının, onunla karşısındakikişi arasında, daha iyi bir iletişim ortamı yaratacağındansöz edildi. Kişi kendini nasıl açmalı? --Kendini açmak-- deyimindenne anlıyorsunuz? Kendisiyle ilgili saklı yönlerini, sırlarını mı--sergileyecek--, geçmişte olup biten, başından geçen olayları mı açıklayacak?Kendini açmak, eski önemli olayları anlatmak olarak değil, içindebulunulan zaman süresi içinde, duygu ve düşünceleri paylaşmak olarakanlaşılmalıdır. Kişisel ilişkiler, geçmişteki yaşantıların karşılıklıaktarılması yoluyla, sağlam bir temel üzerinde kurulamaz. Kişiler birbiriyleetkileşimde bulundukları sırada, o anda, bu etkileşimden doğandüşünce ve duyguları paylaşabilirlerse, kendilerini açmış olurlar.
Ayrıca şunu da belirtmekte yarar var: Burada, kuşkusuz, tanıştığınızherkesle açık bir paylaşım içine girmeniz salık verilmemektedir.Kendinizi açmak, ancak --güven duyulan-- kişiye yapılabilir. Birinsanın karşısındakine güven duyabilmesi ise, zaman içinde gerçekleşir.Fakat zaman içinde, hiçbir açma denemesine girilmezse, o zaman dailişki gelişme ve büyüme temelinden yoksun kalır. Kendiniaçan kişi karşısındakine güven vermekte, İkinci Bölümde sözü edilenilişki düzeyinde, --sana güveniyorum!-- mesajını vermektedir. Güvenduyulan kişi, kendini daha açar; böylece derin ve yakın bir ilişkinindoğması ortamı yaratılır.
İnsan kendini kapadıkça, karşısındakini de kapanmaya zorlayanbir kısır döngü yaratır. Böyle bir kısır döngüden çıkarak, verimli ilişkilerortamına girmek istemez misiniz? Öyleyse bir deneyin!..
SÖZÜN KISASI
Biz farkında olsak da olmasak da, bedenimiz duygularımızı belirtir.Bazı duygular, her bireyde değişik türden davranışlarla kendini gösterir.Örneğin, biri sıkıldığında sık sık gözlerini kırpıştırmaya başlar,bir başkası sürekli saçıyla oynarken, bir diğeriyse sessizleşerek donukdonuk karşısındakine bakmaya başlayabilir. Kendi davranışlarındaolduğu kadar, başkalarının hareketlerinde de bu belirtileri tanıyanve anlamlandıran kişi, kurmuş olduğu iletişimde o denli bilinçliolur. Kendisini böylesine gözlemleyebilen birey, olayların nedenolduğu duygu ve düşüncelerini tanır, iç dünyasındaki yaşantısınıgerçekçi bir biçimde değerlendirir.
Küçük çocukların, duygularını doğal bir biçimde kolaylıkla ifadeettiğini çoğu kez gözlemlemişsinizdir; bütün bedenleriyle gülerler,üzülürler ya da kızarlar. Büyüdükçe, duyguların bu doğal ifadesi,çevresinde onu eğitmekle yükümlü büyüklerce engellenir. Bazı kimselerdebu engellenme öylesine büyük olmuştur ki, bir yetişkin olarakduygu ve düşünceleriyle, iç dünyalarıyla doğrudan ilişki kurmalarızorlaşmıştır. Duygularını bilemeyen, kafası genellikle karmakarışık,donuk bir yüz ifadesiyle dolaşan çevremizdeki kimseler, büyükbir olasılıkla, aşırı engellenmiş ve bastırılmış bir çocukluk dönemigeçirmişlerdir.
Çocuğun içinde yetiştiği toplum, onun duygularının ifade biçiminiolduğu kadar, benlik bilincini de biçimlendirir. --Ne ekersen onubiçersin!-- çocuk eğitiminde geçerli olan bir deyiştir. Çocuklarınınduygu ve düşüncelerini doğal ifadesi içinde kabul eden anne babalarkendine güveni olan, girişimci, insan ilişkilerinde başarılı bireyleryetiştirirken, çocuklarını olumsuz yönde sürekli eleştiren, kısıtlayan,onların duygu ve düşüncelerini doğal bir biçimde ifade etmesini engelleyenanne babalar pısırık, çekingen, içine kapalı, alıngan bireyleryetiştirirler.
Çocukluk süresince oluşturduğu benlik bilinci, bireyin davranışlarınasınırlamalar getirir; --kendi kendini doğrulayan kehanet-- budur.Kendini --başarısız bir öğrenci-- olarak algılayan birey, --başarılıbir öğrenci-- olmamak için farkında olmadan elinden geleni yapar.--Başarılı bir iş adamı--, --iyi bir anne--, --mutlu bir eş-- olamamanınkısıtlamalarını da benlik bilincimiz getirir. Kişinin kendini tanıması vebenlik bilincinin oluşturduğu sınırlamaların farkına varması, çocukluğundanberi süregelen koşullandırmalardan kurtulabilmesi olanağınısağlar. Kendini tanıma penceresinde tanıdığımız AÇIK, KÖR, GİZLİve BİLİNMEYEN bölmelerinin farkında olan birey, kendini tanımayönünde büyük adımlar atabilmiş bir kimsedir. Böyle bir kimse karıveya koca, anne ya da baba, arkadaş, nişanlı, yönetici veya dost olarakzengin, derin ve doyurucu insan ilişkileri kurabilme olanağınasahiptir.
ALIŞTIRMALAR
I. Bedeniniz Ne Diyor?
Aşağıdaki uygulamanın açıklamasını size okuyacak birini bulunya da bir ses bandına aldıktan sonra teypten dinleyerek uygulayın.
Rahat bir şekilde oturun. Nereye oturduğunuz o kadar önemlideğil; bir sandalyeye, bir koltuğa, bir divana ya da bir yer minderine oturabilirsiniz.
Hazırlık
1. Oturduğunuz odanın perdelerini kapatın, geceyse, ışıklarınbirkaçını söndürün. İçerde kuvvetli ışık bulunmasın.
2. Gözlerinizi kapayın. (Göz, baskın bir duyu organımız olduğuiçin, açık olduğu sürece, diğer duyu organlarından gelen uyarılarınfarkına varmamız güçleşir.)
3. Gözleriniz kapalıyken, bedeninizde bir yolculuğa çıkacaksınız.Bu yolculukta vücudunuzun çeşitli bölümlerini gezeceksiniz.Bu yolculuk sırasında, içinde bulunduğunuz durumu değerlendirmeyekalkmayın, dikkatinizi topladığınız yerde neolup bittiğini gözlemeye çalışın... Nasıl bir durumdasınız, nelerhissediyorsunuz, bunların farkına varmaya çalışın. (Üçnoktayla (...) belirtilmiş yerlerde 5 saniye kadar durun, sonrauygulamanın açıklanmasını dinlemeye devam edin.)
Uygulama
4. Şimdi başlayabilirsiniz. Gözlerinizi kapayın.(...) Şimdi dikkatiniziayaklarınıza toplayın.(...) Ayaklarınız nasıl hissediyor?(...) Rahat mı, yoksa acıyan bir yer var mı?(...) Ayak parmaklarınızbirbirine yapışmış şekilde mi duruyor?(...) Ayakkabınızrahat bir şekilde ayağınıza uymuş mu, yoksa biraz sıkıyormu?(...) Ayaklarınız soğuk mu?(...)
Şimdi dikkatinizi bacaklarınıza verin, Bacaklarınız gerginmi, yoksa gevşek bir şekilde mi duruyor?(...) Bacağınızdakiher bir kasın farkına varmaya çalışın. Her bir kasın gergin yada gevşek olduğuna dikkat edin.(...) Ayak ayak üstüne atmışdurumda mısınız? Biri diğerinin, üzerine atılmışsa, üstteki bacağınızınağırlığını diğerinin üstünde hissedebiliyor musunuz?(...)Bu oturuş durumunuz rahat mı, yoksa biraz rahatsızmı hissediyorsunuz?(...)
Şimdi bacağın üst kısımlarına, kalçaya doğru çıkalım.(...)Biraz daha yukarı çıkarak bacaklarınızla kuyruk sokumunuzunbirleştiği bölgeye dikkatinizi verin. Bu bölgede dikkatinizitopladığınız zaman biraz kendinizi gergin hissediyor musunuz?(...)
Şimdi üzerinde oturduğunuz kısmın bedeninizin ağırlığınınasıl taşıdığına dikkat edin.(...)
Şimdi yavaş yavaş gövdeye doğru çıkalım. Karın bölgeniznasıl hissediyor?(...) Bu bölgede ne gibi duyumlar hissediyorsunuz ?(...)Hareket eden bir şey var mı?(...) Soluk alışınızadikkat edin. Ciğerinizin üst bölümüyle mi soluk alıyorsunuz,yoksa bütün ciğerinizi doldurarak derin ve rahat mı nefes alıyorsunuz?Hava burun deliklerinizden mi girip çıkıyor, yoksaağzınızla mı soluk alıp veriyorsunuz?(...) Göğsünüz rahat vegevşek mi, yoksa gergin ve sıkışık bir durumu var mı?(...)
Şimdi dikkatinizi el ve kollarınıza verin. Parmaklarınızınfarkına varın.(...) Avucunuz,kapalı mı, açık mı? Parmaklarınızbirbirine bitişik mi?(...)
Bileklerinizle omuzunuz arasında kalan kaslarınızı gözleyin.Gergin mi, yoksa gevşek mi?(...) Kolunuzun duruş biçiminasıl? Sarkıyor mu? Bükük mü? Bir el diğerinin üzerine konmuş mu?(...)
Omuzunuza verin dikkatinizi. Dik mi, yoksa çökük mü?Öne ya da arkaya düşmüş mü?(...)
Soluk alışınızı kontrol ederken büyük bir olasılıkla gırtlakve boyun kısmınızın farkına vardınız. Gırtlağınız rahat mı,yoksa sürekli yutkunma duygusu veren bir yumak mı var orada?(...)Boynunuz nasıl?(...) Boynunuzun başınızın ağırlığınıtaşıdığını hissedebiliyor musunuz?(...) Belki de başınızı yavaşyavaş bir yandan öbür yana hafifçe kıpırdatarak boynunuzdakikasların farkına daha çabuk varabilirsiniz.(...) Boynunuz veomuzlarınızda bir gerginlik hissedebiliyor musunuz?(...)
Şimdi yüzünüze geçelim. Yüzünüzde ne gibi bir ifade taşıyorsunuz?(...)Yüzünüzün kasları gergin mi, yoksa rahat vegevşemiş bir durumda mı? Hangi kaslar? Ağzınız, kaşınız, çeneniz,şakaklarınız?(...) Dikkatinizi yüzünüzün bu kısımlarıüzerinde toplayın ve farkına varmaya çaışın.(...)
Şimdi yolculuğunuz içeriye doğru yöneliyor. Zihninizdene olup bittiğini gözleyin.(...) Sakin ve karanlık mı, yoksa bazıolaylar oluyor mu?(...) Ne gibi olaylar?(...) Zihninizden geçenlerhoş mu?(...) Yoksa sizi rahatsız eden şeyler var mı?(...)
Aşağıdan yukarıya bütün vücudunuzu gezmiş ve gözlemişdurumdasınız.
Şimdi vücudunuzu bir bütün olarak hissetmeye çalışın.(...)Yeni bazı şeylerin farkına vardığınızı hissediyor musunuz?(...)Dikkatinizi şimdi çeken bazı bölümler var mı?(...)
Buralardan ne gibi duyumlar aldığınızın farkına varmayaçalışın.(...)
Şimdi vücudunuzun bir başka önemli yerine dikkatinizi çevirelim.Üzüntülü veya mutlu olduğunuz ya da korktuğunuzzamanlarda, vücudunuzun belli bir bölgesinde, duygularınbedensel belirtilerini hissedersiniz. (Bazı kimselerde bu karın,bazı kimselerde gırtlak, daha başkalarında ise göğüs olabilir.Herkese göre değişen bu bölge, belirgin ya da belirsiz her insandavardır.) Bir süre bu noktayı bulmaya çaışın.(...) Şimdiorası nasıl hissediyor?(...) --Şimdi nasılım, şimdi ne hissediyorum?--sorusunu sorduğunuzda ne oluyor, onu gözlemeye çalışın.(...)
Şimdi de, son zamanlarda sizin canınızı sıkan bir kişisel sorununuzudüşünün ve bunu düşünürken o duyarlı yerde neolup bittiğini gözlemeye çalışın. Düşündüğünüz sorunun, bugünyaşamınızda önemli bir yeri oması gerekir.(...) Bu sorunubütün ağırlığıyla, duygularıyla bir noktada hissedebiliyor musunuz?(...)Bu duyguyu tümüyle yaşamaya çalışın, değiştirmeyekalkmayın.(...) Eğer siz dikkatinizi verince duygunuz değişiyorsa,bırakın değişsin, siz sadece olup bitenleri gözleyin.(...)Olup bitenlerle birlikte seyahat edin, onları yönlendirmedenberaber olun.(...) Duygularınızda şimdi yeni bir şey keşfettiniz mi?Bir fark var mı?(...) Bu farkın ne olduğunu hissedebiliyor musunuz?(...)
Şimdi kendinizi serbest bırakın ve zihniniz sizi nereye götürürseoraya gidin.(...) İki dakika kadar, gözleriniz kapalıykenzihninizi serbest bırakın, aklınıza ne gelirse onu gözleyin.Bu iki dakikanın sonunda yavaş yavaş gözlerinizi açın.
Sonuç
5. Şimdi aşağıdaki sorular üzerinde düşünebilirsiniz:
(a) Bu alıştırmayı yaptıktan sonra, vücudunuzla ilgili yeni şeylerinfarkına vardınız mı? Sürekli olarak taşıdığınız bazı gerginliklerkeşfettiniz mi? Ne kadar süredir bu durumdaydınız?Bunların farkına varmak bir değişiklik oluşturuyor mu?
(b) Duygularınızın en yoğun olarak yaşandığı bedensel bölgeyibulabildiniz mi? Nerede idi? Farklı duygular için değişikyerler mi var? Aklınıza gelen kişisel sorununuza dikkat etmek,hissediş tarzınızda herhangi bir fark meydana getirdi mi?
Bir İleri Aşama
Yukarıda yaptığınız alıştırma size önemli geldiyse, bu yolla kendinizhakkında yeni şeyler öğreneceğinizi düşünüyorsanız, o zamankendiniz hakkında daha çok şey öğrenebilmek için aşağıdaki yoluizleyebilirsiniz.
1. Üç gün süreyle kendinizi gözleyin. Diğer kişilere karşı hissettiğinizduyguları, bedeniniz nasıl bir tepki göstererek belirtiyor,onu keşfetmeye çalışın. Aşağıdaki duyguları yaşayıp yaşamadığınızıgözleyin:
(a) sevinç
(b) üzüntü
(c) korku
(ç) kızgınlık
(d) alınma, gücenme
(e) sevgi, yakınlık duyma
(f) bir kimseyi çekici bulma
(g) diğer duygular
Son günlerde bu duygulardan yaşamadığınız biri var mı?Olmadığı için mi, yoksa bu duyguları yeterince tanımasını bilmediğiniziçin mi yaşamadığınızı sanıyorsunuz?
2. Bu duyguları ne zaman duyduğunuzla ilgili bir günlük geliştirin.Bu duygular, bedeninizde nasıl bir belirti veriyor? Yukarıdakinebenzer bir alıştırma yaparak farkına vardıklarınızı bugünlüğe yazmaya çalışın.
3. Her bir duygu yaşantısı için günlüğünüze aşağıdakileri yazmayaçalışın:
(a) Duygusal yaşantı nerede ortaya çıktı? Başka bir deyişle,duygunun ortaya çıktığı ortam nasıl bir ortamdı? (Evde ailemlebirlikteyken, okulda arkadaşlarla beraberken, bir pastanedeya da arkadaşın doğum günü partisinde gibi.)
(b) O ortamda nasıl bir duygu yaşadınız? (Sıkılma, tedirginlik,mutluluk, cinsel arzu, korku, kızgınlık, kıskançlık, vb.)
(c) Bedeninizin neresinde bu duygu kendini belirtiyor?
(ç) Bu duyguya nasıl bir tepkide bulundunuz? (Unutmaya mıçalıştınız, başkasıyla konuşarak bu duygunuzu paylaştınız mı,yoksa başka bir zaman o insanla ilişkinizde, bu duygunun etkisinikendisine söylemeyi mi tasarladınız?)
4. İlk üç günlük devreden sonra, bir ikinci üç günlük dönemi denemedeyarar var. Bu ikinci devrenin sonunda duygularınızınfarkına varışınızda bir değişiklik olup olmadığını gözlemeyeçalışın. Acaba duygularınızın daha çok farkında olma, konuşmanızdave insanlarla ilişkiler kurmanızda herhangi bir değişme oldu mu?
II. Olmak mı, Görünmek mi?
Olmak istediğiniz kişi olabildiniz mi? Bu soruya'--Evet-- diyecekpek az insan çıkar. Aşağıdaki alıştırma, ideal, yani olmak istediğinizbenliğinizle, davranışlarınızda kendini belirten görünen benliğiniz arasındaki farkı saptamanız için hazırlanmıştır. Bu yolla, kendinizleilgili ne gibi değişiklikler istediğiniz konusunda bir bilgi sahibiolabileceksiniz. Alıştırmayı nasıl yapacağınız aşağıda anlatılmıştır.
1. Alıştırmanın sonunda numaralanmış olarak verilen ifadeleri,numaralarıyla birlikte ayrı kartlara yazın. Böylece 100 kartınızolsun.
2. Kartları önünüze serebileceğiniz, geniş yüzeyli bir masa ya dabenzeri bir düzlük bulun.
3. Yapmanız gereken basit: Bugünkü halinizle sizi en iyi anlatanifadeleri bir yönde, sizinle ilişkisi bulunmayan ifadeleri diğeryönde yerleştireceksiniz. Tabii, bu arada sizi anlatmaları yönündenifadelerin derecelenebileceğini de farkedeceksiniz. Size--en az benzeyen, ya da hiç benzemeyen-- ifadeleri sol uca,size --en çok benzeyen-- ifadeleri sağ uca koyacaksınız. Bu ikiuç arasında, size --oldukça-- ya da --biraz-- --benzeyen-- ve --benzemeyen--ifadeler konacak. Böylece 11 grup halinde kartlarınızıtoplayacaksınız. --Hiç benzemeyen-- ifadeler bulundurankartların geldiği gruba 1, --en çok benzeyen-- ifadelerin geldiğigruba 11 numaralarını verirsek, bir dizi oluşur.
En az benzeyen, Oldukça benzemeyen, Biraz benzemeyen,Biraz benzeyen, Oldukça benzeyen, En çok benzeyen
:1:2:3:4:5:6:7:8:9:10:11:
(2), (4), (8), (12), (14), (20), (14), (12), (8), (4), (2)
İfadelerinizi size --benzeme-- ve --benzememe-- yönündengruplandırırken, her bir gruba girecek kart sayısına da dikkatetmeniz gerekiyor. Her gruba girecek kart sayısı, çizginin altındaparantez içinde gösterilmiştir. Böylece size --en çok benzeyen--iki, --en çok benzemeyen-- yine iki ifade bulmanız gerekiyor.6 numaralı ortadaki gruba, --size ne benzeyen, ne de benzemeyen--,yani --sizinle ilişkisi olmayan-- ifadeler gelecekve bunlann sayısı yirmi olacak. Bu iki uç grubun ve ortadakigrubun anlamını kavradıktan sonra, aradaki gruplara kartlarıkolayca yerleştirebilmeniz gerekir.
Kartları gruplara yerleştirirken, kartlardan birini yanlış yerekoyduğunuzu düşünürseniz, bu kartın yerini değiştirebilirsiniz.İsterseniz bütün diziyi, tekrar tekrar yapabilirsiniz.Önemli olan, bugünkü halinizi en iyi anlatan bir sırayı oluşturduğunuzudüşünmenizdir. Bu noktaya gelinceye dek, istediğinizkadar deneme yapabilirsiniz.
5. Kartları sıralamayı bitirdikten sonra, her bir grupta doğru sayıdakart bulunup bulunmadığını kontroİ edin. Şimdi kartlardakiifadelerin numaralarını, her bir grup için alt alta boş birkağıda, aşağıda gösterildiği gibi yazın. Bu kağıdın başına GÖRÜNENBENLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ diye yazın.
6. Şimdi kartlarınızı karıştırın ve aynı yukarıda söylenen yöntemleyeniden gruplayın; ancak bu kez ifadeleri olmak istediğiniz,arzuladığınız ideal benliğinize göre gruplayın. Bu durumda,1 numaralı gruba --hiç olmak istemediğiniz--, lI numaralıgruba ise --en çok olmak istediğiniz-- ifadeler girer. Kartlarınüzerindeki ifadeleri inceleyerek, kendi anlayışınız çerçevesinde,size en doğru gelen diziyi oluşturun. Bitirdikten sonra, hergrupta doğru sayıda kart bulunup bulunmadığını gözden geçirin.
7. Diziyi oluşturunca, yukardaki şekle benzer biçimde, bu kezideal benliğiniz için, her gruptaki ifadelerin numaralarını yazın.Bu şeklin başına İDEAL BENLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ başlığını koyun.
8. Bu iki dizi şu anda gözünüzün önünde: Nasıl bir kişi olarakgörünüyorsunuz ve nasıl bir kişi olarak görünmek istiyorsunuzkonusunda, şimdi elinizde önemli veriler bulunuyor. Busonuçları karşılaştırın: Eğer görünmek istediğiniz ideal benliklegöründüğünüz benlik arasındaki gruplamada bir ifade (sizinlistenizde ifadenin sadece numarası var) birbirinden 2 gruplukbir fark gösteriyorsa, bu ifadenin numarasını bir başka kağıdayazın. Örneğin, 14 numaralı ifade GÖRÜNEN BENLİĞİNDEĞERLENDİRİLMESİ'nde 10 numaralı gruba girdiği haldeİDEAL BENLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ'nde 4 numaralı basamağagirmiş olabilir. Arada 6 basamaklık bir fark vardır(Görünen: 10, İdeal: 4, aradaki fark, 6). Görünen ve ideal benlikdeğerlendirmesinde böyle farklı basamaklara gelmiş ifadeleriinceleyin. Bu ifadeler ne gibi bir yönde değişme isteği dilegetiriyor? Gerçekten bu yönde değişmek istiyor musunuz?Kendi kendinize iyice düşünün.
Bu değişme yönleri üzerinde düşünürken, değişme isteğininşiddeti üzerinde de durun. Bir ifade, görünen ve ideal benlikarasında sadece 2 basamaklık bir fark gösteriyorsa, o zamandeğişme isteğinin anlamlı olduğu düşünülür. Görünen ve idealbenlik arasında 3 basamaklık bir fark, 2 basamaklık bir farktandaha şiddetlidir. Hangi tür ifadeler az, hangi tür ifadelerçok değişme isteği gösteriyor, bunlar üzerinde düşünün.
9. Şimdi aşağıdaki soruları cevaplayın lütfen:
(a) İfadeleri kolaylıkla mı, yoksa zorlukla mı grupladınız?
(b) Bu alıştırma, sizin kendinize bakış açınızda bir değişiklikmeydana getirdi mi?
(c) İlk gruplamanızda, kendinize göre düşünecek yerde, --Bunlarınkonulacak doğru bir yeri vardır, oraya koyayım,-- diyedüşündünüz mü?
(ç) Şu andaki benliğinizle, ideal benliğiniz arasındaki fark sizimemnun etti mi, yoksa rahatsız mı oldunuz?
(d) Size verilen açıklamada, aralarında sadece 2 basamak farkbulunan ifadeleri kaydetmeniz istendi. Acaba niçin aralarındabir basamak fark olan ifadeler üzerinde düşünmeniz istenmedi?
(e) Zamanınız ve isteğiniz varsa, sizin yaptığınız işlemleri birbaşka arkadaşınıza kendisi için yaptırabilir ve aranızda ne gibibenzerlik ve farklılıklar bulunduğunu tartışabilirsiniz.
10. Bu alıştırmanın ilginç bir uygulaması da, sizi iyi tanıyan biryakınınıza bu kartları, sizi gördüğü biçimde gruplatmaktır. Buyolla sizin görünen benliğinizi algılayışınızla, arkadaşınızınalgılayışı arasında bir karşılaştırma yapma olanağı doğar. Arkadaşınızınsizi hangi yönlerden farklı gördüğünü birlikte tartışabilmenizsize kendinizi tanımada yeni pencereler açabilir...
Kartlara Yazılacak İfadeler
1: Birisiyle konuşurken kendimi rahatsız hissederim.
2. Düşünce ve duygularımı kendime saklar, karşımdakine söylemem.
3. Rekabetten hoşlanan bir insanım.
4. Kendimden başarılması kolay olmayan zor şeyler isterim.
5. Yapmış olduğum şeylerden çoğu kez pişmanlık duyarım.
6. İncindiğim, kırıldığım duygusuna sık sık kapılırım.
7. Cinsel gücüm hakkında kuşkularım var.
8. Karşı cinsle çok benzer yönlerim var.
9. Başkalarıyla oldukça sıcak ilişkileri olan bir insanım.
10. Pek konuşmayan, içe kapanık bir insanım.
11. Kendi yaşamımdan kendim sorumluyum.
12. Sorumluluk duygusu güçlü olan bir insanım.
13. Gelecekle ilgili hiçbir umudum yok.
14. Diğer insanların değer ölçülerine ve normlarına uyarak yaşarım.
15. Hemen hemen bütün sosyal değer ve normları kabul edebilirim.
16. Kendime ait yalnız birkaç değer ve normum var.
17. Cinsel arzularımı kontrol etmekte güçlük çekerim.
18. Saldırganlık duygularımı kontrol etmek benim için zordur.
19. Kendimi kontrol etmek benim için bir sorun değildir.
20. Sık sık, berbat bir durumda olduğcm duygusuna kapılırım.
21. Kendini merkez edinmiş, ilk planda kendini düşünen bir insanım.
22. İnsanları genellikle severim.
23. Duygularımı rahatlıkla ifade edebilirim.
24. İnsanların toplandıkları, bir araya geldikleri yerlerde kendimibiraz yalnız hissederim.
25. Dünyayla başa çıkmaya çalışmaktan vazgeçmek istiyorum.
26. Çevremdekilerle rahat ilişki kurabilen bir insanım.
27. En çetin mücadelelerim, kendi kendimle yaptıklarım olmuştur.
28. Bana karşı beklediğimden daha arkadaşça davranan insanlarlaberaber olduğum zaman; --Acaba bu adam benden bir şey mi isteyecek?--düşüncesi devamlı aklıma gelir.
29. İyi bir insanım.
30. Biraz inatçı biriyim.
31. İstemediğim halde, belirli yönlere, insanlar sanki beni itiyorlarmışgibi geliyor.
32. İnsanların eleştirilecek yönlerini hemen görebilen biriyim.
33. Beni tanıyanların çoğu beni sever.
34. Hayata bir katkıda bulunmadığım yolunda, içimde temel birduygu var.
35. Cinsel yönden çekici bir kişiyim.
36. Kendimi aciz hissediyorum.
37. Kendi kendime karar verebilir ve bu kararlarıma sadık kalırım.
38. Kendi başıma karar veremem.
39. Sık sık kendimi suçlu hissederim.
40. Çoğu kez insanlara husumet ve hışımla davranan bir kimseyim.
41. Hayatta doyum sağlamış bir kişi olduğum kanısındayım.
42. Oldukça dağınık bir kişiyim.
43. Duygu ve heyecanları donuklaşmış bir insanım.
44. Dengeli bir kişiliğe sahibim.
45. İş yapabilmem için kendimi dürtmem gerek.
46. Çoğu kez içimde bir hınç duygusu var.
47. Hemen alevlenen, içindekini pek tutamayan bir insanım.
48. Başkalarının beni nasıl gördüğüne önem veririm.
49. Duygu ve heyecanlarıma güvenim yoktur.
50. Oldukça güç yaşam koşulları altında yaşayan biriyim.
51. Mantığı ön planda tutarım.
52. Olayları göğüslemek yerine, onlardan kaçma yolunu seçiyormuşumgibi bir duygu var içimde.
53. Hoşgörülü biriyim.
54. Sorunlar hakkında düşünmemeye çalışırım.
55. Çekici bir kişiliğim var.
56. Utangacım.
57. Başladığım işleri bitirebilmek için birisinin beni dürtüklemesigerekir.
58. Bende aşağılık duygusu var.
59. Kendimi bir hiç olarak görüyorum. Hiçbir şey benden bir parçadeğil.
60. Diğer insanların benim hakkımda ne düşünebileceklerindenkorkarım.
61. Tutkulu ve hırslı biriyim.
62. Kendimi aşağı görürüm.
63. Girişken bir insanım.
64. Bunalım ya da zorlukla karşılaşmaktan çok korkarım.
65. Kendime hiç saygım yok.
66. Baskın bir kişiliğim var.
67. Kendime karşı olumlu bir tutumum vardır.
68. Düşündüğünü söyleyen bir kişiyim.Utangaç ve sıkılgan değilim.
69. Bir kimseyle tam bir fikir uyuşmazlığına girmekten korkarım.
70. Karar vermekte çok zorluk çekerim, şu ya da bu yönde bir kararveremem.
71. Kafası çok karışık birisiyim.
72. Kendi halinden hoşnut biriyim.
73. Başarısız bir insanım.
74. Sevimli bir kişiliğim var.
75. Karşı cinse hoş gelen bir kişiliğim var.
76. Cinsel konular beni korkutur.
77. Gerçekleştirmek istediğim şeylerde başarılı olamayacağıma dairiçimde bir korku var.
78. Rahat bir insanım, kolay kolay hiçbir şey sinirlerimi bozamaz.
79. Çalışkan bir insanım.
80. Kendimi, duygu ve heyecan yönünden olgun bir insan olarakgörüyorum.
81. Başardığım, ortaya çıkardığım bir iş var.
82. Yapım gereği, sinirli ve gergin bir insanım.
83. Ruhsal yönden oldukça altüst olmuş durumdayım.
84. Birisi yeterince ısrar ederse, mutlaka onun dediğini yaparım.
85. Kendime pek güvenim yok.
86. Bahaneler bularak ve teselli arayarak kendimi korumam gerektiğineinanırım.
87. Boynu bükük bir insanım.
88. Zeki bir insanım.
89. Kendimi üstün görürüm.
90. Hiç umudum kalmadığını hissediyorum.
91. Kendimden başka dayanak, destek aramayan biriyim.
92. Sık sık saldırganlık duygularım kabarıyor.
93. Sıkılgan ve çekingen bir insanım.
94. Diğerlerinden farklı bir insanım.
95. Güvenilir bir insan değilim. Bana pek güven olmaz.
96. Kendimi anlayan bir kişiyim.
97. Bir toplulukta kişileri birbirine ısındırmasını bilen biriyim.
98. Kendimi birçok işlerin altından rahatlıkla kalkacak bir kişi olarakgörüyorum.
99. Ben değersiz bir kişiyim.
100. Kendi cinsiyetimi hiç sevmem.
Yapmam, Yapamam!
Acaba sizin benlik bilincinizin gözden geçirilme gereği var mı?--Kimin yok ki?-- diyeceksiniz. Haklısınız! Aşağıdaki uygulamalarıyaparak benlik bilincinize bir göz atın, isterseniz.
1. Rahat konuşabileceğiniz birini bulun ve kimsenin sizi rahatsızedemeyeceği bir yere oturun.
2. Karşınızdaki beş dakika bir süreyle --... yapamam--biçiminde cümleler kuracak. Örneğin, --Çevremde tanımadığımkimseler varsa rahat konuşamam;-- --yakın arkadaşlık kuramam,----on parmakla daktilo yazmasını öğrenemem-- gibi.Arkadaşınızın söylediği her cümleyi bir kağıda yazın. Dahasonra beş dakika süreyle bu kez siz yine aynı türden--... yapamam-- şeklinde cümleler kurun. Sizin söylediğinizcümleleri, arkadaşınız bir kağıda yazsın.
3. Her bir ifadeyle gelen duyguyu yaşamaya çalışın. Bunlar kendineacıma, pişmanlık, üzülme, sinirlenme ya da buna benzerduygular olabilir. Bu duyguların getirdiği yaşantıyı değiştirmedensadece gözlemeye çalışın.
4. Daha önce söylemiş olduğunuz ifadeleri şimdi tekrarlayın. Fakatbu kez, --... yapamam-- şeklinde değil, --... yapmam-- biçiminde söyleyin.Örneğin, --Çevremde tanımadığım kimseler varsa rahat konuşmam,-- --yakınarkadaşlık kurmam-- gibi. Her ifadeden sonra aklınıza gelenfikirler varsa onları da söyleyin; gelen düşünceleri içinizdetutmayın.
5. Şimdi neler hissediyorsunuz? Her bir ifadeyle gelen duyguyuarkadaşınızla paylaşın.
6. Bitirdikten sonra, --yapamam-- dediklerinizin gerçekte yapmanızınmümkün olup olmadığını bir kez daha beraberce gözden geçirin;acaba --yapamamlar geliştirdiğiniz katı bir benlikresminin sonucu mudur? Bu --yapamam--ların nedenlerini arkadaşınızlaaranızda
tartışın.
:::::::::::::::::
Birinci bölüm sonu.....
Doğan Cüceloğlu