31 Ekim 2007 Çarşamba

Büyük Önderi Anarken

İki Mustafa Kemal vardır; Biri ben,fani Mustafa Kemal; diğeri milletin daima
içinde yaşattığı Mustafa Kemallerdedir.  Ben onu temsil ediyorum. Herhangi
bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa,beni bir Türk anası doğurmadı mı?
Türk anaları daha Mustafa Kemaller doğurmayacaklar mı? Güç milletindir benim değildir.

Eşsiz bir güneş doğdu Selanik'te 1881 yılında bir güneş ki  yalnız ülkemizi
değil tüm dünyayı ebediyete dek aydınlatacak. Yok olmak üzere olan bir millete yeniden hayat veren,parçalanmış bir ülkeden bağımsız bir devlet kuran ve bir enkazdan çağdaş bir ulus meydana getiren deha  Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk.

            Büyük adam,savaş meydanlarından meydanlara,hudut boylarından,hudutlara bir sel gibi akmış,en son halkıyla birlikte kurtuluş savaşı vererek Türkiye Cumhuriyetini yaratmıştır.

Küçük yaştan itibaren üstün yetenekleriyle dikkatleri üzerinde toplayan Mustafa Kemal Atatürk, ulusal kurtuluş savaşını başlatan ve yönlendiren bir meşale olmuştur. Kişisel çıkarlarını tamamen unutarak kendini milletine adayan bu değerli insan,savaş meydanlarında yenilmez bir asker,sosyal hayatta büyük bir yenilikçi,siyasette eşi bulunmaz bir devlet adamı ve
liderdir.  Bu özellikleriyle yalnız Türk tarihinin değil,tüm dünyanın yetiştirdiği ender kişiliklerinden biridir. Bu nedenle onun büyüklüğünü yalnız biz kabul etmiyoruz;bütün dünya kabul ediyor. Mazlum milletler onun fikirleriyle bağımsızlıklarını kazanıyor;yenilikçi yöneticiler onu örnek alıyor. Nitekim,Asya'da ve Afrika'da sömürge olarak yaşayan bir çok
millet,onun düşüncelerini öğrenip,yaptıklarını gördükten sonra uyanmışlar,bağımsızlıklarına kavuşmak için onun açtığı yoldan gitmişlerdir.

Atatürk'ün dehalığına şu olay örnek gösterilebilir. Türk orduları 1922
tarihinde Yunan ordularını İzmir'den Akdeniz'e  dökünce İngiltere
Parlementosu heyecanlı bir toplantı yapmış ve üyeler sormuştu:
-Nerede başvekil  Loyd Corc. . . . . . . Bize ne söz verdi,netice ne oldu?
Bunun üzerine Loyd Corc yavaş yavaş kürsüye geldi.
-Arkadaşlar,asırlar pek nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize
bakın ki o büyük dahiyi asrımızda Türk milleti yetiştirdi. Mustafa Kemal'in
dehasına karşı elden ne gelir? Dedi kürsüden inip başvekillikten istifa
etti.

            Hayatını milletinin mutluluğuna adayan bu değerli insan,savaşla
kazanılan başarıları sosyal hayattaki yeniliklerle pekiştirmiştir. Kurtuluş
savaşının kazanılmasından sonra Cumhuriyeti ilan etmiş,böylece halkın kendi
kendisini yönetmesini istemiştir. Bunun ardından,yaptığı devrimlerle çağdaş
bir ulus olmamızı sağlamıştır. Bu devrimlere kısaca değinecek olursak
bunlar: 1 Kasım 1922 Saltanatın Kaldırılması,3 Mart 1924 halifeliğin
kaldırılması,2 Eylül 1925 Tekke ve zaviyelerin kapatılması,25 Ağustos 1925
Kılık ve kıyafet devrimi ,10 Ocak 1926 Takvim,saat ve ölçüde yapılan
yenilikler,7 Şubat 1925 Aşar ve diğer vergilerin kaldırılması,17 Şubat 1926
yeni Medeni Kanunun kabulu 3 Kasım 1928 Yeni Türk harflerinin kabulüdür.

 Atatürk ilkeleri ise kısaca
1. Halkçılık İlkesi: Din,dil,ırk,mezhep farkı gözetilmeksizin herkes
eşittir.

2. Laiklik İlkesi: Din ve dünya işlerini birbirinden ayıran,vicdan,düşünce
ve inanma özgürlüğüdür.

3. Cumhuriyetçilik İlkesi: Halkın vekiller aracılığıyla kendi kendini
yönetmesi.

4. Milliyetçilik İlkesi: Türk milletini,bütün bireylerinin kaderde, sevinçte
ve üzüntüde ortak bir bütün halinde milli bilinç ve ülküler etrafında
toplanma inancıdır.

5. Devletçilik İlkesi: Devletin ekonomi politikasıdır.

6. Devrimcilik İlkesi: Bir toplumun eskimiş çağdışı kalmış kurumlarını
çağdaş olanlarla değiştirmektir.

            Atatürk'ün yaptıklarını anlamak ve değerlendirmek için onu iyi
tanımak,düşüncelerini çok iyi bilmek gerekir. Bu nedenle onun ölüm günü olan
10 Kasım'la başlayan hafta  Atatürk haftası olarak kabul edilmiştir.

            Bu haftanın amacı sadece bir ölüm yıldönümü olarak  Atatürk'ü
anmak değil,böyle bir lidere sahip olmanın gururuyla, onun düşüncelerini
anlamak ve yaşatmaktır. Siz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının bu görevi
hiçbir zaman unutmayacağınız inancıyla,ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ü
saygıyla anarken şu dizelerle yazımıza son veriyoruz.

Yaşatıyor musun devrimlerimi,
Götürebiliyor musun yeni çağlara.
Yazıyı,kılığı,hür düşünceyi,
Örnek ediyor musun uluslara.
Atabiliyor musun zihinlerden,
Softalık,gerilik,tüm karanlığı.
Adın var mı en yeni buluşlarda,
Köye sokabildin mi  aydınlığı.
Sevebiliyor musun düşmanını,
Bolluk mu bir uçtan bir uca vatan.
Derim ki yolumdan yürüyorsunuz
Büyüğünden küçüğüne o zaman.

------------


Daha Ayrıntılı Bilgi İçin:

www.rehberogretmen.biz   adresini ziyaret edebilirsiniz.


  Ayrıca Engelli kişiler için ürün ve destek almak için:

www.braillesoft.com

www.egitek.com.tr    adreslerini ziyaret edebilirsiniz..

30 Ekim 2007 Salı

Anne Baba Tutumları Sunu 03- OKUL ÇOCUĞUN YANINDA ELEŞTİRİLMEMELİDİR

Okul disiplin olayları evde tartışılmamalıdır.Çocuk okula karşı soğutulmamalıdır

 

 

Okulda konulmuş yararsız kurallar varsa  okul yönetimiyle  konuşulmalı ya da Veli toplantısın da dile getirilmelidir  Çünkü çocuğumuzun okulu sevmesi çok Önemlidir. Biliyorsunuz ki insan sevmediği bir ortamdan hiç bir şey alamaz.

 

Okullarda çocuk başarısız olduğu zaman "çalıştır sıkıştır" der kimseleri Böylece mengeneye alınan çocuk ezilerek .silik. uydu bir kişilik ya da mengeneden Kurtularak aileye okula ve topluma başkaldıran bir kişilik kazanmış olur. 

          

 

 

 

Daha Ayrıntılı Bilgi İçin:

www.rehberogretmen.biz   adresini ziyaret edebilirsiniz.

 

  Ayrıca Engelli kişiler için ürün ve destek almak için:

www.braillesoft.com

www.egitek.com.tr    adreslerini ziyaret edebilirsiniz..

 

Anne Baba Tutumları - Sunum 02 - ÇOCUĞUN GÜVENİNİ ARTTIRMAK

ÇOCUĞUN KENDİNE GÜVENİNİ ARTTIRMAK İÇİN NELER YAPILMALI

 

 

*Çocuğun kendini ifade etmesine müsaade etmek

 

*Çocuktan yaşı ve kapasitesi dışında davranışlar beklememeli

 

*Sorumluluklar yüklemek ve bunları başarmasını  sağlamak gerekir

 

*Çocuğun başarısını övmek ve onu yüreklendirmek gerekir

 

*Çocuğunuzu arkadaşlarının önünde küçümsememek gerekir

 

*Çocuğunuza kendisinin ne kadar önemli olduğunu hissettirmeniz gerekir.

 

 

Daha Ayrıntılı Bilgi İçin:

www.rehberogretmen.biz   adresini ziyaret edebilirsiniz.

 

  Ayrıca Engelli kişiler için ürün ve destek almak için:

www.braillesoft.com

www.egitek.com.tr    adreslerini ziyaret edebilirsiniz…

 

Anne Baba Tutumları - Sunum 01

 

*Çocuklarınızın sözünüzü  dinlememelerini istemiyorsanız, yerine getirip getirmediklerine  bakmazsızın  emirler   yağdırmayın. Onlardan yerine getiremeyecekleri şeyler istemeyin Suçlarını  zamanında cezalandırmak yerine  kuru tehditler savurmayın"

 

HİKAYE

Çocuklarını iyi terbiye ettiğini zanneden bir anne baba varmış Anne daha çocuklar kahvaltıya oturmadan emirler yağdırmaya başlarmış  "Sait odanı toplamayı -  yatağını yapmayı unutma Pijamaları da yerine as Nurdan sen de kardeşi yardım et.  Yatağınızdan kalkar kalkmaz yüzünüzü yıkamayı unutmayın" Bütün bu istekler normal karşılanabilirdi ama hiç bir gün yapılıp yapılmadığı kontrol  edilmezdi. Çocuklar bozuk bir plak gibi her gün aynı emirleri dinler fakat hiçbirini yapmazlardı Babada kuru tehditlerle meşhurdu                                      

“Bana bak Sait  şu kitaplarının dağınıklığından utanmıyor musun Bir daha onları

yerli yerine koymadığını görürsem inan ki çok fena yaparım." Çocuklar yağdırılan emirlerin  savrulan tehditlerin boş olduğunu çoktan öğrenmişlerdi. Onun içinde bir gün olsun odalarını topladığını kitaplarını yerlerine konduğunu gören olmamış

 

   Kıssadan hisse almanız dileğiyle.

 

 

Daha Ayrıntılı Bilgi İçin:

www.rehberogretmen.biz   adresini ziyaret edebilirsiniz.

 

  Ayrıca Engelli kişiler için ürün ve destek almak için:

www.braillesoft.com

www.egitek.com.tr    adreslerini ziyaret edebilirsiniz..

29 Ekim 2007 Pazartesi

AİLE - EVLİLİK TERAPİSİ

Son yıllarda evlilik terapisine başvuran çiftlerin sayısı sürekli artmaktadır. Terapiye başvurular; ilişkinin kopma noktasına geldiği çiftler veya ilişkinin artık anlam ifade etmediği hatta zorladığı kadınlar tarafından yapılmaktadır. ''Evliliğimizde sorun var'', ''İlişkimizde problem var''diye başvuranların yanında, asıl sorunu örterek; depresyon, psikosomatik şikayetler, ve fobik reaksiyonlarla terapiste başvuranlarada sıklıkla rastlanmaktadır. Bazı çiftlerin terapiste başvurma amaçları;ilişkilerini, evliliklerini kurtarmaktır. Hem terapi ortamı, hemde terapist evliliğin bitmesine ya da devam etmesine karar veremez.

Terapi ortamı; İletişimi açık ve net hale sokan, üçüncü bir kişinin (terapist) yardımıyla karşılıklı anlaşılabilir konuşmayı öğreten, kişinin olaylara tek yön olan bakış açısını zenginleştiren, kendinin farkındalığını sağlayan bir ortamdır. Bu ortamdan yeteri derecede faydalanabilmek yinede çiftlerin kendilerine bağlıdır.

Terapinin amacı iletişimi sağlıklı hale getirmektir. Bir ilişkinin sağlıklı şekilde devam etmesi, çiftlerin uzlaşmazlıklarını çözebilme yeteneğine ve isteğine bağlıdır. Çiftler arasında ilişkinin sorun haline geldiği durumlarda şu cümleler sıklıkla kullanılmaya başlamıştır artık.

"Beni sen hiç anlamıyorsun. "

"Ben kendimi sana anlatamıyorum. "

"Sen önceden böyle değildin, çok değiştin. "

"Sen hep böylesin. "

"Hiç değişmeyeceksin"

"Artık senin bu kadar duyarsız olmana dayanamıyorum"

Çiftlerde ortaya çıkan sorunlar, aslında problem diye görülmeye başladığı zamandan daha önce den de vardır. Fakat yaşam döngüsünün çeşitli devrelerinde(evlilik, çocukların doğumu, çocukların okulu, eşlerin iş-meslek rolleri, geleceği yapılandırma)çiftler belirli amaçlar üzerine odaklaşırlar.

Böylece ilişkinin yürümesini engelleyen "şeyleri" göremez ya da görsede farketmemeye, farketsede bir süre sonra bunun değişeceğine kendini inandurmaya çalışır. Fakat bu yaşam döngüsü içinde ani ve büyük değişimler, zorlanmalar, kayıplar ve bu döngünün oturtulmasıyla, kişiler o ana kadar belkide hiç yapmadıkları, yada bazen düşündüğü hatta bazen deneyime geçirdiği "kendinin farkındalığı" üzerine yoğunlaşmaya başlar. Ben neyim? ne oluyor? ne istiyorum gibi kendine yönelik sorular sormaya başlar. Farkına varmaktan kaçındığı "şeyler" üzerine gidip onları araştırmaya, çözümlemeye çalışır. İlişkinin bileşenleri olan üçlü; kominikasyon-güç-duygu o anda gerçek sorunlar olarak görülmeye başlanır. İlişkide o ana kadar çıkıpta başedilen sorunlar bir anda üstesinden gelinemez bir hal almaya başlar.

Çatışmalar, aşağılamalar, tehditler. ve "sen" çatışması ortaya çıkar.

İlişkinin tanımını yapacak olursak;özel belirli bir bağlamda kişiler arasında oluşan duygu ve düşünce, davranışlarda şekillenen bir mesaj iletimi, daha da ötesi arzu, istek ve ihtiyaçların cevap bulmasına yönelik bir alış-veriştir. İlişkinin olması için iki kişinin olması ne kadar olmazsa olmaz bir kuralsa, ilişkide hangi kontekstin geçerli olduğı konusuda o kadar önemlidir. İlişkinin şekillendirilmesi; belirli bir durum, ortam dahilinde olmalıdır. Eşlerden birinin sevgisini ifade etme şekli diğerinde sevgi değilde öfke, kızgınlık şeklinde algılanabilir. İlişkide önemli olan bir noktada "burada ve şimdi" dir.

Kişiler arası ilişkilerde, kişilerin çevrelerindeki üçüncü ve dördüncü kişiler (anne, kayınvalide, baba, arkadaş) tarafından ilişkiye yandan müdahale yapılacağı gibi, bir profesyonel (terapist) tarafından da terapötik müdahaleler yapılabilir. Gerçek yaşamda ilişkilerde belirlemeler, tanımlamalar ve yorumlar olduğu müddetçe, müdahaleler her zaman bir şekilde vardır. Fakat bir problem yaşandığında:kişilerin "eylem kapıları yapılanmış" olması veya "sonu gelmeyen oyunlar"söz konusu olduğunda, sistemin dışından bir kişinin müdahalesine gereksinim vardır. Çünkü sistemin devam etmesi için, sistemin kurallarının değişmesi gerekmektedir. Sistemi değiştirmek, o sistem içindeyken olası değildir. Ancak dışardan birisi(terapist)sisteme ihtiyacı olanı verebilir "Kuralların değişmesi"

"Yeniden çerçeveleme" çift-aile terapisinde en temel müdahale tekniklerinden biridir.

Böylece danışanın olaylara ait olan şemasını değiştirerek(farklı bakış açısı sunarak)daha fazla seçenek sahibi olmasını ve duygularının daha az ayağına dolaşmasını sağlamaktır.

Örnek1:

Kadın"Eşim benim bu durumuma karşı o kadar duyarsız ki"

Terapist "Belkide eşiniz bu şekilde kendini acıdan koruyor
olabilir. "

Erkek "Aslında eşimin bu sorunu karşısında kendimi çaresiz hissediyorum, çok üzülüyorum, ne yapacağımı bilemiyorum.

Örnek2:

Erkek:"Eşim sürekli zırzır ağlar, onun tartışma anında ağlaması beni daha da kırıyor, bağırıp, çağırıp kapıyı vurup
gidiyorum.

Terapist:"Eşiniz dile getiremediği duygularını, acısını ancak ağlayarak ifade etmeye çalışıyor.

İlişkinin iyisi-kötüsü yoktur, gerçeği vardır. İlişkide rahatsızlığın olması, rahatsızlık veren olgunun ortadan kalkmasıyla düzelmiyor. Çünkü asıl olan ilişkidir.

Yardım isteği ile başvuran çiftlerden biri "ben boşanmak istemiyorum veya ben boşanmak istiyorum" isteğiyle geldiğinde, ilk müdahalemiz ;boşanmak için ilişkinin düzelmesinin gerektiği çünkü burada sorunun, ilişkinin aslı olduğunu söylemektir. Sorunlu ilişkilerde boşanmak;ağızdan kolayca çıkan basit bir çözüm olarak gelsede gerçeğe yakınlaştıkça, uzaklaşılan ve alınması zor bir karar haline gelmektedir. Çiftlerde, terapide kullanılan ilk önerilerden biri;ilişkinin bir süre askıya alınmasıdır(askı modeli). 15 gün süre ile asla yüz yüze görüşme yapılmaması, telefonla konuşulmaması, ayrı yerlerde yaşama ve bu sürede varlıklarından bile haberdar olunmaması önerildiğinde, buna "boşanmak en iyi çözüm "diye yaklaşan çiftlerde dahi ilk tepki red etme olabilmektedir.

Çift terapisine başvuranların çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ve bir kısım eşlerin terapiye sıcak bakmadıkları göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Terapiye her iki tarafında katılması sonuç almayı kolaylaştırdığı gibi terapi süresinide kısaltır. Fakat çok önemli olan bir gerçekte, ilişkide magdur olan bireyin; (çoğunluğu kadın) tek başına yapacağı terapi yolculuğunda hem ilişki adına hem de kendi adına çok yol katedebileceğidir.

İLİŞKİ BİR ALIŞVERİŞTİR VE BUNDA ŞİMDİ ÖNEMLİDİR.

Psikolog Aynur Ünal

 

Daha Ayrıntılı Bilgi İçin:

www.rehberogretmen.biz   adresini ziyaret edebilirsiniz.

 

  Ayrıca Engelli kişiler için ürün ve destek almak için:

www.braillesoft.com

www.egitek.com.tr    adreslerini ziyaret edebilirsiniz…

28 Ekim 2007 Pazar

Tangonun Tarihi

Hazırlayan : İbrahim Elibal  www.rehberogretmen.biz


Her ne kadar tango bugün ışıltılı dans salonlarında yapılsa da, aslen Buenos Aires'in kenar mahallelerinde ve genelevlerinde ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın sonunda Buenos Aires, Avrupa ve Afrika'dan gelen, bir çoğu bu yeni ülkede kendini yalnız hisseden göçmenlerle ve sürgünlerle dolmuştu. Bunlar geçici arkadaşlıklarda, içkide ve kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak herhangi bir eğlencede avuntu buluyorlardı. Bu göçler sonunda aradıklarını bulamamışlar ve büyük bir ümitsizliğe düşmüşlerdir.Kendilerini bu ülkede yabancı gibi hissetmişler ve hiçbir yere ait olmama duygusundan kurtulmaya çalışmışlardır. Bu koşullar altında , bu baskı altındaki kültür yeni bir müziğin doğmasına yol açmıştır.. Sosyal baskılar nedeniyle duygularını ifade etmekten kaçınmışlar , bunun yerine kendilerini tangoyla özetlemişlerdir.


Tango çeşitli kültürlerin karışımıdır,; Afrika vuruşları, Kızılderili ritmi ve Latin etkisi Arjantin pampalarının müziğiyle birleşti. Tango adının Afrika tamtamlarının çıkardığı ""tan-go"" seslerinden, ya da Latince dokunmak anlamına gelen ""tangere"" fiilinden türediği sanılmaktadır. Tango adı nereden gelmişse olursa olsun, tango müziği tango dansına da can verdi. Hayal kırıklığına uğrayan milyonlarca insan duygularını müziğe de yansıtmıştır -ki bunlar öfke, hüzün, vatan hasreti ve düşkırıklığı olmuştur.


Başlangiçta tango, kapalı ve küçük çevrelerin ayıplanan ve hor görülen müziğidir. ..aile babaları bu müziğe kuşku ile bakmakta ve bırakın dansetmeyi, sabah fabrikaya çalışmaya giden kız çocuklarının kulakları tango sözlerini ve bandeneo'nun baştan çıkarıcı ezgilerini duymamasi için pamukla tıkanmaktadır İlk tangolar Arjantin aristokrasisinin ""aşağı"" bulduğu bir davranış idi.Bunu nedeni şöyle açıklanabilir: Tango, daha çok genelev dünyasında rağbet görmekteydi. Muhabbet tellalları cafishio veya cafio'lar, çoğunlukla fakir Doğu Avrupa'dan gelen sermaye kadınlar ve kaçamak yapan maceraperestlerin bu yeni ve erotik dansı rahatlıkla yapabilecekleri yer ancak batakhanelerdi... O günlerdeki tangoların adları bu gerçeği yansıtır


Dönemin tangocu tipini temsil eden guapo veya compadre'ler özel giysiler giyen, kıskanç, kavgacı, bıçak taşıyan, sık sık da hapse giren yarı köylü, yarı şehirli kabadayılardır. Meslekleri çoğunlukla arabacılık, at bakıcılığı ve kasaplıktır. Kendi aralarında 'compadraje' adlı kurallar geçerlidir.


1912'de Arjantin'de alt sınıfa seçme hakkı verilmesi,bu sınıfın kültürel özelliklerini daha üst sınıfların tanımasına olanak sağladı.Böylece tango halk arasına karıştı. Durum bir süre sonra değişti, ""aile""nin gidebildiği açık hava eğlence gazinolarında ""edepli"" tangolar yapılmaya başlandı.


Yüksek sosyeteye göre tango ,kabul edilemeyecek kadar kaba ve müstehcendi.Fakat birinci Dünya Savaşı'ndan çok kısa bir süre sonra tango Fransa'ya taşındı.Fransız sosyetesi tangoyu bağrına bastı.Fakat Avrupa'da yaygınlaşmaya başlayan tango biraz değime uğramıştı.Tangonun fransız versiyonu orjinaline göre daha duygusal,daha melankolik ve daha az ihtiraslıdır.


Tangonun Paris'teki bu büyük başarısından sonra Arjantin'de halka açık yerlerde tango yapılmaya başlandı.1940'lar tangonun altın çağı olarak ifade edilir.Fakat 1950'lerde çeşitli nedenlerden ötürü tango tekrar yeraltına dönmeye başladı.Rock'n Roll'un yayılması ile birlikte eşli danslar popülaritesini yitirdi.1950 1980 yılları arasında Arjantin birsürü diktatör tarafından yönetildi.Dansetmek yasaklandı. Şuanda özgürlükle birlikte tango bütün ihtişamıyla birlikte geri döndü.


Türkiye'nin tango ile tanışması Cumhuriyet'in kabulünden hemen sonraya rastlar.Medeni hayatta batıya yönelik yenilemelerin arasında dans da gelmektedir.Fakat Arjantin tango uzun yıllar Türk insanı tarafından benimsenmedi. Bunun en önemli nedeni dans stilinin fazla müstehcen bulunmasıydı.Avrupa'da değişime uğramış stili benimsenmeye başlandı ama yine de bay ve bayan hiçbirzaman gerektiği gibi yakın dansetmediler. Tango ve Türkiye ile ilgili asıl inanılmaz olan, Türkiye'nin dünyada tangonun ulusal bir marş gibi söylendiği tek ülke olması.Ama yine de Türkiye Avrupa Dans Federasyonuna üye olmayan tek Avrupa ülkesi.Ulusal marş gibi söylenen şark , ' La Cumparsita ' Türkiye'de her düğünün açılış şarkısıdır. Tango sadece bir dans değildir.Tango bir yaşam stilidir.Tango çoğu şairin şu kelimelerle belitmeye çalıştığı direkt, duyguların dışa vurumudur: "" bir kavganın, kutlamaya dönüşebilme inancı""

SİGARAYI BIRAKMA YOLLARI

 

Her bir sigaranın sadece yarısını için.
Her gün ilk sigaranızı yakmayı bir saat geciktirin.
Günün yalnızca tek ya da çift saatlerinde içme kararı alın.
Önceden, o gün kaç sigara içeceğinize karar verin. Bu sayının üstündeki her sigara için istediğiniz bir yere para bağışlayın.
Yeme alışkanlığınızı, sigarayı azaltmanıza yardımcı ola­cak şekilde değiştirin. Örneğin süt için (çoğu kimse sütün sigarayla gitmediğini düşünür).
Yemeklerinizi, sizi sigaraya yöneltmeyecek şeylerle bitirin.
Kafanızı toplamak istediğinizde sigara yerine bir bardak meyve suyu için.
Unutmayın ki sigarayı azaltmak bırakmanıza yardımcı olur, ama bunun yerini tutmaz. Günde yedi sigaraya kadar indiyseniz bırakma tarihini belirleme ve ona bağlı kalma zamanı gelmiş demektir.

"OTOMATİK OLARAK" SİGARA İÇMEYİN

Gerçekten istediğiniz zaman için. Sırf alışkanlıktan dolayı sigara yakmaya kalktığınızda, kendinizi yakalayın.
Kül tablalarınızı boşaltmayın. Bu, her gün kaç sigara içtiğinizi size hatırlatacak, izmaritlerin görüntüsü ve kokuları hoş olmayacaktır.
içtiğiniz her bir sigaranın farkına varın. Ters elinizi kullanarak, sigarayı farklı bir cebinize ya da her zaman koyduğunuzdan başka yerlere koyarak otomatik olarak sigaraya uzanma davranışınızı kırın.
Gün boyu birçok kere, hiç düşünmeden sigara içiyorsanız, her sefer bir sigara yakarken aynaya bakmaya çalışın. Bunu istemediğinize karar verebilirsiniz.

SİGARA İÇMEYİ UYGUNSUZ HALE GETİRİN

Sigarayı kartonla almayı bırakın. Bir paket bitmeden diğerini almayın.
Evde ya da işte, yanınızda sigara taşımayı bırakın. Sigaraya ulaşmanızı zorlaştırın.
Sizin için özellikle zevk verici olmayan şartlarda sigara için. Örneğin başkalarıyla birlikte içmekten hoşlanıyorsanız bunu yalnız yapın. Sandalyenizi boş bir köşeye doğru çevirin ve sadece içtiğiniz sigarayla onun olumsuz etkilerine konsantre olun.
Bütün izmaritlerinizi büyük bir cam kavanoz içinde toplayarak, sigaranın pisliğini hatırlamak için saklayın.

Sigarayı bırakmadan bırakmadan hemen önce

Sigarasız olma egzersizleri yapın.
Bir daha asla sigara içmeyeceğinizi 'düşünmeyin'. Her seferinde, o günü de sigarasız geçirmeyi düşünerek bırakın.
Kendinize bugün sigara içmeyeceğinizi söyleyin ve içmeyin.
Uzun süre kalan sigara kokusundan kurtulmak için elbi­selerinizi! temizleyin.

Sigarayı bıraktığınız gün

Bütün sigara ve kibritleri atın. Çakmakları ve kül tablalarını saklayın.
Diş hekimine gidip dişlerinizi! temizleterek sigara lekelerinden kurtulun. Dişlerinizin bu şekilde ne kadar güzel gözüktüğüne dikkat edin ve onları öyle tutmayı hedefleyin.
Kendiniz ya da bir başkası için almak istediğiniz şeylerin listesini yapın. Maliyetlerin! sigara paket fiyatı üzerinden hesaplayın ve bu hediyeleri almak için parayı bir kenara koyun.
O büyük günde kendinizi çok meşgul edin. Sinemaya, spor yapmaya gidin; uzun yürüyüşler yapın ya da bisiklete binin.
Ailenize ve arkadaşları niza o günün sigarayı bırakma gününüz olduğunu hatırlatın.
Onlardan ilk haftalarda yaşayacağınız zorluklarda size yardımcı olmalarını rica edin.
Kendinize bir mükafat ya da kutlama niyetiyle özel bir şey verin.

Sigarayı bıraktıktan hemen sonra

Evde, iş yerinde ve çevrenizde temiz, taze, sigarasız bir ortam oluşturun. Kendiniz için çiçekler alın.
Sigarayı bıraktıktan sonraki ilk birkaç gün kütüphane, müze, tiyatro, ibadethane gibi sigara içilmesine izin veril­meyen yerlerde mümkün olduğunca çok vakit geçirin.
Bol su ve meyve suyu için. (Ama kafein içeren meşrubat­ta sakının)
Alkol ve kahve gibi sigara ile bağlantı kurduğunuz içeceklerden sakının
Elinizde sigara bulunmasını özlüyorsanız, anahtarlık, tespih, kalem gibi bir şeyle oynayın.

 

  Diğer konularda bilgi almak için:

www.rehberogretmen.biz sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

SEVGİNİZİ ARTIRMANIN 55 YOLU

SEVGİNİZİ ARTIRMANIN 55 YOLU

1-   ONU SEVDİĞİNİZİ VE ONA DEĞER VERDİĞİNİZİ SIK SIK BELLİ EDİN

2-   ONA ARA SIRA ÖZEL BİR HEDİYE VERİN

3-   BİR ARKADAŞA İHTİYACI OLDUĞUNDA MUTLAKA ONUN       

YANINDA BULUNUN

4-   ONA HER ZAMAN İÇİN VAKİT AYIRIN

5-   SIK SIK ONUNLA YÜRÜYÜŞE ÇIKIP KONUŞUN

6-   BİRLİKTE YEMEK YEMEK İÇİN DIŞARI ÇIKIN

7-   ÖZEL GÜNLERİNDE KESİNLİKLE HATIRLAYIN

8-   KONUŞURKEN TAMAMEN ONU DİNLEYİN

9- KONUŞURKEN TAMAMEN SAMİMİ KONUŞUN

10- ONA KESİNLİKLE YALAN SÖYLEMEYİN

11- KONUŞURKEN KESİNLİKLE GÖZÜNE BAKIN

12- ONUN İYİ ÖZELLİKLERİNİ KEŞFETMEYE ÇALIŞIN

13- ONUN ÜZÜNTÜLERİNİ VE DERTLERİNİ DİNLEYİN

14- ONUN SİZE TAMAMEN GÜVENMESİNİ SAĞLAYIN

15- BOŞ ZAMANLARINIZI ONA AYIRMAYA ÇALIŞIN

16- ONUN İÇİN FEDAKARLIKTA BULUNMAKTAN KAÇINMAYIN

17- ONUN ARKADAŞLARI İLE TANIŞIN

18- TATİL İÇİN BİRLİKTE PROGRAM YAPIN

19- UZUN SÜRE AYRI KALMAYIN

20- ONU ANLADIĞINIZI HİSSETTİRİN

21- ONUN SEVMEDİĞİ ŞEYLERİ ÖĞRENİN

22- ONU DEĞİŞTİRMEK YERİNE ÖNCE KENDİNİZİ DEĞİŞTİRMEYİ DÜŞÜNÜN

23- ONUN HOŞUNA GİDEN ŞEYLERİN BİR LİSTESİNİ YAPIN

24- YARINLAR İÇİN BİRLİKTE PLAN YAPIN

25- HAYAL VE DÜŞÜNCELERİNİZİ ONUNLA PAYLAŞIN

26- ONA KIZDIĞINIZDA ONUNLA HEMEN KONUŞMAYA ÇALIŞIN

27- YAPTIKLARI HAKKINDA TAHMİNDE BULUNMAK YERİNE ONUNLA İLETİŞİM KURUN

28- ONUN KAYGILARINI ANLAMAYA ÇALIŞIN

29- ONUNLA BİR ÇOK ORTAK YÖNÜNÜZ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜN

30- İYİ YÖNLERİNİ SIK SIK AKLINIZA GETİRİN

31- ONU HER ZAMAN İÇİN KONTROL ETMEYE ÇALIŞMAYIN

32- KENDİNİ İFADE ETMESİNE SIK SIK İZİN VERİN

33- ONUN HAYATINDAKİ ZORLUKLARI SIK SIK HATIRLAYIN

34- BAŞARILARINI TAKDİR EDİN

35- YANINDA OLDUĞUNUZU HİSSETTİRİN

36- DUYGULARINA ÖNCELİK TANIYIN

37- ONU OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEYE ÇALIŞIN

38- ELEŞTİRMEYİN ONA KÖTÜ ŞEY SÖYLEMEYİN

39- ONUN İÇİN ÖZEL OLAN NEDİR ? ONU BULUN

40- ONUN SEVDİĞİ ŞARKILARI ÖĞRENİN VE BİRLİKTE DİNLEYİN

41- ONA BİR KİTAP ALIN VE ONUN İÇİN İMZALAYIN

42- ONA İLTİFAT ETMEYİ UNUTMAYIN

43- HATA YAPTIĞINIZDA ONDAN GECİKMEDEN ÖZÜR DİLEYİN

44- İYİLİĞİ KARŞISINDA TEŞEKKÜR ETMEYİ UNUTMAYIN

45- HATALARINI BÜYÜTMEYİN VE ONA KARŞI HATA YAPMAMAYA ÇALIŞIN

46- ONUN HAKKINDA İYİMSER OLUN , İYİ DÜŞÜNCELERİNİZİ PEKİŞTİRİN

47- ONUN HAKKINDAKİ İYİ DÜŞÜNCELERİNİZİ DİĞER İNSANLARA SÖYLEYİN

48- GÜCENDİĞİNİZDE ONDAN KAÇMAYA ÇALIŞMAYIN

49- ONUN YERİNE SIK SIK KENDİNİZİ KOYUN

50- ENDİŞELERİNİZİ RAHATÇA SÖYLEYİN

51- ONA BİRAZ DAHA ZAMAN TANIYIN

52- ONUN İÇİN YAPTIKLARINIZA BİR YENİSİNİ EKLEYİN

53- HERŞEY BİTTİĞİNDE ONA BİR ŞANS DAHA TANIYIN

54- HAYATINIZIN HER AŞAMASINDA ONU DA DÜŞÜNÜN

55- KİŞİLİĞİNE ÖNEM VERİN , DUYGULARINI ANLAMAYA ÇALIŞIN

EMPATİK DİNLEME NE DEMEKTİR?

Karşımızdakini dinleme biçimlerimiz çok çeşitlidir. Bu çeşitleri tanımlayan deyimler dilimizde yer almıştır. ‘Can kulağı ile dinlemek’, empatik dinlemenin tanımıdır. ‘Can kulağı’, yüreğimizin, gönlümüzün kulağıdır ve ‘anlamak için dinlediğimizi’ belirtir. Empatik dinleme; kendimizi onun yerine koyarak dinleme, anlamak için dinleme demektir ve iletişimin çok değerli bir anahtar davranışıdır. Empatik dinlemeyi bilen ve uygulayan birisi, karşısındaki ile iletişim kurmadan en önemli basamağı başarıyla çıkmış demektir. Arapların güzel bir sözü vardır: ‘Yürekten çıkan söz yüreğe ulaşır, ağızdan çıkan söz kulakta kalır’ derler. Bizde de ‘kulak arkasına atmak’ deyimi, söylenenlere hiç önem vermeden dinlemek anlamına gelir. ‘Sen onu külahıma anlat’ deyimi de, söylenenlere inanılmadığını belirtir. İletişim kurmak için mutlaka birbirimizi ‘empatik dinleme’ ile dinlemeyi başarmalıyız. Bunun yolu da ‘karşımızdakini anlamak için dinlemenin içtenliği’nden geçer. İçten olalım, yeter.

İHTİYACIMIZ OLAN EMPATİ

Kişiler arası ilişkilerin olumlu olması için gerekli koşullardan birisi de empatidir. Empati, psikiyatri ve psikolojide adı sıklıkla geçen bir kavramdır. Psikiyatri ve psikolojinin çeşitli dallarında empati ile ilgili çeşitli araştırmalar yapılmış ve bir bilgi birikimi sağlanmıştır. Araştırma, özellikle klinik ve sosyal psikoloji, gelişim, danışma, okul ve iletişim psikolojisi alanlarında yapılmıştır.
Empatinin tarihçesine baktığımızda bu kavramın Almanca’daki “einfühlung” ve Esli Yunanca’daki “empathera” terimlerinden geldiğini görürüz.Einfühlung kavramını ilk kullananlardan birisi Alman Psikologlardan Thedor Lipps olmuştur. 1987 yılında Lipps,einfühlung’u şöyle tanımlamıştır : “Bir insanın kendisini karşısındaki bir nesneye, örneğin bir sanat eserine yansıtması,kendini onun içinde hissetmesi ve bu yolla o nesneyi kendi içine olarak (özümseyerek) anlaması sürecine einfühlung adı verilir.(1). 1909 yılında, Titchener, eninfühlung terimini, Eski Yunanca’daki “empatheia” teriminden yararlanarak İngilizce’ye “empathy” olarak tercüme etmiştir. Yunanca’da “em” içine “patheia” ise algılama anlamı taşımaktadır. Böylece empati kavramı psikoloji ve psikiyatride yerini almıştır.(2).
Günümüzde empati kavramını en iyi şekilde açıklayan Carl Rogers’dır. Rogers, kişiler arasında önemli yeri olan empati kavramı üzerinde çok araştırma yapmış ve bu kavramı farklı zamanlarda farklı şekillerde tanımlamış,1970 yılında ise empatiyi son şekli ile tanımlayarak diğer araştırmacıların da bu tanım üzerinde mutabık kalmasını sağlamıştır.Rogers’a göre : “empati, bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak,o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması,hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecidir”.(3). Carl Rogers’ın yapmış olduğu bu tanımı , Üstün Dökmen üç öğeye ayırarak açıklamıştır.Birinci öğe olarak ; empati kuracak kişi , kendisini karşısındakinin yerine koymalı , olaylara onun bakış açısıyla bakmalıdır.Karşımızdaki kişiyi anlamak için dünyaya onun penceresinden bakmalı , olayları onun gibi algılayıp yaşamaya çalışmalıyız.Bunun için de karşımızdaki insanın rolüne geçmemiz gereklidir.Bunu yapmazsak empati kuramayız. İkinci öğe olarak ; empati kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak algılamamız gereklidir.Empati kurarken karşımızdaki kişinin düşünceleri , empatinin bilişsel nitelik yönünü oluşturur. Böylece empatinin iki bileşeni ortaya çıkmaktadır.Fakat Hoffman’a (1978) göre ise empatinin bilişsel , duyuşsal ve güdüsel (motivasyon) olmak üzere üç bileşeni vardır.(4). Bu nedenle araştırmacılar arasında görüş farklılıkları vardır.Empati tanımındaki üçüncü ve son öğe ise, empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın karşıdaki kişiye iletilmesi davranışıdır.Karşımızdaki kişinin duygularını tam olarak anlasak bile, eğer anladığımızı ona ifade edemezsek empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız.Örneğin ; bir arkadaşımız derslerinin yoğunluğu nedeniyle bunalmış ve sıkıntı duymaktadır.Bu sıkıntısını gelip size anlatırsa ve sizde onun duyduğu bu sıkıntıyı anladığınız ve hissettiğiniz halde ona bunu “evet seni anlıyorum, derslerinin yoğunluğu seni bunaltmış ve bu nedenle sıkıntı duyuyorsun” şeklinde değil de tam zıt duygularla “boş ver aldırma” şeklinde yansıtırsak empati kurmuş olmayız.Ve hatta arkadaşımız bizim hakkımızda “en iyi arkadaşıma sıkıntılarımı anlattığım halde o bile beni anlamadı , artık beni hiç başkası anlamaz” şeklinde yanlış düşünce ve yargıya varabilir. Empati kurmak, karşımızdaki kişinin söylediği duygu ve düşüncelerin aynısını ona tekrar etmek değildir. Hommand ve arkadaşları (1977) buna “papağan gibi tepki vermek” (5) demiştir. Ve bunun olumsuz empati kurmak olduğunu belirtmiştir.
Empati kurarken ifade edilen duygunun şiddetine dikkat etmek ve karşımızdaki kişiye onu yansıtırken duygunun şiddetine uygun tepki vermek gerekir. Yine empati kurarken kişinin sadece sözel tepkilerine değil, ses tonuna , konuşma temposuna , jest ve mimiklerine hatta duruşuna bile dikkat etmek gerekir.Empati kurarken nesnelliği kaybetmemek , karşımızdaki kişinin korku , kaygı , neşe ve öfke gibi duygularıyla bunalmamak gerekir.Yani karşımızdaki kişiyle özdeşim kurmamalı ya da sempati duymamalıyız.Sempati duymak, empatiyi kurmayı engeller. Günlük kullanımda da bu iki kavram birbiriyle karıştırılmaktadır.İkisinin arasında farklılık vardır.Bir insana sempati duymak demek , o insanın sahip olduğu duygu ve düşüncelerin aynısına sahip olmak demektir.Karşımızdaki kişiye sempati duyuyorsak , onunla birlikte acı çekeriz ya da onunla birlikte seviniriz.Kısaca sempati ; “Bir başkası için olumlu duygular besleme anlamına gelir”. (6)
Empati kurmada ,karşımızdaki kişiye yardım etme davranışı vardır.Kendisini sıkıntıda hisseden bir kişi arkadaşına sıkıntısını anlatırsa ve arkadaşı da o kişinin sıkıntısını empatik bir şekilde dinleyip onu geri yansıtırsa , o kişinin sıkıntısı biraz hafiflemiş olur ve böylece empati kurularak sıkıntılı olan kişiye yardım edilmiş olunur.Empatik anlayış insanları birbirlerine yaklaştırma, iletişimi kolaylaştırma özelliğine sahiptir.İnsanlar, kendileriyle empati kurulduğunda başkaları tarafından anlaşıldıklarını ve kendilerine önem verildiğini hissederler.Bu da insanları rahatlatır.Empatik beceri ve eğilimleri yüksek olan kişilerin çevreleriyle olan iletişimi yüksek düzeydedir.Çevreleri tarafından sevilen kişilerdir.Çünkü çevrelerindeki kişilere empatik şekilde davranarak onlara yardım etmektedirler.Empatinin kişiler arası iletişimi kolaylaştırıcı özelliği bilindiği için empatik becerilerini arttırmak amacıyla çeşitli meslek mensuplarına empati eğitimi verilmektedir.Örneğin ; hekim ve hekim adaylarına , hemşirelere , ticaretle uğraşanlara, satış elamanlarına , öğretmenlere , sosyal çalışmacılara, psikiyatrislere , psikologlara, danışmanlara empati kurma becerilerini arttırmak amacıyla eğitim verilmektedir.(7)
Yapılan bazı araştırmalar göstermektedir ki ; kişilerin uğraştıkları ya da ilgi duydukları alanlar empatik becerilerini geliştirmektedir.Örneğin, müzik ile uğraşan veya evinde evcil hayvanı olan kişilerin empatik anlayış ve becerileri gelişir.Başka bir araştırmaya göre empatik bir şekilde davranan ailelerin çocukları büyüdüklerinde , onlar da anne-babaları gibi empatik anlayışa sahip olmaktadırlar.Yapılan başka bir araştırmada ; kaygı, depresyon , çocukları ihmal etme ve saldırganlık ile empati kurma arasında olumsuz ve zıt bir ilişki olduğu belirlenmiştir.Chlogon ve arkadaşlarının yapmış olduğu bir çalışmada (1985) suç işlemiş kişilerin empatik ilgi ve becerilerinin , suç işlememiş olanlara göre daha düşük olduğu belirtilmiştir.Yapılan başka bir araştırmada da ; diğer insanlara kişisel duygu ve düşüncelerini iyi ifade edebilen , topluma uyumlu ve sosyal duyarlılığı yüksek olan kişiler, aynı zamanda empati kurma becerilerine de sahiptirler.(8)
Empati, sadece insanlar arasındaki iletişimi kolaylaştırmak için kullanılmaz.İnsanların, üzerinde yaşadığı tabiat içinde empati kurması gereklidir.Geçmişten günümüze kadar tarihi süreç içinde yoğrularak gelen kültür ve sanat eserlerimiz de bu tabiat içersinde yerini almıştır.Ve bunların gelecek nesillere de ulaştırılması gereklidir. Eğer gelecek nesillere ulaştıramıyorsak suç bizimdir. Eski eserlere baktığımızda insanların doğayla empati kurduğunu görebiliriz. Yapılarda kuşların barınmaları için yuvalar yapmışlardır. Ve hatta bazı eserlerde tabiat sevgisini o şekilde işlemişler ki ; doğadaki suyu caminin içine kadar getirerek havuz yapmışlar ve içeride bir ferahlık olmasını sağlamışlardır. Bugünkü yapılan eserlere baktığımızda bunlardan mahrum bırakıldığını görmekteyiz. Empatinin kurulmadığı yerler sadece yapılar değildir. Yanlış avlanmalar , tarla açmak için yakılan ormanlar , düzensiz kentleşme ve fabrikaların yanlış yerlere önlem alınmadan kurulması tabiattaki dengeyi bozmaktadır. Tabiatla empati kuran bir kişi bu şekilde yanlış sonuçlar doğuracak işlerden kaçınır. Örneğin ; tarla açmak için ya da yerleşim yapmak için yakılan ve kesilen ormanı ve burada yaşayan canlıları düşünür , onları göz önüne getirerek bir an kendini onların yerine koyar. İşte bu şekilde empati kurarak davranan insanlar tabiatın dengesini değiştirerek diğer canlılara zarar vermez.
Bilindiği gibi insanların sevdikleri için yapamayacağı şey yoktur. Ama bunu yaparken de tabiata ve insanlara zarar vermeden yapılmalıdır. Örneğin ; sevdiğiyle gezerken orada gördüğü güzel bir çiçeği sevgilisi için koparmasına gerek yoktur. Sevdiği kişiye o çiçekleri koparmadan da hediye edebilir. Ve bu da hediyenin en güzelidir. Çünkü hiçbir şeye zarar verilmemiş , tabiat kendi doğal güzelliğiyle bırakılmıştır. Ve bu güzel çiçekleri başkalarının da görmeye hakkı olduğu düşünülmüştür.
Empatinin kişiler arası iletişimi kolaylaştırdığı ve insanlar arasındaki saygınlığı arttırdığını bilen birisi , tabiatın da insanlar için gerekli olduğunu düşünerek onunla da empati kurmaya çalışacaktır.

Dipnotlar :
1 Üstün Dökmen ; İletişim Çatışmaları ve Empati S: 306
2 Üstün Dökmen ; İletişim Çatışmaları ve Empati S: 306
3 Üstün Dökmen ; İletişim Çatışmaları ve Empati S: 120
4 Üstün Dökmen ; İletişim Çatışmaları ve Empati S: 121
5 Nilüfer Voltan-Acar ; Terapotik İletişimler S: 15
6 Gıll Cox ve Sheila Daınow ; Gizli Güçlerinizi Keşfedin S: 152
7 Üstün Dökmen ; İletişim Çatışmaları ve Empati S: 131
8 Üstün Dökmen ; İletişim Çatışmaları ve Empati S: 132

21 Ekim 2007 Pazar

INSAN INSANA BÖLUM 2

--BİRİNCİ BÖLÜM ÖNCEKİ AYDADIR--
5
İletişim Benimle Başlar:
Kendini Tanıma
Benim için çok önemli bir karar devresinde, hangi yönde karar vereceğimibilemez durumdayken, William Schutz'un Here Comes Everybodyadlı yazısını okudum. Schutz'un bu makalesinden aşağıya aldığımkısım, belirli bir yönde karar vermeme yardım etti! Mevcut ikialternatif karardan her birini --sanki kesinleşmiş bir karar olarak--düşünerek, her bir alternatife bedenimin nasıl tepkide bulunduğunugözledim. Bu deneyimden sonra duygu ve düşüncelerimi bedeniminnasıl ifade ettiğine daha çok dikkat etmeye başladım.
--... Her düşünce, her jest, kas gerginliği, duygu, midenin gaz yapması,burunu kaşıma, saçı karıştırma, hımlayarak melodi mırıldanma,dil sürçmesi, baş ağrıması gibi her şeyin şu anda olup bitenlerle anlamlıbir ilişkisi vardır.
Eğer bedenimin bana söylediklerini anlarsam, en derin duygularımıbilirim ve ne yapacağıma o zaman karar verebilirim... Kendimi tamanlamıyla tanıyorsam, yaşamımı kendim yönetebilirim. Bu bilinç olmadan,çoğu kez dış etkenler tarafından yönetiliyorum... Verimsiz,üzücü, karışık bir zihinle ve istemediğim bir biçimde...-- (Amerikalıklinik psikolog Schutz, 1975.)
İnsan kendini tanımaz mı? Bu bölümün başlığını okuduğunuzda,aklınıza gelen ilk soru bu olabilir. Evet, insan kendi bedeninin farkındadır,fakat bu oldukça bütünsel bir farkında oluştur. İçinde bulunulandurumla ilgili olarak, bedenin çeşitli bölümlerinin gergin yada gevşek olduğu, elin titreyip titremediği, kalbin hızlı ya da yavaşattığı çoğu kez pek farkedilmez. Bu, bedensel belirtilerin farkındaolunsa bile, içinde bulunulan durumla hissedilen duygular arasındakiilişki üzerinde pek durulmaz.
--Kendini tanıma-- sözüyle, sadece bedenle ilgili bir farkında oluşkastedilmiyor. Kendini bilmenin, tanımanın birçok boyutları vardır;bu boyutlar geçmiş, şimdi ve gelecekle ilgili olarak ortaya çıkar. Örneğin,geçmiş yaşantıların kişiyi şu anda nasıl etkilediği pek bilinemez;gelecekle ilgili beklentilerin şu andaki davranışlarla ilişkisi üzerindeyseçoğu kez düşünülmemiştir. Bunun gibi, şu an içinde bulunulançevrenin, konuşmayı, düşünce ve duyguları nasıl etkilediğiüzerinde pek durulmaz.
Bu bölümde, --kendini tanıma-- sözüyle bireyin kendisiyle, düşünceve duygularıyla ilişki kurması, kendinde olup biten duygusal vedüşünsel süreçlerle ilgili bir anlayışa kavuşması dile getiriliyor. Kendinitanıma devamedegelen bir süreçtir. Kişi noksanını bilmek gibi irfanolamaz sözüyle, bu sürecin zorluğu ve önemini atalarımız vurgulamıştır.
--Kendini tanıma niçin gerekli?-- sorusu aklınıza gelmiş olabilir.Belki bu soru, --Kendini tanıyan kimsenin, kendini tanımayan birinegöre ne gibi üstünlükleri vardır?-- biçiminde sorulsa daha anlamlıolur. Kendini tanıyan kimse gerçek duygu ve düşüncelerinin farkındadır.Böyle biri, başarısından dolayı elini sıktığı kimsenin yüzünegülümserken, gerçek duygusu kıskançlıksa bunu farkeder. Bu farkındaoluş sayesinde, karşısındakini niçin kıskandığı üzerinde düşünebilirve kendisiyle ilgili bazı özelliklerden haberdar olabilir. Örneğinkarşısındakinin başarısını onun cesaretli girişiminde görebilir, ne varki, kendisi baskı altında büyümüş olduğu için böylesine cesaretli girişimleryapamaz. Dolayısıyla da girişim yaparak başarı kazananları kıskanır.
Kendini tanımayan bir kimseyse, gerçek duygularının farkındaolamaz. Elini sıktığı kimsenin yüzüne gülümserken, içinde bir sıkıntıolduğunun belki farkına varabilir. Ancak içinde hissettiği bu duygunungerçek içeriğini ve nereden kaynaklandığı bilemez. Böyle durumlarda,bu kimselerin kafaları karmakarışıktır ve genel bir huzursuzlukiçindedirler. Herkese ve her şeye kızmaya, kavga çıkarmayahazırdırlar. Kavga çıkardıkları kimselerse genellikle yakın aileçevresindekilerden oluşur. Böyle huzursuz günlerinde eşlerine, çocuklarına,ana-babalarına sürekli çatarlar.
Kendini tanıyan kimse, dış dünyadaki olayların ve iç dünyasındaoluşan yaşantıların çoğu kez farkındadır. Bu tür biri, çevresindeki kişilerinkendisini nasıl etkilediğinin farkında olduğu kadar, kendisininçevresindekileri nasıl etkilediğini de bilir. Böylece kendi yaşamınıyönetebilme olanağına kavuşmuş olur.
Kendini tanımayan biriyse, dış dünyadaki olayların kendisini nasıletkilediğini bilemez. Çünkü kendi iç dünyasında olup bitenlerihenüz tam algılayabilmiş değildir.
İnsanların kendi duygularını tanımada zorluk çektiği bir gerçektir.Acaba bu zorluk nereden ileri geliyor? Doğuştan bu zorlukla mıdoğulur? Hayır! Böyle doğmayız. Çocukları gözleyin; onların duyguve davranışları arasında bir fark yoktur. Çocuk mutlu olduğu zamangüler; üstelik yalnız yüzüyle değil, tüm bedeniyle güler. Bir yeri acımışsaağlar, kızdığı da hemen anlaşılır. Kısacası çocuklar, büyüklerdegörülen HİSSET -DÜŞÜN -UYGUN OLANI SEÇ -GÖSTERformülünü uygulamazlar.
Gülerken Göbeği Oynamayan Adamdan Kork!
Çin atasözü
Duygu ve düşüncelerini süzgeçten geçirmeden ifade edebilen çocuk,nasıl oluyor da, büyüyünce duygu ve düşüncelerini denetlediktensonra değiştirerek ifade eden bir kimse haline dönüşüyor?
Bu sorunun cevabı çocuğun büyürken aldığı terbiye ve yetiştirilişbiçiminde yatar. Çocuğun içinde yetiştiği çevre, sürekli olarak hangiduygu ve düşüncelerin kabul edilebilecek, hangilerinin kabul edilemeyecektürden olduğunu belirtir. İstenmeyen duyguları açığa vurursaya dayak, ya azarlama ya da başka bir tür cezayla karşılaşır.Örneğin, eve gelen konuğun yanına gidip de, --Sen pis kokuyorsun!Hiç banyo yapmaz mısın?-- derse, orada bulunan yetişkin, çocuğuhemen kapı dışarı eder. Bu tür birkaç cezalanmadan sonra çocuk,--Kimsenin yüzüne doğruyu söylememem gerekiyor;-- genellemesineulaşabilir.
Çocuğun cinsiyetle ilgili soruları, çoğu kez, hemen önlenir ve zamanlaçocuk, cinselliğin, konuşulmaması gereken --kötü-- bir konuolduğunu öğrenir. Hatta, çocuk sadece konuşmamaya değil, yasaklanankonularda düşünmemeye de koşullanır. Yasaklanan konulardadüşünmesi körlenir, ne var ki düşünmemek, bu konularla ilgili duygularında yok olduğu anlamına gelmez. Duygular vardır, fakat buduyguların ifadeleri bastırılır. Bastırılan duygular bilinçaltına itilir.Zamanla, bu duygular, bilinçaltında biçim değiştirmeye başlarlar veartık onları tanımak, bu duyguların farkına varmak, güçleşir. Ne varki, beden bu duyguları kendinde barındırır. Bedenin vermiş olduğubelirtiler dinlenirse, tanınması güçleşmiş, bir köşeye itilmiş olanduyguların farkına varılabilir. Sözü konusu olan, bedenin dilidir.
İçteki gerçek duyguları, heyecanları ve tutumları belirten --bedendili-- nasıl öğrenilir? Bedenin değişik kimseler ve olaylara göstermişolduğu tepkiler dinlenirse, bu dil öğrenilebilir.
Şimdi kendi yaşam ve deneyimlerimden bir örnek vererek konuyuaçmak isriyorum:
Tanıdığım bir tarım mühendisi, büyük kentin olanaklarından yararlanabilmekiçin Tarım Bakanlığı'na atanmasını istiyordu. Böylecetiyatroya, operaya ve konserlere daha rahatlıkla gidebileceğini,arkadaşlarıyla daha sık buluşabileceğini ve çocukların daha kaliteliokullarda okuyabileceğini söylüyordu. Bir süre sonra karşılaştığımda banailginç gelen şu olayı anlattı:
--Tayin işlerini takip için sık sık Ankara'ya gelmem gerekti. Gelişlerimdeortaya çıkan bazı bedensel değişiklikleri önceleri farketmedim,ne var ki, sonraları dikkatimi çekmeye başladı. Ne zaman Ankara'yagelsem, başım ağrımaya başlıyor, sanki nefes darlığı çekiyormuşumgibi, sık sık derin soluk alma ihtiyacı duyuyorum! İçimdenedenini bilmediğim bir kızgınlık oluyor, sanki dolmuştakilerle kavgaetmek istiyorum, ne var ki, niçin kavga etmek istediğimi bilmiyorum.Aynı şey geçenlerde İstanbul'a gittiğimde de başıma geldi. Oysaşimdi çalıştığım Devlet Üretme Çiftliği'ne gidince içimi bir huzurkapsıyor. Ağaçlarla uğraşmaktan, meyvaları toplamaktan, onlarınbakımıyla ilgilenmekten büyük zevk alıyorum. Ben büyük kentlerdenhoşlanırım diyerek kendimi aldatıyormuşum. Bedenim, --büyükkentten hoşlanmıyorum;-- diye bağırıyormuş. Şimdi önceden vermişolduğum karardan vazgeçtim ve tayinimin durdurulması için Bakanlığabaşvurdum.--
Bedeninin dilini anlamaya başlayan kişi, yaşam biçimiyle ilgilidaha yerinde kararlar verebilecek duruma gelir. Örneğin, arkadaşınızlagerçekten hoşça vakit geçiriyor musunuz, yoksa zorunlu olduğunuziçin mi onu ziyaret ediyorsunuz? Yaşamınızda önemli olanbir kişiden sürekli sakladığınız bir sırrınız var mı? Bazen kendinizinbile inanmadığı şeyleri, karşınızdakini hoşnut etmek için söyler misiniz?Bırakın bunların cevabını bedeniniz versin.
HOŞLANDIKLARIM VE HOŞLANMADIKLARIM
Bedeninizin dilini öğrenmek için küçük bir deney yapmak ister misiniz?
Aşağıdaki açıklamaları bir arkadaşınız size okuyabilir ya da kendinizbir kasete okuyarak teypten dinleyebilirsiniz. Açıklamada (...)ile gösterilmiş yerlerde 5 saniye susunuz. Bu süre kendinizi gözlemlemeniziçin konmuştur.
1. Gözlerinizi kapayın ve sakinleşin.
2. Şimdi bulunduğunuz bu durumdan ayrıldığınızı ve gitmek istemediğinizbir yere gitmek zorunda kaldığınızı düşünün: Burasıöyle bir yer olsun ki, orada yapmak istemediğiniz işleriyapmak zorunda kalacak, görmek istemediğiniz insanları göreceksiniz.Bu, bir sınava girmek ya da görmekten hiç hoşlanmadığınızbir kimseyle beraber bulunmak gibi bir durum olabilir.Hoş olmayan bu durumu ancak siz bilebilirsiniz, onuniçin en rahatsız olacağınız kişileri ve durumları bulmak sizekalmıştır. Hoş olmayan durumu hayalinizde canlandırınca,üzerinde durun ve her yönüyle tanımaya çalışın, orada olanherkese, her olaya dikkatinizi verin. (Buna bir ya da iki dakikaayırın.)
3. Hoş olmayan durumu iyice görüp inceledikten sonra şimdidikkatinizi bedeninize çevirin. Ne gibi mesajlar alıyorsunuzbedeninizden? Her bir duygunun yerleşmesine olanak tanıyın.(...)Bedeninizde gerginlik var mı? Varsa nerede? Başka nelerdiyor bedeniniz? (...) Soluk alış verişinize, ayaklarınızın, ellerinizinduruşuna, kalbinizin atışına dikkat ederek bedeninizinsöylediklerini bütün ayrıntılarıyla işitmeye, anlamaya çalışın. (...)
4. Şimdi biraz sakinleşin ve hoş olmayan durumu unutun. Birdakika aradan sonra, gitmek istediğiniz bir yer ya da hoşlanacağınızbir durum düşünün.(...) Söz konusu ortamda yapmakistediğiniz işler, görmek istediğiniz kimseler var. Bu kişileriyine en iyi siz bilirsiniz. Ayrıntıları düşünün: Burası neresi?(...) Ne yapıyorsunuz?(...) Başkaları da var mı?(...) Kimler?(...)Yaptığınız işe, birlikte bulunduğunuz kişilere tüm dikkatiniziverin ve o durumdaki her şeyi bütün ayrıntılarıyla gözünüzünönünde canlandırmaya çalışın.(...)
5. Şimdi dikkatinizi yeniden bedeninize verin.(...) Ne gibi mesajlargönderiyor, bu kez?(...) Hangi duyguları nerenizde hissediyorsunuz?(...)Bedeninizin söylediklerini iyice duymaya ve anlamaya çalışın.
6. Artık gözünüzü açabilirsiniz. Şimdi aşağıdaki soruları cevaplandırın:
(a) Hoşlanmadığınız ve hoşlandığınız durumları düşündüğünüzde,bedeninizin farklı mesajlar gönderdiğini gözledinizmi? Bu farklı mesajları bedeninizin en belirgin nerelerinde hissettiniz?
(b) Bu tür mesajları daha önce de duydunuz mu? Daha önceleribedeninizden bu tür mesajlar geldiğinde ne yapardınız?Bu mesajlara gerekli anlamları verip onları gözlemlemeye çalışırmıydınız? Yoksa onları bir kenara iterek üzerinde pek durmaz mıydınız?
(İlgilenen okuyucu bu bölümün --Alıştırmalar-- kısmındaki --BedeninizNe Diyor?-- başlıklı alıştırmayı yaparak, bu konuda daha çokdeneyim kazanabilir.)
BENLİK BİLİNCİNİZ NASIL BİÇİMLENDİ?
Yukarıda yaptığınız alıştırmaların sonucunda, şimdi bedeninizinduygularınızı nasıl dile getirdiğine daha duyarlı bir duruma geldiğiniziumarım. Bedeninizin dilini dinleyerek, hangi ortamlardan hoşlandığınızın,hangi durumlardan rahatsız olduğunuzun farkına varabileceğiniziöğrenmiş bulunuyorsunuz.
Peki, şimdiki kişiliğiniz nasıl biçimlendi? Bir başka deyişle düşünmenizde,duymanızda, hal ve davranışlarınızda size ait özelliklerikazanmak konusunda neler etkili oldu? Diğer insanlarla konuşmaktanhoşlanan dışadönük bir kişiyseniz, nasıl oldu da bu durumageldiniz? Utangaç, sıkılgan, kendinden emin olmayan bir kişiysenizneden böyle bir kişilik edindiniz? Bu soruları cevaplarken hem kalıtımyoluyla; hem de içinde yetiştiğiniz toplumsal çevre yoluyla nelerkazandığınızı değerlendirmek zorundasınız. Kişinin belirli özellikleri,annesinden ve babasından kalıtım yoluyla aldığı bir gerçektir. Ancakkişilik, büyük ölçüde, içinde yetişilen sosyo-kültürel koşullarınözelliklerine bağlıdır. İçinde yetişilen ortam, kendi hakkında nasıldüşünmesi gerektiğini kişiye öğretir. Büyürken çevresinde bulunankişiler, kişinin kendi hakkında nasıl düşüneceğini önemli ölçüde belirler.
Ünlü eleştirmen George Herbert Mead, Sosyal Bir Nesne OlarakBenlik başlığını taşıyan makalesinde bu konuda şöyle der:
--Benlik, iletişim süreci içinde oluşan bir kavramdır. Ancak iletişimiçinde insan kendi içinden çıkıp, sanki diğerlerinin gözüyle kendinebakabilmektedir. Sadece kendine değil, başkalarına da başkalarınıngözüyle bakabilmeyi öğrenir. Böylece bu etikileşim ağı içindebenlik ortaya çıkmaya başlar. Benliği toplumsal yaşantının dışındadüşünmek olanağı yoktur. Toplumsal yaşantının olmadığı; yani iletişimolmayan yerde, benlik bilincinin oluşacağını düşünemeyiz. Benlikbir kez oluştuktan sonra; bireyler uzun yalnızlık sürelerine dayanabilirler.Çünkü birey bir arkadaş olarak kendini kullanabilir. Benlikoluştuktan sonra kişi, diğerleriyle olduğu gibi, kendisiyle de iletişimkurabilir. Kendisiyle kurulan iletişim sonsuza dek sürmez, mutlakabir süre sonra bu iletişimin başkalarıyla kurulan toplumsal iletişim biçimine dönüşmesi gerekir. Yoksa kişilerde akıl hastalığı belirtileriortaya çıkar.-- (Mead, 1970.)
Çocuk, doğduğunda, toplumsal açıdan boş bir tabloyu andırır.Bebeğin düşünme yeteneği henüz olgunlaşmamıştır ve dayanabileceğihiçbir yaşantısı, deneyi yoktur. Zamanının büyük bir bölümü mamayemek ve uyumakla geçer. Çocuğa yapılan yaklaşımlar küçük birbebekken bile diğerlerinin gözünde kendisinin ne kadar değerli olduğukonusunda ona bir fikir verir. Bebek kendi bakımıyla ilgili davranışlardanetkilenir.
Birkaç örnek verelim:
-Kucağa alınmak, sarılmak ve öpülmek.
-Acıktığı zaman beslenmek.
-Ağladığı zaman ilgilenilmek.
-Uykusu geldiği zaman --nennen-- yapılmak.
Bu davranışlarıyla anne ve baba çocuklarına olan ilgilerini ve sevgileriniilişki düzeyinde iletmiş olurlar. Eğer bebek konuşabilseydi,--Bana gerçekten değer veriyorlar... Demek ki onlar için ben oldukçaönemliyim;-- derdi.
Ne yazık ki, kimi çocuklar bu kadar şanslı değildir; çünkü onlarınanne ve babaları ya çocuk yetiştirme konusunda yeterince bilgili sayılmazlar,ya da çocuklarını pek önemsemezler. Bu ana-babalarınkendileri de çocukken ihmal edilmişlerdir ve farkında olmadan; kendilerineçocuklukta gösterilen davranışın aynısını yaparlar:
-Çocuklar aç olduğunda aldırmazlar, uzun süre beslemezler.
-Ağladığı zaman ihmal ederler, ilgilenmezler.
-Çocuklarına fazla dokunmaz, onları kucaklayıp okşamazlar.
Böyle bir yaklaşımla karşılaşan bir bebek, konuşabilseydi, şöylederdi: --Bana aldırış etmiyorlar, ben onların umurlarında bile değilim...Demek ki, ben önemsiz, değersiz biriyim.--
İlgisizlik, umursamazlık sadece çocukların değil, İkinci Bölümdetartışıldığı gibi, yetişkinleri de olumsuz yönde etkiler. Psikoloji bilimitarihinin önemli isimlerinden olan William James, 20. yüzyılınbaşlarında kendilik konusuyla ilgili olarak şöyle der:
--Bir insana verilecek en korkunç ceza, onun varlığını kabul etmemektir.Örneğin, varsayalım ki, bir insan topluma bırakılıyor ve otoplumun hiçbir üyesi tarafından farkedilmiyor. Bu kişi bir yere girdiğindehiç kimse kafasını kaldırıp bakmıyor, cevap vermiyor, yaptığıhiçbir işe aldırmıyor, kısacası, sanki o hiç yokmuş gibi davranıyor...Bu durumda olan kişinin içinde öyle bir kızgınlık ve çaresizlikortaya çıkacaktır ki, en vahşice bedensel işkenceler bile böyle bir durumaoranla bir iç rahatlığı gibi görülecektir. Çünkü bedensel işkenceyapan, ne kadar kötülük yaparsa yapsın, yine de bizim varlığımızıkabul ediyor demektir.-- (James, 1970.)
(Bu gözlem, hatırlanacağı gibi, Watzlawick ve arkadaşlarınca kendi iletişim kuramlarını kanıtlamak için kullanılmıştır.)
Çocuk büyüdükçe, çevreden daha çok sayıda mesajlar almayabaşlar. Davranışları büyükleri tarafından değerlendirilmeye başlanır.Çocuk bu değerlendirmelere dayanarak kendisi hakkında bazı yargılaraulaşır:
-Erkek çocuklar ağlamaz! (Ben ağladığıma göre, demek ki benim erkekliğimdebir eksiklik var.)
-Kafa yok mu sende, eşşek kafalı! (Demek öteki insanlar hiç hatayapmıyorlar! Hata yapan sadece benim. Gerçekten kafasız biriyimöyleyse!)
-İyi çocuklar çişleri geldiği zaman annelerine söylerler. Annenesöylemeden niçin çişini yaptın bakayım?! (Demek ben kötü bir çocuğum.)
-Büyükten çok daha zeki maşallah! (Benim kafam ablam ya da ağabeyimkindendaha iyi çalışıyor. Onlar ahmak, ben akıllıyım. Ben onlardan üstünüm.)
-Sen benim için dünyanın en değerli varlığısın. (Annem beni seviyor.Beni hiçbir zaman yalnız bırakmayacak. Hatalarım olsa bile yinebeni sevmeye devam edecek.)
-Benim kızım dünyanın en güzel kızı. Hem kendine bakmasını da biliyor.Her zaman saçlarını tarar, üstünü başını temiz tutar. (Beni seviyorlarama bu sevginin koşulları var; üstümü başımı temiz tutmalı, saçlarımıtaramalıyım.)
-Eğer annene biraz acısaydın, bunu yapmazdın. (Bunu yaptığıma göre,demek ben anneme acımıyorum. Anneme acımadığıma göre ben kötü bir çocuğum.)
Çocuklar kolay inanan varlıklardır. Bu mesajlara anında inanırlar.Kendileri konusunda bilgi sahibi olabilecekleri başka hiçbir kaynakolmadığından, özellikle başlangıçta, tümüyle aile içinde duyduklarısözlere dayanırlar. Böylece çocuk çevrede duydukları sözleryoluyla kendisiyle ilişkili bir resim, bir imaj oluşturmaya başlar. Biryaşına geldiğinde benlik bilincinin temeli oluşmuştur. Dört, beş yaşınageldiğinde ise, kendisi hakkında o denli tutarlı ve güçlü bir kanı-iyi ya da kötü-geliştirmiştir ki, bu, ömür boyu sürer. Bu kanıyıdeğiştirmek artık zordur.
İşte kişinin kendisi hakkındaki bu yargıya, benlik bilinci adı verilir.Benlik bilinci, sürekli farkında olunan bir yargı değildir; genelliklebilinçaltında bulunur ve etkisini algılama, düşünme ve davranışlardagösterir.
ÇOCUK NE YAŞIYORSA ONU ÖĞRENİR
Eğer bir çocuk sürekli eleştirilmişse,
Kınama ve ayıplamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk kin ortamında büyümüşse,
Kavga etmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa,
Sıkılıp, utanmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse,
Kendini suçlamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişse,
Sabırlı olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk desteklenip, yüreklendirilmişse,
Kendine güven duymayı öğrenir.
Eğer bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse,
Takdir etmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,
Adil olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse,
İnançlı olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk kabul ve onay görmüşse,
Kendini sevmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,
Bu dünyada mutlu olmayı öğrenir. (Nolte, 1975.)
Kendinizi Seviyor musunuz?
Benlik bilincinize yakından bakabilmenin bazı yöntemleri vardır.Aşağıdaki ifadelere verdiğiniz cevapları değerlendirerek, kendi kendinizlene ölçüde iyi ilişkiler içinde olduğunuzu saptayabilirsiniz.Her bir ifadenin yanına sizin değerlendirmenizi belli eden bir rakamkoyunuz:
4: eğer ifade tümüyle doğruysa,
3: eğer ifade çoğunlukla doğruysa,
2: eğer ifade kısmen doğruysa,
1: eğer ifade ender durumlarda doğruysa,
0: eğer ifade hiç doğru değilse.
1 ( ) Sabahleyin neşeli bir şekilde uyanırım.
2 ( ) Çoğunlukla neşem yerindedir.
3 ( ) Çoğu kimse tarafından sevilirim.
4 ( ) Aynaya baktığım zaman, aynada gördüklerim hoşuma gider.
5 ( ) Karşıt cinsten biri gözüyle bakıldığında, çekici bir kimse olduğumudüşünürüm.
6 ( ) Zeki bir insanım.
7 ( ) İşimden hoşlanırım.
8 ( ) Kendimle ilgili olarak utanılacak pek bir şey göremiyorum.
9 ( ) Yeterli sayıda arkadaşım var.
10 ( ) Oldukça enerjik bir insanım.
11 ( ) Esas olarak iyimser bir kişiyim.
12 ( ) Kendi hatalarıma gülebilirim.
13 ( ) Eğer hayata yeniden başlama imkanım olsaydı, değiştirmekistediğim pek bir şey olmazdı.
14 ( ) Ben ilginç bir insanım.
15 ( ) Cinsel yaşamımdan memnunum.
16 ( ) Hala gelişen ve değişen bir insanım.
17 ( ) Başkaları bana önem verir.
18 ( ) Bana benzer başka insan pek bulunmaz.
19 ( ) Görünüşümle ilgili olarak değiştirmek istediğim şey yok.
20 ( ) Ben duyarlı bir insanım.
21 ( ) Şimdiye dek yaptıklarımdan pişman değilim.
22 ( ) Önem verdiğim kişiler benim kanılarımla, düşüncelerimleilgilenirler.
23 ( ) Duygularımı açıklamaktan çekinmem.
24 ( ) Gerçekten bir cennet varsa, öldükten sonra ben mutlakaoraya giderim.
25 ( ) Başkalarıyla konuşurken rahatım.
26 ( ) Yaşamımı istediğim yöne çevirebilirim.
27 ( ) Yerlerinde olmak istediğim, gıptayla baktığım çok sayıdakimse yok.
28 ( ) Oldukça ilginç bir yaşamım oldu.
29 ( ) Ben her türlü iyilik ve ödüle değer biriyim.
30 ( ) Yaşamımda, şu anda bulunduğum noktada olmaktan memnunum.
Toplam puanınız kaç?
96 ve Yukarısı: Kendiniz hakkında oldukça olumlu düşünen bir kimsesiniz.Eğer puanınız 105'in üstüne çıkmışsa, iki seçenek var: Ya işibiraz şakaya vurdunuz, ya da kendi hakkında son derece olumlu düşünenbir kişisiniz. Bir insanın her yönüyle kendini tam anlamıyla,beğenmesi biraz ender bir durumdur. Kendinizle ilgili eksikleri görebilecekgerçekçiliğe sahip olmalısınız. 105 puandan daha üstün puanalanların dikkatli olmaları gerekir. Kendini bu denli beğenmiş kişi,ilişkide bulunduğu diğer kimseleri genellikle iter, uzağa kaçırır.
82 -95 Arası: Kendini seven ve kendiyle barış içinde yaşayan, şanslıinsanlardan birisiniz. Mükemmel olmadığınızı bildiğiniz halde,karşılaştığınız kişisel sorunları çözebilecek inancı kendinizdebulabiliyorsunuz ve gelişmeye istekli bir insansınız.
48 -81 Arası: Kendinizle ilgili karışık duygularınız var. Bazı güçlüyönlerinizin farkındasınız, ancak zayıf yönlerinizi gözünüzde dahaabartıyor olabilirsiniz. Büyük bir olasılıkla, bu hatalı yönlerinizi pasifbir biçimde kabullenip kendinizi geliştirmek için pek bir çabaharcamıyorsunuz. İnsanın isterse kendini değiştirip geliştirebileceğiniunutmayın.
47 ve Aşağısı: Kendinizi pek beğenmiyorsunuz. Belki de geçici olarakbir --kendini aşağılama dönemi--nde bulunuyorsunuz. Herkesböyle bir dönemden ara sıra geçer. Kendinizle ilgili kanınız çoğu kezböylesine olumsuzsa, belki de kendini beğenmiş kişilerde görülenhataya paralel ancak ters yönde, bir hata yapıyorsunuz. Kendi hakkınızdakidüşünce ve duygularınızı bir arkadaşınızla, sizi iyi tanıyanbiriyle konuşmanızda yarar olabilir. Onlar sizin iyi ve kötü yönlerinizi,dışınızdan baktıkları için, daha iyi değerlendirebilme durumundaolabilirler. Kendinizle ilgili kanınızı, onlarınkiyle karşılaştırmanızıve üzerinde tartışmanızı öneririm.
--Kendinizi Seviyor Musunuz?-- konulu uygulama ilginizi çekmişseve benlik bilincinizle ilgili daha ileri aşamada bir uygulama yapmakistiyorsanız, bu bölümün sonunda verilen --Olmak mı, Görünmekmi?-- başlığı altında yer alan alıştırmayı yapabilirsiniz.
--Kendinizi Seviyor Musunuz?-- testini, Hacettepe ÜniversitesiSosyoloji ve Psikoloji öğrencilerinin devamı ettiği --İletişim PsikolojisineGiriş-- dersinde, 1976 yılında uyguladım. Sınıfta 55 öğrenci bulunuyordu.Testten elde edilen sınıf ortalaması puanı 85'di. Kız ve erkeköğrencileri, bu testten aldıkları puanlar yönünden karşılaştırınca,kızların erkeklerden daha yüksek puan aldıklarını saptadık: Kızlarınortalama puanı 89, erkeklerinkiyse 80'di.
Bu puanlara bakarak sınıftaki öğrencilerin genel olarak --kendileriniseven ve kendileriyle barış içinde yaşayan-- kişiler olduğunusöyleyebiliriz. Ne var ki, sonuçlara göre, kızlar biraz daha kendileriylebarış içindeler, biraz daha kendilerinden hoşnutlar.
En düşük puan 35'ti. Bu puanı alan öğrencimle özel olarak konuştuğumda,son iki haftadır, değişik nedenlerden ötürü, bir karamsarlıkiçinde olduğundan söz etti. O sıralarda yaptığım ara sınavındada, en düşük notu alan bu öğrenci oldu.
Bu arada ilginç olabilir diye, kız ve erkek öğrencilerin sınav notlarınınortalamalarını ayrı ayrı hesapladım: Kız öğrencilerin ortalamasınav notu yüz üzerinden 71 iken, erkek öğrencilerinki 65 çıktı. Busonuca bakarak kızlar ve erkekler hakkında hemen bazı genellemeleregitmemek gerekir. Ancak yukardaki sonuçlar, kişilerin kendilerindenhoşnut olma derecesiyle başarı göstermeleri arasında bir ilişkiolabileceği açısından düşündürücüdür...
KENDİ KENDİNİ DOĞRULAYAN KEHANET
Benlik bilinci, diğer insanlarla olan etkileşimi biçimlendirir. Bu biçimlendirme, yaşam boyunca sürer, ne var ki, çocukluk yıllarındakiyaşantıların etkisi daha ağır basar.
Kendini değersiz bulan kişilere rastlamışsınızdır. Bu kişilerinönemli bir bölümü oldukça zeki insanlardır. Fakat küçükken sürekliolarak kendilerinden daha zeki olduğu söylenen kardeşleri ya daarkadaşlarıyla kıyaslandıkları için, kendilerini --akılsız--, --düşük zekalı--,--ahmak-- bilerek büyümüşlerdir. Bazı kişiler de, küçükken arkadaşlarıtarafından alay edilerek koşullandırılmışlardır. Kimine --şişko--denmiş, kimine gözlük taktığı için --dörtgöz-- adı verilmiştir.
Kendini değersiz bulan insanların geçmişinde, yukarıda anlatılanlarabenzeyen bazı olumsuz etkileşimler yer almıştır. Bu kişileringeliştirdiği benlik bilinci, onların gerçek potansiyelini yansıtmadığıhalde, yıllar yılı kafalarında bu benlik bilincini yaşattıkları için; değiştirilmesi zor bir duruma gelmiştir. Ancak, bilinçli bir çabayla, benlikbilincini yeniden inşa etmek olanağı vardır. Bu yeniden inşa, yavaşbir süreçtir ve sağlıklı bir ortamı ve her şeyden önemlisi, kişininbilinçli olmasını gerektirir.
Benlik bilinci, kişilerin kendileriyle ilgili, kafalarında taşıdıklarıbir resme benzetilebilir. Kendini değersiz bulan kişinin resmi, çarpıtılmış,gerçeği temsil etmeyen, yamuklaştırılmış bir resimdir. Her insan,kafasında taşıdığı --benlik resmi--ni gerçekleştirmeye yönelir. Buresim ne kadar gerçekten uzak olursa olsun, zamanla sanki gerçekmişgibi kişinin yaşamını etkilemeye başlar. --Kötü bir öğrenciyim--düşünce ve inancını kafasında taşıyan bir öğrenci; sınıfta niçin başarısızolduğuna birçok neden bulur. Fakat bu kişinin davranışını yakındangözlerseniz, onun iyi öğrenci olmaktan adeta çekindiğini farkedebilirsiniz.Çünkü --kötü öğrenci-- olmak, onun benlik bilincineuyar. İyi not alan bir öğrenci durumuna gelmesi, ancak benlik bilincindebazı değişikliklerin yapılmasıyla mümkün olabilir. Başarısızbir öğrenci olması, onun kendi hakkındaki --kötü öğrenci-- inancınıdoğrular. Yine aynı biçimde, kendini sıkılgan olarak tanıyan bir insan,kendisini topluluk içinde konuşacak ya da soru soracak bir kimseolarak göremez. Böylece de, kendisi hakkında olumsuz bir benliksahibi olan kişi, benlik bilincine uygun beklentilerini gerçekleştirmeyedevam eder.
Kişinin bu kısır döngüyü kırıp, gerçek potansiyelini kullanabilecekbir duruma gelmesi için, bilinçli olarak, sağlıklı bir ortamda, benliğiniyeniden inşa etmesi gerekir.
Aziz Nesin'in, aşağıdaki hikayesini çocuğun içinde yetiştiği ortamdaki--sevgi-- ve --benlik bilinci--nin bir insanın kaderinde oynayabileceğirolü, evrensel bir psikolojik olayı sergilediği için okuyucuyasunuyorum.
Helal Olsun
--Petir canavarı Zengo yakalandı. Beş vilayet sınırı içinde sindiripsındırmadığı kimse kalmamıştı. İnsanları titreten haydut, en sonundakapana kısıldı.
Hükümet konağı önündeki caddeden geçerken bütün yol boyuonu görmek için gelenlerle dolmuştu. İki eli, iri baklalı bir zincirevurulmuştu. Sarkan zincirin ucu yerde sürünüp şakırdıyordu. Sağındaiki candarma, solunda iki candarma, arkasında beş candarma vardı.Candarma komutanı assubay da önde gidiyordu.
Herkes onu merak ediyor, görmek istiyordu da, yine de kimse yakınınasokulamıyordu. Arkadaki meraklılar, Petir canavarını görmekiçin öndekileri ittikçe, öndekiler geri direniyor, canavara sokulmaktanürküyorlardı. Candarmaların arasındaki Zengo ilerledikçe, kalabalığıbıçak gibi yarıyor, önü açılıp boşalıyordu. Ama kaçışan halk,uzaktan da olsa, Zengo'ya bir tükürük atmaktan geri durmuyordu.Zengo'ya taş atanlar bile vardı. Yaşlı kadınlar yumruklarını sıkıyorlardı.
--Kahrol Zengo!..--
--Geber Zengo!..--
Her eşkıyanın az çok, bir iki seveni bulunur. Hiç değilse yakın hısımlarısever. Zengo'yu bir tek kişi, öz kardeşi bile sevmiyordu. Onuniçin, bir an önce asılmasını en isteyenler, kendi köylüleri, yakınhısımlarıydı.
En azgın, en azılı eşkiyanın bile, uydurma da olsa birkaç iyiliğianlatılır, eşkiyanın en canavarı bile masallaştırılır. --Zengini soyar,yoksula verir,-- derler. --Öksüz kızlara düğün dernek yapar,-- derler.Ne de olsa bir iyiliğini söylerler. Zengo için hiç kimse iyi bir şeysöylemiyordu. Bu Zengo, çocukluğundan beri canavardı. Adam öldürmekten,ama hiç yoktan cana kıymaktan zevk alıyordu. Öldüreceğiadamın zengin ya da yoksul, kadın ya da erkek, yaşlı ya da genç olmasıonun için hiç önemli değildi. Yıllarca dağlarda bir başına gezmişti.Yanına kimse sokulamazdı ki onunla arkadaş olsun.
Yakalandığı zaman üstünde beş liraya yakın bozuk para çıkmıştı.Oysa öldürdüğü her adamdan onar lira almış olsaydı, ceplerinin altınladolu olması gerekirdi. Parası yoktu. Çünkü para için adamöldürmüyordu. O, öldürmek için öldürüyordu. Belki de bütün insanlarıöldürüp, bu koca yeryüzünde bir başına rahatça yaşamak istiyordu.Daha doğrusu niçin adam öldürdüğü belli değildi, bunu, belkikendisi de bilmiyordu.
Çocukluğunda yakaladığı tavukların başını dişleriyle koparırmış.Sonra kedilerin gözlerini oymaya, köpeklerin karnını deşmeye başlamış.
Dağa ilk çıkışı, evliliğinin ilk gecesi olmuş. Zengo, köyünün enzengini. Yalnız kendi köyünün değil, bütün bura köylerinin en zengini.Böyle olduğu için de çok güzel bir kızla evlendi. Kızın babasınayüz koyunluk bir sürüyle üç yüz de altın verdi. Kızı aldı. Kız, gerdeğegirecekleri geceye kadar Zengo'nun yüzünü görmemişti. İlk ogece gördü. Görmesiyle de bir çığlık atıp, iki elini yüzüne kapayarakkaçması bir oldu. Ama kaçacak yer yoktu. Zengo, kapıyı tutmuştu.Kız iki avucu yüzüne kapalı, çığlık çığlığa duvara sırtını verip köşeyebüzüldü. Parmaklarının arasından Zengo'ya bakıp çığlığı basıyordu.
Zengo'yu görüp de korkmamak olanaksızdı. Boyu iki metreyi aşkındı.Elleri kürek kadar iriydi. Ya hele yüzü... Doğduğu zaman, katırbaşlı bir çocuk doğdu diye bütün köylü şaşırmıştı. Bu baş, yalnız katırbaşına da benzemiyordu. Biraz katır, biraz domuz, biraz manda... Şaşılasıbir baş. Bütün hayvanlara benziyor, yalnız insana benzemiyordu.
Anasının bu çocuğa bir ayıdan gebe kaldığını söyleyenler bile vardı.Zengo büyüdükçe daha korkunçlaştı. Tepegözlü, fincan iriliğindekiiki gözünün biri alnında, biri de yan aşağıdaydı. İri burnu, suratınasaplanmış bir bıçağın sapı gibi duruyordu. Yanpiri, kocaman ağzıvardı. Çiğ pirzola gibi alt dudağı sarkık, iri dişleri de görünürdü.Bütün yüzü kıllarla kaplıydı.
Güzel gelin, Zengo'yu böyle görünce korkudan titreyerek köşeyebüzüldü. İki eliyle yüzünü kapadı. Parmaklarının arasından Zengo'yabaktıkça çığlığı basıyordu. Zengo gülümsemeye çalıştı. Ama beceremedi.Çünkü, nasıl gülündüğünü hiç bilmiyordu. Geline doğru,ellerini açarak yürüdü. Maksadı geline gülümsemek, --Korkma, korkmabenden,-- diye ona yalvarmaktı.
Ona yalvaracak, insan olduğunu söyleyecek, --Bağırma, istersenvazgeçelim. Yarın sabah babanın evine git!...-- diyecekti.
Ama gelin, bunu anlayamadı. Zengo'nun ellerini açıp üzerineyürüdüğünü görünce, bayıldı, boş bir çuval gibi oracığa yığılıp kaldı.
Zengo, hiç soğukkanlılığını yitirmeden gelini okşaya okşaya boğdu.Sonra onu koynuna alıp sabaha kadar beraber yattı. Gün ışımadan dabaşını alıp dağa çıktı.
Aradan bir hafta geçmeden Zengo, kızın babasını öldürdü. Amabu, başka cinayetlere benzemiyordu. Adamı lokma lokma doğramış,her lokmasını köy yoluna serpmişti. Ertesi sabah yollarda parmaklar,kulaklar, burun gördüler.
Zengo, daha sonra, kendi iki kardeşini öldürdü. Kardeşleri, kendisigibi çirkin, korkunç değillerdi. Kız kardeşini, başından aşağı gazdökerek geceleyin tutuşturmuştu. Kız, gecenin karanlığında alevleriçinde tutuşa tutuşa dağlara doğru koşarak yandı, kül oldu.
Ağabeysini de bir gece baltayla parçalayıp başını, kollarını, gövdesini,ayaklarını ayrı ayrı ağaçlara astı.
Bundan sonra Zengo'nun cinayetlerinin ardı arkası gelmedi. Öncekendi hısımlarını öldürdü. Çocuk demiyor, kadın demiyor, yaşlı demiyor,öldürüyordu. Öldürmekle de hırsını alamazsa, cesedi yakıyordu.
Dağda yaşıyordu. Pek sıkışır da yakalanacağını anlarsa, sınırdan kaçıyordu.
Bir kez yakalanmış, hapishane duvarını delerek kaçmıştı; Candarmalarınarasında caddeden geçen Petir canavarını halk taşlıyor, suratınatükürüyordu. Ama ona yaklaşmaya da korkuyorlardı.
Göğsünde çaprazlama fişeklik vardı. Bir dev gibi yürüyor, koskocamanayakları, deve tabanı gibi yere löp löp basıyordu.
Silahı, fişekleri alınan Zengo, hapishanenin bodrumundakihücreye atıldı. Mahkemesi başladı. Zengo avukat tutacaktı. Ama parasıyoktu. Köyündeki geniş topraklarını, bütün mallarını, davarlarını,evini sattı. Eline çok büyük para geçti. Bu kez de kendisini savunacakavukat bulamadı. Zengo'dan herkes nefret ettiği için, hiçbir avukatonun davasını almak istemiyordu. Alsalar neye yarardı! Hiçbiravukat, Zengo'yu idamdan kurtaramayacağını biliyordu. Onun içinde davasını almıyorlardı. Ama en sonunda Zengo bir avukat buldu.Avukata pek çok para verdi.
Herkes, --İdamdan kurtaramazsa, Zengo avukatı öldürür,-- diyordu.İdama gitmeden hapisten kaçar, belki de mahkeme salonundaavukatı öldürürdü. O, bir kişiyi öldürmeyi kurmuşsa öldürür. On, onbeş kişi, bu dev azmanıyla başedemezdi.
Zengo, avukatının kendisini yalnız idamdan değil, hapisten bilekurtaracağına inanıyordu. O kadar çok para vermişti ki avukata, Zengo'yukurtarmalıydı o.
Mahkeme uzun sürdü. Sonunda sıra avukatın Zengo'yu savunmasınageldi. Ne olacaksa işte bu oturumda olacaktı.
On süngülü candarmanın arasında mahkemeye gelen elleri kelepçeliZengo'ya kalabalıktan çok kişi bağırıyordu.
--Geber Zengo!..--
--İpe, ipe Zengo!..--
Mahkeme salonuna girerken, Zengo'nun bileklerindeki kelepçeyiçözdüler. Zengo, iki candarmanın arasında mahkeme salonuna girdi.
Söz savunmanın. Avukat ayağa kalktı, öksürdü. Titrek, korkulubir öksürüktü bu. Zengo'nun savunulacak bir yanı yoktu. Bütün suçları,tanıklarıyla, kanıtlarıyla ortadaydı. Yalnız bilineni yirmi cana kıymıştı.Daha bilinmeyeni kimbilir ne kadardı? Avukat, bir kurtuluşumudu olarak Zengo'nun deli olduğunu ileri sürmüş, ama tıbbi gözlemaltına alınan Zengo'nun deli olmadığı doktor raporuyla anlaşılmıştı.Avukatın, Zengo'yu savunacak gerçekten bir sözü yoktu.Cüppe kolunun bol yeni içinde kaybolan elini önce yargıca, sonraZengo'ya çevirdi. Söze başladı.
--Pek muhterem reisim ve pek muhterem yüksek mahkeme heyeti...Müvekkilim masumdur. O'nun masumiyetini anlamak için temiznasiyesine, şefkatle bakan gözlerine bir nazar atfetmek kafidir sanırım.Yüksek mahkemenizden rica ederim. Sanık mevkiinde bulunanmüvekkilime dikkatle bakınız. Kendisine isnad edilen bunca suç, bumasum, bu temiz, bu açık çehreden memun edilebilir mi? Hayır. Edilemez!--
Avukat heyecanla konuşuyordu. Bu konuşması bir saat sürdü.Konuşurken sesini bir alçaltıp bir yükselterek harp telleri gibi titretiyor,bir hızlanıp bir yavaşlıyordu. Ama bütün çabası boşa gitmişti.Sözlerinin hiçbiri, ne yargıçlarda, ne dinleyicilerde olumlu bir etkiyaptı. Nasıl olsa Zengo'yu kurtaramayacağını bilen avukat, hiç olmazsasanıktan aldığı parayı hak etmek için konuşmuştu. Yalnız bir kişi,avukatın sözlerinden büyük bir üzüntü duymuştu. Ağlıyordu. Buadam, Zengo'ydu. Alnındaki fincan iriliğindeki gözü yaşarmıştı. Avukatınabakarken gülümsemeye çalışıyordu. Mahkeme karar için bir ay ileriyeatıldı.
Zengo, salondan çıkınca avukatının elini öptü. Bütün hayatında,kendisine --iyi-- diyen bir kişi bu avukattı.
Hapishaneden avukatına beş bin lira daha gönderdi. Daha öncede çok para vermişti.
--Helal olsun, böyle avukata helal olsun...-- diyordu.
Yargıç kararını bildirdi. İdam! Zengo, avukatına gülümsüyordu.Hapishaneden avukatına ikinci kez beş bin lira daha gönderdi.
Karar Yargıtaydan geldi: İdam onaylanmıştı.
--Helal olsun, böyle avukata, helal olsun...-- diyordu Zengo.
İdam kararı Meclis'te onaylandı. Zengo, gülüyordu, sevinçliydi.Zengo, bütün parasını avukatına bıraktı.
İdam sehpasına götürülmek için hücresinden alınırken Zengo:
--Helal olsun, böyle avukata, helal olsun...-- diye söyleniyor, gülümsüyordu.
Sevgi eksikliği her zaman bir Zengo yaratmaz, ama dünyaya küskün,kendini değersiz bulan, kendini ve insanları sevmeyen kişilerortaya çıkarır. Benlik bilinci, geçmişte kişiye nasıl davranıldığı, nelersöylenildiğiyle oluşur. Benlik bilincini değiştirip, kendini tanıma yoluylayeniden biçimlendirme durumuna geçilmezse, gerçeğe uymayanbenlik bilinci, ömür boyu sürer.
Kaldı ki, küçüklükten beri söylenenler, çoğunlukla kendi aralarındatutarlıktan yoksundur. Birbiriyle çelişen o denli çok şey söylenir ki,hangisinin doğru olduğuna karar vermek zorlaşır ve bir an gelir,ipin ucu kaçırılır.
Kişinin bu iç karmaşasını dile getiren bir örnek sunalım size.
Gerçek Benliğim Lütfen Kendini Tanıt
--Çocukluğumda ne kadar rahattım. İçimde iki, üç kişi birden konuşmazdı.Bir tek kişiydim ve sadece kendi yaşantımdan haberdardım.
Sonra herkes bana neyin iyi neyin kötü olduğunu söylemeye başladı.Konuk geldiği zaman, --Niçin konuşmuyorsun, bak sana adınısoruyorlar!-- derken; yarım saat sonra, --Küçükler çok konuşmaz!--diye azarladılar. Böylece ben, iki ben oldum.
--Benler-- den birisi bir şey yaparken öteki ben sürekli onu ayıpladı.Neleri sevmem, nelerden hoşlanmam gerektiğini, biri diğerine söylemeyebaşladı. Ama çoğu kez birbiriyle anlaşamıyorlardı. Bu tartışmahala içimde sürüp gidiyor.
Çocukken ben bendim ve iyi bir bendim.
Büyüdükçe, dışardaki otoriteleri temsil eden ben de sesini duyurmayabaşladı. O zaman kafam iyice karıştı, çünkü bir tane değil, okadar çok otorite vardı ki dışarıda...
--Doğru dürüst otur kızım,-- --Burnunu, odadan çıkıp öyle temizle,----Şunu ya da bunu yapma, ayıptır,-- --Vah zavallı, daha çatal vebıçağı nasıl kullanacağını öğrenememiş,-- --Geceleri tuvalete çıkıncasu dök, yoksa kokar,-- --Gece tuvalete şarıl şarıl su dökme, uyuyanlarıuyandırıyorsun,-- ,--İnsanlara terbiyeli davran, onları sevmesen bile,kalplerini kırmamaya bak,-- --Dürüst ve açık kalpli ol, yalan söyleme,----İnsanların yüzüne, onlar hakkında ne düşündüğünü söylemezsen;bu korkaklıktır.--
--Bir meslek sahibi olmak hayatta en önemli şeydir,-- --Hayatta enönemli şey evlenmektir,-- --Başkalarına o kadar önem verme,-- --Herkesinseni sevmesi en önemli amacın olmalı,-- --Aklından geçen şeylerikimse yüzünden ve sözünden anlayamamalı;' --En önemli şey, girişkenolmaktır.--
Bir ben nasılsa öyle kalmak ister, halinden memnundur. Fakat oberi memnun olduğu zaman, öteki ben --Hadi çalış, işe yarayacak birşey yap,-- der.
Ben bulaşıkları yıkamaktan hoşlanır. Öteki bene göreyse bu,--Aman, ne tuhaf!--tır. Ben, insanlarla birlikte olmaktan ama onlarlakonuşmadan vakit geçirmekten hoşlanır. Öteki ben, --Konuş,-- der.--Konuş, konuş, konuş!-- Benin kafası iyice karışır.
Nesnelere sahip olmaktan çok, onlarla oynaması hoşuma gider.Ama, --Böyle gidersen adam olmazsın, yiyecek ekmeğe muhtaç kalırsın,--diye karşı çıkar diğer ben.
Ben vermekten hoşlanır; eğer birisinin bir şeye ihtiyacı olduğunuhissederse, verir. --Ne yapıyorsun sen, niçin veriyorsun? Kendine sakla,sana bir şey kalmayacak!-- der öteki ben.-- (Stevens, 1975.)
Benler arasındaki mücadele, şiddetli derecelerde olursa, davranışve kişilik bozukluklarına yol açabilir. Değişik benler arasındaki çatışmanınfarkında olmak ve bu çatışmaların nereden kaynaklandığınıaraştırmak, en sağlıklı yaklaşım biçimlerinden biridir. Böyle bir yaklaşım,sizi özgür bir insan olarak yaşamaya götürür.
E. E. Cummings'in (1975) aşağıdaki sözü, bu ifadeyi destekliyor:
:::::::::::::::::::::::::::::
Seni Diğerlerinden Farksız Yapmaya Bütün
Gücüyle Gece Gündüz Çalışan Bir Dünyada;
Kendin Olarak Kalabilmek,
Dünyanın En Zor Savaşını Vermek Demektir.
Bu Savaş Bir Başladı Mı, Artık Hiç Bitmez!...
E. E. Cummings
:::::::::::::::::::::::::::::
KENDİNİ TANIMA PENCERESİ
Diğer insanlarla iyi bir iletişim kurup kuramadığınızı anlayabilmekiçin, önce kendinizi ne ölçüde o insanlara gösterdiğinizi bilmeniz gerekir.--Kendinizi ne ölçüde dışarıya gösteriyorsunuz?-- sorusuna cevapverebilmeniz için, sizlere yardımcı olacak bir tür oyun getiriyoruz.Bu oyuna kendini tanıma penceresi adını verebiliriz.
Bir çerçeve düşünün... Bu öyle bir çerçeve ki, sizinle ilgili her şeyiiçine alıyor. Amaçlarınız, zevkleriniz, korkularınız, gereksinmeleriniz,kısacası her şeyiniz bu çerçeve içinde olsun.
Kendiniz hakkında tüm gerçekleri bildiğinizi savunamazsınız.Doğal olarak, hiç kimse kendisiyle ilgili tüm nitelikleri bildiğini iddiaedemez. İnsan ömrü boyunca kendini tanımaya, kendisiyle ilgiliyeni keşifler yapmaya devam eder. Öyleyse sizi temsil eden bu çerçeveyiikiye bölebiliriz: Bir bölümü sizin kendi bildiklerinizi, diğerbölümüyse bilmediklerinizi içersin.
Ayrıca, başkalarının bildiği ve bilmediği yanlarınız vardır. Bu nedenle,sizinle ilgili her şeyi içeren çerçeveyi bu açıdan da ikiye bölebiliriz.Bu bölmeleri, --başkalarının bildiği-- ve --başkalarının bilmediği--yanlarınız olarak adlandırabiliriz.
Şimdi --Kendizce Bilinenler ve Bilinmeyenler-- çerçevesiyle, --BaşkalarıncaBilinenler ve Bilinmeyenler-- çerçevesini üst üste koyalım. Ortayaçıkan dört bölmeli yeni çerçeveye de, kendini tanıma penceresi adınıverelim. Bu pencerenin birinci bölümü hem sizin hem de başkalarının bildiğiniteliklerinizi içerir. Bu bölmeye AÇIK bölüm adı verilir. İkincibölme sizin bilmediğiniz, fakat başkalarının farkında olduğu özelliklerdenoluşur. Bir başka deyişle, bu bölme sizin KÖK olduğunuz bölümüoluşturur ve bu adla anılması uygundur. Üçüncü bölmedeysesizin bildiğiniz, fakat diğer kişilerin bilmediği bir içerik vardır. Bubölmeye de GİZLİ bölüm adını verelim. Dördüncü bölme de ne sizce,ne de başkalarınca bilinen yanlarınızı içerir; bu bölmeye BİLİNMEYENbölüm adını verebiliriz.
Şimdi iş, bu şeklin, yani kendini tanıma penceresi'nin sizin özelkişiliğinize uygulanmasına kalıyor. Kişisel özelliklerinize göre bu--pencere--yi yeniden biçimlendirebiliriz. Örneğin, kendinizi açık bir insanolarak görüyorsanız, o zaman pencerenizin AÇIK bölümü, diğer bölümlerdendaha büyük olur.
Kişiler arası anlamlı bir iletişim, ancak kişilerin AÇIK olan bölümlerininbüyüklüğüyle mümkün olabilir. Bir insanın AÇIK bölümü neölçüde büyükse o ölçüde, daha zengin iletişim olanaklarınasahiptir. Öte yandan AÇIK bölümü küçük olan kişi, diğerleriyle o ölçüdeaz iletişim kurabilir.
Şekilde, tanıma penceresindeki bölümlerinin büyüklüğü yönündenfarklı olan iki kişinin iletişimi gösterilmiştir. İletişimi belirtenokların çiziminde kolaylık olması için pencerenin AÇIK bölmeleribirbiriyle yüz yüze gelecek biçimde konmuştur. Dikkat edilirse, şekildekarşılıklı oklarla gösterilen başarılı iletişim, ancak B Bireyinindaha küçük olan AÇIK bölümü oranında gerçekleşebilir. A Bireyinindaha büyük olan AÇIK bölümünden gelen mesajlar, B Bireyinin gizlibölümüne rastlıyorsa, herhangi bir karşılık alamaz. Bu durum okunkırılarak geriye dönmesi biçiminde gösterilmiştir.
Kendinize sorun: Son şekildeki A Bireyine mi, yoksa B Bireyinemi benziyorsunuz? Tanımak istediğiniz halde, bir türlü --nasıl biri olduğunuçıkaramadığınız-- bir kimseyi anımsıyor musunuz? Acababu kimse içine kapanık, konuşmayan, paylaşmayan biri miydi? Yoksaçok konuştuğu halde, kendinden bir şey vermeyen bir kimse mi?Peki, sizi tanımak kolay mı? Konuştuğunuz kimseler, sizin nasıl birkimse olduğunuzu anlamakta zorluk çekiyorlar mı? Kendinizi, isterbu şekildeki A, ister B bireyine daha benzer görün, önemli olan şugerçeği akıldan çıkarmamaktır: Başarılı bir kişiler arası ilişki ve verimlibir iletişim için, kendini tanıma penceresindeki AÇIK bölümünkarşılıklı olarak varolması gerekir.
NE KADAR AÇIK BİRİSİNİZ?
İlişki kurduğunuz kişilere karşı ne kadar açık olduğunuzu, ancak belirlibir ölçüde bilebilirsiniz. Çünkü kişinin farkında olmadığı davranışlarıçoktur. Aşağıdaki uygulama, bu konudaki bazı sorularınızıaydınlığa kavuşturabilir:
1. Her gün değişik koşullar içinde birçok kimseyle, birbirindenfarklı ilişkilere giriyorsunuz. Günlük yaşamınızda kurduğunuzilişkileri, şöyle bir anımsamaya çalışın ve bu tür ilişkilerdenasıl bir kimse olduğunuzu gözönünde tutarak, bir kendinitanıma penceresi çizin. İlişkilerinizde genellikle --içindekini olduğugibi gösteren bir kimse-- iseniz AÇIK bölümünüzü büyük,--insanları iyice tanımadan gerçek duygu ve düşüncelerinizipek belirtmeyen bir kimse-- iseniz, AÇIK bölümünüz küçükolacaktır. Böylece, --genel olarak insanlarla-- ilişkilerinizdenasıl davrandığınızı gözönünde tutarak, pencere içindeki herbir bölümün büyüklüğünü kararlaştırın.
2. Şimdi, --kendinize özellikle yakın bulduğunuz biriyle-- olan ilişkinizidüşünerek, bir kendini tanıma penceresi çizin. Bu kişi eşiniz,anne ya da babanız, okul arkadaşınız gibi biri olabilir: Yukarıda,birinci maddede çizdiğiniz dikey çizgi herhalde pek değişmeyecektir.Çünkü siz kendinizi aynı kişi olarak tanıyorsunuz.Fakat yatay çizgi, bir başka deyişle, size yakın olan kimseninsizi ne kadar tanıdığını belirten çizgi, büyük bir olasılıkla,değişecektir.
3. Şimdi, --az ilişkiniz olan bir kimseyle-- (büyük anfilerde ders verenbir hoca ya da iş nedeniyle ilişki kurduğunuz bir kamu görevlisigibi? olan ilişkinizi gözönüne alarak, bir başka pençereçizin. Başkalarınca bilinen yönlerinizi belirten yatay çizgininyerinde bir değişme oldu, değil mi?
4. Şimdi kendinize şu soruyu sorun: --Bir kimseye kendimi tanıtma,kendimi açma ölçüsüyle, o kişiyle aramdaki yakınlığın,güven ve samimiyetin derecesi arasında bir ilişki var mı?-- Busorunun cevabını vermeden önce, isterseniz, içten, yakın dostlukilişkileri kurduğunuz üç kişi ve pek yakın olmadığınız,yüzeysel ilişki kurduğunuz üç kişinin her birisiyle ilişkilerinizitemsil eden birer kendini tanıma penceresi çizin; sonra yukardakisorunun cevabını düşünün.
Bu alıştırmadan sonra, kendinizle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?Açık bir insan mı, yoksa kendini açmakta güçlük çeken biri miolduğunuza karar verdiniz? Acaba bu özelliğiniz nereden geliyor?İçinde yetiştiğiniz çevredeki bazı kimseler sizi bu yönde etkilemişolabilir mi? Bu kişiler kimler olabilir? Yetiştiğiniz çevrede bulunan,sizi etkilediğini düşündüğünüz her kişi üzerinde ayrı ayrı düşünün...Kendinizle ilgili önemli nitelikler keşfedebilirsiniz!..
KENDİMİZİ AÇALIM! AMA NE ZAMAN?
Bu bölümün başından beri, kişinin kendisini açmasının, onunla karşısındakikişi arasında, daha iyi bir iletişim ortamı yaratacağındansöz edildi. Kişi kendini nasıl açmalı? --Kendini açmak-- deyimindenne anlıyorsunuz? Kendisiyle ilgili saklı yönlerini, sırlarını mı--sergileyecek--, geçmişte olup biten, başından geçen olayları mı açıklayacak?Kendini açmak, eski önemli olayları anlatmak olarak değil, içindebulunulan zaman süresi içinde, duygu ve düşünceleri paylaşmak olarakanlaşılmalıdır. Kişisel ilişkiler, geçmişteki yaşantıların karşılıklıaktarılması yoluyla, sağlam bir temel üzerinde kurulamaz. Kişiler birbiriyleetkileşimde bulundukları sırada, o anda, bu etkileşimden doğandüşünce ve duyguları paylaşabilirlerse, kendilerini açmış olurlar.
Ayrıca şunu da belirtmekte yarar var: Burada, kuşkusuz, tanıştığınızherkesle açık bir paylaşım içine girmeniz salık verilmemektedir.Kendinizi açmak, ancak --güven duyulan-- kişiye yapılabilir. Birinsanın karşısındakine güven duyabilmesi ise, zaman içinde gerçekleşir.Fakat zaman içinde, hiçbir açma denemesine girilmezse, o zaman dailişki gelişme ve büyüme temelinden yoksun kalır. Kendiniaçan kişi karşısındakine güven vermekte, İkinci Bölümde sözü edilenilişki düzeyinde, --sana güveniyorum!-- mesajını vermektedir. Güvenduyulan kişi, kendini daha açar; böylece derin ve yakın bir ilişkinindoğması ortamı yaratılır.
İnsan kendini kapadıkça, karşısındakini de kapanmaya zorlayanbir kısır döngü yaratır. Böyle bir kısır döngüden çıkarak, verimli ilişkilerortamına girmek istemez misiniz? Öyleyse bir deneyin!..
SÖZÜN KISASI
Biz farkında olsak da olmasak da, bedenimiz duygularımızı belirtir.Bazı duygular, her bireyde değişik türden davranışlarla kendini gösterir.Örneğin, biri sıkıldığında sık sık gözlerini kırpıştırmaya başlar,bir başkası sürekli saçıyla oynarken, bir diğeriyse sessizleşerek donukdonuk karşısındakine bakmaya başlayabilir. Kendi davranışlarındaolduğu kadar, başkalarının hareketlerinde de bu belirtileri tanıyanve anlamlandıran kişi, kurmuş olduğu iletişimde o denli bilinçliolur. Kendisini böylesine gözlemleyebilen birey, olayların nedenolduğu duygu ve düşüncelerini tanır, iç dünyasındaki yaşantısınıgerçekçi bir biçimde değerlendirir.
Küçük çocukların, duygularını doğal bir biçimde kolaylıkla ifadeettiğini çoğu kez gözlemlemişsinizdir; bütün bedenleriyle gülerler,üzülürler ya da kızarlar. Büyüdükçe, duyguların bu doğal ifadesi,çevresinde onu eğitmekle yükümlü büyüklerce engellenir. Bazı kimselerdebu engellenme öylesine büyük olmuştur ki, bir yetişkin olarakduygu ve düşünceleriyle, iç dünyalarıyla doğrudan ilişki kurmalarızorlaşmıştır. Duygularını bilemeyen, kafası genellikle karmakarışık,donuk bir yüz ifadesiyle dolaşan çevremizdeki kimseler, büyükbir olasılıkla, aşırı engellenmiş ve bastırılmış bir çocukluk dönemigeçirmişlerdir.
Çocuğun içinde yetiştiği toplum, onun duygularının ifade biçiminiolduğu kadar, benlik bilincini de biçimlendirir. --Ne ekersen onubiçersin!-- çocuk eğitiminde geçerli olan bir deyiştir. Çocuklarınınduygu ve düşüncelerini doğal ifadesi içinde kabul eden anne babalarkendine güveni olan, girişimci, insan ilişkilerinde başarılı bireyleryetiştirirken, çocuklarını olumsuz yönde sürekli eleştiren, kısıtlayan,onların duygu ve düşüncelerini doğal bir biçimde ifade etmesini engelleyenanne babalar pısırık, çekingen, içine kapalı, alıngan bireyleryetiştirirler.
Çocukluk süresince oluşturduğu benlik bilinci, bireyin davranışlarınasınırlamalar getirir; --kendi kendini doğrulayan kehanet-- budur.Kendini --başarısız bir öğrenci-- olarak algılayan birey, --başarılıbir öğrenci-- olmamak için farkında olmadan elinden geleni yapar.--Başarılı bir iş adamı--, --iyi bir anne--, --mutlu bir eş-- olamamanınkısıtlamalarını da benlik bilincimiz getirir. Kişinin kendini tanıması vebenlik bilincinin oluşturduğu sınırlamaların farkına varması, çocukluğundanberi süregelen koşullandırmalardan kurtulabilmesi olanağınısağlar. Kendini tanıma penceresinde tanıdığımız AÇIK, KÖR, GİZLİve BİLİNMEYEN bölmelerinin farkında olan birey, kendini tanımayönünde büyük adımlar atabilmiş bir kimsedir. Böyle bir kimse karıveya koca, anne ya da baba, arkadaş, nişanlı, yönetici veya dost olarakzengin, derin ve doyurucu insan ilişkileri kurabilme olanağınasahiptir.
ALIŞTIRMALAR
I. Bedeniniz Ne Diyor?
Aşağıdaki uygulamanın açıklamasını size okuyacak birini bulunya da bir ses bandına aldıktan sonra teypten dinleyerek uygulayın.
Rahat bir şekilde oturun. Nereye oturduğunuz o kadar önemlideğil; bir sandalyeye, bir koltuğa, bir divana ya da bir yer minderine oturabilirsiniz.
Hazırlık
1. Oturduğunuz odanın perdelerini kapatın, geceyse, ışıklarınbirkaçını söndürün. İçerde kuvvetli ışık bulunmasın.
2. Gözlerinizi kapayın. (Göz, baskın bir duyu organımız olduğuiçin, açık olduğu sürece, diğer duyu organlarından gelen uyarılarınfarkına varmamız güçleşir.)
3. Gözleriniz kapalıyken, bedeninizde bir yolculuğa çıkacaksınız.Bu yolculukta vücudunuzun çeşitli bölümlerini gezeceksiniz.Bu yolculuk sırasında, içinde bulunduğunuz durumu değerlendirmeyekalkmayın, dikkatinizi topladığınız yerde neolup bittiğini gözlemeye çalışın... Nasıl bir durumdasınız, nelerhissediyorsunuz, bunların farkına varmaya çalışın. (Üçnoktayla (...) belirtilmiş yerlerde 5 saniye kadar durun, sonrauygulamanın açıklanmasını dinlemeye devam edin.)
Uygulama
4. Şimdi başlayabilirsiniz. Gözlerinizi kapayın.(...) Şimdi dikkatiniziayaklarınıza toplayın.(...) Ayaklarınız nasıl hissediyor?(...) Rahat mı, yoksa acıyan bir yer var mı?(...) Ayak parmaklarınızbirbirine yapışmış şekilde mi duruyor?(...) Ayakkabınızrahat bir şekilde ayağınıza uymuş mu, yoksa biraz sıkıyormu?(...) Ayaklarınız soğuk mu?(...)
Şimdi dikkatinizi bacaklarınıza verin, Bacaklarınız gerginmi, yoksa gevşek bir şekilde mi duruyor?(...) Bacağınızdakiher bir kasın farkına varmaya çalışın. Her bir kasın gergin yada gevşek olduğuna dikkat edin.(...) Ayak ayak üstüne atmışdurumda mısınız? Biri diğerinin, üzerine atılmışsa, üstteki bacağınızınağırlığını diğerinin üstünde hissedebiliyor musunuz?(...)Bu oturuş durumunuz rahat mı, yoksa biraz rahatsızmı hissediyorsunuz?(...)
Şimdi bacağın üst kısımlarına, kalçaya doğru çıkalım.(...)Biraz daha yukarı çıkarak bacaklarınızla kuyruk sokumunuzunbirleştiği bölgeye dikkatinizi verin. Bu bölgede dikkatinizitopladığınız zaman biraz kendinizi gergin hissediyor musunuz?(...)
Şimdi üzerinde oturduğunuz kısmın bedeninizin ağırlığınınasıl taşıdığına dikkat edin.(...)
Şimdi yavaş yavaş gövdeye doğru çıkalım. Karın bölgeniznasıl hissediyor?(...) Bu bölgede ne gibi duyumlar hissediyorsunuz ?(...)Hareket eden bir şey var mı?(...) Soluk alışınızadikkat edin. Ciğerinizin üst bölümüyle mi soluk alıyorsunuz,yoksa bütün ciğerinizi doldurarak derin ve rahat mı nefes alıyorsunuz?Hava burun deliklerinizden mi girip çıkıyor, yoksaağzınızla mı soluk alıp veriyorsunuz?(...) Göğsünüz rahat vegevşek mi, yoksa gergin ve sıkışık bir durumu var mı?(...)
Şimdi dikkatinizi el ve kollarınıza verin. Parmaklarınızınfarkına varın.(...) Avucunuz,kapalı mı, açık mı? Parmaklarınızbirbirine bitişik mi?(...)
Bileklerinizle omuzunuz arasında kalan kaslarınızı gözleyin.Gergin mi, yoksa gevşek mi?(...) Kolunuzun duruş biçiminasıl? Sarkıyor mu? Bükük mü? Bir el diğerinin üzerine konmuş mu?(...)
Omuzunuza verin dikkatinizi. Dik mi, yoksa çökük mü?Öne ya da arkaya düşmüş mü?(...)
Soluk alışınızı kontrol ederken büyük bir olasılıkla gırtlakve boyun kısmınızın farkına vardınız. Gırtlağınız rahat mı,yoksa sürekli yutkunma duygusu veren bir yumak mı var orada?(...)Boynunuz nasıl?(...) Boynunuzun başınızın ağırlığınıtaşıdığını hissedebiliyor musunuz?(...) Belki de başınızı yavaşyavaş bir yandan öbür yana hafifçe kıpırdatarak boynunuzdakikasların farkına daha çabuk varabilirsiniz.(...) Boynunuz veomuzlarınızda bir gerginlik hissedebiliyor musunuz?(...)
Şimdi yüzünüze geçelim. Yüzünüzde ne gibi bir ifade taşıyorsunuz?(...)Yüzünüzün kasları gergin mi, yoksa rahat vegevşemiş bir durumda mı? Hangi kaslar? Ağzınız, kaşınız, çeneniz,şakaklarınız?(...) Dikkatinizi yüzünüzün bu kısımlarıüzerinde toplayın ve farkına varmaya çaışın.(...)
Şimdi yolculuğunuz içeriye doğru yöneliyor. Zihninizdene olup bittiğini gözleyin.(...) Sakin ve karanlık mı, yoksa bazıolaylar oluyor mu?(...) Ne gibi olaylar?(...) Zihninizden geçenlerhoş mu?(...) Yoksa sizi rahatsız eden şeyler var mı?(...)
Aşağıdan yukarıya bütün vücudunuzu gezmiş ve gözlemişdurumdasınız.
Şimdi vücudunuzu bir bütün olarak hissetmeye çalışın.(...)Yeni bazı şeylerin farkına vardığınızı hissediyor musunuz?(...)Dikkatinizi şimdi çeken bazı bölümler var mı?(...)
Buralardan ne gibi duyumlar aldığınızın farkına varmayaçalışın.(...)
Şimdi vücudunuzun bir başka önemli yerine dikkatinizi çevirelim.Üzüntülü veya mutlu olduğunuz ya da korktuğunuzzamanlarda, vücudunuzun belli bir bölgesinde, duygularınbedensel belirtilerini hissedersiniz. (Bazı kimselerde bu karın,bazı kimselerde gırtlak, daha başkalarında ise göğüs olabilir.Herkese göre değişen bu bölge, belirgin ya da belirsiz her insandavardır.) Bir süre bu noktayı bulmaya çaışın.(...) Şimdiorası nasıl hissediyor?(...) --Şimdi nasılım, şimdi ne hissediyorum?--sorusunu sorduğunuzda ne oluyor, onu gözlemeye çalışın.(...)
Şimdi de, son zamanlarda sizin canınızı sıkan bir kişisel sorununuzudüşünün ve bunu düşünürken o duyarlı yerde neolup bittiğini gözlemeye çalışın. Düşündüğünüz sorunun, bugünyaşamınızda önemli bir yeri oması gerekir.(...) Bu sorunubütün ağırlığıyla, duygularıyla bir noktada hissedebiliyor musunuz?(...)Bu duyguyu tümüyle yaşamaya çalışın, değiştirmeyekalkmayın.(...) Eğer siz dikkatinizi verince duygunuz değişiyorsa,bırakın değişsin, siz sadece olup bitenleri gözleyin.(...)Olup bitenlerle birlikte seyahat edin, onları yönlendirmedenberaber olun.(...) Duygularınızda şimdi yeni bir şey keşfettiniz mi?Bir fark var mı?(...) Bu farkın ne olduğunu hissedebiliyor musunuz?(...)
Şimdi kendinizi serbest bırakın ve zihniniz sizi nereye götürürseoraya gidin.(...) İki dakika kadar, gözleriniz kapalıykenzihninizi serbest bırakın, aklınıza ne gelirse onu gözleyin.Bu iki dakikanın sonunda yavaş yavaş gözlerinizi açın.
Sonuç
5. Şimdi aşağıdaki sorular üzerinde düşünebilirsiniz:
(a) Bu alıştırmayı yaptıktan sonra, vücudunuzla ilgili yeni şeylerinfarkına vardınız mı? Sürekli olarak taşıdığınız bazı gerginliklerkeşfettiniz mi? Ne kadar süredir bu durumdaydınız?Bunların farkına varmak bir değişiklik oluşturuyor mu?
(b) Duygularınızın en yoğun olarak yaşandığı bedensel bölgeyibulabildiniz mi? Nerede idi? Farklı duygular için değişikyerler mi var? Aklınıza gelen kişisel sorununuza dikkat etmek,hissediş tarzınızda herhangi bir fark meydana getirdi mi?
Bir İleri Aşama
Yukarıda yaptığınız alıştırma size önemli geldiyse, bu yolla kendinizhakkında yeni şeyler öğreneceğinizi düşünüyorsanız, o zamankendiniz hakkında daha çok şey öğrenebilmek için aşağıdaki yoluizleyebilirsiniz.
1. Üç gün süreyle kendinizi gözleyin. Diğer kişilere karşı hissettiğinizduyguları, bedeniniz nasıl bir tepki göstererek belirtiyor,onu keşfetmeye çalışın. Aşağıdaki duyguları yaşayıp yaşamadığınızıgözleyin:
(a) sevinç
(b) üzüntü
(c) korku
(ç) kızgınlık
(d) alınma, gücenme
(e) sevgi, yakınlık duyma
(f) bir kimseyi çekici bulma
(g) diğer duygular
Son günlerde bu duygulardan yaşamadığınız biri var mı?Olmadığı için mi, yoksa bu duyguları yeterince tanımasını bilmediğiniziçin mi yaşamadığınızı sanıyorsunuz?
2. Bu duyguları ne zaman duyduğunuzla ilgili bir günlük geliştirin.Bu duygular, bedeninizde nasıl bir belirti veriyor? Yukarıdakinebenzer bir alıştırma yaparak farkına vardıklarınızı bugünlüğe yazmaya çalışın.
3. Her bir duygu yaşantısı için günlüğünüze aşağıdakileri yazmayaçalışın:
(a) Duygusal yaşantı nerede ortaya çıktı? Başka bir deyişle,duygunun ortaya çıktığı ortam nasıl bir ortamdı? (Evde ailemlebirlikteyken, okulda arkadaşlarla beraberken, bir pastanedeya da arkadaşın doğum günü partisinde gibi.)
(b) O ortamda nasıl bir duygu yaşadınız? (Sıkılma, tedirginlik,mutluluk, cinsel arzu, korku, kızgınlık, kıskançlık, vb.)
(c) Bedeninizin neresinde bu duygu kendini belirtiyor?
(ç) Bu duyguya nasıl bir tepkide bulundunuz? (Unutmaya mıçalıştınız, başkasıyla konuşarak bu duygunuzu paylaştınız mı,yoksa başka bir zaman o insanla ilişkinizde, bu duygunun etkisinikendisine söylemeyi mi tasarladınız?)
4. İlk üç günlük devreden sonra, bir ikinci üç günlük dönemi denemedeyarar var. Bu ikinci devrenin sonunda duygularınızınfarkına varışınızda bir değişiklik olup olmadığını gözlemeyeçalışın. Acaba duygularınızın daha çok farkında olma, konuşmanızdave insanlarla ilişkiler kurmanızda herhangi bir değişme oldu mu?
II. Olmak mı, Görünmek mi?
Olmak istediğiniz kişi olabildiniz mi? Bu soruya'--Evet-- diyecekpek az insan çıkar. Aşağıdaki alıştırma, ideal, yani olmak istediğinizbenliğinizle, davranışlarınızda kendini belirten görünen benliğiniz arasındaki farkı saptamanız için hazırlanmıştır. Bu yolla, kendinizleilgili ne gibi değişiklikler istediğiniz konusunda bir bilgi sahibiolabileceksiniz. Alıştırmayı nasıl yapacağınız aşağıda anlatılmıştır.
1. Alıştırmanın sonunda numaralanmış olarak verilen ifadeleri,numaralarıyla birlikte ayrı kartlara yazın. Böylece 100 kartınızolsun.
2. Kartları önünüze serebileceğiniz, geniş yüzeyli bir masa ya dabenzeri bir düzlük bulun.
3. Yapmanız gereken basit: Bugünkü halinizle sizi en iyi anlatanifadeleri bir yönde, sizinle ilişkisi bulunmayan ifadeleri diğeryönde yerleştireceksiniz. Tabii, bu arada sizi anlatmaları yönündenifadelerin derecelenebileceğini de farkedeceksiniz. Size--en az benzeyen, ya da hiç benzemeyen-- ifadeleri sol uca,size --en çok benzeyen-- ifadeleri sağ uca koyacaksınız. Bu ikiuç arasında, size --oldukça-- ya da --biraz-- --benzeyen-- ve --benzemeyen--ifadeler konacak. Böylece 11 grup halinde kartlarınızıtoplayacaksınız. --Hiç benzemeyen-- ifadeler bulundurankartların geldiği gruba 1, --en çok benzeyen-- ifadelerin geldiğigruba 11 numaralarını verirsek, bir dizi oluşur.
En az benzeyen, Oldukça benzemeyen, Biraz benzemeyen,Biraz benzeyen, Oldukça benzeyen, En çok benzeyen
:1:2:3:4:5:6:7:8:9:10:11:
(2), (4), (8), (12), (14), (20), (14), (12), (8), (4), (2)
İfadelerinizi size --benzeme-- ve --benzememe-- yönündengruplandırırken, her bir gruba girecek kart sayısına da dikkatetmeniz gerekiyor. Her gruba girecek kart sayısı, çizginin altındaparantez içinde gösterilmiştir. Böylece size --en çok benzeyen--iki, --en çok benzemeyen-- yine iki ifade bulmanız gerekiyor.6 numaralı ortadaki gruba, --size ne benzeyen, ne de benzemeyen--,yani --sizinle ilişkisi olmayan-- ifadeler gelecekve bunlann sayısı yirmi olacak. Bu iki uç grubun ve ortadakigrubun anlamını kavradıktan sonra, aradaki gruplara kartlarıkolayca yerleştirebilmeniz gerekir.
Kartları gruplara yerleştirirken, kartlardan birini yanlış yerekoyduğunuzu düşünürseniz, bu kartın yerini değiştirebilirsiniz.İsterseniz bütün diziyi, tekrar tekrar yapabilirsiniz.Önemli olan, bugünkü halinizi en iyi anlatan bir sırayı oluşturduğunuzudüşünmenizdir. Bu noktaya gelinceye dek, istediğinizkadar deneme yapabilirsiniz.
5. Kartları sıralamayı bitirdikten sonra, her bir grupta doğru sayıdakart bulunup bulunmadığını kontroİ edin. Şimdi kartlardakiifadelerin numaralarını, her bir grup için alt alta boş birkağıda, aşağıda gösterildiği gibi yazın. Bu kağıdın başına GÖRÜNENBENLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ diye yazın.
6. Şimdi kartlarınızı karıştırın ve aynı yukarıda söylenen yöntemleyeniden gruplayın; ancak bu kez ifadeleri olmak istediğiniz,arzuladığınız ideal benliğinize göre gruplayın. Bu durumda,1 numaralı gruba --hiç olmak istemediğiniz--, lI numaralıgruba ise --en çok olmak istediğiniz-- ifadeler girer. Kartlarınüzerindeki ifadeleri inceleyerek, kendi anlayışınız çerçevesinde,size en doğru gelen diziyi oluşturun. Bitirdikten sonra, hergrupta doğru sayıda kart bulunup bulunmadığını gözden geçirin.
7. Diziyi oluşturunca, yukardaki şekle benzer biçimde, bu kezideal benliğiniz için, her gruptaki ifadelerin numaralarını yazın.Bu şeklin başına İDEAL BENLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ başlığını koyun.
8. Bu iki dizi şu anda gözünüzün önünde: Nasıl bir kişi olarakgörünüyorsunuz ve nasıl bir kişi olarak görünmek istiyorsunuzkonusunda, şimdi elinizde önemli veriler bulunuyor. Busonuçları karşılaştırın: Eğer görünmek istediğiniz ideal benliklegöründüğünüz benlik arasındaki gruplamada bir ifade (sizinlistenizde ifadenin sadece numarası var) birbirinden 2 gruplukbir fark gösteriyorsa, bu ifadenin numarasını bir başka kağıdayazın. Örneğin, 14 numaralı ifade GÖRÜNEN BENLİĞİNDEĞERLENDİRİLMESİ'nde 10 numaralı gruba girdiği haldeİDEAL BENLİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ'nde 4 numaralı basamağagirmiş olabilir. Arada 6 basamaklık bir fark vardır(Görünen: 10, İdeal: 4, aradaki fark, 6). Görünen ve ideal benlikdeğerlendirmesinde böyle farklı basamaklara gelmiş ifadeleriinceleyin. Bu ifadeler ne gibi bir yönde değişme isteği dilegetiriyor? Gerçekten bu yönde değişmek istiyor musunuz?Kendi kendinize iyice düşünün.
Bu değişme yönleri üzerinde düşünürken, değişme isteğininşiddeti üzerinde de durun. Bir ifade, görünen ve ideal benlikarasında sadece 2 basamaklık bir fark gösteriyorsa, o zamandeğişme isteğinin anlamlı olduğu düşünülür. Görünen ve idealbenlik arasında 3 basamaklık bir fark, 2 basamaklık bir farktandaha şiddetlidir. Hangi tür ifadeler az, hangi tür ifadelerçok değişme isteği gösteriyor, bunlar üzerinde düşünün.
9. Şimdi aşağıdaki soruları cevaplayın lütfen:
(a) İfadeleri kolaylıkla mı, yoksa zorlukla mı grupladınız?
(b) Bu alıştırma, sizin kendinize bakış açınızda bir değişiklikmeydana getirdi mi?
(c) İlk gruplamanızda, kendinize göre düşünecek yerde, --Bunlarınkonulacak doğru bir yeri vardır, oraya koyayım,-- diyedüşündünüz mü?
(ç) Şu andaki benliğinizle, ideal benliğiniz arasındaki fark sizimemnun etti mi, yoksa rahatsız mı oldunuz?
(d) Size verilen açıklamada, aralarında sadece 2 basamak farkbulunan ifadeleri kaydetmeniz istendi. Acaba niçin aralarındabir basamak fark olan ifadeler üzerinde düşünmeniz istenmedi?
(e) Zamanınız ve isteğiniz varsa, sizin yaptığınız işlemleri birbaşka arkadaşınıza kendisi için yaptırabilir ve aranızda ne gibibenzerlik ve farklılıklar bulunduğunu tartışabilirsiniz.
10. Bu alıştırmanın ilginç bir uygulaması da, sizi iyi tanıyan biryakınınıza bu kartları, sizi gördüğü biçimde gruplatmaktır. Buyolla sizin görünen benliğinizi algılayışınızla, arkadaşınızınalgılayışı arasında bir karşılaştırma yapma olanağı doğar. Arkadaşınızınsizi hangi yönlerden farklı gördüğünü birlikte tartışabilmenizsize kendinizi tanımada yeni pencereler açabilir...
Kartlara Yazılacak İfadeler
1: Birisiyle konuşurken kendimi rahatsız hissederim.
2. Düşünce ve duygularımı kendime saklar, karşımdakine söylemem.
3. Rekabetten hoşlanan bir insanım.
4. Kendimden başarılması kolay olmayan zor şeyler isterim.
5. Yapmış olduğum şeylerden çoğu kez pişmanlık duyarım.
6. İncindiğim, kırıldığım duygusuna sık sık kapılırım.
7. Cinsel gücüm hakkında kuşkularım var.
8. Karşı cinsle çok benzer yönlerim var.
9. Başkalarıyla oldukça sıcak ilişkileri olan bir insanım.
10. Pek konuşmayan, içe kapanık bir insanım.
11. Kendi yaşamımdan kendim sorumluyum.
12. Sorumluluk duygusu güçlü olan bir insanım.
13. Gelecekle ilgili hiçbir umudum yok.
14. Diğer insanların değer ölçülerine ve normlarına uyarak yaşarım.
15. Hemen hemen bütün sosyal değer ve normları kabul edebilirim.
16. Kendime ait yalnız birkaç değer ve normum var.
17. Cinsel arzularımı kontrol etmekte güçlük çekerim.
18. Saldırganlık duygularımı kontrol etmek benim için zordur.
19. Kendimi kontrol etmek benim için bir sorun değildir.
20. Sık sık, berbat bir durumda olduğcm duygusuna kapılırım.
21. Kendini merkez edinmiş, ilk planda kendini düşünen bir insanım.
22. İnsanları genellikle severim.
23. Duygularımı rahatlıkla ifade edebilirim.
24. İnsanların toplandıkları, bir araya geldikleri yerlerde kendimibiraz yalnız hissederim.
25. Dünyayla başa çıkmaya çalışmaktan vazgeçmek istiyorum.
26. Çevremdekilerle rahat ilişki kurabilen bir insanım.
27. En çetin mücadelelerim, kendi kendimle yaptıklarım olmuştur.
28. Bana karşı beklediğimden daha arkadaşça davranan insanlarlaberaber olduğum zaman; --Acaba bu adam benden bir şey mi isteyecek?--düşüncesi devamlı aklıma gelir.
29. İyi bir insanım.
30. Biraz inatçı biriyim.
31. İstemediğim halde, belirli yönlere, insanlar sanki beni itiyorlarmışgibi geliyor.
32. İnsanların eleştirilecek yönlerini hemen görebilen biriyim.
33. Beni tanıyanların çoğu beni sever.
34. Hayata bir katkıda bulunmadığım yolunda, içimde temel birduygu var.
35. Cinsel yönden çekici bir kişiyim.
36. Kendimi aciz hissediyorum.
37. Kendi kendime karar verebilir ve bu kararlarıma sadık kalırım.
38. Kendi başıma karar veremem.
39. Sık sık kendimi suçlu hissederim.
40. Çoğu kez insanlara husumet ve hışımla davranan bir kimseyim.
41. Hayatta doyum sağlamış bir kişi olduğum kanısındayım.
42. Oldukça dağınık bir kişiyim.
43. Duygu ve heyecanları donuklaşmış bir insanım.
44. Dengeli bir kişiliğe sahibim.
45. İş yapabilmem için kendimi dürtmem gerek.
46. Çoğu kez içimde bir hınç duygusu var.
47. Hemen alevlenen, içindekini pek tutamayan bir insanım.
48. Başkalarının beni nasıl gördüğüne önem veririm.
49. Duygu ve heyecanlarıma güvenim yoktur.
50. Oldukça güç yaşam koşulları altında yaşayan biriyim.
51. Mantığı ön planda tutarım.
52. Olayları göğüslemek yerine, onlardan kaçma yolunu seçiyormuşumgibi bir duygu var içimde.
53. Hoşgörülü biriyim.
54. Sorunlar hakkında düşünmemeye çalışırım.
55. Çekici bir kişiliğim var.
56. Utangacım.
57. Başladığım işleri bitirebilmek için birisinin beni dürtüklemesigerekir.
58. Bende aşağılık duygusu var.
59. Kendimi bir hiç olarak görüyorum. Hiçbir şey benden bir parçadeğil.
60. Diğer insanların benim hakkımda ne düşünebileceklerindenkorkarım.
61. Tutkulu ve hırslı biriyim.
62. Kendimi aşağı görürüm.
63. Girişken bir insanım.
64. Bunalım ya da zorlukla karşılaşmaktan çok korkarım.
65. Kendime hiç saygım yok.
66. Baskın bir kişiliğim var.
67. Kendime karşı olumlu bir tutumum vardır.
68. Düşündüğünü söyleyen bir kişiyim.Utangaç ve sıkılgan değilim.
69. Bir kimseyle tam bir fikir uyuşmazlığına girmekten korkarım.
70. Karar vermekte çok zorluk çekerim, şu ya da bu yönde bir kararveremem.
71. Kafası çok karışık birisiyim.
72. Kendi halinden hoşnut biriyim.
73. Başarısız bir insanım.
74. Sevimli bir kişiliğim var.
75. Karşı cinse hoş gelen bir kişiliğim var.
76. Cinsel konular beni korkutur.
77. Gerçekleştirmek istediğim şeylerde başarılı olamayacağıma dairiçimde bir korku var.
78. Rahat bir insanım, kolay kolay hiçbir şey sinirlerimi bozamaz.
79. Çalışkan bir insanım.
80. Kendimi, duygu ve heyecan yönünden olgun bir insan olarakgörüyorum.
81. Başardığım, ortaya çıkardığım bir iş var.
82. Yapım gereği, sinirli ve gergin bir insanım.
83. Ruhsal yönden oldukça altüst olmuş durumdayım.
84. Birisi yeterince ısrar ederse, mutlaka onun dediğini yaparım.
85. Kendime pek güvenim yok.
86. Bahaneler bularak ve teselli arayarak kendimi korumam gerektiğineinanırım.
87. Boynu bükük bir insanım.
88. Zeki bir insanım.
89. Kendimi üstün görürüm.
90. Hiç umudum kalmadığını hissediyorum.
91. Kendimden başka dayanak, destek aramayan biriyim.
92. Sık sık saldırganlık duygularım kabarıyor.
93. Sıkılgan ve çekingen bir insanım.
94. Diğerlerinden farklı bir insanım.
95. Güvenilir bir insan değilim. Bana pek güven olmaz.
96. Kendimi anlayan bir kişiyim.
97. Bir toplulukta kişileri birbirine ısındırmasını bilen biriyim.
98. Kendimi birçok işlerin altından rahatlıkla kalkacak bir kişi olarakgörüyorum.
99. Ben değersiz bir kişiyim.
100. Kendi cinsiyetimi hiç sevmem.
Yapmam, Yapamam!
Acaba sizin benlik bilincinizin gözden geçirilme gereği var mı?--Kimin yok ki?-- diyeceksiniz. Haklısınız! Aşağıdaki uygulamalarıyaparak benlik bilincinize bir göz atın, isterseniz.
1. Rahat konuşabileceğiniz birini bulun ve kimsenin sizi rahatsızedemeyeceği bir yere oturun.
2. Karşınızdaki beş dakika bir süreyle --... yapamam--biçiminde cümleler kuracak. Örneğin, --Çevremde tanımadığımkimseler varsa rahat konuşamam;-- --yakın arkadaşlık kuramam,----on parmakla daktilo yazmasını öğrenemem-- gibi.Arkadaşınızın söylediği her cümleyi bir kağıda yazın. Dahasonra beş dakika süreyle bu kez siz yine aynı türden--... yapamam-- şeklinde cümleler kurun. Sizin söylediğinizcümleleri, arkadaşınız bir kağıda yazsın.
3. Her bir ifadeyle gelen duyguyu yaşamaya çalışın. Bunlar kendineacıma, pişmanlık, üzülme, sinirlenme ya da buna benzerduygular olabilir. Bu duyguların getirdiği yaşantıyı değiştirmedensadece gözlemeye çalışın.
4. Daha önce söylemiş olduğunuz ifadeleri şimdi tekrarlayın. Fakatbu kez, --... yapamam-- şeklinde değil, --... yapmam-- biçiminde söyleyin.Örneğin, --Çevremde tanımadığım kimseler varsa rahat konuşmam,-- --yakınarkadaşlık kurmam-- gibi. Her ifadeden sonra aklınıza gelenfikirler varsa onları da söyleyin; gelen düşünceleri içinizdetutmayın.
5. Şimdi neler hissediyorsunuz? Her bir ifadeyle gelen duyguyuarkadaşınızla paylaşın.
6. Bitirdikten sonra, --yapamam-- dediklerinizin gerçekte yapmanızınmümkün olup olmadığını bir kez daha beraberce gözden geçirin;acaba --yapamamlar geliştirdiğiniz katı bir benlikresminin sonucu mudur? Bu --yapamam--ların nedenlerini arkadaşınızlaaranızda tartışın.
:::::::::::::::::
6
Aramızda Büyük Engel:
Savunucu İletişim
--İnsan yaşamının devamı için yakın ilişkinin zorunlu olduğunainanıyorum. Hatta kişinin bir değil, birçok yakın ilişkiye ihtiyacı vardır.Geniş aile ve yakın komşuluk gibi, sanayi öncesi toplumlarda bulunanve şimdi ortadan kalkmaya yüz tutmuş olan birincil gruplar,gelenekçi toplumlarda yakın ilişkilerin geliştirildiği ve sürdürüldüğüortamları oluşturmaktaydı. Bu birincil grupların yerine geçecek veonların işlevlerini görecek türden yeni ortamlara gereksinme vardır.Bu inancımı, birey ve toplum ilişkisi yönünden bir varsayım olarakdile getirmek isterim:
Bir insan, yaşamında üç ya da dört yakın ilişkiye sahipse, mutlu ve sağlıklı olabilir. Bir toplum, bireylerinin her biri yaşamlarının her döneminde üç ya da dört yakın ilişki geliştirmişse, sağlıklı bir toplumolabilir.
Tarihte bilinen bütün toplumlar, içinde yaşadığımız karmaşıkmodern toplum dışında, bireylerin üç ya da dört yakın ilişki geliştirmesineimkan verecek koşulları yapılarında bulundurmuşlardır. SanayileşmişBatı toplumu, insanlık tarihinde bu yakın ilişkiden insanlarıyoksun bırakmaya zorlamış ilk toplumdur. Eğer yukarıda önesürdüğümüz varsayım doğruysa, toplumumuzun ana temelleri tehlikededemektir.-- (Alexander, 1967.)
Türkçe'deki --dost-- sözcüğü, Kaliforniya Üniversitesi profesörlerindenCharles Alexander'ın sözünü ettiği --yakın ilişki--nin anlamınıkarşılar. Türk kültüründe önemli bir yeri olan, yaşamımızda özlemlearanan --dostluk--, hikayelerde, türküler ve şarkılarda sık sık dile getirilenbir konudur. İşte bu bölümde, teknik deyimiyle --yakın ilişki--,günlük dilde --dost-- ya da --dostluk-- sözcüğüyle belirtilen olayıngerçekleşmesine engel olan savunucu iletişim üzerinde duracağız. Savunuculukkonusunu değişik yönleriyle tartışmaya başlamadan önce,bir hikayeden esinlenerek Amerikalı çocuk psikoloğu Charles C. Finntarafından yazılmış bir şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum.
SÖYLEMEDİKLERİMİ İŞİTİN LÜTFEN
Bana aldanmayın!
Yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
...
Binlerce maskem var,
Çıkarmaya korktuğum,
Ve,
Hiçbiri ben değilim...
Olmadığımı göstermek
İkinci doğam oldu.
...
--Kendinden emin biri-- dersiniz Sanki güllük gülistanlık
Benim için her şey...
Adım güven belirtir,
Ve,
Oyunumun adı
--Ağırbaşlılıktır--.
İçimde ve dışımda denizler sakin,
Her şeyin kumandanı ben...
Kimseye gereksinme duymayan
Ben...
Fakat, inanmayın bana,
Lütfen!..
...
Her şey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske!..
Altta ne güven, ne de rahatlık...
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben!..
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla...
Kimsenin bilmesini istemem...
Zayıf taraflarımı düşündükçe,
Titrer ve sararırım...
Ya başkaları görürse iç dünyamı...
Gerçek ben ve yalnızlığımı!
İşte,
Maskelerimi onun için takarım...
...
Onun için, arkalarına saklanacak
Maskeler yaratırım...
Onlar,
Gösterişte kullanabileceğim
Parlatılmış yüzlerim.
Beni korur, bakan gözlerden...
Beni olduğum gibi kabul edecek,
Sevecek
Bakışlar bulamazsam,
Solacak kuruyacak gerçek ben...
Ve,
Ben bunu biliyorum.
Beni kendi maskelerimden kurtaracak,
Kurduğum hapishaneden kaçıracak
Diktiğim engellerden aşıracak,
Beni seven,
Beni anlayan.
Bakışlar olacak.
Bana,
--Sen değerlisin-- diyecek,
--Maskesizken, daha bir insansın--
--Daha yakın, daha bir dostsun--
Diyecek bir bakışa
Beni gören bir bakışa
Muhtacım...
...
Benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!..
Uyarırım seni dost!..
Uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben,
Sana kendini kolayca açamayacaktır...
Bütün gücümle tutunacağım maskelerime,
Ne kadar sokulursan yakınıma,
O denli şiddetli geri iteceğim seni...
Kim olduğumu merak ediyor musun?
Hiç merak etme...
Ben çevrendeki
Her erkek ve kadınım....
Maske takan her insanım.
(Çeviren D. C.)
Siz hangi tür maskeler takıyorsunuz? --Söylemediklerimi İşitinLütfen-- şiirinde dile getirilen duyguyu içinizde hissettiğiniz oldumu? İçinizde hissettiklerinizi başkalarının anlamaması için çabagösterdiğiniz olmuyor mu? Hatta, kendi kendinizi bile aldatmaya çalıştığınızolmaz mı hiç? Hani içinizde duyduğunuz şeyleri boğmayauğraşır, ya da onları duymamak için kendinizi başka faaliyetlere verir,o da olmadı gülüp geçmeye çalışırsınız ya... İşte öyle bir duygu.
Diğer insanlarla ilişkilerinde hiç maske takmadığını dürüstlüklesöyleyebilecek insan azdır. Başkalarıyla ilişki kurarken dikkatli olmayave kendini korumaya herkes gerek duyar. Fakat kimi insan süreklimaske takarken, kimi buna daha az gereksinme duyar. Kendinegüveni olan kişiler, genellikle, daha az maske takarlar.
Bu bölümde, kullanılan --maskeler-- sorununa ayrıntılarıyla değinmekistiyorum. Bu maskeler nerede ve ne zaman kullanılmayabaşlanıyor? Bunları takarak ne ya da neler korunuyor? Kişinin kendineaçıklamak, karşı karşıya gelmek istemediği yanlarını saklamakiçin kullanılan savunma mekanizmaları nelerdir? Bu sorularla ilişkiliolarak, ne gibi tutumların kişiyi daha savunucu yaptığını ve bu savunuculuğunderecesini azaltmak için neler yapılabileceğini tartışacağız.
BİR GÖRÜNÜM OLUŞTURMAK
Temelden başlayalım: İnsanlar acaba niçin maske takıyorlar? Bu sorununkarşılığı, kişinin yetiştiriliş biçimiyle, büyüdüğü toplumsalçevrede yatar. Büyük bir çoğunluğun paylaştığı normal bir sosyoekonomikortamda büyümüş bir kimseyseniz, siz de, başkalarınınkarşısına en iyi görünümünüzle çıkmayı öğrenmişsinizdir. Çünküyetiştiğiniz sürece çevrenizde, aşağıdaki türden sözleri sık sık işitmişolacaksınız:
--Elini yüzünü yıka, yoksa seni dilenci çocuğu sanacaklar!...--
--Saçını tara, dişini fırçala. Öğretmenin, --Bu çocuğun annesibabası yok mu?-- diye düşünmesini istemezsin, değil mi?--
--İtibar giyimdedir. Giyimine dikkat et!--
--İçin kan ağlasa da, dıştan yüzün güleç olsun. Ele güne zayıfyanlarını gösterme.--
Bu sözlerin etkisi yavaş yavaş bizlerde şu anlayışı geliştirir: --Olduğumgibi görünürsem herkes benimle alay eder, beni horgörür...Onun için nasıl düşündüğümü, nasıl hissettiğimi göstermemeliyim...Gerçek olan duygu ve düşüncelerimi saklamalıyım... Karşımdakileringörmek istediklerini göstermeliyim yalnızca. Yoksa beni adamyerine koymazlar, sosyal itibarım sıfıra iner!--
Başkaları tarafından kabul edilmek için dışarıya sosyal benlikgösterilir. Sosyal benlik, diğer insanları düşünerek oluşturulan görünüş,düşünce, davranış ve duyguların bir bileşimi, bir sentezidir.Sosyal benlik bilinci olduğu gibi, bir de iç benlik bilinci vardır. Bu da,görünüş, düşünce, davranış ve duyguların kişiye görünümü, onu etkileyişbiçimidir. Bu etki, son derece ona özgü ve onun iç dünyasınaait bir bileşim oluşturur. İşte buna iç benlik bilinci adı verilir.
Bu dışa ve içe dönük benlikler birbirleriyle sürekli etkileşimiçindedirler; aralarında hiç bitmeden süregiden bir --diyalog-- vardır. Bu diyalog, kişiliği oluşturan temel öğelerden biridir. Dışadönük sosyalbenliği bireyin yaşantısının tümünü egemenliği altına almışsa, bukimse kendisine en yakın olanlarla beraberken bile, davranışlarınıhep --başkalarını düşünerek-- yapar; dış merkezlidir. Böyle bir kişi,uzun yıllar birlikte çalıştığı kimseler, hatta aynı yastığa baş koyduğueşi için bile, --iç dünya--sını açamaz; bir anlamda yabancı biridir. Sosyalbenliği ve iç benliği arasında denge kurabilmiş bir kimse duyguve düşüncelerini, ortam ve konuştuğu kişi uygunsa paylaşabilir; kendimerkezlidir. Onunla birlikte çalışanlar ve yakın ilişki içinde olanlar,onun nelerden hoşlandığını, ne gibi özlemleri olduğunu, üzüntüsünüve neşesini bilebilirler.
Dışa dönük sosyal benlik toplumsal yaşamın bir gereksinimidir.Bu gereksinimi karşılamak için sosyal maskeler kullanılır. Sosyalmaskeleri kullanmaya yönelten böyle bir gereksinim acaba neredenkaynaklanır? Şimdi bu konuyu ele alalım.
NEDEN SOSYAL MASKELER TAKARIZ
Sosyal maskeler takarak iletişim kurulmasının temel nedenlerindenbiri, --kabul edilmek--, başkalarınca uzağa itilmemek isteğidir. Hermaskeli iletişimin altında, --sana nasıl bir kişi olduğumu, ne düşündüğümü,neler hissettiğimi olduğu gibi söylersem, beni kabul etmez,benimle alay eder, ya da bana kızarsın;-- anlayışı vardır. Böylece neolduğumuzu değil, başkalarının bizi nasıl göreceğini düşünerek, iletişimdebulunuruz.
Normal şartlar altında; kimse yalancı ve sahtekar olmak istemez.Fakat diğerleriyle iletişiminde, içinden geçenleri olduğu gibi açıkçasöylerse, kişi iç dünyasının reddedilme tehlikesini göze almış demektir.Herkes, her yerde ve her zaman bu riski göze alamaz ve almamalıdır da.Gelişigüzel herkese kişinin kendi iç dünyasını açmasısağlıklı bir davranış değildir.
Bu nedenle sosyal maskeler, insan ilişkilerini kolaylaştırıcı, gereksizsürtüşmeleri ortadan kaldırıcı önemli bir işlev görürler. Ne varki, yakın ilişki içinde olduğumuz, yaşamımızı paylaştığımız kimselerleilişkilerde bu sosyal maskeleri kullanmak, bizi onlardan uzaklaştırır,sahte ve güvensiz bir ortam yaratır. Maskeleri o kadar sıkkullanabiliriz ki, bu --göstermelik-- davranış, ikinci bir doğa halinegelebilir.
Bazen başkaları tarafından kabul edilme isteği ya da onlardankorku, gerçek duygu ve düşünceleri göstermeyi engeller. Böylece, işte,eş seçmede, ana-babayı memnun etmede, kişi, kendisiyle hiç ilgisiolmayan davranışlar gösterebilir.
Her bireyin değişik konularda kendine özgü bir düşüncesi, biranlayışı vardır ve bu düşüncenin bir başka kimseninkinden farklı olmasıdoğaldır. Bir toplumda --herkes benim gibi düşünmelidir, benimdüşünce tarzım en doğrusudur-- tutumu ağır basarsa, akılcı tartışmalaryerine duygusal çatışmalar ortaya çıkar. Akılcı tartışmanıngerçekleşemeyeceğini bilenler, duygusal çatışmaya girmek istemediklerinde;karşısındakilerle, gerçekte olmadıkları halde, hemfikirmişgörünürler. Bu tür durumlar, aşağıdaki öyküde de gösterildiğigibi, toplumumuzda sık sık ortaya çıkar.
Çok Şükür
--Kadıköy'de, Bostancı'ya giden tramvayın ikincisine zor atladım.Hemen tramvay kalktı. Arka sahanlıkta sekiz kişiydik. Önce sekizimiz desahanlığa yerleşmeye çalıştık. Aba terlik üzerine lastik giymiş,şapkası keçeleşmiş, ihtiyar, elindeki çıkını, tramvayın arka penceresininönüne koydu. Kasketli, orta yaşlı biri de üstü samanla örtülü sepetitramvayın demir sandığının üstüne yerleştirdi. Bezgin yüzlü yolcuya:
--Sakın dayanma birader, içinde yumurta var,-- dedi.
Yol boyunca sekiz kişi arasında, süren konuşma hep bu yumurtadançıktı. Ama yumurta olmasaydı, yine bir konuşma konusu bulunurdu.İster yumurta olsun, ister çivi, ister hava... Dileğimiz, içimiziboşaltmak değil mi?
Kendisine yumurta sepetine dayanmaması söylenilen:
--Kaça aldınız?-- diye sordu.
Soran adamın yüz çizgileri, sanki yerçekimi etkisiyle aşağı doğrusarkmıştı. Öbürü:
--Sorma,-- dedi. --Ateş pahası...--
Şapkası keçeleşmiş ihtiyar:
--Şimdi ateş pahası olmayan ne kaldı?-- dedi. --Her şey öyle...--
Bir ben ses çıkarmadım, bir de meşin ceketli, kara bıyıklı adamÖbür altı kişi, --amin-- der gibi hep bir ağızdan:
--Doğruu...-- dediler.
--Şimdi ne ucuz ki?--
--Ucuzluk rüya oldu beyim, rüya...--
--Bakalım, bu gidişin sonu nereye varır?--
--Allah sonumuzu hayreylesin.--
--Ben bu gidişte hayır görmüyorum.--
--Bir gün önce iki liraya aldığım mal, ertesi gün iki buçuk liraoluyor? Bu nasıl iştir? Sen evinde uyurken, onlar uyumuyor, gece sabahakadar fiyatları yükseltiyorlar.--
--Pahalılığa da eyvallah... İlle velakin piyasada mal da yok birader.--
Altı yolcu ayrı ayrı dert yanıyor, her birinin yargısını öbürleri:
--Eveeet...--
--Doğru, çok doğru...--
--Haklısın...--
Diye onaylıyarlardı. Tramvay Altıyolda durdu. İnen olmadı. Biryolcu daha bindi, aramıza sıkıştı. Yumurtaların sahibi:
--Geçim çok zorlaştı,-- dedi. --Eskiden ekmek aslanın ağzındaydı.Şimdi, affedersiniz, aslanın ta gerisinde, sok elini de çıkar bakalım.--
Yeni gelen yolcu hemen söze karıştı:
--Her şey pahalı, ama ev kiraları tuz biber...--
Hep birden, yine --amin!-- der gibi:
--Doğruuu...-- dediler.
Kimi pahalılıktan, kimi kiraların yüksekliğinden, kimi aranan şeyinbulunmamasından, kimi de istimlaklerle yıkılan yapılardan dertyanıyordu. Ben orada konuşulanları yazmaktan çekinirim doğrusu.
Öyle coşmuşlardı ki, sanki bu adamlar gecenin bir vakti işlerindenyorgun argın dönüp evlerine gitmiyorlar da şu geçim sıkıntısınıprotesto için mitinge gidiyorlardı. Konuşmaları perde perde yükseldi,nutuk oldu.
İçimden, --Etmeyin, eylemeyin arkadaşlar, yanıp yakılmakta az buçuk hakkınız var, ama büsbütün de sizin dediğiniz gibi değil. Hemböyle ileri geri konuşursanız eninde sonunda başınız bir gün belayagirer,-- demek geliyor, ama korkumdan sesimi çıkaramıyordum. Kızgınadamın önünde durmaya, üstüne varmaya gelmez. Döverler de, söğerler de... Onların düşüncesine katılmadım, en iyisi hiç sesimi çıkarmamak.
Tramvay Yoğurtçu durağından kalkınca, sahanlıktakilerin homurtusu,bağırtısı da son perdeyi bulmuştu. O zamana kadar benim gibihiç konuşmayan meşin ceketli, kara bıyıklı adam artık dayanamadı:
--Kim demiş aranan şey bulunmuyor diye?.. Her şey var çokşükür...-- diye bağırdı.
Bu çıkışı yapan adamın yerine ben korktum. Bir kavga çıkabilir,sahanlıktaki yedi kişi meşin ceketlinin üstüne çullanabilirlerdi. Ayrıayrı yedi kişiyi inceledim. Onlar da meşin ceketliye bakıyorlardı. Birsessizlik geçti. Meşin ceketlinin ne dediğini, ne demek istediğini anlamamışgibiydiler. Adam şaka mı ediyor, yoksa dosdoğru mu söylüyor?
Meşin ceketli:
--Bir yok, yok diye tutturmuş gidiyoruz,-- dedi. --Ne yokmuş?Arayınca her bir şey bulunuyor çok şükür...--
Öbür yedi kişi sersemlemişlerdi. İlk kendine gelen, suratının çizgileriakmış gibi aşağı sarkık adam oldu:
--Çok şükür... Her bir şey bulunuyor.--
Ötekiler, yine --amin!-- dercesine hep bir ağızdan:
--Pahalılık da yok çok şükür...-- dediler.
Az önce pahalılık üzerine en keskin nutku çeken:
--Pahalılığı yaratan biz kendimiziz,-- dedi. --Pahalılık var, pahalılıkvar diyerekten zorla pahalılık yaratıyoruz.--
--Evet... Yok, yok diye her bir şeyi kuruttuk. Üstümüze uğursuzlukçöktü. Her şey var çok şükür.--
--Çok şükür...--
--Çok şükür...--
Meşin ceketli:
--Ben size hesap edeyim de görün,-- dedi. Ben şoförüm. On altı yılönce ayda yüz yirmi beş liraya çalışırdım. O zaman şekerin kilosuotuz kuruştu. Şimdi şeker iki lira. Ama benim aylığım da altı yüz liraoldu. Ne olmuş? Şeker pahalanmış, ama kazançlar da artmış!--
Öbürleri:
--Arttı çok şükür...-- dediler.
Pahalılıktan söz edenlerden biri:
--Doğru,-- dedi. --şimdi para bol çok şükür, para bol.--
--Çok şükür.--
--Bir hamal bile günde on beş liraya para demiyor.--
--Demiyor çok şükür.--
Şapkası keçeleşmiş ihtiyar:
--Yokluğu yaratan, pahalılığı yaratan biz kendimiziz,-- dedi. --Biriçıkıyor, --Çay yok--, diye ortaya bir laf atıyor. Ondan sonra herkes beşer, onar paket çay alıyor. Sonra neymiş, çay yokmuş. Yok olur tabii.Çok şükür her bir şey var.--
--Çok şükür, bol bol var.--
--Çok şükür.--
Feneryolu durağında yolculardan biri:
--Çok şükür, çok şükür...-- diyerek tramvaydan indi.
Meşin ceketli:
--Tabii, şimdi kalkınma var,-- dedi. --Kalkınma olduğu için de dışarıyamal satıyoruz, dışarıdan mal almıyoruz. İşte o yüzden de birkaçşey bulunmuyor.--
--Çok şükür-- demeye alışanlardan biri:
--Bulunmuyor çok şükür,-- dedi.
Hemen kırdığı potu düzeltti:
--Kalkınma,-- dedi. --Yalnız birkaç şey bulunmuyor. Zamanla onlarda bulunur çok şükür.--
--Çok şükür.--
Meşin ceketli:
--Çok şükür,-- dedi. --Şu İstanbul, İstanbul oldu olalı böyle bir kalkınma,böyle bir imar görmüş mü?--
--Görmemiş çok şükür. Yani, şimdi görüyor. Hazreti Sultan Fatih'tenberi kazma yüzü görmemiş sokaklar açılıyor.--
--Açılıyor çok şükür.--
--Ne var, ne yok yıkıyorlar.--
--Yıkıyorlar çok... Yani yollar açılıyor.--
Caddebostanı'na kadar --çok şükür-- dualarıyla geldik. Sahanlıktakiyolcular teker teker inmişler, Caddebostan'dan sonra meşin ceketliylesahanlıkta karşı karşıya kalmıştım. Birden:
--Siz ne düşüncedesiniz? Deminden beri hiç konuşınadınız,-- demesin mi?
Al başına belayı, hem de püsküllü bela. Omuzlarımı kaldırıp başımıiçime çekip, iki elimi yana açtım. Yani, --Bilmem ki, ne diyeyim!--demek istiyordum. Ben, ne ilk konuştukları kadar kötümser, ne sonradan--çok şükür-- dedikleri gibi iyimserdim.
Meşin ceketli bir daha sordu:
--Siz ne dersiniz?--
Tramvay çok hızlı gitmese hemen atlayıvereceğim. Meşin ceketlizorba. Bir daha başımı omuzlarımın arasına çekip ellerimi yana açtım,dudaklarımı büzdüm.
Meşin ceketli:
--Bu alçaklar var ya,-- dedi.
--Hangileri?-- diye sordum.
--Deminden beri --çok şükür-- deyip duranlar.--
--Evet...--
--Şimdi onların hepsi bana küfür ediyor. Burada çok şükür derken bile içlerinden geçenleri biliyordum. Bunlar nereye çekersen orayagider. Yeter ki çeken kuvvetli olsun. Böyleleri ne İsa'ya yar olur, ne de Musa'ya dost olur.--
Tramvay Erenköy'e geliyordu.
--Ne dersiniz, pahalılık var mı?--
Meşin ceketlinin nasıl bir karşılık istediğini anlayamadığım içinzor bir duruma düşmüştüm.
--Aranan şey bulunmuyor mu? Pahalılık var mı?--
--Çok şükür,-- dedim.
Tramvay durdu da hemen yere atladım. Elbette --çok şükür;-- meşinceketliden kurtulmuştum.-- (Nesin, 1967.)
:::::::::::::::::
aman Tanrım
ilk defa şimdi anladım
bu otobüsteki herkesin
elbiselerinin altında
çırılçıplak olduğunu
:::::::::::::::::
SİZİN MASKELERİNİZ
Toplum yaşamında insanın sürekli kendisi olması mümkün değildirkuşkusuz. Ancak bu, kişinin sürekli olarak maskeli gezmesi gerektiğianlamına gelmez.
Şimdi yine kendimize dönelim. Siz ne tür maskeler takıyor, nasılbir görünüm vererek kendinizi başkalarına sunmak istiyorsunuz? Bukonuyu irdelemenize yardımcı olacak, yol gösterici birkaç soru veyöntem sunalım size:
Önünüzdeki iki gün süresince, gerçekten kendinizi değil de, başkalarınımemnun etmek için yaptığınız davranışların farkına varmaya çalışın...Günlük iletişiminizde ne denli sık maske takıyorsunuz?Bu kadar maske takmaktan hoşnut musunuz? Bunları hangi koşullardakullanıyorsunuz? Bu davranışlarınızdan memnun musunuz?Maske takmak size (doyum, sıkıntı vb. gibi) ne tür duygular veriyor?
Yukardaki incelemeden sonra bulduğunuz sonuçtan hoşnut musunuz?Değilseniz acaba ne yapabilirsiniz? Vardığınız sonuçları vegözlemlerinizi yakın bir dostunuzla tartışırsanız daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
BENLİK BİLİNCİ TEHDİT EDİLDİĞİNDE
ORTAYA ÇIKABİLECEK DAVRANIŞ TÜRLERİ
İnsan yaşamında öyle anlar vardır ki, kendisini mutlaka korumasıgerektiğinden, savunucu bir iletişim içine girmesi zorunludur. Çünkükarşıda, benliğine saygı göstermeyen, kendisini korumazsa onuezip geçecek olan kişiler vardır. Saldırganlığın bulunduğu böyle durumlardakişi, bütün gücüyle kendini savunur. Bu durumda kalansadece kişinin kendi olmayabilir; yakınlarının, sevdiği kimselerin zor durumda kaldıklarını gördüğü zaman da onları savunma gereğiniduyar.
Saldırgan davranış, ister açık bir biçimde isterse örtük bir biçimdeolsun, iletişimde savunmayı doğurur. Konuşan kişi saldırgandavranışının farkında olmayabilir; ancak onun farkında olmayışı sonucupek değiştirmez. Çünkü dinleyen, davranışlarını onun farkındaoluş ya da olmayışına göre değil, kendi iç dünyası çerçevesinde değerlendirir.
Örneğin, bir kimseye, --Keşke bir saat önce gelebilseydin, o zamanişlerimiz çok kolaylaşmış olurdu!-- dendiğinde, bu kişi kendinigeç geldiğinden dolayı zaten suçlu hissediyorsa, birdenbire savunuculuğuartacak ve:
(A) --Kabahat sende. Ben nereden bileyim bu işin bu kadar önemliolduğunu. Bana daha önce söyleyemez miydin?-- gibi bir cevap verecektir.
Ama söz konusu kişi, kendini suçlu hissetmiyorsa, o zaman daharahat konuşabilir ve kendini savunma ihtiyacını o denli hissetmezve:
(B) --Yaa, keşke gelebilseydim. Neyse, şimdi biraz daha hızlı çalışır,geç gelmemi telafi ederim,-- şeklinde cevap verebilecektir.
Bir insan geç geldiğinden ötürü niçin kendini suçlu hisseder yada hissetmez? Bu sorunun cevabı, o kişinin benlik anlayışında yatar.Daha önce de görüldüğü gibi, iki düzeyde benlik anlayışından sözedilebilir: 1. Görünen benlik; 2. İdeal (yani olması istenen) benlik.Görünen benlik düzeyinde kişi geç kalma davranışını göstermiştir. Fakatideal benlik düzeyinde --geç kalmak-- istenmeyen bir davranıştır. İstenmeyenbu davranışı, kişi benlik kavramının bir parçası olarak rahatlıklakabul edemez... --Ben sözümü tutmayan, tembel ve güvenilmez bir adamım--tanımını benlik kavramının bir parçası olarak görmek,kişiye zor geleceğinden, bu davranışa başka nedenler arar. Birbaşka deyişle, benlik kavramını savunacak, hatayı kendinde görecekyerde, kendisinin dışında arar.
Yukarıdaki örnekte, --Kabahat sende...-- biçiminde konuşan kişinin,zamanında işinin başına gelme konusunda görünen benliğiyle,ideal benliği arasında bir boşluk, bir çelişki vardır. Ruhsal gerginliklerinbirçoğu gerçek ve ideal benlik arasındaki bu çelişkiden kaynaklanır.Belirli bir konuda bireyin yaptığıyla, yapmak istediği aynı değilse,bu konuyla ilişkili olarak savunucu davranışı daha sık ortayaçıkar. Görünen benlikle, ideal benlik arasındaki çelişkilerden doğanbu boşluklara, duyarlılık noktaları adı verilir. Yukarıda verilen örnekte,(A) bireyi için geç kalma davranışı bir duyarlılık noktası oluşturduğuhalde, (B) bireyi için böyle bir şey söz konusu değildir.
Duyarlılık noktaları söz konusu olunca, kişiler psikolojik savunmayageçerler. Psikolojik savunma, kendilik anlayışını olduğu gibi sürdürebilmekiçin, dış dünyayı biraz değiştirerek davranışı akla yakın gösterebilmeçabasıdır. Davranışını akla yatkın gösterebilme çabası içinde olankişi, gerçekleri saptırır; böylece, --çarpıtılmış-- dünyada görünen şeylerile, kişinin ideal benliği tutarlı gözükür.
Psikolojik savunma mekanizmalarına geçmeden şu noktayı kısacabelirtmekte yarar var: Savunucu olmak her zaman zararlı ve kötüdeğildir. Savunma, ruhsal sağlık açısından bazen gerekli ve yararlıbir davranıştır. Fakat savunma, kendini sık gösteren bir davranış halinegelir ve aşırı derecelere ulaşırsa, sosyal ilişkileri gerçekçi bir zemindesürdürmeyi engeller ve uyumsuz bir davranış kaynağı haline gelir.
PSİKOLOJİK SAVUNMA MEKANİZMALARI
Mantığa bürüme: Kişi, mantığa uygun, ama, gerçekte var olmayannedenler bularak kendilik kavramını korur, gerçekler karşısındaincinmesini önler.
Örneğin, kopya çeken bir öğrenci, kopya çekme davranışıyla ilgilibir sürü neden bulur: Sınavdaki sorular o kadar zordur ki, eğer kopyaçekilmese kimse iyi not alamaz... Öğretmenler de öğrenciykenkopya çekmişlerdir, vb.
Telafi (Giderim): İnsanın kendi eksikliğini gidermek amacıylakullandığı bir savunma mekanizmasıdır. Kişi yetersiz olduğu biralanda bu eksikliğini gidermek için çalışacak yerde, bu eksikliğinisaklamak amacıyla güçlü olduğu bir başka alana önem vermeye başlar.
Söz gelişi, aile yaşamında mutsuz olan kişi, aile içindeki uyumsuzluğunasil gidereceğini bilemez, bu konuda kendini yetersiz veeksik hisseder ama buna karşılık kendini iş yaşamında yetenekli bulursa,aile mutluluğunu sağlamak için çaba gösterme yerine, kendiniiş hayatına verir.
Yine aynı biçimde, doyumlu bir sosyal ilişkiye girememiş bir üniversiteligenç, kendinden ve yetiştiriliş biçiminden ileri gelen eksikliklerigidermek için çaba harcayacak yerde, bütün enerjisini başarılıolduğu derslere verir, kendini sosyal yaşamdan tümüyle soyutlar.Eğer bu genç, derslerinde de pek başarılı değilse, enerjisini başkayollara yönlendirebilir. Örneğin, politik tutumuna uygun bir aşırıakıma girerek bütün enerjisini o yönde kullanabilir.
Tepki oluşturma: Birey, gerçek duygularının tam karşıtını göstermeyoluyla da benlik bilincini savunur. Örneğin, toplantılarda herkestendaha neşeli görünen, her şeye gülmeye hazır olan kişi, belkide gerçekte mutsuzdur; fakat bunun tam tersini yaparak gerçek duygusunusaklar.
Yeniden evlenmesine, küçük çocuğunun bir engel oluşturduğunudüşünen dul anne, içten içe çocuğuna duyduğu kin ve öfkesini, çocuğunaaşırı bir ilgi ve sevgi göstererek saklama çabasına girebilir.
Yansıtma: Yansıtma kendini iki biçimde gösterir. Kendi eksikliklerive beceriksizliğinden doğan aksaklıkları başkalarına yüklemek,birinci yansıtma türüdür. Örneğin, gol atamayan futbolcu, başarısızlığınınnedeni olarak, takım arkadaşlarının iyi pas vermemelerinigösterir.
İkinci yansıtma türü, istenmeyen, kabul edilmeyecek türden arzuve tutumları, başkalarına yakıştırma eğiliminden kaynaklanır. Bekarlığındaçok çapkınlık yapmış erkekler, evlenince eşlerine güvenmezler.Eşlerinin normal arkadaşlık ilişkilerini bile kıskanan bu kimseler,kendi tutumlarını eşlerine yansıtıyor olabilirler.
Özdeşim: Kendisinden emin omadığı ya da kendisini pek beğenmediğizamanlar, kişi, bir başka kimseyi taklit eder; kendi duygu,düşünce ve davranışlarına onu model alır. Bir konuda konuşurkenya da bir iş yaparken, bunu başaracağına güveni yoksa, kendisi içinönemli, gözünde büyüttüğü birini taklit etmeye çalışır. Bu taklit sıksık tekrarlanırsa, kişi kendi düşünce ve duygularıyla ilişkisini kaybedebilir.
Sözgelişi, yeni evlenen bir çift, televizyondan gördükleri bir filmdekikarı koca ilişiklerine hayrandırlar ve öyle bir ilişkiyi kendi yaşamlarıylaözdeşleştirmişlerdir. Televizyondaki çift gayet romantiktir vebirbirleriyie hiç kavga etmez. Yeni çift de onlar gibi olmak ister:Kadın da, koca da birbirlerine sinirlendiği halde, --ideal evliliktebu olmaz-- diyerek kendi duygularını bastırır. Duygularını bastırankişinin gerçek benliğiyle ilişkisi koptuğundan, bir savunma söz konusudur.Burada özdeşim türünden bir savunma ortaya çıkar.
Hayal kurma: Kişi, istekleri ve amaçları gerçekleşmediği zaman,çoğu kez hayal kurmaya başlar. Bu hayal dünyası sayesinde gerçekdünyasında onu sıkan düşüncelerden uzaklaşır, daha doyumlu görünenbir hayal dünyasına girer.
Düşük gelirli Kapıcı Ahmet Efendi, sık sık kendisini zengin birişadamı olarak hayal eder. Türkiye'nin en zengin kişilerinden biriolacak, büyük kentlerde işyerleri açacaktır. Bu kadar ünlü olan AhmetBey, ara sıra ansızın işçi ailelerini ziyaret edecek ve onlarla birlikteoturup onların mütevazi sofrasında yemek yiyecektir. Bir günbu işçi ailelerinden birinde güzel bir genç kızla tanışır...
Hayal kurmak bazen gerekli ve yararlıdır. Yaratıcı kimselerindüş gücünün zengin olduğu söylenir: Hayal kurmanın yaratıcı zekayıkamçıladığı da ileri sürülmüştür. Ancak kişi gerçekle hayal arasındakisınırı bildiği ve kurduğu hayaller gerçek dünyasıyla ilişkisinikesmediği sürece, hayal kurmanın bir sakıncası yok, tersine yararıvardır.
Bastırma: Hoş olmayan bir durumu göğüsleyip onunla mücadeleetme yerine, bazen böyle bir durumu görmezlikten gelme ya da yadsımadaha kolay gelir insana. Bu yok sayma, çoğunlukla kişiye hoşgelmeyen durum --unutularak-- yapılır.
Savaşta en yakın arkadaşını kazayla vuran ve onun ölümüne nedenolan kişi, kendi dikkatsizliği sonucu ortaya çıkan bu olayı, birsüre sonra unutmuştur. Aynı şekilde, oğlunun aşırı politik akımlarakapılarak bir genci öldürdüğünü öğrenen baba, oğlu hapisten çıktıktansonra böyle bir olayı hiç anımsayamaz.
Aslında beyindeki unutma mekanizması her insanda bir ölçüdeotomatik olarak işler. Kişinin sürekli acı duymasını önlemesi açısındanbastırmanın yararları vardır. Ancak bu yola bireyin gerçekle ilgisinikesecek derecede ve sıklıkta başvuruluyorsa, o zaman uyum zorluğugörülür ve sonuçta daha fazla sorunları olan bir kişilik ortayaçıkar.
Örneğin, birbirini seven bir çift, ellerine geçen parayı nasılharcayacakları konusunda anlaşamıyorlar. Kadın, --para harcamak, daharahat yaşamak içindir;-- diye düşünürken koca, --tasarruf etmek, gelecekiçin para biriktirmek gerekir;-- biçiminde düşünür. Birbirlerinisevdiklerinden, bu çift para harcamayla ilgili düşünce ayrılıklarınıgörmezliğe gelip, bu sorunu bastırabilir. Ama zamanla, göz yummuşoldukları bu uyuşmazlık, aralarındaki ilişkiyi sarsıp zedeler. Bu çiftinaralarındaki anlaşmazlık noktasını bir an önce saptayıp, bu konudaikisinin de uzlaşabilecekleri bir anlaşmaya varmaları, daha uyumluve daha sağlıklı bir davranış olurdu.
Duygusal yalıtım ve soğukluk (Apati): Bir zamanlar önem verdiğive kendini ortaya koyduğu bir ilişkide incinmiş, kırılmış bir kimse,bu tür ilişkilere karşı duygusal bir soğukluk geliştirebilir.
Sözgelişi, sevdiği ve duygusal olarak bağlandığı bir kimsedençok acı çekerek incinen bir genç kız, kendini tümüyle derslerine adayıpbaşka hiçbir erkeğe yüz vermemeye başlayabilir. Sevme, sevilme,ona göre gerçekte varolmayan duygulardır artık. Hele erkekler butür duygulardan hiç anlamazlar. Onun için bir erkeğe duygusal olarakbir daha yaklaşmamak gerekir. Önemli olan okulu bitirmek, birmeslek sahibi olmak, anne ve babanın uygun gördüğü biriyle evlenmek,yaşamdan duygusal doyum beklememektir.
Böyle bir genelleme kuşkusuz herkesi kapsamaz. Özel olarak kırıldığıya da kızdığı kişiye dönük bir duygusal soğukluk geliştirebilir.--Zaten benim için o kadar önemli bir insan değil ki! Benim onaihtiyacım yok,-- gibi bir tutum takınarak kendini uzak tutar.
İster genel, isterse özel olsun, duygusal soğukluk ve yalıtım bireyigerçek sorunla ilgilenmekten ve soruna bir çözüm getirmekten alıkoyar.--Zaten benim için önemli değil,-- diyerek ilişkiyi kesmek, sözkonusu kişiyle arada varolan sorunları çözmeyi, bu yolda herhangibir girişimi ve ilerlemeyi olanaksız hale getirmek demektir. Böyle birtavırla, ilişkinin niteliğinin değişerek sürmesi de söz konusu olamaz;boşanan eşlerin evlilik ilişkilerini dostluğa dönüştürememeleri gibi.
Yer değiştirme: Kızgınlık ve düşmanca duygular, bunlara yolaçan kimselere değil de, daha az çekinilen kimselere yöneltilirse, yerdeğiştirme türünden bir savunucu davranış ortaya çıkar.
Örneğin, dışarıya oyuna çıkmadan önce odasını iyice derleyiptoplaması söylenen çocuk, kızgınlığını küçük kardeşine bağırarakgösterir. Çünkü annesine bağıracak olursa dayakla ya da başka birşekilde cezalandırılacaktır.
Kişi, bazen neye kızgın olduğunu pek bilmeden, sinirli ve kızgınbir hava içinde bulunabilir; böyle zamanlarda, karşısına kim çıkarsa,ona kızmaya, onun her yaptığında kusur bulmaya hazırdır. Bu türdurumlarda, duygularının farkına varabilen kimse, olgun bir kimsedir;böyle bir ruh hali içinde olduğunu anlayınca, karşılaştığı kimselere,özellikle o gün, biraz daha hoşgörülü davranmaya özen gösterir.
Karşı saldırı: Eleştirildiği zaman, insanların çoğu, eleştiri konusuolan şeylere cevap verecek yerde, çoğu kez eleştirene hücum ederekkendini korumaya yönelir. Beşinci Bölümde tartışılan kavramlariçinde söylenirse, iletişimi içerik odağından, ilişki odağına kaydırır.Kişinin davranışı ya da kişiliğiyle ilgili bir eleştiri karşısında, bunuyapana, --Sen kendini ne sanıyorsun?!-- diye kızgın bir tonla saldırıldığıolur. Eleştirilen noktalarla ilgili olmayan konulara saparak, karşıdakinineleştirilecek yönleri ortaya çıkarılmaya çalışılır. Oysa budavranış, karşıdakini daha da savunucu yapar; böylece o kişiylegerçekleştirilmeye çalışılan iletişimi, savunucu bir iletişim halinedönüştürür.
İletişimde savunuculuk arttıkça ne konuşulduğu önemini yitirir,kimin konuştuğu önem kazanmaya başlar. Böylece bir sorunu çözmek,bir konuyu aydınlığa kavuşturmak amaç olmaktan çıkar, karşıdakikişiyi rahatsız etmek, kalbini kırabilmek temel amaç olur. Sonuçolarak da, konuşmaya başladıkları andakine oranla birbirine dahakızgın, daha düşmanca duygularla dolu iki insan ortaya çıkar; herhangibir sorun çözülmüş ya da aydınlığa kavuşturulmuş olmaz.
Aşağıda savunucu iletişime ve bunun karşıtı olan açık iletişimeiki örnek vermek istiyorum. İki iletişim üslubu arasındaki fark dahaiyi belirsin diye aynı kişiler, aynı konuda konuşturulmuştur.
Örnek 1
Kadın : --Eve geldiğin zaman hemen gazeteyi eline alıp misafirodasına çekileceğine, --Merhaba karıcığım--, deyip biraz güleryüz gösterebilirve benimle konuşabilirdin!... Ben senin hizmetçin değilim.Bunun farkındasındır, umarım!...--
Koca : --Yorgun geldiğimi farketmedin mi? Birazcık ilgi duysaydınne denli yorgun geldiğimi görürdün!.. Akşama kadar bankadamüşteriyi memnun etmeye çalışıyorum. Eve gelince de hanımefendiyimi memnun edeceğim?.. Bıktım senin bu tür konuşmalarından!.. Şımarıkbir küçük kız gibisin... Hep ilgi bekliyorsun!.. Birazcık da sorumlubir ev kadını gibi düşünüp davransana!..--
Kadın : --Sensin şımarık çocuk aslında!.. Neymiş efendim? Beyefendibankada yoruluyormuş!.. Ben sanki yorulmuyorum. Bütün günöğrenci denen o zibidilere laf anlatmaya kalk, sonra eve gel çocuklarlauğraş, ev işlerini yap, beyefendinin yemeğini hazırla... Ben sendenüç kat tazla iş yapıyorum, biliyor musun sen?!..--
Koca : --Kes sesini be! Dır dır dır!.. Çeker gider lokantada yerim.Hiç olmazsa senin dırdırını dinlemem. Bıktım be!..--
Kadın : --Haydi git öyleyse. Defol git! Seni tutan yok. Kendiniadam mı sanıyorsun sen?..--
Örnek 2
Kadın : --Eve geldiğin zaman hemen gazeteyi eline alıp misafirodasına çekileceğine, --Merhaba karıcığım--, deyip biraz güleryüz gösterebilirve benimle konuşabilirdin!... Ben senin hizmetçin değilim,Bunun farkındasındır, umarım!...--
Koca : --Merhaba karıcığım. Özür dilerim. Emin ol seninle her zamankonuşmaktan zevk alırım. Ayrıca seni özledim de... Fakat bugüngerçekten yorgunum. Ama sen yine de haklısın. Biraz oturup gazeteyiokuyacaktım. Neyse önemi yok bunun. Önce beş, on dakika mutfaktaseninle sohbet edeyim. Anlat bakalım günün nasıl geçti?..--
Kadın : --Ben de senden özür dilerim. Okulda öğrenciler o kadarsaygısız ve söz dinlemez hale geldiler ki, çok canım sıkılıyor. Hıncımıbilmeden senden çıkarıyorum, belki de... Kusura bakma... Böyle zamanlardasana iyi davranamıyorum. Daha yumuşak konuşabilirdim.--
Koca : --Anlıyorum, hayatım. Gerçekten yorgun ve sinirlisin. Sanabiraz yardım edeyim. Hem konuşalım, hem yemeği hazırlayalım. Senbana kızsan da ben aldırmam, çünkü beni sevdiğini ve değer verdiğinibiliyorum!--
SAVUNMA MEKANİZMALARI GÜNLÜĞÜ
Kişilerin davranışlarında gözlenebilen temel psikolojik savunmamekanizmalarını, ana hatlarıyla inceledikten sonra, şimdi, kendidavranışlarımıza dönelim ve aşağıdaki uygulama yoluyla, günlük yaşamımızdayer alan insan ilişkilerinde, ne tür savunma davranışları gösterdiğimizigözlemleyelim.
1. İki, üç gün, günlük yaşamınızdaki iletişimleri gözleyerek nezaman savunucu olduğunuzu bulmaya çalışın. Kişinin kendininsavunucu olduğu zamanların farkına varması zordur, amadaha önceki okuduklarınızı gözününde tutarak bu zor işi başarabilirsiniz.Bedeninizin belirtilerine duyarlık gösterirseniz,işiniz daha da kolaylaşır. Kendinizi aldattığınız ve savunucumekanizmalardan birini kullandığınız zaman, vücudunuz büyükbir olasılıkla buna bir tepkide bulunur. Vücudunuzun butepkilerini saptayabilirseniz, nasıl ve nerede savunma yaptığınızındaha çabuk farkına varabilirsiniz.
2. Değişik kişilerle etkileşimde bulunduğunuz zaman savunuculuğunuzdafarklılık oluyor mu?
3. Savunucu olduğunuzu düşündüğünüz her ilişkiyi tanımlamayaçalışın. Kişinin sizinle olan ilişkisini (arkadaş, eş, müdür,vb.) mümkün olduğu kadar ayrıntılı bir biçimde anlatın. Budurumda hangi savunucu mekanizmayı kullandığınızı tanımayave adlandırmaya çalışın.
4. Savunucu bir iletişim olduğu anda, bunu hemen kısaca yazmayaçalışın. Birkaç gün bekledikten sonra yazarsanız, geçenzaman süresinde olayı algılayışınız değişmiş olabilir.
5. Tuttuğunuz bu günlüğü bir arkadaşınızla paylaşabilir ve sizingözlemlerinizle ilgili olarak onun ne düşündüğünü sorabilirsiniz.Acaba arkadaşınız kendisinin savunma mekanizmalarıylailgili böyle bir günlük tutmak ister mi? Böyle bir günlük tutarsabulduğu sonuçları birlikte tartışmayı gerçekleştirebilir misiniz?
SAVUNUCU İLETİŞİM NE ZAMAN ARTAR?
Bu konuda yapılan bir araştırmadan kısaca söz etmek yerinde olur.Landfield (1954), bireyin güvenliği ve kendi hakkındaki beğenisi tehditedildiği zaman, savunucu davranışın arttığını gözlemlemiştir. Butür tehdit durumları, daha çok bireyin kendisi için önemli olan veonun davranışlarını değerlendirebilecek mevkide bulunan kişiler(patronu, amiri, öğretmeni vb.) çevresinde olduğu zaman, ortaya çıkar.Landfield, insanların iki tür tanışığı olduğunu söyler: Tehditedici olan ve olmayan tanışıklıklar. Tehdit edici olmayan tanışık, bireyindavranışını değiştirmek istemez, onun duygularını, düşüncelerini,tutumlarını olduğu gibi öğrenmek amacındadır; bunun ötesinegeçip, --Şunu şöyle yapmalısın!-- demez ve bu nedenle savunuculuğayol açmaz. Tehdit edici tanışıklarla kurulan iletişimdeyse savunucuözellik kendisini daha sık gösterir.
Davitz (1959) ise, çevresindeki insanları tehdit edici olarak görmeninya da görmemenin, büyük ölçüde iletişim kuran kişinin algılayışbiçimine bağlı olduğunu gözlemlemiştir. Korku dolu ve endişelikimselerin çevresindekileri çoğunlukla tehdit edici olarak gördüklerisaptanmıştır. Bu tür insanlar, içinde bulundukları kişiler arasıilişkiler çevresini, cezalandırıcı bir çevre olarak algılarlar. Bu kişiler,büyük bir olasılıkla, cezalandırıcı bir ortamda yetişmişlerdir; cezalandırıcıgelişim ortamında, başkalarından korkmaya ve kendilerinisürekli koruma gereğine koşullanmışlardır. Çünkü, çocukken aldıklarımesajlar, genellikle olumsuz eleştiri, gülünç duruma sokulma,reddedilme, aldatılma, hakaret, küçük düşürülme ya da önemsenmemegibi olumsuz içeriğe sahiptir. Böyle bir çevreden gelen çocuğunsık sık savunucu olması doğal değil midir?
Hangi tür çevreler ne gibi tipleri yetiştiriyor, sorusuna ilişkili olarakyaptığı çalışmada, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerindenYıldız Kuzgun, ana-babaların otoriter, demokratik ya da ilgisiz tutumlardanbirine sahip olmasıyla, çocukların kendini gerçekleştirmedereceleri arasındaki ilişkiyi araştırmıştır (Kuzgun, 1973).
Varoluşçu-insancıl adı altında bilinen psikoloji okuluna göre,kendini gerçekleştirme güdüsü, insanların temel faaliyet kaynağınıoluşturur. Kuzgun, kendini gerçekleştirmenin belirtileri olarak şudavranışlar üzerinde durmuştur:
-Zamanı iyi kullanma,
-Desteği dıştan değil, içten alma,
-Duygusal bakımdan açık olma,
-İçten geldiği gibi davranma
-Kendine saygı duyma,
-Kendini kabul etme,
-İnsanın temelde iyi bir yaratık olduğuna inanma,
-Uzlaştırıcı bir yaklaşım içinde olma,
-Saldırganlık eğilimlerini gerçekçi bir tutumla kabullenme,
-Yakın ilişki kurabilme yeteneğine sahip olma.
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, demokratik tutuma sahipolan ailede yetişmiş bireyler, kendilerini daha çok gerçekleştirebiliyorlar.Soğuk ve sert disiplinli otoriter ortamda yetişen gençlerinse,kendilerini gerçekleştirme yönünden daha başarısız oldukları görülmüştür.İlgisiz tutum içinde yetişenler de, kendini gerçekleştirmeyönünden geri kalmışlık gösterir, ancak otoriter ortamda yetişenlerkadar başarısız olamaz.
Kuzgun'un araştırmasında kendini gerçekleştirme belirtileri olaraksayılan davranışlarla, açık iletişim belirtileri olarak sayılan davranışlararasında büyük bir paralellik göze çarpar. Bu paralelliğe dayanarak,demokratik ortamda yetişenlerin, otoriter ortamda yetişenlere oranla,iletişim davranışlarında daha az savunucu olduğu söylenebilir.
Lichtenber (1955), --Bir kişinin duygusal olgunluk derecesiylekurmuş olduğu iletişim türü arasında bir ilişki var mı?-- sorusu üzerindedurmuş ve duygusal yönden henüz olgunlaşmamış kimselerinreddetme, karşı çıkma ve karşısındakinin söylediğinin tersini söylemedavranışlarını daha fazla gösterdiklerini saptamıştır. Olgun kimselerse,--daha önceden söylenenleri gözönünde tutma--, --ne söyleyecekleriniplanlı bir biçimde önceden özet olarak karşıdakilere belirtme--gibi davranışları daha sık gösterirler. Duygusal yönden olgunolan kimselerde gözlenen bu tür davranışların, iletişimde bulunankişilerin aralarındaki fikir ayrılıklarını daha açık bir biçimde görmelerineyardım ettiği saptanmıştır.
SAVUNUCULUK İLETİŞİMİ MAHVEDER
İlişki içinde bulunan iki kişiden biri savunucu olmaya başlayınca,iletişim hızlı bir biçimde bozulmaya başlar. Öyle anlar olur ki, bütünbir yaşam boyu önemle koruduğumuz bazı ilişkiler, savunucu biriletişimin sonunda, bir anda mahvolup gidebilir. --Hangi tür iletişimsavunucudur, savunucu iletişim nasıl ortaya çıkar?-- konularında bilinçlenmişkişi, insan ilişkilerinde bu tür kayıplara uğramama yönündendaha şanslıdır. Bu nedenle savunucu iletişimle onun karşıtıolan açık iletişim üzerinde biraz daha durmakta yarar vardır.
SAVUNUCU YA DA AÇIK İLETİŞİMİ NASIL TANIRIZ?
İletişim sürecinde savunucu tutumun nasıl belireceğini Gibb (1961)sık sık kaynak olarak kullanılan bir makalesinde ele almıştır.
Gibb, şu temel varsayımdan hareket eder: İletişim bir dil işlemideğil, bir insan sürecidir. İletişimde ilerleme sağlayabilmek için, insanlararasındaki ilişkilerde bir gelişim, bir ilerleme gerçekleştirmekgerekir. Kişiler arasındaki ilişkiler bozuk bir temele oturmuşsa, iletişimdekullanılan dil ne kadar kaliteli olursa olsun, iletişimde bir ilerlemegörülmez.
İletişimde en başta gelen bozuk temellerden biri, savunuculuktur.Savunuculuk, bireyin benlik bilincini koruma gereksinmesinden kaynaklanır.Savunucu durumda olan kişi, zihin gücünü söz konusuedilen konudan çok, kendisini savunmaya harcar. Konudan söz etmekyerine, karşısındakine nasıl göründüğünü düşünür. Karşıdakininasıl alt edeceğine, tartışmayı nasıl kazanacağına, nasıl baskın çıkacağına,karşısındaki sözlü saldırıda bulunursa nasıl karşı koyacağınazihnini yorar.
Bir kimse savunucu bir biçimde konuşursa, dinleyicide de kendiliğindensavunucu bir tutum uyanır. İletişimdeki savunuculuk kendinisadece sözlü iletişimde değil, beden hareketlerinde, yüz ifadelerindeve sesin tonunda da gösterir. Bu ipuçları, söylenen sözlerle beraber,dinleyiciyi daha da savunucu hale getirir ve savunuculuğu gittikçeartan kişi karşısındakinin niyeti, değerleri ve duygularını algılayamazhale gelir.
Yapılan araştırmalar, savunma özelliği arttıkça, iletişimdeki verimindüştüğünü, savunma azaldıkça, mesajın anlamına ve yapısınadaha da dikkat edilebildiğini göstermiştir. Savunuculuk azaldıkçaKaynak (konuşan) ve Hedef (dinleyen) Birimlerin iletişimi bozacaktürden yanlış algılamalardan uzaklaştıkları görülmüştür. Savunuculuğunaz olduğu açık iletişim ortamında, iletişimde bulunanlar mesajınyapısı ve içeriğine daha çok dikkat ederler.
SAVUNUCU VE AÇIK İLETİŞİMİN
TEMELİNDE YATAN TUTUMLAR
Savunucu ve açık iletişimin temelinde aşağıdaki tutumlar yatar:
Savunucu iletişim:
Yargılayıcı tutum
Denetlemeye yönelik tutum
Belli bir strateji izleyen planlı tutum
Aldırmaz, umursamaz tutum
Üstünlük belirten tutum
Kesin tutum
Açık iletişim:
Tanıtıcı tutum
Soruna yönelik tutum
Plansız, kendiliğinden oluşan tutum
Anlayış, duygusal yakınlık gösteren tutum
Eşitlik belirten tutum
Denemeci tutum
İletişim sürecinin tümü içinde bu tutumlar çeşitli derecelerdekendini gösterir. Bir kimsenin iletişimi, tek bir tutumu yansıtmaz;farklı tutumlar birbiri içine kaynaşmış olarak ortaya çıkarlar.
Örneğin, bir yerde yargılayıcı bir tutum gösteren biri, bunun ardındananlayış ve yakınlık tutumlarını da belirtebilir. Böyle durumlardadinleyici ne yapacağını bilemez; karşısındakine kızsın mı, yoksaonu sevsin mi bir türlü karar vermez. Günlük yaşamda gözlemleneniletişimlerde, savunucu ve açık iletişim tutumları birbirleriyledeğişik türlerde ve çeşitli derecelerde birleşim gösterebilirler. Anlatımıkolaylaştırmak amacıyla, birbirine karşıt olan iki tutumu diğerlerindenayrı olarak ele alıp inceleyeceğiz.
Yargılayıcı tutum: Yargılayıcı tutum savunuculuğu arttırır. Eğerdinleyici, konuşanın ses tonundan, davranışından yargılandığı,değerlendirildiği izlenimi alıyorsa, savunucu bir tutum içine girer. Konuşankişinin mevkii, yaşı, dinleyenle geçmiş ilişkilerinin türü, savunucututumun ne zaman ve ne ölçüde ortaya çıkacağını etkiler.
Çocukları yetiştirirken anne ve babalar sürekli olarak, çocuğundavranışlarını --iyi--, --kötü--, --ayıp-- biçiminde değerlendirdiğindenküçük yaşta yargılama tutumu bireyin içine yerleşir ve çoğu kere birey,gelen mesajları bu eğilim içinde değerlendirir.
İki örnekle açıklamamızı daha somutlaştıralım:
Deprem bölgesinde bulunan bir evde, orta şiddette bir zelzele sonucuev sallanmaya başlayınca, çocuğunu merak eden anne, --Canneredesin!-- diye seslenince, çocuk içerden korkak bir sesle, --Benyapmadım anneciğim!-- diye cevap verir.
Çocuk eski beklentileri çerçevesinde bu sorunun altında bir suçlama,bir yargılama algılamıştır.
Beni ziyarete gelmiş bir öğrencim, sigara içmekteydi; konuşmayabaşladık. Bir süre sonra yakınımda duran sigara tablasını onun yanınakoydum. Öğrencim biraz mahçup bir sesle, --Külü yere atmıyordum,çöp sepetine atıyordum, hocam!-- dedi.
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, sürekli yargılanarakbüyütülmüş olan birey, otorite karşısında anında savunma davranışınabaşvurur.
Tanıtıcı tutum: Tanıtıcı tutum içinde olan kimse, karşısındakininkuşku ve korkularını uyandırmadan iletişimde bulunur. Bu tutumunöteki kişi ya da kişileri tehdit edici, yargılayıcı bir özelliği yoktur;olduğu gibi kabul edilir; örtük veya dolaylı da olsa --iyi ya da kötü--biçiminde bir değerlendirme getirmez.
Tanıtıcı tutumla dile getirilen masajlar ne kadar belirgin olursa, odenli az yanlış algılama olur. Örneğin, ben sigara tablasını öğrencinin
yakınına koyarken, --Sana daha yakın olur;-- deseydim, onun savunucututumu belki de harekete geçmeyecekti. Kişiler birbirindençekiniyor ve kendileri hakkında herhangi bir değerlendirmenin sözkonusu olabileceği kuşkusu içinde bulunuyorlarsa (ki bu kuşku bilinçüstüya da bilinçaltı olabilir), tanıtımcı mesajın daha açık seçikolarak verilmesi gerekir. Karşılıklı güven bir kez kurulduktan sonra,bireyler mesajlarını oluştururken pek özen göstermeseler de, yanlışanlaşılma ve yorumlanma ender olarak ortaya çıkar.
Denetlemeye yönelik tutum: Denetlemeye yönelik tutum, konuşanındinleyiciyi denetleme, belirli bir yöne çekme ya da fikrini değiştirmegibi amaçlar taşımasını içerdiğinden, bunu sezen dinleyicininsavunuculuğu artar. Bu tutumun temelinde yatan varsayım, dinleyeninkonuşandan daha yetersiz, daha aciz olduğudur. Konuşankimse, denetleme tutumuyla örtük ya da açık bir biçimde, dinleyeni--bilgisiz--, --kendi başına karar vermekten aciz--, --henüz olgunlaşmamış--,--akılsız--, --yanlış yolda olan biri-- olarak gördüğünü ifade eder.İletişimde örtük bir biçimde yer alan bu mesaj, dinleyicide savunucututumun doğmasına yol açar.
Denetleme tutumu, kendini çeşitli biçimlerde gösterebilir: Dinleyicininbelirli bir konudaki tutumunu değiştirmeyi isteyebilir ya dadavranışını belirli bir biçimde yönlendirmeyi düşünebilirsiniz. Bireyinbelirli bir faaliyetini sınırlandırmak için de iletişimde bulunabilirsiniz.Dinleyicinin savunuculuk davranışının derecesi, sizin denetlemeyeçalıştığınız konuyla kendini ne kadar özdeşleştirdiğine, başkabir ifadeyle, bu konunun dinleyicinin benlik kavramıyla ne ölçüdeilişkili olduğuna bağlıdır. Bireyin bağlı bulunduğu, duygusal vedüşünsel açıdan kendinin bir parçası olarak gördüğü konularda, savunuculuğuyüksek olur; benliğiyle pek ilgisi olmayan konulardaise, denetlemeye aynı ölçüde tepkide bulunmaz.
Soruna yönelik tutum: Soruna yönelik tutum içinde olan kişiler,kendilerini belirli bir işi yapmakla sorumlu görerek konuşmayı sürdürürler.Bu tutum içinde karşıdaki kişiden katkı beklenir, çünkü sorununtartışılarak çözüleceği, her iki tarafça kabul edilmiştir. --Öncedendoğruluğuna karar verilmiş-- belirli bir çözüm yolunu zorunlukabullenme değil, sorunu beraberce tanıma ve çözüm yollarını aramabu tutumun gereğidir.
Aşağıdaki örnekte, bir baba, lise son sınıftaki oğluyla denetleyicibir biçimde konuşmaktadır.
Baba : --Oğlum, biliyorsun ben bir memurum: Sizleri okutmakiçin annen ve ben birçok fedakarlıkta bulunduk. Allaha şükür, sizlerde çalıştınız ve hiç takıntısız bu aşamaya ulaştınız. Şimdi bir meslekseçme sırası geldi. Ben senin doktor olmanı istiyorum. Bugün doktorluktaçok para var. Uzman bir doktor, hergün iyi para kazanır. Bençok sıkıntı çektim, doktor olursan sen sıkıntı çekmezsin. Maşallah zekisin,hangi fakülteyi istesen girebilirsin.--
Oğlu : --Baba ben doktorluğu sevmiyorum, çünkü bütün günhasta insanlarla uğraşmak istemiyorum. Ne kadar kazançlı meslekolursa olsun, sürekli hastalıkla uğraştığım zaman hayatımdan memnunkalamam. Benim ilgi alanım daha çok iş hayatında... Onun içinben işletme fakültesine gitmek istiyorum. Orada okurken bir yandanda yabancı dilimi güçlendireceğim. Bu fakülteyi bitirdikten sonra, ikiyıl içinde yurt dışına gidip; işletmede uzmanlık derecesini alacağım.--
Baba : --Senin yurt dışında falan işin yok. Oraya gidip belki dedönmezsin. Haluk Bey'in oğlu Vural gitmişti, ne oldu?.. Orada bir yabancıkızla evlendi... Şimdi hem annesi hem de babası, --Keşke okutmasaydık da,burada bizimle kalaydı oğlumuz-- diyorlar!--
Oğlu : --Ama baba, Vural'ı örnek göstererek bana engel olmanızaklıma yatmıyor. Ayrıca, Türkiye'de iş hayatının gelişmesini istiyorum.Türkiye iyi iş adamı çıkaramadığı için, yabancılar iş alanlarınıkapıyor. Ayrıca iş hayatından zevk alıyorum. Geçen yaz Abidin Amca'nınyanında çalışırken bunu ne kadar sevdiğimi anladım.--
Baba : --Abidin Bey'in babası zenginmiş, sermaye vermiş oğluna.Benim sana verecek bir şeyim yok. Ben sana ancak öğüt verebilirim,yol gösterebilirim. Sen gel benim sözümü dinle. Sonraki pişmanlıkfayda etmez. Sen tıp fakültesine gir ve doktor ol, yavrum. Babanın sözünüdinle. Biliyorsun, ben her zaman senin iyiliğini isterim.--
Oğlu : --Babacığım, ben senden para istemiyorum ki!.. Ben iyi biriş yöneticisi olduktan sonra zamanla kendi işimi kurarım. Kusurabakmayın ama, ben tıp fakültesine gitmeyeceğim. Bu meslekte yaşayacakolan benim, siz değilsiniz... Bana öyle geliyor ki, --Oğlum doktor--demek için, beni istemediğim bir mesleğe itmeye çalışıyorsunuz.--
Baba : --Sana tatlı söz yaramıyor galiba!.. Kalın kafalı!.. Eşşek herif!..Yazıklar olsun sana verdiğim emeklere. Ben senin iyiliğini düşünüyorum.Sen kalkmış burada bir de bana karşı geliyorsun. Git, defolkarşımdan. Ne halt edersen et. Bir daha bana gelip hiçbir konuda akıldanışma... Anlaşıldı mı? Git, gözüm görmesin seni!--
Delikanlı dışarıya çıkarken, kapıyı sert bir şekilde kapatır.
Aynı kişiler soruna yönelik bir tutum içinde konuştuklarında ortayafarklı bir iletişim çıkar:
Baba : --Oğlum, biliyorsun ben bir memurum. Sizleri okutmakiçin annen ve ben birçok fedakarlıklarda bulunduk. Allaha şükür, sizler deçalıştınız ve hiçbir takıntısız bu aşamaya geldiniz. Seçeceğinmeslekle ilgili olarak bugün seninle konuşmak istiyorum. Ne düşünüyorsunoğlum, hangi meslekleri aklından geçiriyorsun? Benimle bukonuda konuşmak ister ve hangi fakülteye gideceğine dair düşündüklerinipaylaşırsan memnun olurum--
Oğlu : --Babacığım ben de aynı şeyi düşünüyordum. Benim sizindüşüncelerinize ne kadar önem verdiğimi bilirsiniz. İşletme fakültesinegitmek istiyorum. Geçen yıl Abidin Amca'nın yanında çalışırken işhayatını sevdiğimi farkettim. İşletme fakültesini bitirdikten sonra daiki yıl kadar dışarıya gidip aynı konuda uzmanlık derecesi almak istiyorum--
Baba : --Oğlum, Abidin Bey'in babası zengindi. İşadamı olmakherhalde hoşuna gitti. Ama sen kendi işinde mi çalışacaksın? Yoksazengin bir işadamının yanında yönetici olarak mı çalışacaksın?.. Buikisi arasında bir fark görüyor musun?..--
Oğlu : --Görmez olur muyum baba!... Haklısın! Ben işadamı olmakistiyorum. Başka birinin yanında maaşlı olarak çalışmak istemiyorum--
Baba : --Bu noktada bir şey söylemek istiyorum, oğlum. Biliyorsun,ben varlıklı bir kimse değilim. Hem annen, hem ben varlıklı ailelerdengelmedik. En büyük zenginliğimiz sizlersiniz, sizlerle iftiharediyoruz. Servetim olsa sana büyük güvenim olduğu için hiç tereddütsüzveririm. Fakat yok. İşadamı olmak istiyorsan, işini kurmaniçin gereken sermayeyi nereden bulacağın konusunu da rastlantıyabırakmaman gerekir. Yoksa ilerde bunalım geçirirsin. Şimdi sana sorum şu:İşini başlatabilmen için gereken sermayeyi nereden bulmayıdüşünüyorsun?--
Oğlu : --Bu konuyu tüm ayrıntılarıyla düşünmedim. İçimde birgüven var, sanki bir insan bir şeyi yapmayı gerçekten isterse mutlakavarmak istediği herefe ulaşır...--
Baba : --Evet oğlum, azmin elinden kurtulan pek bir şey yoktur.Fakat sermaye edinmek uzun süre alabilir. Para herkesin önem verdiğibir konudur. Bu konuda hayallerle gerçekleri karıştırmak acı sonuçlardoğurabilir. Onun için sermaye bulup iş başlatma konusundasenin mümkün olduğu kadar gerçekçi davranmanı istiyorum--
Oğlu : --Evet, anlıyorum baba... Bu konuda düşünmem gerekiyor.Belki de karar vermeden önce gidip bir de Abidin Amca'nın fikrinialayım. Belki senin, benim aklıma gelmeyen bir yönü gösterebillr.--
Baba : --Güzel! Fikir almaya açık olman hoşuma gitti. Sırf kendikafan içine kapalı kalma. Dinle, düşün, dene, sonunda yine sen kararver. Fakat önce fikir al, ondan sonra kendin karar ver. Şimdi benimsana bir önerim var, madem ki fikir almaya bu kadar açıksın, bunusana rahatlıkla söyleyebilirim. Doktor olmayı hiç düşündün mü? Yararlıve iyi kazancı olan bir meslek!..--
Oğlu : --Hasta kimselerle sürekli ilişki içinde olmak, sanki beni öldürürmüşgibi bir duygu var içimde. Ama yine de bir meslek olaraküzerinde düşünmem gerekir.--
Baba : --Bu konuda düşünmek istemene memnun oldum. Fakatşunu bilmeni isterim; sen hangi mesleği seçersen seç, senin verdiğinkarara saygı duyacağım ve şimdiye kadar olduğu gibi sana hep yardımcıolmaya çalışacağım--
Oğlu : --Sağ ol baba. Başkalarının babası çocuklarının her dedikleriniyapmalarını beklerken, sen bana hep karar verme özgürlüğü tanıdın.--
Belli bir stratejiyi izleyen planlı tutum: Belli bir stratejiyi izleyenplanı tutum, konuşanın amaçları konusunda dinleyiciyi kuşkuyadüşürebileceğinden, savunucu tutum yaratır. --Bakalım bunun altındanne çıkacak?-- gibi bir düşünce, dinleyicinin kendini savunmayahazırlamasına yol açabilir. Sözgelişi, sizi telefonla arayan birtanıdığınızın şöyle dediğini düşünün: --Sizi ne kadar sevdiğimi bilirsiniz.Hep aklımdasınız, bir türlü ziyaretinize gelmek mümkün olamadı...Nasılsınız abi? Afiyettesiniz inşallah... Yengem de iyi mi? Çocuklarnasıl? Güzel, güzel... Allah iyilik versin. Bir hatırınızı sorayım dedim.Ha, abi, bir sorayım unutmadan, bana bir milyon lira borç verebilir misiniz?--
Plansız, kendiliğinden oluşan tutum: Plansız, kendiliğinden oluşantutum, insana daha --doğal-- geldiğinden --sinsilik-- kuşkusuuyandırmadığından, savunuculuğa yol açmaz. Telefondaki aynı kişininsize, --Nasılsın abi? Sizi uzun süredir arayamadım, kusura bakmayın.Bir milyon liraya ihtiyacım oldu da, siz aklıma geldiniz...Acaba verebilir misiniz?-- dediğini düşünün.
Bu kişilerden hangisine karşı daha savunucu olursunuz?
Aldırmaz, umursamaz tutum: İki kişi konuşurken, biri umursamazbir tavır içinde, söylenen söze aldırmama davranışı gösteriyorsa,karşısındaki kişide de doğal olarak savunucu bir tepki oluşabilir.Üçüncü Bölüm, iletişimin ilişkiler düzeyini tartışırken, ilişki içindebulunan kişilerin, sürekli birbirlerini tanımladıklarını, bu tanımlanankişinin o ilişki içindeki benliğini kabul, red veya umursamamaseçeneklerinden birini ortaya çıkardığını söylemiştik. Hatırlarsınız, enolumsuz etki, umursamama tavrından kaynaklanır. Burada, aynı konuya,tutumlar açısından değiniyoruz; görüldüğü gibi umursamaztutum, karşıdakini savunucu bir tavır içine iter.
Anlayış, yakınlık belirten tutum: Umursamaz tutumun karşıtı--duygudaşlık--tır. İletişimde, kişinin karşısındakinin duygu ve düşüncelerineilgi ve anlayış göstermesi, bunları önemsemesi, başka birdeyişle, karşısındakinin duygularını, düşüncelerini ve içinde bulunduğudurumu sanki kendi sorunları gibi görmesi --duygudaşlık-- olarakadlandırılır. İletişimde bu tür bir tutum ağır bastıkça, savunuculukazalır, açık iletişim kendini gösterir.
Ancak, duygudaşlıktan başkalarının işine burnunu sokma anlaşılmamalıdır.Özel yaşamınıza burnunu sokmaktan öte sizinle ilgilenmeyenbir kimse, sorununuzu öğrendikten sonra, ya sürekli öğüt verereksizi belirli biçimde davranmaya zorlar ya da dedikodu yaparak sorununuzu başkalarına duyurur. Bunun dışında sizle paylaşmak istediğibaşka bir şey yoktur. Bu tür kimseler çoğu kez karşılarındakikişiyi denetlemeye kalkarlar; anlayıştan ve gerçekten yakın olmaduygusundan yoksundurlar. Duygudaşlıkta kişinin durumunu anlamave bu anlayışa ulaştıktan sonra onu kabul etme, yalnız bırakmamaeğilimi vardır.
Üstünlük belirten tutum: Konuştuğu kimseden daha üstün olduğunuima eden kimse, sorunun çözümüne ortaklaşa eğilmeyi sağlayamaz.Gönderdiği mesajların üstünlük ifade eden yanları öyle birduygusal ağırlık kazanır ki, mesajın içeriği algılanmamaya başlar.Başka bir deyişle dinleyici, konuşanın söylediklerini dinleme yerine,bütün enerjisini kendini savunmaya yöneltir:
Konuşan, iletişim süreci içinde mevki, kudret, zenginlik, zihni yeteneklerve görünüş gibi türlü açılardan kendisini dinleyenden dahaüstün olduğunu hissettirirse, dinleyende savunuculuk davranışınıuyandırır. Savunuculuğu artan dinleyici, zihinsel enerjisini konuşanın nesöylediğinden çok, --Şuna o kadar üstün bir kişi olmadığınınasıl göstereyim?--, --Ondan aşağı olmadığımı nasıl göstereyim?----Ne yapayım da şuna güzel bir ders vereyim?-- konusuna yöneltir.
Kendisini üstün göstermeye çalışan kişi, --sorunu birlikte çözmeyegirişmeyen, herhangi bir cevap beklemeyen, yardıma gerek duymayan,karşısındakini küçük düşürmek amacıyla konuşan bir kişi--olarak algılanır.
Eşitlik belirten tutum: Dinleyici, konuşanın kendini üstün görmediğinianlarsa, işbirliğine açık bir tutum içine daha kolaylıkla girebilir.Eşit kişiler olarak iletişimde bulunan kimseler arasında karşılıklıgüven ve saygı söz konusudur. Gerçek yaşamda mevki, zihinselyetenek farkları olsa bile, --eşit iletişim tutumu-- insan insana düzeydebu farkları önemsiz yapar.
Kesin tutum: Hangi konuda konuşulursa konuşulsun, kimi insanlarkesin bir ifade kullanmayı yeğlerler. Sanki kendileri o konudabilinebilecek her şeyi öğrenmiş ve bildikleri arasında bir karşılaştırmayaparak kendileriyle karşılarındakiler için neyin iyi olduğunubulmuşlardır. Bu kimseler genellikle bir sorunu çözmek değil, her nepahasına olursa olsun tartışmayı kazanmak amacındadırlar. Mutlakahaklı olmak gereksinimini duyarlar. Onlarca her şeyin kesin sonuçlarabağlı olma ihtiyacı vardır.
Kesin tutumlu kimse, dinleyende --kendi düşündüğünün dışındabir gerçek kabul etmeyen, başkalarının düşüncelerini kendisininkinebenzetmek için baskı yapan kişi-- izlenimi uyandırabilir. Bu izlenimde dinleyicide savunuculuğu körükler. Kesin tutumlu kimselerdehoşgörü düzeyi düşük olduğundan, bu kişilerin iletişiminde savunuculukbirdenbire şiddet kazanabilir.
Denemeci tutum: Kesin tutumun karşıtı tavır --denemecilik--tir. Denemecikişiler kendi inanç, bilgi ve tutumlarına eleştirici bir gözle bakıp,bunlarla deneyler yapabilirler. Bu kişiler, karşısındakinin söylediklerini,kendi düşünce ve tutumları kadar değerli bulma eğilimiiçindedirler ve sürekli olarak öğrenmek ve --gerçeği bulmak-- için çabagösterirler.
Kişinin bilinçaltı ya da bilinçüstü düzeyinde yer alan bazı temelvarsayımlar, kesin ya da denemeci tutumu ortaya çıkarırlar. Kişi çoğukere bu inançlarının, varsayımlarının bilincinde değildir. Ne varki, davranışlarını gözlediğinizde onun bu varsayımları temel aldığınıgörürsünüz. Aşağıda, bu temel varsayımları ana hatlarıyla tanıttık.
İletişimde belirginlik, kesinlik gösteren kişinintemel varsayımları:
1. Bir konuyla ilgili olarak her şeyi bilmek ve bunları normal biriletişim sürecinde açık seçik ifade edebilmek mümkündür.
2. Bir konuya ilişkili değişik görüş açıları vardır. Ancak bunlardanbir tanesi doğrudur. Yani bir tek doğru bakış açısı vardır.
3. Benim bakış açım en doğru bakış tarzıdır; benim bilgim endoğru bilgidir.
İletişimde denemeci bir yaklaşım gösteren kişinintemel varsayımları:
1. Bir konuyla ilgili olarak her şeyi bilebilmek zordur. Her şeyibilsek bile bunları normal günlük iletişim içinde açık seçik ifade etmekolanağı pek yoktur.
2. Bir konuyla ilgili birçok doğru bilgi; doğru bakış açısı olabilir.Yani herkesin kendine göre --gerçek--leri vardır.
3. Benim bakış tarzım doğru olmayabilir. Benim bilgimden dahadoğru olanı bulunabilir.
Basit konularda bile, bu iki tutum arasındaki farkı görmek mümkündür.Okullarda kullanılan tebeşirin ne olduğu ve neye yaradığıkonuşulurken bile, bu iki tutum arasındaki fark kendini gösterir.
Örneğin, kesin tutum içinde bulunan kişi tebeşirin yazı yazmayayaradığını, kireçten yapıldığını söyleyip bunun ötesinde başka birşeyle ilgilenmeyebilir. Denemeci tutum içindeki kimseyse, tebeşireyaklaşım biçimlerinin her birine kendini açık tutar.
--Tebeşir beyaz bir nesnedir. Küçük, hafif, silindir biçimindedir.Yenmez, ucuzdur, yazı yazmaya yarar... Tadı yoktur. Serttir. Düzgünbir yüzeyi vardır. Suya koyunca erir. Uzunluğu 10 santim kadardır.Ülkemizde, ufak da olsa, belirli bir sanayi oluşturur.--
Tebeşirle ilgili söylenecekler burada da bitmez: --Kalsiyum karbonattanoluşmuş bir mineraldir. Kara tahtada arasıra gıcırtılı ses çıkarır.Kolayca ufalanabilir. Okulların temel gereksinimlerinden birinioluşturur. Çocukların oyunlarında da kullanılır. Yerli malıdır. Parçalandığızaman toz haline dönüşür. Taşımacılığı talaş içinde ya da koruyucukutular içinde yapılır. İnorganik bir maddedir, vb...--
Bu örnekte gösterilmeye çalışılan, basit bir maddeye bile kimyasal,fiziksel, ekonomik gibi birbirinden farklı birçok bakış açısınınbulunabileceğidir. Bu görüşlerin, bu bakış açılarının her biri, kendiiçinde doğrudur ve geçerlidir.
Tebeşirle ilgili açıklanabilecek her şeyi söylemiş olduk mu acaba?Eminim, hayır!.. Tebeşirle ilgili, yukarıdaki listeye benzeyen, belkide ondan üç kez daha uzun, özellikler bulmak olanağına sahibiz.
Üstelik, konuşulan konular her zaman bu tür basit konular olmaz,çoğu kez karmaşık, psikolojik ya da toplumsal olguların tartışılmasınıda kapsar. Tartışılan konunun --Türkiye'nin kalkınması-- gibiçok boyutlu bir sorun olduğu düşünülürse, kesin tutumların yaratabileceğisavunuculuk tahmin edilebilir.
ENGELİ AŞMAYI BİLELİM
Kişiler arası doyurucu ilişkilerin ortaya çıkmasını engelleyen enönemli etken savunuculuktur. Karşınızda nasıl konuşulduğu ve nasıldavranıldığı zaman savunucu olduğunuz konusunda bilinçlenmekazanabilirseniz, bu tür davranışların karşınızdakini de savunucuyapacağını kolayca anlamış olursunuz.
Kuşkusuz her zaman açık iletişim yapılamaz. Doğal olarak birkimse sürekli riske giremez, yoksa yaralanıp acı duyabilir ya da zamanyitirebilir. Ama bir insan sürekli olarak bir kafes içinde de yaşayamaz;yaşarsa bile gelişemez, büyük bir yalnızlığa düşer ve --varolmayan--bir birey olarak, --otuzunda ölür, altmışında gömülür--.
Açık iletişim, her zaman, önce karşıdakinden beklenirse, başkalarınabağımlı davranış vardır. Açık iletişimde bulunma, karşıdaki insanlarınaçık iletişimde bulunmasına bağlı olmamalıdır. Önce, bilinçliolarak riske girme öğrenilmelidir. Çünkü yaşamdaki tüm kazançlar,az çok riskli davranışlara dayanır. Bilinçlenme, gelişme, kendinigerçekleştirme yönünde atılan adımlar, açık iletişim kurma riskinikabullenmeye bağlıdır. Açık olur ve karşınızdakine güvenip, değerverirseniz, karşınızdaki de size açık olur, güven duyar ve değer verir.
SÖZÜN KISASI
Günlük yaşamı dolduran birçok ilişki vardır; kimiyle ticari ilişkilerkurulur, kimiyle yüzeysel konularda --laflanır--, bazı kimselerle dedertler, sevinç, kaygı ve, özlemler paylaşılır. İç dünyamızı açabileceğimiz--dost-- kimseler azdır. Görüşülen, konuşulan birçok insana olduğugibi değil, onların bizi görmek istediği biçimde görünmek isteriz.Başka bir deyişle sosyal maskeler takarız, çünkü onlar tarafındankabul edilmek, beğenilmek isteriz. Kendi benliğini değerli gören,kendine güveni yüksek olan kimselerin, başkaları tarafından beğenilmeyegereksinimi daha az, kendi benliğini değersiz gören, kendinegüveni olmayan kişilerin ise, daha çoktur. Bizi değerlendirme durumundaolan öğretmen; patron, müfettiş gibi kimselerle konuşurken,onların beğenisini kazanmaya daha bir özen gösterir, meskelerimizidaha sık kullanırız.
Kişi, yalnız başkalarınca mı beğenilmek ister? Hayır, kişi kenditarafından da beğenilmek, onaylanmak ister. Bu nedenle de hoş olmayan,can sıkıcı, akılsızca bazı davranışlarını, kendine ve başkalarına--akla yatkın-- gösterebilmek için giderim, tepki oluşturma, yansıtmave özdeşim gibi birçok psikolojik savunma mekanizmaları kullanır.Bu tür psikolojik savunma mekanizmaları sayesinde öyle bir algılamaçerçevesi oluşturur ki, bu çerçeve içinde davranışları aptalca olmaktançıkar, akla yatkın, anlamlı davranışlar görünümüne bürünür.
İletişim kurulan kişinin konuşma biçimi de savunuculuk davranışınıetkiler. Yargılayıcı, denetleyici, üstünlük belirten bir tutum içinde,kesin bir tavırla konuşan kişilere karşı daha savunucu olunur. Bukişilere iç dünya kapatılır, onlardan uzak durulur. Öte yandan karşıdaki,eşit gören bir tutum içinde, soruna yönelik, denemeci yaklaşımla,anlayış göstererek konuşursa; bu kişiye daha rahat açılır, dahaaz savunucu oluruz. Bu tür ilişki kurabilen kişileri kendimize --dost--ediniriz.
ALIŞTIRMA
İki Benliğimi Tanımliyorum
1. Bir kağıt ve kalem alın.
2. Kağıda ikiye ayıracak şekilde yukarıdan aşağı dikey bir çizgiçizin. Bu bölümlerden solda kalanın üstüne İÇ BENLİĞİM, diğerineSOSYAL BENLİĞİM başlıklarını yazın.
3. Sizi iç benliğinizle en iyi tanıyan yine kendinizsiniz. İç benliğinizien iyi temsil edecek sekiz sıfat yazınız. Bu sıfatların sizceönemli olması gerekir; doğrusu yanlışı yoktur. Örneğin utangaç,korkak, pasif, delidolu, verdiği sözü mutlaka tutan ve bunabenzer nitelendirmeler seçebilirsiniz. İç benliğinizi yansıtacaksıfatları verdikten sonra bu kez sosyal benliğinizi yansıtacaksizce önemli sekiz sıfat yazın.
4. Sizi yakından tanıyan bir dostunuzdan sizin için aynısını yapmasınıisteyin: Bir başka deyişle, dostunuz sizin iç benliğinizi,sosyal benliğinizi nasıl görüyor, her biri için sekiz sıfat yazarakbelirtsin.
5. Sizin yazdıklarınızla, yakın arkadaşınızın yazdıkları arasındabir benzerlik var mı? Farkları ve benzerlikleri aranızda tartışın.Bu tartışmanın sonunda, --Kendim hakkımda yeni bir şeyleröğrendim mi?-- sorusuna cevap vermeye çalışın.
:::::::::::::::::
7
İşitmek ve Dinlemek
Türlü nedenlerle iletişimde meydana gelen kopukluklar, insan ilişkileriniolumsuz yönde etkiler. İletişimde kopukluklara yol açan nedenlerinbazısı, farkında olarak, bazısı da farkında olmadan yapılandavranışların sonucudur.
Sık sık gözlemlemişimdir: Benim için önemli bir konuyu anlatırkenkarşımdaki, yüzünde boş bir ifadeyle bana bakar; beni işitir amadinlemez. Bu boş ifadeyi görünce, içimden, karşımdakini sarsmak,onun ilgisini çekmek gelir. Ne var ki, aynı şeyi ben yapmıyorum! diyebilir miyim acaba?
Bir süre önce işlerimin üst üste ters gittiği bir zamanda kafamborçlarımı nasıl ödeyeceğimle meşgulken, kedisini kaybetmiş olankomşumla karşılaştım. Onu bir daha bulamayacağını sanıyordu. Ayrılırkenbenden bir şey istemişti, ama neydi o, bir türlü anımsayamadım.Ertesi gün yanına gittiğimde sevinçliydi. Kediyi bizim çocuklarbulmuşlar ve eve getirmişler... Çocuklara benim söylediğimi, kedisiniarattığımı sanıyordu... Bense benden böyle bir şey istediğini unutupgitmiştim. Besbelli ben ve komşum o gün karşılaştığımızda, sorunlarıiyice yoğunlaşmış olan kendi iç alemimizden bazı sesler yansıtmış,ne var ki, kendi dünyalarımızın içinden çıkıp birbirimizle iletişimkuramamıştık.
Konuşma konusunda beceri geliştirınek için bazı okullar ve programlarkurslar verirler; ancak bunun bir parçası olan dinleme konusundadaha becerili olabilme alanında hiçbir yerde kurs verilmez.Başarılı bir iletişim açısından gerekli olan --anlayabilmek için dinleme--,kişinin rastlantılara bağlı olarak kendi kendisini eğitmesine bırakılır.Bazı kişiler doğuştan iyi dinleyici doğabilir; ne var ki, bu kişilerinsayısı azdır. İyi bir dinleyici olabilmek için, çoğu insanın bilinçlibir çaba harcaması ve yeni beceriler geliştirmesi gerekir.
Kitabın bu bölümünde, karşıdaki kişinin söylediğini sadece işitmekdeğil, gerçekten duyabilmek için neler yapılabileceği üzerindeduracağız. İşe, --dinleme-- konusunu yakından inceleyerek başlayalım.
NASIL DİNLİYORUZ?
Dinlemenin değişik türleri vardır. Bunlardan en yaygın olanı görünüştedinlemedir. Bazen karşınızdaki kişi dış görünüşüyle dinliyormuşgibidir; fakat iç dünyası bambaşka yerlerdedir ya da kafasındasizin söylediklerinizden daha önemli bir konu vardır.
Bazı kişiler de kendi söyledikleri ve söyleyeceklerinin dışındabaşka bir şeyle ilgilenmezler. Bu kimseleri karşılarındakiyle konuşuyorsanırsınız. Oysa bunlar aslında konuşmuyor, konuşuyor gibidirler.Söz konusu olan bir diyalog değil, o kişinin kendi kendine konuşması,bir tür söylev vermesidir. Buna halk --nutuk atma-- der.
Kimileri de konuşanın söylediklerinden sadece kendi ilgilendikleribölümü duyar, diğer söylenenleri dinlemez. Bu tür dinleyiciler seçerekdinleyen kategorisine konabilir. Bunlar, dikkatlerini çekecek birsözcük ya da ifade ortaya çıkıncaya kadar, --görünürde dinleyici--olarak kalırlar, daha sonra ilgilendikleri bölümü dinlemeye başlarlar.İlgilerini çeken para, bir meslek, belirli bir kimse ya da cinsiyet gibifarklı konular olabilir. Eğer onların ilgilendiği bir konuda konuşmuyorsanız,bir duvarın karşısına geçip konuşmanızdan pek farklı olmaz.
Duygusal yönden saplanmış dinleyiciler vardır. Sürekli olarak belirlibir duygusal tonu taşımak isterler; ne söylerseniz söyleyin ondanbir hüzün çıkarmak isteyenler olabileceği gibi, her söylenendenbir espri, gülünecek bir şey çıkarmaya çalışanlar da vardır. Böyle belirlibir duyguya saplanmış dinleyiciler, kendi ilgilendikleri duygunundışında işittiklerini, hemen o anda unuturlar, bir daha da hatırlamazlar.
Bir başka dinleyici türü savunucu dinleyicidir. Ne duyarsa duysunher söyleneni kendine yönelmiş bir saldırı sayar ve hemen karşı savunmayageçer. Siz tüm iyi niyetinizle, bir gün önce gittiğiniz yerdeyediğiniz nefis pastadan söz ederken, karşınızdakinin size tuhaf tuhafbaktığını görürsünüz. Bir süre sonra arkadaşınızın, --kendi yaptığıpastayı beğenmediğinizi dolambaçlı yollardan değil de, doğrudandoğruya yüzüne söylemediğiniz için-- kırıldığını öğrenebilirsiniz.
Bir başka tür dinleyici de, tuzak kurucu olarak tanımlanabilir. Butür dinleyiciler hiç seslerini çıkarmadan dinlerler, çünkü bunlardinledikleri bilgilerden yararlanarak karşısındakini zor duruma sokacakfırsatlar yakalamaya çalışırlar. Siz bir konuda başınızdan geçeni anlatırken,bir anda karşınızdakinin, --Geçen gün bana tatlıyı sevmediğinisöylemiştin, şimdi de arkadaşlarınla grup halinde baklavacıyagittiğini söylüyorsun!-- gibi sözleriyle karşılaşabilirsiniz. Oysa konuaskere giden bir öğretmenin uğurlanışı sırasında yapılan bir sohbetleilgilidir; sizin tatlı yeme alışkanlığınızla değil.
Bazı dinleyiciler de, yüzeysel dinleyen olarak adlandırılabilir. Butür dinleme özelliğine sahip kişiler, konuşanın kullandığı kelimelerinyüzeyinde kalır ve asıl altta yatan anlama ulaşamazlar. Örneğin,bir üniversite öğrencisi, yeni geldiği büyük kentte uzaktan akrabalarıolan kimseleri ziyarete gider. Ayrılırken ev sahipleri, --Sık sık bekleriz;--der. Öte yandan, sık sık gitmeye başladığında, öğrenci bir tuhaflıksezer. Ne zaman gitse ev sahibi kimseler başlarının ağrıdığından;rahatsız olduklarından ya da bir yere gitmek için söz verdiklerindendem vururlar. Daha önce kendisine, --sık sık bekleriz,-- dedikleri halde,sonraki gelişinde hiç de memnun olmuşa benzemezler.
Toplumun geleneksel kesimlerinde, açık seçik doğrudan iletişimkurmak genellikle --ayıp-- sayıldığından, kelimelerin altında yatananlamların anlaşılması beklenir; söylenenleri yüzeysel düzeyde anlayankişi, --saf-- biri olarak algılanır.
Nasıl bir dinleyiciyim?
Kimse mükemmel değildir. Fakat insanın hatalarını bilmesi onun engüçlü yanlarından birini oluşturur. Aşağıdaki alıştırmayı yaparsanızne kadar gerçekten dinliyorsunuz, ne kadar dinlermiş gibi yapıyorsunuzkonusunda kendi davranışınız hakkında daha doğru bir fikirelde edebilirsiniz.
1. Beş gün süreyle dinleme davranışına dikkat edin. Davranışınızıdeğiştirmeye kalkmayın, sadece kendizi gözleyin: Dinlediğinizzaman kaç kez gerçekten dinliyorsunuz ya da daha öncesöz konusu ettiğimiz dinlememe davranışlarından hangisinigösteriyorsunuz? Bunların farkına varmaya çalışın. --Gerçektendinliyor muyum?--; diye kendi kendinize sorun. Bu soruyu,değişik durumlarda ve değişik kimselerle birlikteyken,kendinize sorun. Bu şekilde, ne zaman ve kiminle konuşurkengerçekten dinlediğinizi, anlayabilirsiniz.
2. Özet halinde bir günlük tutarak gözlemlerinizi kaydedebilirsiniz.Aşağıda bir örnek verilmiştir:
Gün ve zaman : 12 Ocak, akşam üzeri.
Kişi(ler) : Kardeşim.
Konuşma konusu : Liseyi bitirince hangi fakülteye girecek.
Nasıl dinledim : Daha önce birkaç kez aynı konuyu dinledim.Önce gerçekten dinlemek istedim. Baktım ki aynı eskihikaye, aklıma kendi derslerim geldi, yarınki yapacağım işleridüşünmeye başladım.
Gün ve zaman : 13 Ocak, sabah ilk derse girmeden önce.
Kişi(ler) : Sınıf arkadaşım.
Konuşma konusu : Önümüzdeki hafta gireceğimiz biyolojiara sınavı.
Nasıl dinledim : Aynı hocanın dersini daha önce almış birsınıf arkadaşı varmış, sınavda ne gibi sorular sorabileceğinikonuşmuşlar. Sınavda ne gibi sorular gelebileceğini ilgiyledinledim. Arkadaşımın bana bunu söylemesinden anladığımbir şey de, onun beni kendine yakın bulduğu. Okonuşurken hiç sıkılmadım.
3. Beş günlük gözlem devresinden sonra aşağıdaki sorulara cevapvermeye çalışın:
-Dinlediğiniz zamanın ne kadarını tam dinlemeyle geçiriyorsunuz?
-Hangi durumlarda dinlememe sık sık kendini gösteriyor?
-Dinleme davranışından memnun musunuz?
Yukarıdaki alıştırmayı yaptıktan sonra, ne kadar az dinlediğinizigözleyerek, hayrete düşebilirsiniz. İnsanın zamanının çoğunu dinlermişgibi görünüp de dinlemeden geçirmesi, ilk bakışta üzücü gelir.Demek ki, dinler gibi görünen kişilerin çoğu, bizi dinlememektedir...Ne kadar üzücü olursa olsun, gerçek bu; kulağa ulaşan her söz dinlenmiyor.
NİÇİN DİNLEMİYORUZ?
Her şeyden önce, günün büyük bir zamanı dinlemekle geçer; sınıfta,evde, toplantıda, işyerinde, yolda, televizyonda, radyoda o kadar konuşmavar ki, bütün bunlara dikkat verilecek olsa, sinir sistemi yorulur.Sinir sistemi kendini korumak için dikkati her zaman yoğun birodak noktasında tutmaz, ancak --ilginç-- bulduğu, başka bir deyişle, oanda içinde bulunduğu fizyolojik ve psikolojik gereksinmeler çerçevesindeanlamlı olan noktalara dikkati toplar. Karnımız açsa, yiyecekkonusu, sınavlarla ilgiliysek, sınav konusu dikkatimizi çeker. Belirlibir kimseye karşı özel bir ilgimiz varsa, onun adı geçtiği zaman --kulakkesiliriz!--
Bir başka neden de, dakikada 600 kelimelik bir konuşma hızınırahatlıkla anlayabilecek bir sinir sistemine sahip olduğumuz halde,normal konuşma hızının dakikada ancak 100 ile 140 kelime arasındaolmasıdır. --Bunun dinlemeyle ilgisi ne?-- diye sorabilirsiniz. Bu demektirki, her dakika en azından 460 kelimelik bir zaman süresindezihin boş kalıyor. Konuşma 15 dakika sürerse, kaç kelimelik zamanboş kalır, varın siz hesaplayın.
Bu zamanı, insan kafası kendinde varolan malzemeyle doldurur;bir başka deyişle, kendisi için önemli sorunlara döner ve onlarla ilgilenir.İşte, kendini iyi dinleyici olarak eğiten kimseler, bu boş zamanıkonuşanın neyi ve niçin demek istediğini düşünerek kullanırlar, kendi sorunlarına dönmezler. Kuşkusuz bunu yapabilmek o kadar kolay değildir,bir eğitimden geçmeyi gerektirir.
DİNLEME VE ANLAMA
Dinleme davranışının mükemmel olmadığını gördük. Ayrıca kulağagelen her sözü tam dikkatle, kendimizi vererek dinlememizin olanaksızolduğunu da açıklamış bulunuyoruz. Şimdi siz bu noktadaşöyle bir soru sorabilirsiniz: --Eğer bir kimsenin söylediğini anlamayıgerçekten istersem, dikkatimi tam anlamıyla onun-- söylediklerinetoplarsam, konuşanın ne demek istediğini bütünüyle anlayamaz mıyım?--
Dinlemek insanı mutlaka anlamaya götürmüyor. Söyleneni söyleyenintarzında, onun anlamında anlayabilmek sanıldığı kadar kolaydeğildir. Anlamak isteyip, bütün dikkatinizi vererek dinlediğinizhalde, yakın bir arkadaşınızın ya da nişanlınızın söylediğini anlamamışolduğunuzu, bir süre sonra farkedebilirsiniz. Dinlediğini anlayabilmekiçin, iki kişi arasında geçen konuşma sürecinin en önemliyönlerinden biri de geri-iletim'dir. Aşağıdaki alıştırmayı yaparak,geri-iletim konusunda biraz aydınlanalım.
TEK VE ÇİFT YÖNLÜ İLETİŞİM
Bu uygulamayı yapmak için bir arkadaşınıza gereksinmeniz olacak.
1. Arkadaşınızın görmediği ve aşina olmadığı basit üç ya dadört şekil çizin.
2. Arkadaşınız arkasını dönsün ve sizin elinizdeki şekilleri göremeyecekbiçimde otursun.
3. Arkadaşınıza bir kalem ve üç kağıt verin.
4. Aşağıdaki açıklamayı arkadaşınıza okuyun: --Şimdi sana üçayrı şekil anlatacağım ve sen benim anlattıklarıma dayanarakbu şekillerin her birini önündeki bir kağıt üzerine çizeceksin.Bana hiç soru sormamalısın. Söylediklerimden ne anladıysanonu olduğu gibi çizmeye çaışacaksın.--
5. Elinizdeki her bir şekli tekrar etmeden, hızlı fakat doğru biçimdeyüksek sesle teker teker tarif edin.
6. Sizin elinizdeki şekillerle, arkadaşınızın çizdiği şekillerikarşılaştırın; nerelerde, ne gibi hatalar yapılmış görün ve bunlarınbir listesini yapın. Örneğin, şekil kağıdın neresinden başlıyor,büyüklük, yön ve biçim bakımından sizinkine ne ölçüde benziyor?
7. Arkadaşınızı yine eski yerine arkası dönük olarak oturtun,bu kez çizdiğiniz şekilleri arkadaşınıza tarif ederken, arkadaşınızsize soru sorabilme olanağına sahip olacak. Arkadaşınızaaşağıdaki açıklamayı okuyun: --Şimdi sana yine üç ayrı şekilanlatacağım. Benim anlatmama dayanarak bu şekillerinher birini önündeki bir kağıdın üzerine çizeceksin. Yalnız bukez soru sormak serbest. Anlayamadığın, belirsiz kalan noktalarda,istediğiniz kadar soru sorabilirsin.--
8. Elinizdeki her bir şekli daha önce yaptığınız gibi tarif edin,fakat soru sorulduğu zaman soruyu tam cevaplayın.
9. Arkadaşınız çizimi bitirdiği zaman, 6. adımdaki işlemi tekraredin.
10. Adım 6 ve 9'da elde ettiğiniz sonuçları karşılaştırın.
11. Arkadaşınız kendini soru sorma olanağı yokken mi, yoksasoru sormak özgürlüğüne sahipken mi daha gergin ve rahatsızhissetti?
12. Siz kendinizi hangi durumda rahat hissettiniz?
13. Bu alıştırmadan ne gibi şeyler öğrendiğinizi, sizin ve arkadaşınızınfikirlerini karşılaştırarak tartışın.
NEDEN YANLIŞ ANLAŞILIRIM?
Tek ve çift yönlü iletişim alıştırmasıyla, dinlediğini anlayabilme arasındane gibi bir ilişki var? Bu ilişkiyi daha iyi kavrayabilmek için,son günlerde başımdan geçen şöyle bir olayı örnek vermek istiyorum:Yoğun bir çalışma içinde bulunan yeğenime, kendisiyle bir işkonusunda konuşmak istediğimi söyledim. İkimize de Cumartesigünü uygun göründü. Yeğenim Cumartesi saat 9'da bana uğrayacağınısöyledi. Daha önce onunla konuşurken sabahları saat 6'da kalktığındansöz etmişti. Ben onun bana sabah 9'da geleceğini düşünmüştüm;çünkü sabah 6'da kalkan biri için, 9'da bir araya gelmeyiplanlamak uygun bir zaman olarak görünmüştü. Bu benim varsayımımdı.Cumartesi sabahı bana gelmeyen yeğenime saat 10'da merakiçinde telefon ettiğimde, onun akşam 9'da gelmeyi planladığını öğrendim.
Ortada bir yanlış anlama söz konusuydu. Nasıl oldu da, yeğeniminbana sabah 9'da geleceğini sanmıştım? Bu yanlış anlamanın altındabazı varsayımlar yatmaktaydı. Bunlar:
-Yeğenim, Cumartesi günleri de erken kalkar.
-Yoğun bir çalışma temposu içinde olduğundan, günün kalanbölümünde kendi işleriyle ilgilenecek; Cumartesi gecesi haftasonu olduğu için, o saatleri kendi özel eğlencesine ayıracaktır.
YANLIŞ ANLAMA NASIL ÖNLENİR?
Yanlış anlama ve anlaşılmayı önlemek için, herhangi bir sonuca varırkenne gibi varsayımlara dayanıldığının farkında olmak gerekir.Ancak bu varsayımların konuşma anında farkına varılması hemenhemen olanaksızdır. Buna karşılık, karşıdakinin söylediklerinin doğruanlaşılıp anlaşılmadığı denetlenebilir.
Yine yukarıdaki örneğe dönelim: --Yeğenim bana Cumartesi sabahıgelecek-- sonucuna ulaşırken, bu sonucun dayandığı varsayımlarımıno anda farkında değildim, ancak daha sonra neden --o şekildeanladım?-- diye düşündüğümde farkına varabildim. Bunları o andafarketmediğim için de yeğenime, --Benim şu varsayımlarım var, bunlardoğru mu?-- diye soramazdım. Ancak nasıl bir sonuca ulaşacağımınfarkında olsaydım, --Bana Cumartesi sabahı saat 9'da geliyorsun,değil mi?-- diye sorabilirdim. Böylece benim zihnimde oluşananlamla, onun zihninde tasarladığı anlamı karşılaştırabilirdik. Tabiiaynı şeyi yeğenim de yapabilirdi. Başka bir deyişle, ikimizden biri,anladığının doğru olup olmadığını karşısındakine sorarak, iletişimitek yönlü olmaktan çıkarıp çift yönlü yapabilseydi, bu yanlış anlamayıdüzeltme olanağı bulabilecektik.
Bir kimseyle konuşurken, onun demek istediğiyle bizim anladığımızınaynı olup olmadığını denetlemeye geri-iletim adı verilir. Aslındageri-iletim, Yedinci Bölümde iletişim modelini tartışırken görüldüğügibi, geniş kapsamlı bir kavramdır. Yüz ifadeleri, bedenin duruşuve sesin tonu gibi, karşıdakine verilen tepkilerin tümünü kapsar.Yüz yüze yapılan görüşmelerde, geri-iletim her zaman vardır;aksi halde konuşan, gerçekten anlaşılıp anlaşılmadığından, hiçbir zamanemin olamaz. Anladığını geri-iletim yoluyla belirten kişi, iyi birdinleyicidir.
Daha önce yapılan tek ve çift yönlü iletişim alıştırmasında, hangialıştırmada daha çok hata yapıldığını gördük. Basit bir çizim işlemindetek yönlü ve çift yönlü iletişim bu kadar farklı sonuçlar ortayaçıkarırsa, karmaşık duygu ve düşünceleri kapsayan, bir iletişim sözkonusu olduğunda, ne denli hata yapılabileceğini siz düşünün. Bunakarşılık çift yönlü iletişimi kullanarak, bir başka ifadeyle, geri-iletimesık sık başvurarak, yapacağınız hataları en düşük düzeye indirmenizmümkündür. İletişimde meydana gelen farklı anlayışlar eninde sonundamutlaka kendini gösterir. Örneğin, yeğenimle aramdaki farklıanlayış, sonunda ortaya çıktı, ne var ki, bana gerek zaman, gerekseenerji yönünden daha pahalıya mal oldu. Önemli olan, eğer varsa bufarkları anında ortaya çıkartabilme alışkanlığını, başka bir deyişle,geri-iletimi sık sık kullanma davranışını geliştirmektir.
Askerlik yapanlar bilirler, erler komutanın emrini tekrar etmekzorundadırlar. Hele ilk acemilik devresinde, emir tekrarına çokönem verilir, böylece sağlıklı bir alışkanlığın yerleşmesine çalışılır.Emir tekrarı sayesinde, geri-iletim mekanizması işletilir ve yanlış anlamalar varsa anında düzeltilir.
Burada askerlikle ilgili bir anıyı anlatmadan geçemeyeceğim. Anlatacağımolay bir teğmenin başından geçmiştir.
Kırklareli'nde görevliyken, bir arkadaşı Edirne'den teğmeni ziyaretegelmiş. Teğmen postayı (görevli er) çağırarak, --iki Fruko-- getirmesinisöylemiş.
Asker, --Başüstüne komutanım,-- diyerek oradan ayrılmış.
Beş dakikada gelmesi beklenen posta, aradan 10 dakika geçmişgelmemiş, 75 dakika geçmiş gelmemiş. Teğmen merak etmeye başlamış.Ne olduğunu öğrenmek için kantine telefon etmiş ve postanınkantine gelmediğini söylemişler. Anısının geri kalanını teğmenin ağzındandinleyelim:
--Hem şaşırmış hem de biraz kızmıştım. Beni ziyarete gelen sınıfarkadaşımdı ve iyi bir askerdi. Benim postanın en basit bir görevi bileyerine getiremeyişi beni mahçup duruma düşürmüştü. Aklıma türlüolasılıklar geliyordu: Asker ya firar etti, ya da yolda başına bir kazageldi. Biraz daha bekledikten sonra başka bir eri, postayı aramaklagörevlendirdim. Merakım gittikçe artmıştı, çünkü posta son derecegüvenilecek, temiz ve dürüst bir köy delikanlısıydı. Bir süre sonrayorgun, bitkin, ter içinde posta geldi. Kucağında ağır bir yük taşıyordu.Güçlükle soluk alıp veriyordu; esas durumda tekmil verip, durumu anlattı:
--Komutanım, ikisini birden getiremedim. Garajdan vermiyorlardı,garaj çavuşuna çıktım, güçlükle nihayet razı oldular. Onun için geciktim--
Kendisine sordum: Sen ne istedin, garajdan?
--İki kriko komutanım. Küçükleri yokmuş, onun için cemse (GMC)krikosu verdiler!--
Geri-iletim kullanarak dinlemenin, anlamaya o denli büyük katkısıvardır ki, bu tür davranışa, iletişim uzmanları bir terim bulmuşlardır:aktif dinleme. Aktif dinlemenin en belirgin özelliği, bilinçli bir biçimdeve sürekli olarak geri-iletim kullanılmasıdır.
Aktif dinlemede, dinleyen, konuşanın söylediklerini açarak geriverir ve böylece konuşan, dinleyenin ne anladığını öğrenir. Ve bireyleriç dünyalarına kapanıp kendi anlamları içine gömülerek bir monologgeliştirme yerine, karşılarındaki kişiyle bir diyalog kurarak,anlamlı bir ilişkiye girme olanağı bulmuş olurlar.
Aktif dinlemeyi kullanarak, iyi bir dinleyici olabilmenizi sağlayacak,bundan böyle de iyi bir dinleyici olmanın olumlu yönlerindenyararlanmaya başlayacaksınız. Bu yararlardan en büyüğü, kişininyüzeysel ilişkiler yerine, daha derin ve doyurucu ilişkiler kurabilmeolasılığının artmış olmasıdır. Böyle bir dinleme yeteneğiyle, hemkendinize, hem de başkalarına birçok yönden yararlı olabilirsiniz.
YARDIMCI OLMAK İÇİN DİNLEMEK
Bir kişi diğerine değer verdiği, hoşlandığı ya da sevdiği zaman, onunsorunlarını çözmede yardımcı olmak ister. Onun için çoğu kişinin bir--dert ortağı--, --yakın dostu-- vardır. Annemiz, babamız, kardeşlerimiz,akrabalarımız da bize yardımcı olmaya çaışırlar. Kısacası insanlarbirbirlerine yardım etmede pek o kadar pinti değildirler.
Acaba yardım etmek isteyen bu denli çok kişi olmasına rağmen,söz konusu kimselerin sorunu çözmeye katkıları ne ölçüde olur? Yada bu katkı sorunu gerçekten çözmeye yeterli mi? Kişisel olarak şimdiyekadar yaptığım gözlemlerde bir kimsenin ne kadar iyi niyetliolursa olsun, söz konusu kişinin sorununu onun adına gerçekten çözebildiğinetanık olmadım. Bir kimseye yararlı olabilmenin tek yoluvardır; o da karşınızdakini dikkatle dinlemek ve onunla kalben vekafaca beraber olmaktır. Bir başka deyişle, karşınızdakini duyarakdinlemektir.
Dinlemenin bir kimsenin sorununu çözmede nasıl yararlı olacağınıanlayabilmek için, önce bir kimsenin sorununu onun kendisindenbaşka hiç kimsenin çözemeyeceğinin kabul edilmesi gerekir. Biz o kişiye,ancak kendi sorununu kendisinin çözebilmesi için yardımcı olabiliriz.Çünkü, bir kişinin sorununu onun yerine çözdüğümüzü varsaysakbile, bu kısa vadeli bir çözüm olur ve o kişi uzun dönemdebenzer sorunlarla yine karşılaşır. O kişiye, köklü çözümleri kendininbulması yönünde yardım edilirse, gerçek bir katkı yapılmış olur.
Ne var ki, önerilmesi kolay, uygulanması zor bir davranıştır bu.Çünkü önem verdiğimiz, sevdiğimiz bir kimsenin güç bir durumdaolduğunu bildiğimiz zaman, içimizden ilk geçen, hemen koşup onayardım etmektir; onun sorularına bir cevap bulmaya kalkarız, --şöyleyap, buraya git, şununla konuş,-- gibi, tümüyle iyi niyetimizin etkisialtında bir sürü yollar öneririz.
Bu öneriler gerçekten doğru da olsa, deneyler göstermiştir ki; buçözüm yollarını kişinin kendisi bulup çıkarmadıkça, önerilerin uzunzaman içinde pek yararı dokunmamakta, hatta tersine, kişiyi kendisorunlarını çözemez, aciz bir birey durumuna sokarak zararlı bile olmaktadır.Onun için yapacağınız önerilerin gerçekten en doğrusu olduğunainansanız bile, sonuçta çözüm yolunu kişinin kendisine bırakmak gerekiyor.
--Peki, nasıl yardım edelim öyleyse?-- diye bir soru belirebilir kafanızda.Burada, değer verdiğiniz, yakın hissettiğiniz bir kimse birsorunun çözümü içinde kıvranırken, --kendisi bulsun çözümü,-- diyeondan uzak durmanızı salık vermiyorum. Arkadaşınızın sorununuçözümünü kendisinin bulmasına, onun için iyi bir dinleyici olarakyardım edebileceğinizi göstermek amacındayım.
--Nasıl bir dinleme davranışıyla yardımcı olunabilir?-- konusununayrıntılarına geçmeden önce, ilk aşamada, şu andaki yardım davranışlarınızınfarkına varmanıza yardımcı olacak bir alıştırmayla başlayalım işe.
Acaba Ne Söylerdiniz?
1. Aşağıda bazı sorunlar verilmiş ve bir dostunuzun bu sorunlaraçözüm aramak için size başvurduğu varsayılmıştır. Sorunuyla sizegelen bu kimseye nasıl tepkide bulunurdunuz? Her bir sorun içinönerdiğiniz cevapları mümkün olduğu kadar ayrıntılı yazmaya çalışın.
2. Sorunlar:
Annem ve babamla ilişkimi nasıl düzenleyeceğimi bilemiyorum.Beni hiç anlamıyorlar. Benim hoşlandığım hiçbir şeyi onaylamıyorlar.Onların değerine, yaşam biçimine uymuyor bunlar. Benimduygularım ve düşüncelerimin benim için doğru olacağını kabuledemiyorlar. Beni sevmediklerini söylemek istemiyorum. Beni seviyorlar,fakat benim onlardan farklı bir insan olduğumu göremiyorlar.
Son zamanlarda cesaretim iyice kırıldı. Hiçbir kız arkadaşımolmayacak galiba benim... Yani içtenlikle sevdiğim bir kız demek istiyorum.Konuştuğum birçok kız var, ama hiçbiriyle duygusal birilişkim yok. Gelirler bana dertlerini açarlar, beni arkadaş olarak görüpyakın davranırlar, ama hepsi bu kadar. Beni bir erkek olarak görüpbir duygusal ilişki içine girmiyorlar. Sadece bir arkadaş olmanınötesinde ilişkiler istiyorum.
Ne yapacağımı bilmez bir haldeyim. Okula gitmek istemiyorcanım, fakat çevrede yapacak pek iş yok, ayrıca henüz askere gitmekde istemiyorum. Belki bir yıl falan okula gitmesem iyi olur, ama ondansonra ne yapacağımı bilemiyorum.
Son günlerde evliliğimden memnun değilim. Kavga ettiğimizfalan yok. Fakat ölü bir ilişki içindeyiz, bir canlılık yok. Sanki can sıkıcıbir hapishaneye beraberce kapandık ve her gün hapishaneninpencerelerinden biri daha duvarla kapanıyor.
Müdür bey galiba bana kızgın! Eskiden şakalar yapardı, şimdison derece ciddi. Son üç haftadır yaptığım iş hakkında bana hiçbirşey söylemedi.
3. Verdiğiniz cevapları saklayın. İki yakın arkadaşınızdan, yukarıdakisorunlara verdikleri cevapları yazmalarını isteyin ve onları dasizin cevaplarınızla birlikte saklayın.
4. Bu aşamada, her biriniz her sorun için verdiğiniz cevabı okuyuphangisinin daha yararlı olacağını aranızda tartışabilirsiniz. Butartışmayı yaparken, biriniz sorun sahibi olsun ve diğerlerinin verdiklericevapların, sorunun çözümünde kendisine ne denli yararlı olduğunusöylesin.
5. Hangi cevabın daha yararlı olacağına karar verdikten sonra cevaplarınızıbir kenara koyup saklayın, çünkü biraz sonra onlara yeniden başvuracağız.
6. Bu bölümün geri kalan kısmını okuyun. Sonra cevaplarınızı buyeni bilgilerin ışığında sınıflandırmaya çalışın. Bunlar yargılama;çözümleme; rahatlatma; soru sorma ya da diğer sınıflardan hangisinegirmektedir? Yine her zaman yaptığınız gibi konuya değişik boyutlarkazandırma için aranızda tartışabilirsiniz.
SORUNLARA VERDİĞİNİZ
YAYGIN CEVAP TÜRLERİ
Sorunları çözmek için verdiğiniz cevaplar, sizin nasıl bir dinlemedavranışı gösterdiğinizi ve soruna ne tür bir yaklaşım gösterdiğinizibelirtir. Bu cevapların çoğu da büyük bir olasılıkla aşağıdaki dörtkategoriden birine girer. Tek başlarına ele alındıklarında, bu dinlemedavranışlarınızın hiçbiri, kendi içinde --iyi-- ya da --kötü-- değildir;ancak bunlar genellikle uygun olmayan durumlarda kullanılır. Dahadoğrusu, bir kişi belirli bir cevap tarzını ya da yaklaşım biçimini bütündurumlarda kullanma eğilimi gösterir. Her dinleme davranışınıngerektiği belirli, uygun bir zaman ve yer vardır. Önemli olan da, buzamanı ve durumu kavrayıp bu bilinç içinde cevap verebilmektir.
Aşağıdaki cevap kategorilerini okurken, bu yaklaşım biçimlerindenen çok hangisini kullandığınızı, soruna bu tür bir yaklaşımla karşınızdakikişide nasıl bir etki uyandırdığınızı bulmaya çalışın.
Yargılama
Yargılayıcı yaklaşım, konuşanın davranışını ya da düşüncesini belirlibir yönde değerlendirir. Yargı olumlu olabilir: --iyi bir fikir;-- --şimdidoğru iz üzerindesin-- gibi; veya olumsuz olabilir: --böyle bir tutumlasen hiçbir sonuca ulaşamazsın-- gibi. Değerlendirme ister olumlu, isterseolumsuz olsun, şöyle bir kanı oluşur: --Yargılayan kişi, yargılanandanbelirli yönlerden daha üstün olduğu için, konuşanın davranışınıolumlu ya da olumsuz yönde değerlendirebilmektedir.--
Yargılayıcı davranışın dinleyeni nasıl savunucu bir tutum içinesoktuğuna savunma konusunu tartışırken değinmiştik. Yargılayıcıbirinin karşısında olduğuna anlayan konuşmacı, birkaç dakika içindesavunucu duruma geçer ve kendini kapar. Gerçek sorununu gizleyerek,olumlu bir değerlendirme alabilmek için dinleyicinin onaylayabileceğibiçimde konuşmaya başlar. Bu tür konuşma, kişinin gerçeksorununa bir çözüm bulmasını önler.
Çözümleme (Analiz etme)
Karşısında konuşan kimseyi çözümleyen kimse, konuşanı konuşandandaha iyi bir biçimde kendisinin anladığını ima eder. --Bence senirahatsız eden şey...-- ya da --Söylediğin bu ama, gerçekte düşündüğün...--gibi cümlelerle başlayan çözümlemelerde, dinleyici sanki konuşanınkafasını okur ve ona bir tür psikoloji dersi vermeye kalkar.
Karşınızdaki kişiyi çözümlediğinizde iki sorun ortaya çıkarmışolursunuz: Her şeyden önce, yapılan çözümlemenin doğru olduğunailişkin elinizde geçerli kanıt yoktur; yaptığınız yorum, karşınızdakininkafasını daha da karıştırır. İkinci olarak, yapılan çözümleme doğrubile olsa, bunu söz konusu kişiye söylemenin bir yararı olmaz.Çünkü sizin yorumunuzu dinleyen kişi, büyük bir olasılıkla savunucubir duruma geçer. Bu tutum, --ben senden daha iyi bilirim-- anlamıima edeceğinden, karşınızdaki farkında olmadan savunucu bir tutumiçine girer. Böyle bir tutum içine girince de, birçok başka etken,kişinin kendi sorununa yaklaşımını bulandırır. Dolayısıyla, o kişininkendi sorununa kendisinin eğilmesini önlemiş ve onu kendi sorunlarınıgörebilme olanağından daha da uzaklaştırmış olursunuz.
Soru Sorma
İstanbul'da yönetmiş olduğum iletişim gruplarından birinde, ikihanım üye arasında geçen konuşma soru sormaya iyi bir örnek oluşturur:
M : --Senin hakkında ne düşündüğümü ve ne hissettiğimi zannediyorsun?--
Z : (Soruyu kendi kendine yineler.) --Benim hakkımda ne düşünüyorsun?Ne hissediyorsun? Fakat, benim hakkımdaki hislerini sen banazaten söyledin!--
M : --Olsun, sen yine de söyle.--
Z : --Peki. Bir gün bana, bana yakın hissettiğini, benimle konuşmakistediğini beni beğendiğini söyledin. Söylediğin buydu. Ben desenin söylediklerine inandım--
M : --Peki, sen ne düşünüyorsun? Senin hakkındaki hislerim vedüşüncelerim nedir acaba?--
Z : --Aynı şeyleri.--
M : --Benim söylediklerimi unut.--
Z : --Aynı şeyleri.--
M : --Peki, ben bunları sana niçin söyledim, zannediyorsun?--
Z : (Soruyu yineler.)... --Niçin... bana söyledin... Beni beğendiğininiçin söyledin?..-- (Şaşırmış ve sıkıntılı bir görünüşü vardır.)
M : --Evet.--
Z : --Hımm... Bilmiyorum... Belki de yakın hissettin...-- (Sessizlik)
M : --Niçin yakın hissettiğimi biliyor musun?--
Z : --Hayır, bilmiyorum...-- (Sessizlik.)
M : --Peki, benim hakkımdaki hislerin ne?--
Z : --Daha önce söylediğim gibi, kendimi sana yakın hissediyorum..--(Sessizlik.)
M : --Sana söylediklerimin tam tersini söylemiş olsaydım, benimhakkımda ne hissederdin?--
(Konuşma uzadıkça Z'nin sıkıntısı artar ve bu tür konuşmaya son vermekister.)
Soru sormak karşıdakinin ne düşündüğünü anlamak için sık sıkkullanılan bir yoldur. Fakat soru sormanın, çoğu kez, karşıdakinindüşüncelerini yönlendirmek için kullanıldığı da bir gerçektir. Hepimizbu tür bir yaşantıdan geçmişizdir, ya öğretmenimiz, ya annemizveya babamız ya da bir başka otorite bizi belirli bir yöne götürmek,sonra da kıskıvrak yakalamak için sorular sormuştur. Bu durumdasoru sormak bir stratejidir ve soru soranın kafasında bizi götürmekistediği, bir tuzak olarak kullanacağı bir yer vardır. Böyle bir tutumunsavunuculuğa yol açacağı daha önce belirtilmişti.
Rahatlatma
Bazı durumlarda kişinin biraz cesaretlendirilmeye, biraz desteklenmeyeve rahatlatılmaya gereksinmesi vardır ve böyle zamanlarda okişiye destek olmak, onu rahatlatmak yararlı olabilir. Ancak bu, rahatlatıcıdavranışın her zaman ve her yerde yararlı olacağı anlamınagelmemelidir. Bazı durumlarda rahatlatıcı davranış göstermek karşıdakineyararlı olmayabilir. Belirli bir konuda bunalmış bir kimseye,--boş ver, yorma kafanı böyle şeylere,-- demek ya da, neşesi yerinegelsin diye işi şakaya boğmak, sizin onun sorunlarını ciddiye almadığınızya da içinde bulunduğu durum karşısındaki duygu ve düşünceleridoğal bulmadığınız izlenimini verebilir.
Yukarıda kısaca açıklanan soruna yaklaşım biçimlerinin her biribazı durumlarda yararlı olabilir, ama çoğunlukla yardım isteyen kişininkafasını karıştırdığı da bir gerçektir. Bir örnek vererek söylemekistediklerimizi somutlaştıralım:
Yalçın : --Bende bir bozukluk olmalı. Hangi kızla konuşsam, benimleancak bir kez bir yere gidiyor, ikinci sefer çıkmıyor. Dün de aynışey oldu. Hülya ile beraber pastanede çay içtik. Önümüzdeki haftabirlikte sinemaya gitmeyi teklif ettim, reddetti!..--
Sacit : --Üzme tatlı canını, iki, üç güne kalmaz unutursun.-- (Rahatlatıcı.)
Yalçın : --Yok o kadar kolay unutamam. Bu kız arkadaş sorunubeni gerçekten düşündürüyor. Neyim eksik, nedir kusurum, niçin beniyanlarında görmekten sıkılıyorlar?--
Sacit : --Kardeşim, bence bu konuyu kafana takmışsın. Belki dekonuya böylesine takılmış olman ayağını, elini birbirine dolaştırıyorve ne yapacağını bilemez hale getiriyor.-- (Yargılama, çözümleme.)
Yalçın : --Fakat bir türlü bu konuyu aklımdan çıkaramıyorum.Senden hoşlanan hiçbir kız olmasa sen nasıl hissederdin?--
Sacit : --Peki, sence sorun nedir? Onlara karşı kaba mı davranıyorsun?Kızların senden hoşlanmamasının bir nedeni olmalı.-- (Soru sorma.)
Yalçın : --Vallahi bilmiyorum, birader. Aklıma gelen her yolu denedim.Hiçbiri işime yaramadı.--
Sacit : --Kardeşim, ben senin sorununu biliyorum. Sen rahat davranmıyorsun,sürekli diken üzerindesin. Kendin olman gerekir! İşte ozaman kızlar senden hoşlanırlar. Bunu yapmak da hiç zor değil, bırakkendini, sadece kendin ol, doğal davran, göreceksin her şey yolunagirecek.-- (Yargılama, çözümleme, rahatlatma.)
Yukarıda verilen örnekte Sacit, iyi niyetli bir arkadaştır, fakat Yalçın'abir yararı dokunmamakta, belki de onun sorununu daha zor birduruma sokmaktadır. Belki de Sacit'in söylediği şeyler sorunun canalıcı noktasına değinmektedir. Fakat Yalçın çözümü kendisi bulmamış,kendisi görememiştir ve bundan dolayı da bu çözüm ona yararlıolmayacaktır. Kişi kendi sorununu kendisi keşfetmezse, o sorununçözümüyle etkili bir biçimde uğraşamaz.
Daha önce verdiğimiz --Acaba Ne Söylerdiniz?-- başlıklı alıştırmayıyapmışsanız, şimdi bu alıştırmanın 6. maddesindeki soruyu cevaplayabilirsiniz.
Soruna yaklaşım biçimlerinin hangi türünü daha çok kullandığınızıanlamak istiyorsanız, aşağıdaki alıştırmayı da yapın.
Sorunlara Nasıl Yaklaşıyorsunuz
1. Aşağıdaki örnekleri okuyun ve uygun dinleme davranışını gösterecekcevapları yazın.
Ne yapabilirim? Bizim ihtiyar beni evden kovdu. Onun dediğiniyapmazsam, artık sırtından geçinemeyeceğimi söyledi.Dünyadan haberi yok adamın, bugünün gençliği nerede vehayattan ne istiyor, hiçbir fikri yok. Şimdi gidecek bir yerimyok ve Pazartesi'ye kadar bankadan para çekemem.
Yargılama ...
Çözümleme ...
Rahatlatma ...
Soru sorma ...
Sözlüm benimle ilişkisini keseceğini söylüyor. Öğrenim içinüç yıl yurt dışına çıkacağımı ve kendisini ancak yılda bir kezgörebileceğimi söylediğim zaman, çok bozuldu ve benimleilişkisini keseceğini söyledi. Sürekli evde oturup benim mektubumubeklemek istemediğini, onun da gezmeye ve hayatınıyaşamaya hakkı olduğunu belirtti. Ben geri döndüğümde halaevlenmemişse, yeniden düşünebileceğimizi söylüyor. Kendisinisevdiğimi, öğrenimimi bitirir bitirmez, kensiyle evleneceğimisöylediğim halde, benim söylediklerime aldırış etmiyor.Bana öyle geliyor ki, benimle ilişkisini tümüyle koparmak içinbunu bir bahane olarak kullanıyor.
Yargılama ...
Çözümleme ...
Rahatlatma ...
Soru sorma ...
Oda arkadaşımla aramda bir sorun var. Onun erkek arkadaşısık sık akşamları geliyor ve oturup çay içiyorlar, sürekli konuşuyorlar,fakat oğlan bir türlü gitmek bilmiyor. Ev küçük olduğuiçin aynı anda odada çalışmak zorundayım ve onlar konuşurkençalışamıyorum. Bilmiyorum, belki de ben de yanlışdüşünüyorum. Onunla aynı evde oturmak hem benim, hemde onun çıkarı gereği. Bu nedenle kolayca, --Buradan çıkacağım;--diyemiyorum. O da, ben de tek başımıza yaşayacak ekonomikkaynaklara sahip değiliz. Fakat bu duruma da dahafazla dayanamayacağım.
Yargılama ...
Çözümleme ...
Rahatlatma ...
Soru sorma ...
2. Bir başka arkadaşınızdan aynı sorunları sizin yaptığınız gibicevaplandırmasını isteyin. Cevaplarınızı karşılaştırın.
3. Her örnek için sizin yapmaya yatkın olduğunuz bir dinlemedavranışı seçin ve bunu karşınızdakine bir rol oynar gibi anlatın.Sonra karşınızdakinin ne hissettiğini öğrenmeye çalışın.
4. Sizce bu tür dinleme davranışları yararlı oluyor mu? Karşınızdakikişi sorununuza bu tür davranışlarla yaklaşsa, size bir yararıolabilir mi?
BİR BAŞKA TÜR DİNLEME
Daha yararlı olabilecek bir başka tür dinleme davranışı vardır. Butür dinlemeye aktif dinleme adını vermiştik, çünkü bu tür dinlemede,dinleyen geri-iletim sürecini devamlı olarak kullanır. Aktif dinleme,tutumu içindeki dinleyici bu davranışıyla konuşana, anlattığıyla kendisininilgilendiğini, onun sorununu gerçekten duyduğu izleniminiverir. Bu tekniğin, çoğu kez, konuşana diğer dinleme davranışlarındandaha yararlı olduğu, onun kendi sorunlarını daha iyi anlamasınayol açtığı gözlemlenmiştir. Bu tür aktif dinleyen insanlarla siz dekarşılaşmışsınızdır. Eğer karşılaşmışsanız, şanslı sayılırsınız. Çünkü,pek az bir kişi bu tür dinleme davranışı gösterir.
Daha önce Yalçın ile Sacit arasında geçen konuşmayı şimdi aktifdinleme davranışı içinde verelim:
Yalçın : --Bende bir bozukluk olmalı. Hangi kızla konuşsam, benimleancak bir kez bir yere gidiyor, ikinci sefer çıkmıyor. Dün de aynışey oldu. Hülya ile beraber pastanede çay içtik. Önümüzdeki haftabirlikte sinemaya gitmeyi teklif ettim, reddetti!..--
Sacit : --Arkadaşlık kurmak için buluştuğun kızlarla, daha sürekliilişki kuramadığın için kafan bozuluyor!--
Yalçın : --Evet ve neyim eksik onu da bir türlü çıkaramıyorum!Ahmak olmadığımı biliyorum. Onları iyi yerlere götürüyorum, kendimibilmez hareketler yapmamaya, onları rahatsız etmemeye dikkatediyorum. Fakat, benimle ikinci kez buluşmak isteyen bir kıza henüzrastlamadım.--
Sacit : --Demek ki, gerçekten bir centilmen olmaya ve her şeyindoğrusunu yapmaya çalışıyorsun; fakat bütün bunlar bir işe yaramıyor.--
Yalçın : --Evet. Bir kız arkadaşım olmasını o kadar istiyorum ki,belki bundan dolayı aşırı dikkatli ve kibar olmaya özen gösteriyorum.Doğal davranamıyorum. Bu davranışım bir işe yaramadı mı, geleceksefere daha dikkatli olayım diyorum, o zaman daha da sıkıcı oluyorum,herhalde. Böyle bir kısır döngü içindeyim. Galiba kızlar bunu sıkıcıbuluyorlar.--
Sacit : --Demek sıkıntılı, tedirgin halinin seni başarısızlığa götürdüğünüdüşünüyorsun? İyi bir erkek arkadaş olamayacağından korktuğun,kızların seni sıkıcı bulacağından çekindiğin için kibar olmayaçalışıyorsun ve bu halin de kızlara itici geliyor.--
Yalçın : --Evet. Belki de benim yapmam gereken kibarlık oyunufalan oynamadan sadece kendim olmam.. Şu veya bu şekilde kendimigöstermeye çabalamamalı... Filmlerdeki gibi centilmen olma hevesinibırakmalıyım. Gelecek kez doğal olmaya çalışacağım..--
Aktif dinleme sadece büyükleri dinlerken değil, çocuklarla konuşurkende kullanabileceğimiz bir davranıştır. Bir anneyle oğlu arasındageçen ve banda alınmış gerçek bir konuşmayı sizlere aktarmakistiyorum.
Anne : --Artık geç oldu, ışığı söndür ve uyu.--
Çocuk : --Uyumayacağım--
Anne : --Uyuman gerek, geç oldu. Yarın kendini yorgun hissedersin.--
Çocuk : --Uyumayacağım--
Anne : (Haşin bir sesle,) --Şu ışığı hemen söndüreceksin.--
Çocuk : (İnatçı bir sesle,) --Uyamayacağım, işte.--
Anne : (İçinden, --Şu çocuğu boğasım geliyor. O kadar yorgunum ki,bu gece dayanamayacağım buna... Mutfağa gideyim, bir sigara yakayım,sonra tekrar odasına gideyim, onunla konuşmaya çalışayım ve geçen gün öğrendiğim aktif dinlemeyi uygulamayı deneyeyim. Biliyorum, o gayretikendimde bulamayacağım, ama bir kez denemem gerek. Kendimi ölü gibi yorgunhissediyorum...-- Daha sonra yine Timur'un odasına girer.) --Haydi, vakitgeç oldu, ama bulaşığı yıkamadan önce yatağında biraz oturup ayaklarımıdinlendireceğim-- (Kitabı Timur'un elinden alır ve ışığı söndürür,kapıyı kapar, yatağın üstüne, oğlunun yanına oturur ve arkasını duvaradayar.)
Çocuk : --O kitabı ver bana, Işığı söndürme. Çık buradan. Seni buradaistemiyorum. Uyumayacağım. Seni sevmiyorum..--
Anne : --Bayağı öfkeli görünüyorsun!..--
Çocuk : --Evet, okuldan nefret ediyorum, bir daha hiç okula gitmeyeceğim,hiç gitmeyeceğim!..--
Anne : (İçinden, --Oysa oğlum okulu sever!--) Demek artık okuldanbıktın..--
Çocuk : --Allahın belası bir yer. İyi bir öğrenci değilim. Hiçbir şeybilmiyorum. İkinci sınıfta olmam gerekir. (Şimdi üçüncü sınıftadır.)Matematikten hiçbir şey anlamıyorum (Matematiği çok iyidir.) Öğretmensanki bizi lise ögrencisi sanıyor.--
Anne : --Matematik senin için çok zor...--
Çocuk : --Hayır! Kolay. Fakat yapasım gelmiyor.--
Anne : --Öyle mi?--
Çocuk : --Top oynamayı seviyorum. Okula gideceğime hep topoynasam!?--
Anne : --Top oyununu gerçekten çok seviyorsun, demek?--
Çocuk : --Üniversiteye gitmek zorunda mıyım?-- (En büyük ağabeyiliseyi bitirmek ve üniversiteye gitmek durumundadır ve aile içinde bundan çok söz edilmektedir.)
Anne : --Hayır.--
Çocuk : --Daha ne kadar okula gitmem gerekiyor?--
Anne : --Liseyi bitirinceye kadar!--
Çocuk : --Yani üniversiteye gitmek zonında değilim, öyle mi?--
Anne : --Evet, değilsin.--
Çocuk : --İyi, hep top oynayacağım öyleyse.--
Anne : --Top oynamaktan çok zevk alıyorsun, herhalde...--
Çocuk : --Tabü.-- (Tümüyle sakinleşmiş durumda, rahat bir şekilde konuşur.)
Anne : --İyi geceler.--
Çocuk : --Biraz daha benim yanımda oturur musun?--
Anne : --Hıh hı.--
Çocuk : (Daha önce ayağıyla ittiği yorganı çeker, annesinin dizleriniörter ve okşar.) --Rahat mısın?--
Anne : --Evet, teşekkür ederim.--
Çocuk : --Bir şey değil.-- (Bir sessizlik süresi geçer, daha sonra Timurburnundan horultular çıkararak, hırıltılı soluklar almaya başlar, abartılmışbir şekilde burnunu ve boğazını temizleme sesleri çıkarır. Timur'un burnukapalı olduğu zaman soluk almakta zorluk çeker, ama annesi onun hiç buşekilde horultulu ve hırıltılı soluğunu duymamıştır.)
Anne : --Burnun seni rahatsız mı ediyor?--
Çocuk : --Evet, burnum tıkalı. Acaba burnuma damla damlatmamgerekir mi?--
Anne : --Faydası olur mu dersin?--
Çocuk : --Hayır.-- (Horultulu hırıltılı soluklar devam etmektedir.)
Anne : --Burnundan gerçekten rahatsızsın...--
Çocuk : --Evet.-- (Hırıltılı, rahatsızlık betirten sesler.) --Keşke uyurkenburnumuzdan soluk olma zorunluğu olmasaydı.--
Anne : (Bu söze çok şaşmış bir durumda; bu fikrin nereden geldiğinisormak arzusu duyar.) --Uyurken burnundan soluk almak zorunda olduğunumu sanıyorsun?--
Çocuk : --Burnumdan soluk almak zorunda olduğumu biliyorum!--
Anne : --Pek de emin görünüyorsun!--
Çocuk : --Çünkü biliyorum. Uzun zaman önce Kemal söyledi bana.(Hayran olduğu, kendisinden iki yaş büyük arkadaşıdır, Kemal.) --Burnundansolumak zorundasın, uyurken ağzından nefes alamazsın--, dedi.--
Anne : --Yani ağzından soluk almasan daha iyi olur mu demek istiyorsun?--
Çocuk : --Ağızdan soluk almak mümkün değil!-- (Horultu, hırıltı.)--Anne bu doğru mu? Yani uyurken mutlaka burnundan soluk alıpvermek gerekir, değil mi?-- (Uzun açıklamalar, birçok soru, hayran olduğuarkadaşı hakkında, --Bana yalan söylemez o değil mi?-- türündensorular.)
Anne : (Arkadaşının kendisine yardımcı olmaya çalıştığını, fakat çocuklarınbazen yanlış bilgiler edindiğini söyler. Anne uyurken birçok kimseninağzından soluk aldığı üzerinde ısrarla durur.)
Çocuk : (Çok rahatlamış görünmektedir.) --Peki, iyi geceler.--
Anne : --İyi geceler.-- (Timur kolaylıkta ağzından soluk alabilmektedir.)
Çocuk : (Birdenbire yine burnundan hırıltı çıkarır.)
Anne : --Ağzından soluk almaya hala çekiniyor musun?--
Çocuk : --Hıh hı. Anne, ağzımdan soluk alırken uyursam... burnum dadolu... ve eğer geceyarısı uyurken... ağzım kapanırsa ne olur?--
Anne : (Oğlunun yıllardır uykuya dalmaktan korktuğunun şimdi farkınavarır; Timur gece yarısı nefessiz kalarak boğulmaktan korkmaktadır veannenin içi sızlar. --Benim zavallı çocuğum,-- der içinden.) --Nefessiz kalarakbelki boğulurum diye mi korkuyorsun?--
Çocuk : --Hıh hı. Soluk almak zorundayım-- (--Ölebilirim-- demeyecesaret edemez.)
Anne : (Daha ayrıntılı olarak açıklar.) --Bunun olması imkansız. Ağzınkendiliğinden açılır... aynı kalbin kendiliğinden atması ve gözlerinkendiliğinden kırpılması gibi.--
Çocuk : --Emin misin?--
Anne : --Evet, çok eminim!--
Çocuk : --Peki, iyi geceler.--
Anne : --İyi geceler, tatlım-- (öper, çocuk iki dakika içinde derin biruykuya dalmıştır.) (Gordon, 1970.)
AKTİF DİNLEMENİN ÜSTÜNLÜĞÜ NEREDE?
Diğer dinleme davranışlarına oranla aktif dinlemenin daha yararlıoluşunun nedenleri üç noktada toplanabilir. Her şeyden önce, bir yakınıolarak, doğru yolu göstermek zorunluğu duymaksızın, onu gerçektenanlamak amacıyla, karşınızdaki kişiyi bütün dikkatinizle dinlemeniz,ona büyük bir huzur ve güven sağlar. Bu huzur ve güvenortamı içinde, kafasındakini olduğu gibi ortaya koymaktan çekinmez.Konuşan kendini rahatsız eden her şeyi rahatlıkla ortaya koyabilecekduruma gelince, kendi sorunlarına daha bir iç rahatlığıyla bakabilirve o ana dek farkına varmadığı değişik yönler görebilir. Aktifdinlemeyi sürdüren dinleyici ise, konuşanın sorunlarına hemen birçözüm bulmakla yükümlü olmadığı için, konuşanı daha rahatlıklaanlamaya çalışır; kendini hemen bir cevap bulmakla, bir çözüm getirmeklesorumlu hissetmez.
Aktif dinlemenin ikinci üstün yanı, örtük anlamları ortaya çıkarmakiçin iyi bir olanak sağlamasıdır. İnsanlar sorunlarını, düşüncelerinive duygularını çoğunlukla simgesel bir biçimde ortaya koyarlar.Bir başka deyişle, açıkça ortaya koymazlar. Aktif dinleme, bu simgeleredalmadan, ayrıntılar içinde kaybolmadan asıl anlama yani mesajınözüne inmeye olanak sağlar. Yukarıda okuduğunuz çocuk ile annesininkonuşmasını hatırlayın. Çocuk temeldeki korkusunu ne kadarsonra ortaya çıkarabildi. Annesi çocuğa en yakın kimse olduğuhalde, daha önceleri aktif dinlemeyi kullanmadığı için oğlunun temelsorununu anlayamamıştı.
Aktif dinlemenin üçüncü üstün yanı, bir kimseyi daha iyi tanımanızaolanak vermesidir. Aktif dinleme; söz konusu kişinin daha içtenlikleaçılarak, kendini sizinle paylaşmasına yol açabilir. Böylecedaha sağlam temeller üzerinde kurulmuş ilişkiler doğar.
ŞİMDİ NE SÖYLERDİNİZ?
Bu bölümde yaptığınız Acaba Ne Söylerdiniz? alıştırmasına dönelimve bunu bir kez daha değişik bir açıdan uygulayalım.
Karşınıza bir arkadaşınızı alarak alıştırmadaki sorunlar onunmuşvarsayın ve aktif dinlemeyi uygulayın.
Başka bir arkadaşınız size katılabilirse daha iyi olur, üç kişi olarakçalışın; çünkü grup içinde bu tür bir alıştırmayı yapmak size dahafazla bilgi verir.
Yineleyelim: Dinlerken yargılamayacak, belirli bir yöne götürecektürden soru sormayacak ya da cesaret vermeye çalışmayacaksınız.Konuşanın söylediklerini anlamaya çalışan iyi bir dinleyici olmayaçalışacaksınız.
HER ZAMAN AKTİF DİNLEME Mİ?
Hayır! Her zaman aktif dinlemeyi kullanamayız. Birisi ne zaman yemeğinhazır olacağını sorduğunda, --Yemeğin ne zaman hazır olacağını mıbilmek istiyorsun?-- gibi bir soru yöneltmek herhalde gereksizolur ve mutlaka garip karşılanır.
Bir arkadaşınız veya önem verdiğiniz bir kişi, sizinle konuşmayaniyetlendiğinde, ya da yüz ifadesi, oturuşu ve duruşuyla onun sıkıntılıolduğunu hissettiğinizde, aktif dinlemeyi kullanmanız uygunolur. Belki de en doğru yol şudur: Kendinizi bir kimseye yardım etmeyeve o kimsenin sorunlarını çözmeye yönelmiş hissettiğinizde,aktif dinleme zamanı gelmiş demektir.
Son olarak da şunu belirtelim: Bir kimsenin sorunuyla gerçektenilgilenmiyorsanız, sırf yardım eder görünmek için aktif dinlemeyikullanmayın. Çünkü sizin sesinizin tonundan, ifadenizin tüm yapısından,ilgilenmediğiniz ortaya çıkar ve karşınızdakine bir yararınızolmadığı gibi, onu derinden kırabilirsiniz de.
SÖZÜN KISASI
Her ağzımızı açtığımızda, bizim için o an önemli olan bir yönümüzü,duygu ve düşüncemizi dile getirmekteyiz. İyi bir dinleyici, söylediklerimiziçinden hangisinin önemli olduğunu anlayabilen ve bizimleilişkisini bu anlayışı temel alarak kurabilen kişidir. Fakat, dinleyicidurumunda olan kişi, genellikle, kendi iç dünyasıyla o denli doludurki, sorunlarımızı, özlemlerimizi, kaygı ya da beklentilerimizi, bizimiç dünyamızın oluşturduğu çerçeve içinde algılayamaz. Dinlermiş gibigörünür, ama gerçekte dinlemez; söylediklerimizin hepsini değil,ancak bazılarını (ve çoğu kez işine geleni) duyar; bir başka söyleyişledinlerken, bizim duygu, düşünce ve arzularımızı değil, kendi iç dünyasınımerkez alır. Duyduklarını anlama yerine yargılar, çözümlemeyekalkar, karşısındakini belirli bir konuya yöneltmek için sorularsorar ya da temel sorunu kavramadan rahatlatmaya çalışır.
İyi bir dinleyici olabilmek için, kişinin geri-iletim sürecini sık sıkve yerinde kullanmasını öğrenmesi gerekir; böylece iletişim tek yönlüolmaktan çıkar, çift yönlü olur. Aktif dinleme adını verdiğimiz buçift yönlü iletişim, alınan mesajları biraz daha belirginleştirerek konuşanageri verir. Öyle ki, konuşan kimse gerçekten --duyulduğunu--hisseder; benliğinin --geçerlik kazandığını-- sezer; bunun sonucu olaraktaiç dünyasını daha serbestçe ifade etme eğilimini gösterir. İçdünyasını serbestçe ifade edebilen kimse sorunlarını, güçlü ve zayıfyönlerini daha kolaylıkla görmeye ve doğal olarak, bu sorunlara dahagerçekçi çözümler getirmeye başlar. Bu nedenle; değer verdiğimiz,kendimize yakın bulduğumuz kimselerin sorunlarına yardımcıolmak için aktif dinlemeyi kullanmak, öğüt vermek, yol göstermek,yargılama ya da rahatlatmak türü bir yaklaşımdan daha yararlı olur.
Görünüşte Dinleme ya da İşittiğini Duymama
Başkalarını iyi dinleyebilme alışkanlıklarınızı geliştirdikçe, kendiniziiyi dinletebilme gücünüzün de geliştiğini göreceksiniz. Aşağıdakialıştırmayı yaparak bu yönde daha ayrıntılı uygulama ve düşünmeolanağı bulabilirsiniz.
1. Üç ya da dört arkadaşınızla bir araya gelin.
2. Arkadaşlarınızın her biri iki dakika süreyle kendisi için önemliolan bir konudaki fikrini söylesin. Bu konular çeşitli olabilir.(Türkiye'nin NATO'dan çıkması ya da kalması; çalışan kadınlarıntırnaklarını uzatması; trafik sorununun nasıl çözüleceğigibi.) Konuşan belirli bir konuda fikirlerini söylerken, gruptakidiğer kimseler, kendileriyle ilgili bir sorunu düşüneceklerdir.Örneğin, o gün ne yemek pişirileceğini, yapmadığı ödevininasıl bitireceğini, doğum günü için kardeşine ne hediye alacağınıvb. Konuşan fikirlerini açıklarken, dinleyenler kafalarındakisorunla ilgili ne yapacaklarına karar vermeye çalışırlar.Ancak böyle yaparken de, gruptaki konuşmacılara karşıkaba davranmamalı, sanki dinliyormuş gibi ara sıra kafa sallamalıve konuşanın gözünün içine bakmalıdırlar. Bunlar olurkendinleyicilerin kafaları kendi sorunlarıyla meşgul olmalı,konuşanın söylediklerine pek aldırış etmemelidirler. Kısacası,dinleyiciler dış görünüşleri açısından karşılarındakiyle, içdünyalarında da kendi sorunlarıyla ilgilenmelidirler.
3. Gruptaki herkes konuşma olanağı bulduktan sonra, iki aşamadaizlenimlerinizi gruptakilerle paylaşın: 1) --görünüşte-- dinleyenlerolarak karşısınızdaki konuşurken neler hissettiniz. 2) Daha sonrasiz konuşurken, karşıdaki gerçekten dinleme yerine, kendi sorununudüşündüğü zaman neler hissettiniz.
4. Şimdi farklı bir şey yapacaksınız: Her biriniz kafanızı meşguleden bir kişisel sorununuzu ortaya atın ve bu sorunu nasılçözmeyi düşündüğünüzü beş dakika kadar anlatın. Bu sorunlailgili duygu ve düşüncelerinizde başarabildiğinizce dürüstve açık olmaya çalışın. Siz konuşurken birisi bir fikir ya daduygu ortaya koyduğunda, bunu mutlaka kendi sorunuzlailişkili hale sokun ve kendi sorununuzdan ayrılmayın. Başkalarınınsöyledikleri sizi kendi sorunuzdan uzaklaştırmasın.Şunu aklınızdan çıkarmayın: Sizin göreviniz diğerlerine kendi sorunuzuanlatmak. Diğer tüm konuşmaları bu görevi yerine getirmekiçin bir araç olarak kullanın.
5. Bir önceki maddede belirtilen konuşma alıştırmasını yaptıktansonra, birkaç dakika için neler duyduğunuzu paylaşın. Ayrıcabaşkaları konuşurken onları dinlemediğiniz zaman neler hissettiniz?Bunlar üzerinde tartışın.
Aktif Dinleme
1. Arkadaşlarınızdan birini bu alıştııma için ikna edin. Kimseninsizi rahatsız edemeyeceği bir yere oturun. Biriniz --A--, öbürünüz --B-- olun.
2. --A-- kendisi ya da öbür kişi hakkında kişisel bir ifadede bulunur.(Kişisel ifadeden kasıt, söz konusu kimsenin kişiliği, görünüşü,nasıl hissettiği ya da kişisel bir sorunu gibi, o kişiyeait özgü bir ifadedir. Örneğin, --Sen arkadaşlarına yardım etmektenhoşlanan bir kişisin,-- kişisel bir ifadedir; diğer yandan,--Bugün hava sıcak ve nemli;-- kişisel bir ifade değildir.)Bu kişisel ifadenin dinleyenin ilgisini çekecek bir özelliği olmasınaözen gösterin. İfade önemli bir konuyu içeriyorsa, birdençok cümleden oluşabilir.
3. --A-- cümlesini bitirince, --B'' ifadesinin anlamını kendi kelimeleriyletekrar etmeye çalışır. Bunu yaparken, --Anladığım kadarıyla sen ... diyorsun;--gibi, ya da buna denk bir ifade kalıbı kullanılabilir. Bu aşamada --B-- sadece--A--nın söylediğini ifade etmeye çalışmalı, kendisi buna herhangi biryorum ya da yargı katmamalıdır. --B--nin görevi --A--nın söylediğinisadece anlamaktır, çözümlemek ya da değerlendirmekdeğildir. --B-- papağan gibi --A--nın söylediğini aynı kelimelerledeğil, fakat kendi kelimeleriyle ama aynı anlamı ifade edecekbiçimde yapmalıdır. Örneğin:
--A--: --Sen giyimine çok titizlik gösteren bir insansın;-- demişse,
--B--: --Anladığım kadarıyla, sen benim nasıl giyindiğime çokdikkat ettiğimi söylüyorsun;-- şeklinde --A--nın ifadesinin anlamınıkendi kelimeleriyle geri verir.
4. --A-- şimdi --B--nin söylediği kendi ifadesinin anlamını tam veripvermediğini belirtir. Eğer bir yanlış anlama olmuşsa, yanlışanlamanın nerede olduğunu --A-- belirtmeli ve --B-- de buyanlış anlamayı ortadan kaldıracak biçimde ifadeyi bir kez dahatekrarlamalıdır. Her ikiniz de tam tatmin oluncaya kadarbu düzeltme işlemine devam edin.
5. Şimdi --B--nin sırasıdır. 'B-- kişisel bir ifadede bulunur ve bukez --A-- kendi kelimeleriyle bu anlamı tekrar eder ve her ikitaraf da tam tatmin oluncaya kadar 3. ve 4. basamaklarda belirtilenişlemler sürdürülür.
6. Yukarıda anlatılan süreci her biriniz üç ya da dört ifade üzerindedenerseniz, geri-iletim konusunda duyarlığınızı gerçektenarttırmış olursunuz.
7. Şimdi aşağıdaki soruları cevaplandırmaya çalışınız:
-Bir dinleyici olarak karşınızdakinin ilk ifadesini anlamanızne kadar doğruydu?
-Burada yapmış olduğunuz dinleme davranışıyla, her günalışkanlık sonucu yaptığınız dinleme davranışı arasında birfark var mı? Hangisi daha fazla zaman ve enerji alıyor? Hangisisonunda daha yararlı oluyor?
-Karşınızdaki sizi gerçekten anlamak için dinlerken, nelerhissettiniz? Bu duygu diğer zamanlarda konuşurken sizi dinleyenlerinkarşısında hissettiklerinizden farklı mıydı?
:::::::::::::::::
8
Sürtüşme ve Çatışmalar
--Kişiler iyi niyetli olur ve birbirleriyle nasıl konuşacaklarını bilirlerse;aralarında tartışma, çatışma çıkmaz;-- kanısı yaygındır. Aynı düşünceyebir başka yönden bakılırsa, --Aralarında sürtüşme çıkan kimseler,iyi niyetli olmayan ya da birbirleriyle nasıl konuşacağını bilmeyenkimselerdir,-- sonucuyla karşılaşılır. Bu ifadeler, bazı iyi niyetliözlemleri dile getiriyor olabilir, ama gerçekleri ifade etmez. Çünküinsanlar bir arada yaşadıkları sürece, ne kadar iyi niyetli ve anlayışlıolurlarsa olsunlar, aralarında sürtüşmelerin, çatışmaların çıkmasıkaçınılmazdır.
Sürtüşmenin çıkmasını önlemek, ancak kızgınlık ve kırgınlıkduygularına aldırmayarak ya da bunları yadsıyarak mümkündür. İçbenliğin doğal bir parçası olan bu duygulara sırt çevirerek, aralarındaçatışma çıkmasını önlemeye çalışan bir çift düşünün: Birbirlerinesöyleyemedikleri şeyleri içlerinde biriktirince, birbirlerine yabancılaşmave uzaklaşma önce kendi içlerinde baş gösterir; kendi iç benliklerininbir parçası olan kızgınlık duygularını bastırarak, bunlarıyadsıyarak kendilerine yabancılaşmaya başlarlar.
Kendine gittikçe yabancılaşan bir kadın ya da erkek bir süre sonraeşine de yabancılaşır. Bir kimse kişiliğinin önemli yanlarını bastırarakonları yok varsayarsa, kendi gerçekliğini yitirir ve onunla yakınbir ilişki kurma olanağı kalmaz. Yakın ilişkilerin, dostluklarındoğabilmesi için kişilerin iç benlikleriyle kendilerini ortaya koyabilmelerigerekir.
Birlikte iş gören, beraber yaşayan kişilerin aralarında çatışma vesürtüşme çıkması doğaldır. Öte yandan günlük gözlemlerden bilirizki, tartışmalar sonucu kişiler birbirlerine kırılırlar, hatta ilişkilerinikeserler. İnsanların tartışarak birbirlerini kırdıkları, arkadaşlıklarınısona erdirdikleri bilindiği için, kızgınlık duygularını açığa vurmaktanve bir çatışmaya girmekten kaçınılır; çünkü arkadaş ve yakınlargücendirilerek kaybedilmek istenmez.
Yakın ilişki kuran iki birey arasında çatışma çıkması doğaldır. Nevar ki bu çatışma yüzünden ilişkinin bozulması doğal değildir. İnsanlararalarında çıkan duygusal sürtüşmeleri birbirlerini daha iyianlayabilmek için bir araç olarak kullanıp dostluklarını pekiştirebilirler.
Burada evlilik ilişkilerine kısaca dokunmak isteriz; çünkü --aynıyastığa baş koyan-- iki insanın yakın ilişkiler içinde olmasından doğalne olabilir? Evlilik ilişkileri üzerine incelemeleriyle ün yapanAmerikalı psikolog George Bach ve Peter Wyden (1968), karı kocanınaralarında tartışabiİmelerinin önemli olduğu üzerinde dururlar. Evliçiftler üzerinde yaptıkları bir araştırmadan elde ettikleri bulgularıaşağıda şöyle özetliyorlar:
--Birbirlerine yaklaşamamaktan yakınarak bize başvuran çiftlerindışındaki evliliklerde de birbirinden uzak kalma, birbirine yaklaşamamasorununun var olduğunu düşünürdük. Bu düşüncemizin doğruolup olmadığını anlamak için bir araştırına yaptık. İşimiz, sosyalilişkilerimiz ya da öğretim görevlerimiz dolayısıyla tanıdığımız kimselere,--mutlu aile-- üzerinde bir araştırma yapmak istediğimizi ve kendilerinintanıdığı mutlu aileleri, oldukça ayrıntılı bir biçimde bize anlataraktanıtmalarını istedik. Böylece, birçok aile arasından, mutlulukyönünden üst tabakayı oluşturan bir seçkin zümre elde ettik.
Bu yolla elde edilen 50 çifte sorular sorarak aralarında çıkan duygusalsürtüşmeleri nasıl çözdüklerini araştırdık. Sorulardan biri şuydu:--Az da olsa, ara sıra herhalde eşiniz size kızar. Böyle durumlardaeşiniz ne yapar?-- Daha sonra, --Böyle durumlarda eşinizin içinden neyapmayı geçirdiğini düşünürsünüz?-- diye bir soruyla devam ettik.
Bu mutlu karı ve kocalara bu tür sorular ayrı ayrı sorulduğunda,alınan cevaplar oldukça düşündürücüydü: Hemen hemen hiçbiri karşısındakininiçinden ne geçtiği hakkında bir fikre sahip değildi. Tipikcevaplardan biri şöyleydi: --Eşimin canı bir şeye sıkıldığında bana hiçbirşey söylemez. Bu can sıkıcı şeyi hemen unutur.-- Diğer eşle konuştuğumuzda,kızgınlığını belirtmemek için kendisiyle çok çetin mücadeleleregiriştiğini belirtiyordu. Kızgınlığını kontrol etmesi gerektiğinidüşünmekteydi, çünkü kızgınlığını belirtirse, eşinin çok kırılıp kendisindensoğuyacağından korkuyordu.
Bu araştırmamızda üç tip evlilik ortaya çıktı: Kartondan yapılmışevlere benzeyen evlilikler, oyun oynayan evlilikler ve gerçekten birbirineyakın olan çiftler. Karton evlere benzettiğimiz evliliği kuranlar enbüyük grubu oluşturuyordu. Bunlar evliliğin daha çok kurumsal vebiçimsel dış görünüşüyle ilgilenip yetiniyorlardı. Bu çiftlerin arasındagerçek anlamda insan insana bir yakınlık doğmamıştı; bir arada bulunuşları,--Başkası ne der?-- kaygısına ve elde ettikleri sosyal prestijikaybetmeme isteğine dayanıyordu.
İkinci gruptakilerin sayısı daha azdı ve birbirlerine daha yakınçiftlerden oluşmaktaydı. Bu çiftler de temelde tüm toplumsai töre vegelenekleriyle evlilik oyununa kendilerini kaptırmışlardı. Bu evliliklerinçoğu, ekonomik avantajları yitirme ve bir değişimin ortaya çıkaracağıbelirsizliklerden korkma nedenleriyle süregelmekteydi. Bu kişilerbirbirlerini korumaları gerektiğini düşünüyorlardı; onlara göre evliliğininsan yaşamına getireceği hiçbir mutluluk yoktu; ama beraberliktenşikayet etmek hem kötü bir davranış, hem de karşısındakine birsaygısızlık olacaktı. Ayrıca bekar kalmanın yalnızlığı daha da berbatbir şeydi.
Son grupta sadece iki çift vardı. Bunlar gerçekten birbirlerine yakınilişki kurmuşlardı. Bu gerçek ve yakın ilişkinin sırrını kendilerindensorduğumuzda, cevabını bilmediklerini, bu konuda akıllarınasöyleyecek hiçbir şeyin gelmediğini ifade ettiler. Diğer gruptaki çiftlerdenfarklı olarak, bu gruptaki çiftlerin aralarında sürekli olaraktartıştıklarını gözledik. Ancak birbirleriyle çatışmalarının, tartışmalarınınçok doğal bir şey olduğunu kabul etmiş görünüyorlardı.
Sorduğumuz zaman, --Hemen hemen her konuda tartışırız biz,bundan daha doğal ne var!-- şeklinde cevapladılar. Kızgınlıklarını depolamadantartışarak birbirlerine belirtmelerini evliliğin doğal birparçası olarak kabul etmeleri, onları diğerlerinden ayırt eden en belirginözellikti.
Çalışmalarımızı derinleştirdikçe ortaya çıkan sonuç şu oldu: Birbirlerinekızgınlıklarını, kırgınlıklarını söylemeyen çiftler kibar değil,fakat --sahte--ydiler. Zamanla biz, yıkıcı ve yapıcı tartışmaları birbirindenayırt etmeye başladık ve kızgınlığın öyle denetlenemeyen, birsel gibi her şeyi silip süpüren bir şey olmadığını öğrendik.-- (GeorgeBach ve Peter Wyden, 1968).
Bu bölümde, kişilerin aralarındaki çatışma ve sürtüşmeleri, ilişkileriningelişme ve derinleşmesinde bir araç olarak nasıl kullanabilecekleri,bu yolda bir fırsat olarak nasıl değerlendirebilecekleri konusuüzerinde durulacaktır. Asıl konuya geçmeden önce, çatışma vesürtüşmeden dolayı dostluğun, arkadaşlığın nasıl bozulduğuna, insanlarınbirbirlerini nasıl itip uzaklaştırdığına dikkati çekmek istiyorum.
İki kişi aralarında ortaya çıkan bir sorunu yapıcı bir tutumla elealır ve tartışırlarsa, aralarındaki ilişki bir gelişme fırsatı kazanmışolur. Çocukluktan beri öğrenilen ve ortaya çıkan bir sorunu tartışmakiçin kullanılan yıkıcı tutumsa, iki kişinin birbirinden uzaklaşmasına,ilişkilerinin zayıflayıp kopmasına yol açar.
YIKICI TARTIŞMA
Burada, genellikle yetişirken öğretilen, çocukluktan beri çevrede görülen,kırgınlık ve kızgınlık belirten davranış biçimleri ele alınacak.
1. Kaçınmak: Bazı kişiler herhangi bir kimseyle çatışmaya girmemekiçin bilinçli ya da bilinçsiz, çeşitli kaçma davranışlarında bulunurlar.Kendilerine sorulduğu zaman canlarının bir şeye sıkıldığınısöylemezler. Kaçınılmaz bir biçimde çatışma çıkmışsa, ya orayı terkederler,ya uyumak isterler, ya da sanki çok önemli bir uğraşlarıvarmış gibi, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyip sadece yaptıkları işe bakarlar.Başka bir deyişle, ellerinden geleni yaparak çatışma durumuylakarşılaşmaktan kaçarlar. Bu davranış içinde olan bir insanahitap etmek güçtür. Çünkü karşımızda söylenecek söze muhatap olarakbizi dinleyecek, etkileşimde bulunacak bir kişi yoktur. Böylesine--kaçıcı-- biriyle tartışmaya girmek, eldivenlerini bile takmak istemeyenbir boksörle maç yapmaya benzer.
2. Hasıraltı etmek: Hasıraltı eden kimse, sadece tartışmaya girmektenkaçınmakla kalmaz, sanki tartışacak bir konu yokmuş, kendisiylediğer kişi arasında bir sürtüşme söz konusu değilmiş gibidavranır. Görünüşte, ona göre her şey güllük gülüstanlıktır: Bu tutumkarşısındakinde hem suçluluk; hem de kırgınlık duygusu uyandırır.Aralarında bir sorun olduğunu, bu konuda konuşmak ve birşeyler yapmak istediğini hisseden kişi, sorunların karşıdaki tarafındanhasıraltı edildiğini görünce, --Ben niçin bu kadar geçimsizim?Bütün sorunları ben mi yaratıyorum ki, o hiçbir şeyin farkında değil!--gibi bir duyguya kapılarak kendini suçlu hisseder. Öte yandan,bu suçluluk duygusuyla birlikte, kişi --Gerçekte, benim onun yanındadeğerim yok. Değerim olsaydı, benim ne demek istediğimi hemengörür ve beraberce bu soruna eğilmek isterdi!-- biçiminde bir düşünce degeliştirebilir. Bu düşünce kırgınlık duygusunu da beraberindegetirir.
3. Suçlu hissetirmek: Bir insan karşısındakine açıktan açığa vedoğrudan kızgınlık ya da kırgınlığını söyleyemiyor, fakat imalı yollarlakarşıdaki kişinin kendini mutsuz ettiğini ifade ediyorsa, kullandığıteknik --suçlu hissettirme-- yöntemidir. Bu tutum, --karşıdakinisuçlu hissettirerek istediğini yaptır-- biçiminde özetlenebilir.
Örneğin kadın, kocasının ayakkabısıyla eve girmesine sinirleniyor;bu kızgınlığını açıkça söyleyeceği yerde, --Benim işim gücüm neki, aldırma, sen gir ayakkabınla içeri, nasıl olsa yarın senin hizmetçintemizleyecek evi yeniden;-- der. Ondan sonra da ekler, --Off, keşkedoğmaz olaydım; bıktım bütün gün evde çalışmaktan.--
Bu tip insanlarda, diğer insanları kullanma eğilimi bulunur. Birsorunu çözmek için, fikir ve duygularını açık seçik doğrudan ifadeedecek yerde, yaptırmak istedikleri şeyleri başkalarını suçlu hissettirerekgerçekleştirmeyi yeğlerler.
4. Konuyu değiştirmek: Çatışma olasılığı belirdiği anda konuyudeğiştirmek, sık kullanılan yöntemlerden biridir. Bu tür eğilimi olaniki kişinin gerçek anlamda bir ilişki geliştirebilmeleri zordur. Çatışmave sürtüşmeden kaçtıkları için sürekli --kibar insan-- maskelerinitakarlar ve bu maskelerin altında yatan gerçek kişilikleriyle hiçbirzaman ilişki kuramazlar. Böyle bir ilişki içinde olan kişilerin ilişkisine,--beraber olma oyunu-- olarak bakmak daha doğrudur.
5. Eleştirmek: Bizi sinirlendiren bir sorunu konuşacağımız yerde,kızgınlığımızı, karşımızdaki kişinin başka davranışlarını eleştirerekdile getiririz. Bu gibi durumlarda karşımızdaki bizim gerçekten neyekızdığımızı pek anlayamaz. Yalnız kendisini kırmak, hırpalamak istediğimizinfarkındadır. Ortada bir düşmanlık duygusu vardır, nevar ki, bu düşmanlığın nereden kaynaklandığı ise pek belirgin değildir.
Örneğin, bir yıl önce yapmış olduğu yüz kızartıcı hareketlerinikarşımızdakine bir anda anımsatıveririz. Karşımızdaki böyle bir olayıhatırlatmamız için herhalde kendisine kızmış olmamız gerektiğinifarkeder, ama neye kızdığımızı bilemez. Doğrudan kızgınlığımızı belirtecekyerde, karşımızdakini dolaylı eleştirmeye yöneldiğimiz zaman,bu tür bir davranış, sağlam temeller üzerine kurulmuş olsa bile,ilişkimizi içerden kemiren bir kurt gibi zayıflatır ve çökertir.
6. Akıl okuyuculuk: Karşındakini dinleyecek ve söylediklerinionun ifade ettiği biçimde anlayacak yerde, o kimsenin kişiliğini çözümleyerek,onun gerçekte ne demek istediğini kendisine öğretir birbiçimde anlatarak ya da diğer kişiye temelden neyin bozuk olduğunugöstererek bilgiçliğini ve üstünlüğünü belirtmeye çalışır.
Karşıdaki onu, --Ne olur sigaranı başka odada iç, dumandan rahatsızoluyorum;-- dediğinde, --akıl okuyucu-- hemen cevabı yapıştırır.--Aslında sen benden rahatsız oluyorsun, çünkü başarımı kıskanıyorsun!Haydi itiraf et beni kıskandığını.-- Böyle davranan --akıl okuyucu--,kendi duygu ve düşüncelerini dinlemek fırsatını da bulamaz;kendisinin ne hissettiği onun için erişilmez bir noktada kalmıştır.Karşıdakinin aklını okumaya kendini kaptıran kişi, sadece kendisinindeğil, karşısındakinin de duygularını da algılayamaz. Böyle birkimseyle konuşan kişi duyulmadığını, dinlenmediğini hisseder. Kırgınlıkve kızgınlığı daha da artar; bu duygulara bir de, --temas-- edememekten,karşıdakine ulaşamamaktan doğan --bozulma-- duygusu eklenmiştir.
7. Tuzak kurmak: Bazı kişiler karşılarındakinden bir davranış yapmasını isterler. Karşıdaki bu davranışı yapınca, sanki önceden isteyenkendileri değilmiş gibi, bu davranışı yapana yüklenirler. Örneğin,--Haydi gel seninle tam dürüst olalım, içimizden geçtiği gibi konuşalım,aklımızdan geçenleri birbirimizden saklamayalım;-- derler.Fakat karşıdaki bu isteğe uygun olarak kendi içinden geçenleri dürüstçepaylaşmaya başlayınca, hemen surat asmaya, kinayeli lafçarptırmaya başlarlar.
8. İma etmek: Bazı kimseler kızdıklarını hiçbir zaman açığa vurarakbelirtmez, ancak ima yoluyla bazı ipuçları verirler. Örneğin, karısınınfazla para harcamasından yakınan adam, bir gün karısını karşısınaalıp şikayetini açık seçik dile getirecek yerde, karısı her alışveriştengelişte, --O aldığın şey o kadar paraya mı mal oldu!.. Allah Allah!...--der ve kafasını hemen elinde tuttuğu gazeteye gömer.
Karısı bu durumda kocasının kızgınlığını hisseder, ne var ki bukızgınlığın kendine karşı mı, aldığı şeylere karşı mı, yoksa satın almadavranışına karşı mı olduğunu pek kestiremez. Kocasıyla açık konuşmaolanağını bulamaz. Çünkü kocası kızgınlığını imalı bir yollabelirtmeyi, açık olmaya yeğlemektedir. Böylece, içinde duygusal birgerilim biriken ve bu gerilimin sürekli rahatsızlığını hisseden kadın,elinde olmadan kocasına karşı hınç duymaya başlar. Kadında gittikçegelişen bu hınç duygusunun kocasıyla aralarındaki ilişkiyi ne yöndeetkileyeceğini tahmin etmek herhalde pek zor olmasa gerek!
9. Bardağı taşırmak: --Bardağı taşıran son damla-- ifadesi, bazı kişilerindavranış türleri için kullanılabilir. Karşısındakine kırılan, darılanya da kızan kişi, bu kızgınlığını karşısındakine o anda belli etmez;fakat bu tür olumsuz duyguları depo etmeye başlar. Karşısındakine zaman onu kızdıracak ya da üzecek bir şey yapsa, kızgınlıkve kırgınlıklar depolanmaya devam eder. Bir gün, önemsiz bir olay,önceden birikmiş olan tüm kızgınlık ve kırgınlıkları harekete geçiren,başka bir deyimle, --bardağı taşıran son damla-- işlevini görür.İşte o anda kişi, içine attığı bütün sorunları ortaya koyar. Fakat o andakarşıdaki sadece bardağı taşıran o ufacık olayın farkındadır. Bukadar büyük bir patlamayı anlayamaz, kendisine büyük haksızlıkyapıldığını düşünür. Böyle bir düşüncenin etkisiyle her iki taraf birbirinesaldırıya geçer ve sorunu çözmek yerine, birbirlerini hırpalamak,birbirlerini kırmak asıl amaç olur.
10. Tedirgin etmek: Öyle kimseler vardır ki, kızgınlıklarını,kırgınlıklarını açıkça ifade etmek yerine, karşısındakinin tedirgin olacağıdavranışlar yaparak onu rahatsız etmeye, ancak bu yolda kendiduygularını dile getirmeye kalkarlar. Örneğin, kocasına kızan kadınonun mutfakta pis bulaşık görmeyi sevmediğini bildiğinden, birkaçgün sürekli bulaşıkları pis olarak ortada bırakmaya başlar. Bir başkası,eşinin yüksek sesle geğirmeyi sevmediğini bildiği için geğirmeyebaşlar. Bir diğeri de yatakta tırnak keserek karşısındakine kızgınlığınıifade etmeye çalışır.
Bu tür davranışlar, duyguların açıkça dile getirilişi değil, düşmanlıkdolu, dolaylı ifadelerdir. Kendisine böyle davranılan eş, 'tedirgin olur've karşısındakini kırmak için elinden geleni ardına koymaz.Böylece birbirlerine karşı 'ellerinden geleni ardına koymayan',birbirlerini kırmak için yarışan iki kişi ortaya çıkar. Amaç, insanlarınbirbirlerini kırmak için etkili yollar aramasıysa, 'tedirgin'etme' yöntemien uygun yollardan biridir.
11. Şakaya boğmak: Bazı kişiler kendilerine ciddi bir duygu yöneltildiğinde,işi hemen şakaya dökmek ve bu yolla ciddi duygulardankurtulmak isterler. Özellikle bunlar kızgınlık, kırgınlık ve darılmagibi ciddi duygular olursa, bu şakaya boğma davranışı daha dabelirgin olarak kendini göstermeye başlar. Okuyuculardan bazıları,--Oh ne güzel, şakacı bir adam, insana hiç kavga etme fırsatı bile vermez,sürekli neşeli tutar karşısındakini-- diye düşünebilir.
Bir an için, uzun süre --şakacı biriyle-- birlikte yaşadığınızı düşünün.Mutlaka işitilmek, mutlaka anlaşılmak ve sizi rahatsız eden sorununuzlauğraşmak istediğiniz durumlarda, karşınızdaki kişi şakalaryapmakta ve bu davranışıyla sizin sorununuzu, dolayısıyla sizi,ciddiye almadığını ortaya koymaktadır. --Şakaya boğucu tip--ler, yakınve samimi ilişkiler geliştirmekte zorluk çekerler.
12. --Yaraya-- dokunmak: Herkesin, psikolojik anlamda, son dereceduyarlı olduğu, --yaralı-- yerleri vardır. Buralara dokunduğunuzzaman karşınızdakiyle aranızdaki ilişkinin bozulma olasılığı yükselir.İnsanların duyarlı oldukları bu --yaralı-- yerleri görünüşleriyle, zihinselgüç ve yetenekleriyle, geçmişte yapmış oldukları davranışlarıylaya da kişiliklerinin belirli bir yanıyla ilgili olabilir. Kişinin bunoktalarını ancak ona yakın olan kimseler bilir. Bu yakın kimseler,kızgınlıklarını, kişiyi bu duyarlı noktalarından yakalayarak belirtiyorve öç alıyorlarsa, bu hastalıklı bir ilişkidir ve sürekli hırpalanır.
13. Değişmeye izin vermemek: Değişmeye izin vermeyenler, birkişiyle daha önce kurdukları ilişkinin hep öyle kalmasını isterler.Oysa, yaşam akıp gitmekte, bu akış içinde kişiler yeni yaşantılara sahipolmakta ve değişmektedirler. Değişmek kişilerin olaylara ve kendilerineyeni açılardan bakabilmeleri demektir. İnsanın değişen, gelişenyönünü kabul etmemek, onun en önemli bir niteliğini görmezliktengelmek demektir.
Değişmeye izin vermeyenler, yıllar önce kendi aralarında konuştukları,anlaştıkları bir konuda en ufak bir düşünce ve duygu değişikliğibile istemeyenlerdir. Biliyorsunuz, Nasreddin Hoca'ya yaşısorulduğunda, --Otuz sekiz;-- demiş. Çevredeki biri, --Nasıl olur Hoca,on sene önce de sen otuz sekiz yaşında olduğunu söylemiştin!--diye hatırlatınca, Hoca, --Ben erkek adamım, söylediğim sözden geridönmem!-- diye cevap verir. Kişi istese de istemese de değişmek zorundadır.Yaşamın değişim getirdiğini görememek, Hoca'nın hikayesindekigibi kişiyi sadece gülünç duruma sokmakla kalmaz, onunilişkileri yönünden de büyük zorluklar yaratır.
Kadın kocasına, --Ne olur ev işinde bana biraz yardım et. İki çocuğunbakımı, ev idaresi, işte çalışmak! Artık yetiştiremiyorum, çok yoruluyorum!--dediğinde, koca, --Evlenmeden önce ben seninle konuşmuştum,ben ev işlerinden hoşlanmam ve sana bu konuda yardımedemem. Sen de bunu kabul etmiştin!-- diye cevap verirse, değişmeyeizin vermeme söz konusudur. Yaşam koşulları değiştiği halde, kocadüşünceseni değiştirmez, karısına yardım elini uzatmaz. Böyle birtutum sonucu, bu çiftin evlilik ilişkilerinin nasıl olacağını tahmin etmek herhalde zor olmasa gerek.
14. Yoksun bırakmak: Karşısındakine kızdığı ya da kırıldığı zamanbazı kimseler bu duygularını olduğu gibi belli edecek yerde,karşısındakinin ihtiyacı olan bir şeyi vermeyerek ondan öç almayakalkarlar. Bu verilmeyen şey ilgi, sevgi, iyi yemek, neşe, cinsiyet, paraolabilir. Bu davranış biçimi iki kişi arasındaki sorunu çözmek yerine,daha derin yaralar açar ve daha başka sorunlar ortaya çıkarır.
15. Yardımı esirgemek: Karşısındakine kızınca, bu kızgınlığı--Ben sana gösteririm!-- tutumu içinde halletmeye kalkışabiliriz. Birgün kişinin gerçekten yardımımıza gereksinimi olduğunda, bu yardımıondan esirgeriz. Yapılacak yardım bazı saldırgan kimselerdenonu korumak olabileceği gibi, yalnızlık duyduğu bir zaman onun yanınagidip arkasını sıvazlamak gibi bir davranış da olabilir. --Ben sanagösteririm;-- --Bir gün elime düşersin-- tutumu içinde olan iki kişinin,birbirlerine karşı kuşku ve güvensizlik duyguları geliştireceğinisöylemek, herhalde büyük bir kehanet olmaz. Birbirinden şüphe eden ve birbirine güvenmeyen iki kişinin ilişkisi, --yakın ilişki-- olmaktanuzaktır.
KIZGINLIĞINIZI NASIL BELİRTİYORSUNUZ?
Kızgın olduğunuz zaman yapabileceğiniz değişik davranışları tartışmışbulunuyorsunuz. Şimdi her bir davranış biçimini sizin kendinizinnasıl gösterdiğini düşünerek gözden geçirin.
Gözden geçirmeniz için şöyle bir yoİ öneriyorum: YIKICI TARTIŞMAbaşlığı altında yer alan ve aşağıda liste halinde verilen davranıştürlerinin her birini okuduktan sonra, bu davranışı ne kadar sıklıktayaptığınızı anımsamaya çalışın. Bazı davranış türlerini hiç yapmadığınızhalde, bazılarını sık sık yapıyor olabilirsiniz. Bu konudasize yardımcı olmak amacıyla aşağıya harflerle belirtilmiş ifadelerkonmuştur.
A : Hiçbir zaman böyle davranmam.
B : Çok ender olarak böyle davrandığım olur.
C : Bazen böyle davranırım.
Ç : Oldukça sık böyle davranırım.
D : Pek sık böyle davranırım.
E : Her zaman böyle davranırım.
Her bir davranış türünün yanına harflerle belirtilmiş ifadelerdenbirini koyarak, bu davranışı hangi sıklıkta yaptığınızı belirtebilirsiniz.
( ) 1. Kaçınmak
( ) 2. Hasıraltı etmek
( ) 3. Suçlu hissettirmek
( ) 4. Konuyu değiştirmek
( ) 5. Eleştirmek
( ) 6. Akıl okuyuculuk
( ) 7. Tuzak kurmak
( ) 8. İma etmek
( ) 9. Bardağı taşırmak
( ) 10. Tedirgin etmek
( ) 11. Şakaya boğmak
( ) 12. --Yaraya-- dokunmak
( ) 13. Değişmeye izin vermemek
( ) 14. Yoksun bırakmak
( ) 15. Yardımı esirgemek
1. Sizin yakından tanıdığınız bir kimseye bu bölümü okutun vesizin davranışınızı yukarıdaki açıklandığı biçimde değerlendirmesiniisteyin. Sizin ve yakın dostunuzun değerlendirmeleri birbirinitutuyor mu?
2. Bir hafta süreyle, kızgın olduğunuz zaman nasıl davrandığınızıgözleyin. Kendinizi değiştirmeye zorlamadan, ne yaptığınızı sadecegözlemeye çalışın.
3. Kızdığınız zaman yaptığınız davranış, karşınızdaki kimseylearanızdaki ilişkiyi nasıl etkiliyor? Geliştirip güçlendiriyor mu? Yoksazayıflatıyor mu?
YAPICI TARTIŞMA
Yapıcı tartışma, çoğu kimsenin eski alışkanlıklarına ters düşen biranlayış ve davranış biçimini içerir. Bu farklı anlayış ve davranışı başarılıbir biçimde uygulayabilmek için, yapıcı tartışmanın temel aşamalarınıtitizlikle uygulamak gerekir. Tartışmanın yapıcılık amacınaulaşabilmesi için, yapıcı tartışmanın her aşaması gereklidir. Bu aşamalardanbiri atlanırsa, asıl amaç olan yapıcılık yerine, yıkıcılık ortaya çıkar.
Yapıcı tartışma yöntemi, birçok kez denendikten sonra, alışkanlıkhaline getirilebilir. Böyle bir tartışma alışkanlığını elde eden kimse,gerekli gördüğü zaman bazı aşamaları atlayabilir.
Yapıcı tartışma, sizin için önemli bir kişiye karşı duyduğunuzkızma, kırılma, rahatsız olma gibi duygularınızı, onunla paylaşarakbirbirinizi daha iyi anlama, birbirinizi daha gerçekçi biçimde tanımaamacıyla kullanılır. Birbirlerine karşı duydukları kızgınlığı, kırgınlığıve rahatsızlığı belirtmeyen kimseler, genellikle iki nedenden ötürübunu yapamazlar.
1. Kaybetıne korkusu: Kişi, kırgınlık ve kızgınlık gibi olumsuzduygularını karşısındakine belirttiği zaman, kendisi için önemli olanbu kimseyi kaybedeceğinden korkar. Bu korkunun altında şu anlayışyatar: Birbirleri için önemli olan ve yakın ilişkiler içinde bulunankimselerin, birbirlerine kırılma ve kızgınlık gibi olumsuz duygularduymamaları gerekir. Böyle duyguların varlığı, ilişkinin sonu demekolduğundan, şu, veya bu nedenle gelişse bile karşıdakine gösterilmemelidir.
2. Kötü insan olma korkusu: Bu korkunun temelinde şöyle birinanç yatar: İyi ve olgun bir insan kızmaz ve kırılmaz. Kızan ve kırılaninsan kötü ve zayıf bir insandır.
Bu korkuları temel alan bir anlayış tarzı kızma, darılma gibiolumsuz duyguları, sanki bunlar gerçek yaşamın bir parçası değilmişgibi insan ilişkilerinden çıkarır; bu duyguların bir yana itilmesine,bastırılmasına ve yadsınmasına, inkar edilmesine yol açar. Oysaolumsuz duygular da, olumlu duygular gibi, yaşamın ayrılmaz birparçasıdır. Yaşamlarının gerçek bir parçasını birbirinden saklayan;birbirleriyle bu yanlarını paylaşmayan iki insan yakın bir ilişki kuramaz.Bu nedenle, olumsuz duyguları yapıcı bir tartışma içinde paylaşabilmek,yakın ilişkinin doğması için gereklidir.
NEDEN YAPMACIK GELİYOR?
Toplum yaşamında --yapıcı tartışma--ya pek rastlanmadığından, buçeşit bir tartışma yadırganır, hatta biraz yapmacık ve düzmece sayılabilir.
Her şeyden önce --yapıcı tartışma--, bir sözcük grubu olarak insanaçelişkili bir ifade olarak görülüyor. --Tartışmanın da yapıcısı olurmu?-- diyesi geliyor insanın. Şimdiye kadar çevremizde, yetiştiğimizbüyüdüğümüz ortamda, kişilerin tartışarak uzlaştıklarını, anlaştıklarınıve beraberce bir şey ürettiklerini görmeye pek alışmadık. Tartışmalarınamacı çoğunlukla karşıdakini yıpratmaya, kırmaya ya dahınç almaya yöneliktir. Tartışmayı olumlu yönde kullanmaya alışıkolmayanların, yapıcı tartışma kavramından --tuhaflık--, --yapmacılık--duygusu edinmeleri doğaldır.
Silifke'de ortaokulu bitirdikten sonra, liseye gidebilmek için Ankara'yailk gelişimde, insanların evde masa etrafında çatal bıçak kullanarakyemek yemeleri bana --tuhaf-- ve --yapmacık-- gelmişti. Doğalolanı, yere açılan sofra bezinin çevresine bağdaş kurarak oturmak vebazlamayla dıkımlayarak yemeği elle yemekti. New York'ta 180 katlıEmpire Building'e çıktığımda, bu binanın --doğal-- olmadığını hissettim.İlk operaya gidişimde yine aynı --tuhaf-- ve --yapmacık-- duygusundankurtulamadım. Yabancı dil öğrenirken, yabancıların konuşmabiçimlerini --tuhaf-- bulurdum. Askere gittiğim zaman ilk devreleraskeri giysiler, yürüyüş biçimleri, selam verişler, bana hep --tuhaf--ve --yapmacık-- gelmişti. Bir süre sonra bana tuhaf gelen yönlerin--askerlik düzeni--nin doğal bir parçası olduğunu ve bunlar bana--tuhaf-- gelmemeye başlayınca askerliği öğrenmiş sayılacağımı anladım.
Yeni bir yüzme stili, yeni bir konuşma biçimi, yeni bir fikir düzeniilk başlarda bana hep --tuhaf-- ve --yapmacık-- gelmiştir. Bu --tuhaflık--duygusuna kendimi kaptırdığım zaman --yeni--yi deneyemedim.Yeniyi deneyemediğim zaman da, yaşamıma yeni bir boyut, bir canlılıkgetiremedim; ancak --eski--yi sürdürebildim.
Bu yenilik ve tuhaflık duygusundan kurtulmak yeterli değildir;birbiri için önemli olan iki insan arasında yapıcı tartışmayıgerçekleştirebilmek her şeyden önce karşılıklı iyi niyete ve güveneihtiyaç vardır. Birbirinin iyi niyetinden kuşkulanan iki birey, yapıcıtartışmanın gerektirdiği karşılıklı güven ortamını oluşturamadıklarında,yapıcı niyetle başlayan bir tartışma bile kısa süre içinde yıkıcı birtartışmaya dönüşür.
Yapıcı tartışmanın gerektirdiği karşılıklı iyi niyet ve güven kadarönemli bir diğer koşul da, kişilerin birbirlerini eşit ilişkiler içinde görmeleridir. Beşinci Bölüm'de tartıştığımız gibi, eşit ilişkiler içindeolan kişiler, eşit söz hakları olduğunu kabul ederler. Kişilerin eşit sözhakkı olduğu görüşü temel alınmazsa, yapıcı tartışma mümkün olamaz;bu durumda, --üstün-- olduğunu düşünen kişi, diğerine görüşve düşüncelerini dikte eder. Kocanın --küçük tanrı--, kadının --saçıuzun aklı kısa-- kabul edildiği bir aile içinde, karı koca arasında yapıcıtartışmayı düşünmek bile okura gülünç gelebilir.
Yapıcı tartışmanın aşamalarına geçmeden, şunu da belirtmekteyarar vardır: Karşılıklı iyi niyet ve güven ortamı içinde, eşit söz hakkıolan insanlar arasında gerçekleştirilebilen bu tartışma türü, günlükyaşamda her zaman ve her yerde uygulanamaz; çünkü üzerindedüşünmek ve hazırlanmak için zaman gerekir. Yapıcı tartışma, kişinin,yaşamındaki --önemli kişiler--le olan ilişkileri aksadığı zamanuygulanacak bir yöntemdir. Örnek olarak, eşleri boşanmaya kadargötürebilecek karı koca çatışmaları ve işten atılmaya yol açabilecekyönetici yönetilen zıtlaşmaları gösterilebilir.
Bütün --tuhaf-- ve --yapmacık-- görünümüne rağmen yapıcı tartışmayıdeneyeceğinizi umuyorum. Söz konusu olan, iki insanın duyurucuve mutlu bir biçimde beraber olmasıysa, herhalde bu --yeni-- tartışmabiçimini denemeye değer. Bu beraberliğin sağlıklı olması, siziniş hayatınızdaki başarınızı, çocuklarınızın iyi yetişmesini etkiliyorsa,--yapıcı tartışma--yı denemekten niçin çekinesiniz?
YAPICI TARTIŞMANIN AŞAMALARI
Birinci aşama: Sorun hakkında düşünmek
Karşınızdaki kişiyle iletişime geçmeden önce, kendi kendinizle iletişimegeçmeniz gerekiyor. Şu anda sizi rahatsız eden içinizdeki duygununçözümlemesini yapmaya çalışın. Karşınızdakine gerçekten kızgın mısınız,yoksa kıskançlığınızı karşınızdakine kızgınlık halindemi yansıtıyorsunuz? Savunucu iletişim konusunda incelenen savunmamekanizmalarından birini kullanıyor olabilir misiniz?
Duyduğunuz olumsuz duygunun niteliğini kesin olarak saptamayaçalışın. Bunu yapmak için acele etmeden, bir ya da iki dakika bekleyin,içinizde ne olup bittiğini anlamak amacıyla kendi kendinizidinleyin, uygun ortam varsa, bir yere oturup gözlerinizi kapamak sizeyardımcı olabilir. Ben kendi üzerimde gözledim; gözlerimi kapatarakgözlemlediğim zaman duygularımla daha kolay temasa geçebiliyorum.Bu sizin için de geçerli olabilir.
Duygunuzun niteliği hakkında bir fikir sahibi olduktan sonra, sizikızdıran, kıran ya da üzen şeyin ne olduğu konusunda mümkünolduğu kadar açık seçik teşhis koymaya çalışın; genel ifadeler düzeyindekalmayın. Örneğin, --evin içi çok dağınık;-- genel bir ifadedir. Oysa,--Sabah kahvaltısından kalan kirli tabaklar mutfakta kalmış,-- demek,önceki ifadeye oranla daha açık seçik, özeldir.
İkinci aşama: Tartışma zamanının saptanması
Yıkıcı tartışmalar çoğu kez iki kişinin tartışmak için uygun bir zamanseçememesinden kaynaklanır. Çiftlerden birisi karışık bir ruhsaldurum içinde bulunabilir. Ya da rahat rahat konuyu tartışacak zamanıbulunmayabilir; o anda yapması gereken daha ivedi bir işi olabilir.Bazen yorgunluk ya da başka tür kişisel bir sorunla kafası meşgulolan birey, karşısındakini tam anlamıyla dinleyecek durumda olmayabilir.Bu tür nedenler dolayısıyla, yapıcı tartışma için her iki kişiyeuygun bir zaman ayarlamak gereği vardır. Yoksa iyi niyetlerle yapıcıbir amaçla başlanmış olunan tartışma, kolaylıkla yıkıcı bir tartışmahaline dönüşebilir.
Birinci aşamada belirtilen işlemi yaparak, sizi gerçekten neyin rahatsızettiğini açık seçik anladıktan sonra, ilgili kişiyle uygun olanbir zamanı seçmeyi denemelisiniz. Bu zaman ayarlamasını yaparken,--Beni rahatsız eden bir konu var, bu konuda seninle konuşmak istiyorum.Bana ayırabileceğin uygun bir zamanın var mı?-- şeklinde sorarakdurumu karşınızdakine açabilirsiniz.
Üçüncü aşama: Sorununuzun ifadesi
Bu aşama önemlidir: Sizi rahatsız eden duyguyu açık seçik ve yalınolarak ifade edemiyorsanız, karşınızdaki büyük bir olasılıkla sizi anlayamazve Dokuzuncu Bölümde tartışılan savunucu mekanizmalardanbirine başvurur. Sizi rahatsız eden birçok nokta varsa, tartışmayıyapıcı bir biçimde devam ettirebilmek için, sizin açınızdan en önemliolan sadece bir sorunu ele alın. İfadeniz iki yönü içermelidir:
-Sizi rahatsız eden davranışın bir tanımı,
-Bu davranışın sizde uyandırdığı en belirgin duygu.
Aşağıdaki kalıp ifadeyi örnek olarak verebiliriz:
--Beni rahatsız eden şey benimle alay etmendir ve sen bunu yapıncasana kırıldığımı hissediyorum.--
Böyle yapmakla karşınızdakine açılmış ve duygularınızı olduğugibi paylaşmış oluyorsunuz. Kızgınlık içinde davranan insanlar, genellikle,ne hissettiklerini söylemeden, karşıdakini suçlamaya yönelirler.Karşıdaki suçlandığını hissedince savunucu bir tutum içine girerve sizi dinlememeye başlar. Aklı, size nasıl karşı koyacağıylameşgul olmaya başlar.
Bu aşamada karşılaşılan önemli bir engel, dil aracılığıyla aşılabilir.Karşıdakinde --suçlanma!-- izlenimi yaratmamak için, ben dili kullanılır.Ben dili, kişinin kendini rahatsız eden davranışın tanımını yapanve bu davranışın kendisinde nasıl bir duygu uyandırdığını ifadeeden söyleyiş biçimine verilen addır. Yukarıda verilen örnek ifadekalıbı, ben diline uygun düşer.
Sen dili, --Sen ne kadar kaba bir insansın;-- --Ne kadar akılsızca işyapıyorsun;-- --Sende hiç terbiye yok mu?-- gibi ifadelerle karşıdakiniyargılamaya ve suçlamaya yönelen bir dildir. --Sen şusun!,-- --sen busun!--gibi ifadeler hep --sen-- kelimesiyle başladığı için, böyle bir tutumiçinde kullanılan dile sen dili adı verilir.
Ben dili ile sen dili arasındaki en önemli fark şudur: Ben dili, konuşankişinin kendi iç dünyasındaki duyguları ifade eder ve bu duygularınötesinde herhangi bir suçlama ve yargılamaya gitmez. Sendilindeyse suçlama ve yargılama ağırlık taşır.
Yapıcı tartışmaya girmek sizin için önemliyse, yargısına güvendiğinizbir, yakınınıza, söyleyeceklerinizi önceden dinletip, söylediklerinizinben ya da sen dili olarak algılanıp algılanmadığını denetleyebilirsiniz.Daha önceden denetlemeyi salık verişimizin nedeni, kızgınlıkanında hep sen dilini kullanmaya alışık olmamızdır. Bu alışkanlıko denli bir parçamız haline gelmiştir ki, kızdığımız zaman farkındaolmadan bu dili kullanıveririz.
Dördüncü aşama: Anlaşılıp anlaşılmadığınızı denetleme
Sizi rahatsız eden davranışı tanımlayıp, bu durumda kendinizi nasılhissettiğinizi ifade ettikten sonra, karşınızdaki duyduğunu tekrar etmelidir.Burada iki evre söz konusudur:
(1) Sizi işiten kişi (eşiniz, arkadaşınız, nişanlınız vb.) sizinsöylediğinizi şöyle tekrar edebilir:
A : --Ben konuşurken sürekli sözümü kesiyorsun. Sözümü kesmenbeni kızdırıyor!--
B : --Sen konuşurken sürekli sözünü kesiyorum. Sözünü kesmemseni sinirlendiriyor.--
Bu evrede karşınızdakinin konuşmanızı tekrar ederken söylediğisözler sizi tatmin etmemişse, sizi rahatsız eden konuyu yeniden dilegetirin ve karşınızdaki sizi aynen tekrar edinceye kadar bu işlemisürdürün.
(2) Tekrar işlemi bittikten sonra, karşınızdaki sizin sorununuzukendi anladığı biçimde yeniden söyleyecektir. Burada bir yorum sözkonusu değildir; sadece sizin sorununuzu kendi kelimeleriyle ifadeedecektir.
Yukarıdaki örneğe devam edelim:
B, A'nın sözünü aynen tekrar ettikten sonra şöyle der:
--Yani senin konuşmanı bitirmene hiç fırsat vermiyorum; hep bensöze başlıyorum. Ve bu davranışımdan rahatsız oluyorsun, öfkeleniyorsun.--
İnsanlar birbirlerine kızgın olduğu zaman, yanlış algılamalar kolaylıklaişin içine girer; bu yanlış algılamaları ortadan kaldırdıktansonra, yapıcı bir tartışma temeli kurulabilir. Bu temeli sağlamak içinanlaşılıp anlaşılmadığınızı yukarıda anlatılan biçimde, iki evrededenetlemekte yarar vardır. Denetleme zamanınızı alacaktır; bu nedenlesabırsızlanabilirsiniz. Fakat deneyler göstermiştir ki, denetlemeyeverilen zaman israf değildir ve sonunda mutlaka daha kazançlı çıkılmaktadır.Bu zaman verilmediği takdirde, yapıcı tartışma çoğu kereamacına ulaşamaz.
Bu aşamada unutulmaması gereken bir başka konu da, karşınızdakisizin söylediğinizi önce aynen, daha sonra kendi ifadesiyle tekrarederken, onun iyi niyetli bir çaba gösterdiğini unutmamanız vebu çabasından dolayı karşınızdaki kişiye teşekkür etmenizdir. Birbaşka deyişle, karşınızdaki sizin söylediğinizi aynen söylemeyi başardığında,hemen arkasından, --Evet, teşekkür ederim;-- gibi bir ifadekullanabilirsiniz. Tabii bu teşekkür ifadesi bir gülümseme, dokunmagibi sözsüz olarak da ifade edilebilir
Beşinci aşama: İsteğinizin ne olduğunu düşünmeve alıştırma yapma
Şu ana kadar, karşınızdakine sizi neyin rahatsız ettiğini ve bu söz konusudavranışı yaptığı zaman nasıl hissettiğinizi söylediniz. Şimdisıra, karşınızdakinden nasıl bir isteğiniz olduğunu söylemeye geldi.Bu aşamada, basit gibi görünmesine rağmen, dikkate alınacak bazıönemli yönler vardır. Her şeyden önce karşınızdakinden nasıl bir değişiklikistiyorsunuz? Bunun iyice bilincine varmış durumda mısınız?
İstemiş olduğunuz son derece basit bir davranış değişikliğinden,kişinin gerçek benliğini ilgilendiren duygusal yönden çok yüklü, özbenliğitehdit edici bir davranışa kadar uzanabilir. Kişiden ne istediğinizingerçekten farkında mısınız? Bu isteğiniz karşınızdakinin yaşamındanasıl bir değişiklik yapacak?
Demek ki, bu aşamada iki evre var: Bir tanesi kendi yönünüzdenne istediğinizin farkında olmak ve bu isteğinizi açık, seçik bir biçimdesöyleyebilecek duruma gelmek: İkincisiyse bu isteğinizin karşınızdakininyaşamı ve kişiliği içinde ne anlama gelebileceği hakkındabiraz duyarlılık kazanmak; bir başka deyişle, sizin istediğiniz değişikliğinkarşınızdakine ne ifade ettiğinin iyice farkına varmak!
Ne istediğinizin bilincine varıp, aynı zamanda bunun karşınızdakiiçin ne anlama geldiği hakkında bir duyarlılık kazandıktan sonra,şimdi sıra, bu isteğin karşınızdakine yalın ve açık seçik bir biçimde,sadece üzerinde tartışılmak istenen soruna dönük olarak ve yine yalnızcao sorunu belirterek ifade edilmesine gelmiştir. Öneminden dolayı,isterseniz ifadeyi, bir üçüncü kişinin önünde önceden deneyip,geri-iletim alınız.
Daha önce verilen örneğe devam edersek:
A : --Ben konuşurken sözümü kesmeni istemiyorum. Konuşmanabaşlamadan önce bana, --sözün bitti mi?-- diye sormanı istiyorum,--
ifadesi kesin bir dileği ortaya koyar ve öbür insanı büyük sıkıntıyasokmadan uygulanabilecek bir içeriği vardır.
Altıncı aşama: İsteğinizin anlaşıldığını denetleme
İsteğinizin ne olduğunu ifade ettikten sonra, bu isteğinizin anlaşılıpanlaşılmadığını denetlemeniz gerekir. Onun için dördüncü aşamayı,başka bir deyişle, sorununuzun anlaşılıp anlaşılmadığını, denetlemelisiniz.Karşınızdakinin istediğinizi anlaması, onun bu isteği kabuletmiş olması anlamına gelmez. Karşınızdaki isteğinizi anlamayı başarmışsa,bu çabayı şu veya bu biçimde tanımalı ve teşekkür etmelisiniz.
Yedinci aşama: Sorunuzu sorma
Artık bu noktada karşınızdaki sizi neyin kızdırdığını ve bunu değiştirmesiiçin ne istediğinizi biliyor. Artık size sorunuzu sorma kalmıştır.Sorunuz kısaca, --İstediğimi yapacak mısın?-- olabilir. Ya da buanlama gelen bir başka soru da sorabilirsiniz.
Sekizinci aşama: Cevaba karar verme
Şimdiye kadar, karşınızdaki size bir cevap verme olanağına sahipolamadı. Sizin sorunuz üzerine, artık o cevap vermek durumundadır.Nasıl bir cevap vereceğine karar vermeden önce, karşınızdakininbir zaman süresine gereksinmesi olabilir. Sizin isteğinizi olduğu gibikabul edebilir, tümden reddedebilir ya da kısmen kabul edebilir. Bakarsınız,büsbütün yeni bir öneri getirebilir ya da kızabilir, şaşırabilirde... Ancak önemli olan onun kendini rahat hissedeceği bir kararavarmasıdır. Rahat hissetmeyeceği bir karar verirse, zamanla almış olduğukarardan farklı davranmaya başlar; o zaman da birbirinize karşılıklıgüvenin sarsılması gibi daha önemli başka türden sorunlar ortayaçıkabilir. Bu nedenle, karşınızdakinin cevap vermeden önce zamanistemesine itiraz etmeyiniz, tersine onu teşvik ediniz.
Dokuzuncu aşama: Soruya cevap verme
Bu aşamada her ikinizin de kabul edebileceği bir cevaba ulaşmakönemlidir. Bu, pazarlığa girip, birinizin isteğini diğerine zorla kabulettirmesi demek değildir. Her ikinizin de kabul edebileceği ve rahatsızolmayacağı bir çözüm bulmak asıl amaçtır.
Sizin sorununuza verilen cevabı tartışırken, her aşamada, karşınızdakininsöylediğini doğru anlayıp anlamadığınızı kontrol etmeyiunutmamanız gerekir. Bir anlaşma noktası bulamıyorsanız, etkileşimebir süre ara vermek yararlı olur. Daha sonra konuşmayı kaldığınızyerden sürdürmek üzere bir buluşma zamanı saptamalısınız.
Onuncu aşama: Gözden geçirmek için bir araya gelmek
Belirli bir anlaşmaya vararak dokuz aşamayı da başarabilmişseniz,bu kararınızı birkaç gün uyguladıktan sonra, ne hissettiğinizi paylaşmaküzere bir araya gelmelisiniz. Belki de, bu kararı iyi niyetle uygulamakistediğiniz halde, kararın sizi rahatsız eden yanlarının farkınavarmış olabilirsiniz. Ya da, daha doyurucu başka bir çözüm bulmuşolabilirsiniz. Geçen zaman içinde ne hissettiğinizi gözden geçirmekiçin bir araya gelmeniz, her ikinizi de bir zorlama olmadan memnunedecek bir çözüne varmanızı daha da garanti altına alır.
Sizin için önemli bir insanla yapıcı tartışmayı gerçekleştirebilmişolmanız, bu kişiyle ilişkinize yeni anlamlar getirebilir. Her şeydenönce, sizi rahatsız eden sorunu her ikinizi de memnun edecek biçimdeçözebilmiş olmanız, önceki gergin duruma oranla, ilişkinizde birrahatlık ve özgürlük sağlar. Ayrıca aranızdaki önemli bir sorunu yapıcıbir tutum içinde ele alabilmiş olmanız, birbirinize karşı duyduğunuziyi niyet ve güveni perçinler. Bütün bunların ötesinde de, birbirinizeeşit söz hakkı tanıdığınızı, klasik deyimiyle, birbirinize --karşılıklısaygı-- duyduğunuzu kanıtlar.
BOŞALMAK
Bazı anlar, kızgınlık o dereceye gelmiş olabilir ki, insan o anda sadecekızgınlığını dile getirmekle ilgilenebilir, çünkü başka hiçbir şeyidüşünebilecek halde değildir. Bu durumda olan bir insanın yukarıdaanlatılan türden yapıcı tartışma aşamalarını adım adım, soğukkanlılıklaizlemesini beklemek gerçekçi değildir. Kızgın olan kimse, kızgınlığınıbastırmaya çalışarak yapıcı bir tartışmaya girmek istese bile,bu davranışın sağlıklı bir tutum olduğu söylenemez. Çünkü, kişininiçindeki kızgınlık duygusu bastırılamayacak bir şiddete ulaşmışolabilir. Bu şiddette bir duyguyu bastırmak zordur, ancak bir --nazikkişi-- maskesi takmakla, kişi kızgınlığın bastırmış gibi görünür. Nevar ki, maske takmış bir kişinin yapıcı bir tartışmaya girmesi olanaksızdır.Yapıcı tartışma için kişilerin gerçek olması, maskelerindenkurtulmuş olarak kendi iç benlikleriyle etkileşimde bulunmaları zorunludur.Maskeli olarak yapıcı tartışmaya girişmek bir tek sonuçdoğurur: Etkileşimde bulunan kişilerin birbirlerine karşı duyduklarıgüven zayıflar.
Güvensizlik duygusunu geliştirecek bir etkileşimde bulunmakyerine, içindeki kızgınlığı karşısındakine göstermek daha sağlıklı birdavranıştır. Kızgınlığın, öfkenin --boşalması--, gerginliği azaltarak,daha yapıcı bir tartışmaya girme olanağı hazırlar.
Boşalma olayı, etkileşimde bulunan her iki kişi tarafından da bilinirse,kırıcı ve yıkıcı etkileri önlenebilir. Onun için boşalma durumundaolan birey, karşısındakine bunun bir boşalma olduğunu, şuya da bu biçimde baştan ifade etmeye özen göstermelidir. Bunu birjestle ya da bir iki kelimelik bir sözle yapabilir. Uzun zaman birbirlerinitanıyan kişiler, karşısındakinin hangi duygusal durumda olduğunuhemen anlayabilir; ne var ki, yakından tanımayan kişiler içinbu zor olabilir. Ve bu nedenle de, mantıklı düşünemeyecek kadar öfkeliya da gergin olan kimsenin, böyle bir duygusal durum içinde olduğunukarşısındakine, --Şu anda çok öfkeliyim,-- gibi bir ifadeylebelirtmesi, zor olmasına rağmen, büyük yararlar sağlar. Bu bir anlamda,eğitim ve benlik disiplini sorunudur; kendini eğitebilmiş kişiboşalma süresince bile elden geldiğince --ben dili--ni kullanmaya çabalar.Boşalma süresince suçlayıcı --sen dili--ni kullanmak, sonradanyapıcı tartışma ortamına girmeyi güçleştirir.
KAYBEDEN YOK YAKLAŞIMI İÇİN AŞAMALAR
Kızgınlık ve engellenme duygusu, farkında olunan ya da olunmayançatışmalardan kaynaklanır. Sadece kısa süreli duygusal gerginliklerideğil, uzun süreli çatışmaları çözmek de, yaşamın önemli bir parçasıdır.Yukarıda, kızgınlık ve kırgınlık duygularının ifadesinde ve birçözüme ulaşmasında gereken basamakları inceledik. Aşağıda, uzunsüreli çatışmaların çözümünü inceleyeceğiz.
Çatışma değişik nedenlerden kaynaklanabilir ve çözümüne iki temeltutum içinde yaklaşılabilir:
(1) --Ben kazanacağım, o kaybedecek;--
(2) --Her ikimizin de sonuçtan memnun olması gerekir.--
Birinci yaklaşıma kazanma ve kaybetme, ikinci yaklaşıma kaybedenyok yaklaşımı adını verelim.
Eğer yaklaşım, --ya kazan ya da kaybet-- tutumu içine yapılıyorsa,iki kişiden biri mutlaka varılan sonuçtan hoşnut olmayacaktır. Böylebir tutum içinde en güçlü olan, en çok ısrar eden, en hileli davrananüste çıkar. Bu durumda --kazanan--, büyük bir olasılıkla, karşısındakininsaygısını, güvenini ve iyi niyetini --kaybeder--.
--Ya kazan ya da kaybet-- tutumu bu açıdan incelendiğinde, --karşıdakinikaybetme pahasına-- tartışmanın kazanıldığı görülür. --Karşıdakinikaybetmek istemiyorsak, nasıl bir yol izleyeceğiz?-- İzlenecekbir yol vardır ve buna --kaybeden yok-- yaklaşımı adı verilir.
Kaybeden yok yaklaşımı şu şekilde işler: Bir çatışma konusu ortayaçıktığı zaman, taraflardan her biri sadece kendi isteğinin yapılmasınaolanak verecek bir çözümde ısrar edecek yerde, her ikisi de yaratıcıbir biçimde, iki tarafı birden tatmin edecek bir çözüm yolu bulmayaçalışırlar. Çatışmayı çözebilecek değişik yollar düzenli bir biçimdegözden geçirilerek bu gerçekleştirilebilir. Aşağıda ThomasGordon'dan (1970) esinlenerek altı aşamalı bir --kaybeden yok-- yoluöneriyorum.
Birinci aşama: Çatışmayı tanıyın
Sizce sorun nedir? Bu konuda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Burada--ben dili-- kullanmayı ve her ikinizi de memnun edecek bir çözümeulaşma tutumu içinde olduğunuzu belirtmeyi ihmal etmeyin.
İkinci aşama: Birçok çözüm yolu ortaya koyun
Beş ya da on dakika gibi belirli bir zaman süresi içinde aklınıza gelençareleri, iyi ya da kötü, mümkün ya da değil gibi süzgeçlerden geçirmeden,olduğu gibi ortaya koyun. Bu aşamadaki asıl amaç, sorunlailgili olabildiği kadar çok sayıda çözüm yolunu bir liste halinde ifadeedebilecek duruma gelmenizdir. Kişiler kafalarındakini hiçbir süzgecetabi tutmadan, olduğu gibi dökmelidirler.
Üçüncü aşama: Çözüm yollarını değerlendirin
Bu aşamada her çözüm yolunu değerlendirerek, bu çözüm yollarınınher birinin ne kadar tatmin ettiğini tartışacaksınız. Bu evrede kişilerindürüstçe düşüncelerini ifade etmeleri önemlidir. Bir çözüm tarzınıistemediği halde karşısındaki memnun olsun diye kabul etmek,iki kişinin arasındaki ilişkinin sağlığı bakımından sakıncalıdır.
Dördüncü aşama: En iyi çözümde anlaşın
Şu ana dek bütün seçenekleri gözden geçirmiş bulunuyorsunuz.Şimdi her ikinizi de en çok tatmin eden çözümde karar kılmanın zamanıdır.Bu karara ulaştıktan sonra, çözümün ne anlama geldiği birkez daha her iki kişi tarafından ifade edilir. Bu çözümü denemeyekoyma arzusu her iki tarafça belirtildikten sonra, sıra bundan sonrakiaşamaya gelir.
Beşinci aşama: Çözümü uygulamaya koyun
Bu evrede çözümün ayrıntılarını konuşmaya başlarsınız. Burada ayrıntılardankastedilen, çözüm uygulanmaya konduğunda, her iki tarafçane gibi uyarlamalar ve ayarlamalar yapılması gerektiğinin konuşulmasıdır.Çözüm bir planlamayı gerektiriyorsa, bu planı yapmanınzamanı şimdidir. Önemli olan, plan yapıldığı zaman her ikitarafın da bu planı aynı biçimde anlamasıdır. Eğer çözüm bir paramiktarını içeriyorsa, paranın miktarını açık seçik şekilde belirtmeninsırası yine bu aşamadır. Burada üzerinde durulması gereken nokta, çözümün uygulanmaya geçebilmesi için gerekli işlemlerin her iki kişitarafından anlaşılmış olmasıdır.
Altıncı aşama: Çözümü gözden geçirin
Bir çözümün gerçekten uygulanabilir ya da uygulanamaz olduğunudenemeden anlamak zordur. Çözümü bir süre uyguladıktan sonra,gözden geçirmek üzere bir araya gelmekte büyük yarar vardır. Böylebir gözden geçirmeden sonra, çözüm tarzında bazı değişiklikler önerilebilir.Hatta öyle bir durum olabilir ki, çözümü her ikiniz de tatminedici bulmayıp, sorunu yeniden gözden geçirmek gereğini duyabilirsiniz.Önemli olan, sorunun altında ezilmek yerine, her ikinizide hoşnut edecek bir çözüme ulaşıncaya kadar yaratıcı bir biçimdesorunla uğraşmaktır.
SÖZÜN KISASI
İster aile ilişkileri, ister iş ilişkileri çerçevesinde olsun, uzun sürebirlikte olan iki kişinin aralarında sürtüşme ve çatışmaların çıkmasıdoğaldır. Doğal olmayan, bu çatışmaların ilişkiyi bozması ve yıpratmasıdır.Yıkıcı tartışma küçükten beri çevrede görerek öğrenegeldiğimizve çoğu kimselerde köklü bir alışkanlık halinde yerleşmiş birdavranış biçimidir. Aralarında çıkan sorunları, bireyler bu tür yaklaşımlaele aldıklarında, elde edilen sonuç genellikle olumsuzdur. Yapıcıtartışma ve iyi niyet, karşılıklı güven ve eşit söz hakkı ortamındagerçekleşebilir. Böyle bir ortam uzlaşmaya varabilmek için zorunlu,ne var ki, yeterli değildir; yapıcı tartışma tutumunu uygulayabilmesiiçin, bireyin kendini bilinçli olarak eğitmesi gerekir.
:::::::::::::::::
9
İletişim ve Toplum
İnsan ancak ilişkileri içinde varolabilen bir yaratık olduğundan,insanların düşünebilme, düşündüğünü karşısındakine anlatabilme yeteneği,toplumsal yaşamın temelini oluşturur. İnsanoğlunun düşünceve duygu alışverişini kısıtlamak ya da genişletmek onun yaşambiçimini değiştirir. Çağımız bu tür bir değişime, bu alışverişingenişlemesine tanık oluyor. Bu değişim, simgelerin ve mesajların yoğunbir biçimde üretilmesinden ve geniş bir alana yayılabilmesindenkaynaklanmaktadır. İletişim teknolojisindeki gelişmeler kadar hiçbirteknolojik buluş yaşam biçimini, bireylerin bilinçlenmesini ve toplumsaldavranışlarını etkilememiştir. Amerikalı Kitle İletişim uzmanı Thayer,konuyu şöyle özetler:
--Ağızdan ağıza hikayeciler aracılığıyla, bir kuşaktan diğerine aktarılanbilgi, yazının icat edilmesiyle kitaplar aracılığıyla aktarılmayabaşladı. Matbaanın icadı ve okur yazarlığın yaygınlaşması, bugünkükarmaşık sanayi toplumunun tabanını oluşturan bilgi alışverişinin ortayaçıkmasını sağlamıştır. Bugün, uzaydaki uydular aracılığıyla,dünyanın her yerinin birbirine bağlandığı bir çağda yaşıyoruz; herhangibir ülkedeki olayı, dakikalarla sayılabilecek zaman süresiiçinde, bütün dünya öğrenebilmektedir.
Toplumun modernleşmesi, karmaşıklaşması oranında, insan ilişkilerininsayısında bir artma olmuştur; bir gün içinde yüzlerce ilişkidenoluşan bir ilişkiler ağı içinde yaşıyoruz. Büyük bir kentte, bir kişiningünde ortalama bin beş yüz kadar mesaj aldığı, bir başka ifadeyle,günde ortalama bin beş yüz kez bir kimse ya da kimseler tarafındandikkati çekildiği, bir şeyler yapması istendiği, olumlu ya da olumsuzeleştirildiği, güldürüldüğü, düşündürüldüğü hesaplanmıştır.--
Sanayi öncesi toplumlarda, ancak fiziksel güçle ulaşılabilen kimselerleiletişim kurabilirdi. Yürüme mesafesinde oturan mahalledekikişiler, aynı kasabada oturan yakınlar, akrabalar, dostlar, komşularen yoğun ilişki kurulan kimselerdi. İletişim araçlarının gelişmesi,ilişki çevresini çok genişletmiş bulunuyor. Artık kasaba, kent ya daülke sınırlarını aşan arkadaşlıklar ve dostluklar kurulabiliyor.
Aynı binada oturan komşunun annesinin öldüğü bilinmeyebilir,ne var ki, Amerikalı bir müzisyenin geçirdiği trafik kazasından haberdarolunur. İlkel yerleşim toplumlarında --mahalleli olma-- büyükönem taşırdı. Mahallesinin namusunu, şerefini korumak için dövüşüldüğünüduymuşsunuzdur. Bugün kentin, hatta yurdun birçokyerlerine dağılmış kimselerin oluşturduğu derneklerin, kuruluşlarınüyesi olmak, iki insanı yaklaştırabilmekte ya da uzaklaştırabilmektedir.Aynı mahallede oturmanın, artık pek anlamı kalmamış gibidir.
Acaba iletişim olanaklarındaki bu artış, geçici bir özelliğe mi,yoksa sürekli bir değişime mi işaret ediyor? Geleceğin Şoku adlı kitabıylaün yapan Amerikalı sosyolog Alvin Toffler, zaman boyutu içindebilimsel ve teknolojik gelişimin hızını incelemiştir (Toffler, 1970).Toffler, insanların dünya yüzünde varoluşunu kanıtlayan belgelerinelli bin yıl öncesine kadar gittiğini söyler. Her biri altmış iki yıl olanbir yaşam birimi kabul edilirse, bu elli bin yıllık süre sekiz yüz yaşambirimiyle ifade edilebilır. Bu sekiz yüz yaşam biriminin en sonuncusuiçinde meydana gelen bilimsel ve teknik değişiklikler, icatlar,keşifler, kendinden önceki bütün yaşam birimlerinde meydanagelen değişikliklere denktir. İnsanlık altı yüz elli yaşam birimi boyuncamağaralarda yaşamış, yalnız son yetmiş birim boyunca yazıyıkullanır hale gelmiştir. Basım makineleri, ancak son altı birim içindekullanılmıştır. Elektrik motoru, son iki yaşam birimi boyuncakullanılmaktadır.
İnsanlık, ancak sekiz yüzüncü yaşam biriminde ilk kez tarımdandaha çok sanayiye ağırlık veren bir toplum kurmuştur. Önceleri, nüfusununyüzde yetmiş ya da sekseni tarımla uğraştığı zaman ancakdoyabilen uluslar, şimdi, nüfusunun ancak yüzde on beşini tarımsektörüne ayırıyor; nüfusun geri kalan yüzde seksen beşi endüstri,ticaret, eğitim ve yönetimle uğraştığı halde, beslenme konusundaherhangi bir sorun çıkmıyor. Böylece insanlar, doğal gereksinimlerinikarşılamak için, bütün günlerini bedensel çalışmaya ayırma zorunluğundanartık kurtulmuş ve ticaret, endüstri, eğitim, sanat ve bilimleuğraşma olanağı bulabilmişlerdir. Bu uğraş alanlarındaki ilerlemeler,iletişim olanaklarını geliştirmiş, iletişim araç ve gereçlerindekigelişmeler de bilim, eğitim, sanat ve ticaret alanlarındaki etkililiğinsınırlarını büyütmüştür. İletişim olanaklarındaki bu gelişim, enbelirgin olarak kitle iletişiminde kendini göstermiş ve toplumsal yaşamayepyeni boyutlar eklemiştir. Şimdi kişiler arası iletişimle, kitleiletişimi arasındaki farklara kısaca bir göz atalım.
KİŞİLER ARASI İLETİŞİM VE KİTLE İLETİŞİMİ
Kişiler arası iletişim, kişilerin (kaynak ve hedef birimlerin) yüz yüzekarşılıklı konuştukları durumlarda olur. Kitle iletişiminde kaynak vehedef birimler karşı karşıya gelmezler; gazeteler, dergiler, film, radyove televizyon kitle iletişiminin kanallarını oluştururlar ve bu kanallararacılığıyla bir tek kaynak çok sayıda hedefe geniş bir alan vezaman içinde ulaşabilir. Yukarıda belirtilenlerin dışında, kitle iletişimi,geri-iletim, iletişim ortamı, ulaşım sınırlaması ve etki yönlerinden,kişiler arası iletişimden farklılıklar gösterir.
Geri-iletim
Kişilerin yüz yüze yaptıkları konuşmalarda geri-iletim doğrudan veanında vardır: Karşıdakinin söylediklerinden, yüz ifadesinden, sesinintonundan, bedeninin duruşundan, söylediklerimize nasıl bir tepkidebulunduğu anlaşılır. Ne var ki, kitle iletişiminde geri-iletim dolaylıve gecikmeli olarak vardır; bazı durumlardaysa hiç yoktur. Gazeteya da dergide yazısı yayınlanan yazar, televizyondan konuşmasısunulan konuşmacı, ancak kendisine gelen mektuplar, telefonlar yada benzeri mesajlarla tepki alabilir. Filim yapıcısı, filim eleştirmenlerininyorumları kadar, filmine gelen seyirci sayısını da bir geri-iletimolarak değerlendirebilir. Bir başka deyişle, kişiler arası iletişimde çiftyönlü olma zorunluğu vardır, kitle iletişiminde bu zorunluk yoktur;sadece iletim olarak, tek yönlü kalabilir.
İletişim ortamı
Kişiler arası iletişimde iletişim ortamı, yakın ilişkilerin ortayaçıkabileceği özel, mahrem durumlardan, oldukça yapılaşmış resmi durumlarakadar geniş bir yelpaze içinde değişiklik gösterebilir. Örnek olarak,iki sevgilinin başa başa kalabileceği samimi bir ortamla, iki resmikuruluş arasındaki iş görüşmelerinin yapıldığı biçimsel ortam verilebilir.Kitle iletişiminde, iletişim ortamı yönünden bu denli çeşitlilikyoktur; iletişim ancak yapılaşmış ve kuralları belirgin olan biçimselortamlarda oluşabilir. Bu nedenle, yazar ya da televizyon sunucusu,evde eşiyle konuşurken kelimeleri nasıl kullandığı konusundapek titizlik göstermezken, yazdığı yazıda ya da televizyondaki sunuşkonuşmasında, dikkatli olmak zorunluğunu duyar.
Ulaşım sınırlaması
Kişiler arası iletişimle ulaşılabilecek insanların sayısı sınırlı olduğuhalde, kitle iletişimiyle ulaşılabilenlerin sayısı hemen hemen sınırsızdır.Gazete, dergi, film, radyo ve televizyon aracılığıyla ulaşılabilecekokur ya da dinleyici sayısının üst sınırını teknik olanaklar saptar;bu olanaklar da, çağımız iletişim teknolojisi çerçevesinde geniş kapasitelereulaşmıştır. Söylediğimiz sözü bir odaya ya da bir alana toplamışsınırlı sayıda kimseler duyabildiği halde, radyo ve televizyonaracılığıyla, örneğin, bütün dünyadaki insanlara duyurabilme olanağımızvardır.
Etki
İletişim alanında yapılan araştırmalar, kişiler arası iletişimin tutumlarındeğiştirilmesinde, kitle iletişiminin ise bilgi aktarılmasında dahaetkili olduğunu ortaya çıkarmıştır (Rogers, 1973). Bir başka deyişle,yeni tutumların oluşmasında ya da eski tutumların değişmesindeyüz yüze yapılan konuşmalar; bilgi aktarımının ağır bastığı eğitimkurumlarındaysa kitle iletişimi, daha etkili olur.
Toplumumuz büyük bir hızla değişiyor. Türkiye'nin toplumsaldeğişmesinde kitle iletişimi kuşkusuz önemli bir yer tutar. Gazetelerin,dergilerin, radyo ve televizyonun Türk toplumunu ne yönde vene ölçüde etkilediğini araştırmak ve tartışmak, temelde kişiler arasıiletişimi kendine konu edinmiş bu kitabın kapsamını aşar. Bu nedenlekitle iletişiminin sosyo-kültürel değişme ve toplumsal kalkınmaylailişkilerine genel hatlarıyla ve kısaca değinmekle yetineceğiz.
KİTLE İLETİŞİMİ VE SOSYAL KÜLTÜREL DEĞİŞME
--Kitle iletişiminin toplumun değişmesine katkısı var mıdır?-- --Kitleiletişimi toplumu ve kültürü hangi yönde etkiliyor?-- gibi sorularaaçık seçik cevap vermek sanıldığından daha zordur. Toplumun değişmesinden,--bireylerin düşünce ve duygularını belirli bir yöndedeğiştirme-- anlaşılıyorsa, birinci sorunun cevabı hem --Evet-- hem de--Hayır-- olabilir. Söz konusu toplumdan iletişim kaynaklarını denetleyenkişiler ve kurumlar, o belirli yöndeki değişime taraftarlarsa vebu amaçla yayınlarını sürdürürlerse, zaman içinde toplumda istenilenyönde bir değişme ortaya çıkabilir. Ortaya çıkabilir diyorum,çünkü, toplumun belirli yönde değişmesini, sadece kitle iletişimi belirlemez;siyasal, askeri, ekonomik birçok öğenin oluşturduğu karmaşıketkenler, bir ulusun siyasal ideolojisini, ekonomik yaklaşımını,eğitim anlayışını biçimler.
Eğer toplum değişmesi, belirli bir yön düşünülmeden, --sadecedeğişim-- olarak anlaşılıyorsa, o zaman, yukarıdaki sorulan ilk soruyadaha rahat bir biçimde --Evet;-- denebilir. Çünkü, kitle iletişiminingetirdiği yaygın etkileşim, şu ya da bu yönde, mutlaka bir --değişim--getirir.
Kitle iletişimi, içinde yer aldığı toplumun; sosyal, ekonomik ve siyasalyapısından soyutlanarak incelenemez. Örneğin, gelişmiş bir sanayitoplumunda yer alan kitle iletişimi ile, gelişmemiş ya da gelişmekteolan bir toplumdaki kitle iletişimi arasında, birçok yönden büyükfarklar vardır. Toplumun ekonomik gelişiminin yanı sıra, o toplumunyönetim biçimi de (demokratik, totaliter, sosyalist ya da faşistaskeri cunta gibi) kitle iletişiminin işleyiş biçimini belirler. Göz önünealınması gereken bir diğer etken de, kitle iletişim kaynaklarınıkimlerin yönettiğidir; devlet yönetiyorsa başka, ticari amaçlarla özelgirişim yönetiyorsa başka türlü etkililik gösterir. Örneğin, ikisi de sanayiyönünden gelişmiş olan ABD ve Sovyetler Birliği'nde kitle iletişimifarklı biçimlerde yönetilir: İlkinde posta dışında telefon ve telgrafda dahil olmak üzere gazete, dergi, radyo ve televizyon gibitüm kitle iletişim kaynakları ve araçları özel şirketlerin, ikincisindeysedevletin yönetimindedir. Türkiye bu konuda Avrupa devletlerininizlediği yolu seçmiştir; gazete ve dergiler özel kuruluşlara, posta,telgraf, telefon, radyo ve televizyon devlet yönetimine bırakılmıştır.
Kitle iletişimi Cumhuriyet döneminde toplumsal ve siyasal yaşamdaönemli bir yer tutmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun sonyıllarında aydınlar arasında düşünsel düzeyde kalan sosyal reformlar,Cumhuriyet'in kurulmasıyla uygulanmaya konmuş ve kitle iletişimi,gerçekleştirilen sosyal reformların yaygınlaştırılması amacıylabilinçli bir biçimde kullanılmıştır. Cumhuriyet kurulduktan kısa birsüre sonra hükümet dil konusuna eğilme gereğini duymuş, TürkiyeBüyük Millet Meclisi Kasım 1928'de yeni Türk Alfabesi'ni kabul etmiştir.Daha sonra, Türk dilini Arapça ve Farsça'nın etkisinden kurtarmakiçin dilde arılaştırma akımı başlatılmış, bu konudaki araştırmave uygulamaları yürütmek üzere Temmuz 1932'de Türk Dil Kurumukurulmuştur. Uzun bir süre devletin yönetimindeki yayın faaliyetlerinin,örneğin ders kitaplarında, radyo ve televizyon konuşmalarındakullanılan sözcüklerin --Arı Türkçe-- olmasına özen gösterilmiştir.Böylece hem daha sade bir Türkçe yaratılmaya çalışılmış,hem de --Batı--ya açılmak isteyen bir ülke olarak --Doğu--nun etkisinitaşıyan kelimelerden kurtulmak amaçlanmıştır.
Kitle iletişiminin etkisi toplumumuzda okur yazar sayısındaki çoğalışaparalel olarak artmış, bugün artık gazete ve dergi geniş birhalk kitlesinin günlük yaşamına girmiştir. Zamanla Cumhuriyet hükümetleribelirli bir plan çerçevesinde önce radyoyu daha sonra datelevizyonu ülke çapında yaygınlaştırmışlardır. Çok partili demokratikyönetim biçimini kabul eden Türk toplumu, basın özgürlüğü konusundayoğun bir mücadeleden başarıyla çıkmıştır. Türk devletininçağdaşlaşma, özgürlükçü demokrasi içinde kalkınma ve modernleşmetemel ilkeleri bugün geçerliğini ve güncelliğini koruyan ilkelerdirve Türk kamuoyu bu ilkelerin uygulanmasına dönük konulara duyarlıdır.
Yukarıda ana hatlarıyla sözü edilen sosyal reformlardan biri deTürk kadınının toplumdaki yeriyle ilgilidir. Medeni kanunun çıkmasıylakadınlar yasa önünde erkeklerle eşit haklara sahip olmuş; eğitimkurumlarına girerek, değişik mesleklerde --hayatını kazanma--olanağına kavuşmuştur. Ne var ki, yasal değişmeler hızlı bir biçimdegerçekleştirilebildiği halde, toplumsal normlar ve değerler o denliçabuk değişmez. Çünkü sosyal idoller, sosyal değerler ve beklentilerebağlı olarak toplumsal yaşamın önemli öğelerinden birini oluştururlar.Bir başka deyişle, bir sosyal değer ve buna bağlı olarak yeni birsosyal rol oluşturmadan, birey eski değer ve rolleri bırakamaz; yoksabenlik bilincinde belirsizlik ortaya çıkar, --Ben kimim?-- sorusuna yanıtveremez duruma düşer. Türkiye gibi toplumsal değişme ve kalkınmasüreci içinde bulunan toplumlarda, kitle iletişimi bireye yenisosyal değerlerlerle rolleri öğretmede ve pekiştirmede etkili bir araçolarak kullanılabilir.
Her toplum, kadın ve erkeğin sosyal rollerini farklılaştırmıştır.Bir kadın nasıl davranmalıdır? Bir erkek ne zaman --erkekçe-- davranmışolur? Bunlar her toplumda geçerliği olan sorunlardır. Farkındaolmadan her Türk, yaşamı boyunca --Kadın nasıl davranmalıdır?----Erkek nasıl davranmalıdır?-- sorularının yanıtlarını öğrenmiştir. Bununyarattığı beklentiler çoğu kez bilinçli değildir. Refik Erduran'ıntoplumumuzda cinsiyete dayalı rollerle ilişkili aşağıdaki yazısı, cinsiyetebağlı sosyal rollerin çoğu kez farkında olmadığımız bazı yönlerinisergiliyor.
--Şöyle bir haber başlığı görseniz ne dersiniz?
--Polis 26 Başıboş Erkek Topladı.--
Bunu yazanın erkeklerle köpekleri karıştırdığını düşünürsünüzdeğil mi? Çünkü insanın tasmalanması gerekmez ki, başıboşluğundansöz edilebilsin. Ancak sahipsiz köpekler --başıboş-- olur ve kuduzyayılmasın diye --toplanır--.
Gelelim geçenlerde en büyük gazetelerimizin birinin birinci sayfasındakocaman renkli fotoğraflar ve iri harflerle şu başlık yayımlanabildi:
--POLİS BİR GECEDE 26 BAŞIBOŞ KIZ TOPLADl--
Buradaki kız sözcüğü yaşı küçük dişi vatandaş anlamında kullanılmıyor.Resimlerde görüldüğü gibi, --toplanan-- vatandaşların çoğuyetişkin kişiler. Yani gözaltına alınmalarının nedeni yaşlarınınküçüklüğü değil, dişilikleri.
Haberde belirtildiğine göre, son zamanlarda evlerinden kaçan kadınlarve ev kızları çoğalmış. Bunlar caddelerde başıboş dolaşırken İstanbulpolisi tarafından --yakalanmakta--ymışlar...
Ben böyle şeyleri okurken gözlerime inanamıyorum, bir kabustabinlerce yıl öncesinin bir köle toplumuna düşmüş gibi oluyorum.
--Ev kızları-- ne demektir? Uygar bir toplumsak kız ve erkek bütüngençlerimizin evi olması gerekmez mi? Yapılan ayırıma göre ev kızlarınınkarşıtı nedir? Yurdumuzda mağara kızları, dağ kızları, bayırkızları falan mı var?
Sonra, kadınların kızların evden kaçması ve yakalanması nedir?Hayvanlar ve suçlu insanlar yakalanır. Mahpus ya da bağlı olmayankişi de kaçmaz zaten, bir yerden bir yere gider.
Dişi vatandaşlarımıza insanın biraz altında yaratıklar gözüylebaktığımız günlük konuşmalarımızdan da bellidir. Siz hiçbir erkeğinbaşkasının karısına kaçtığını duydunuz mu? Ama erkeklerimizin karılarıbaşka erkeklere kaçarlar.
Sahipli hayvana benzetiş, kimi zaman büsbütün açığa çıkar deyimlerimizde.Kocaya --verilen-- kıza --başını bağladık-- deriz. Yasakuygulamaların sorumluluğunu böylece bir erkeğe aktaran ana babarahat bir nefes alırlar.
Gazete resimlerindeki kızların yüzlerinde tüyler ürpertici bir isyanvardı. Acaba onlar mı başıboş, yoksa insan duygularını hiçe sayankafalar mı tın tın?..--
Cinsiyete bağlı rollerin getirmiş olduğu bir değer sisteminden sözedilebilir. Örneğin, toplumumuzda --erkek gibi kadın-- sözü bir övgüolduğu halde, --kadın gibi erkek-- bir sövgü ifade eder.
Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen sosyal reformlar sayesindeekononük özgürlüğünü elde eden kadın, sadece erkeğe hizmetiçin, onu memnun etmek nedeniyle yaratılmış bir varlık olduğu anlayışınıartık kabul etmez. Yasal ve ekonomik özgürlüğünü kazanankadınlar, toplumun kendisine empoze etmiş olduğu geleneksel sosyalrollerin ve beklentilerin dışına çıkma çabası gösteriyor. Gelenekselkültür içinde Türk kadınından beklenenlerin ne olduğunu Aysel'inhikayesinden öğreniyoruz. Aysel, Adalet Ağaoğlu'nun ÖlmeyeYatmak adlı romanının kahramanıdır.
--Kardeşim Semiha, sana nasıl anlatsam bilmem. Ulu Atamızınbize açtığı yolda medeni bir alem. Bütün herkes kız demeden, erkekdemeden orta yere çıkıp ikişer ikişer birbirlerine sarıldılar, döndüler.Bizim orda müsamerede oynadığımız oyunlardan çok daha samimi.Sen ne düşünürsün bilmem, ama bence, ben çok uygar buldum.Dündar öğretmenin o kadar çabalayıp da bize zorla yaptırdığı bir işinböyle artık tabii bir şey oluşu çok hoşuma gitti. Fakat eniştem, yanımızagelip de beni birlikte dans etmeye çağıran kırmızı saçlı bir oğlanıazarlayınca çok utandım. Ne olsa eniştem de benim yanlarındaemanet olduğumu düşünüyor. Eve dönünce teyzeme, --babasınınbana pezevenk demesini istemem tabii-- dediğini duydum, ki o dahaklıdır bir bakıma. Ancak sen de bilirsin ki, biz kendimizi bildiktensonra ne olacak değil mi?»
...
--Bu yıl Türkçe öğretmenimiz Sabiha hanımı çok seviyorum. Galibao da beni seviyor. Fakat tarih öğretmenimiz Nihal hanımdan çokkorkuyorum. Çok sert ve benim çok çirkin giyindiğimi söylüyor: Saçlarımıgarplı bir kız gibi kestirmemi, alagarson yaptırmamı istiyor.Fakat babam, bunu duymak bile istemez...--
--...Ulu önderimiz demiş ki, --Bu dünyada ne varsa, kadının eseridir.--Acaba Ulus Alanı'ndaki ve Güven Parkı'ndaki heykelleri kadınlar mıyapmış? Bunu daha öğrenemedim.--
--... Annem saçını ondüle yaptırdı. Fakat babam daha başörtüsünüçıkartmıyor...--
--Emin Efendi'nin büyük oğlu, Aysel'i görmeye gelmedi. Onun yerineküçük oğlu Ertürk gelip Salim Efendiye bir pusula verdi: --Kerimenizinköylülerimizden Ali oğlanla gizli münasebet kurmuş olduğuöğrenilmiş bulunduğundan... Salim efendinin Hüsnügü-zel'de tuttuğudört kişilik odadan o akşam yükselen iniltiler neredeyse Hiroşima'dakiiniltileri, ağlamaları geçti. Kocasının zoruyla Fitnat hanım,kızını çok sıkıştırdı. Hiçbir şey öğrenemedi. Hamamda gövdesini incedeninceye gözden geçirdi. El değip değmediğini keşfe çalıştı. Bukız başına gelen felaketin hiç mi hiç farkında değildi? Babasından şuyaşında onca dayak yedi de bir ağlamadı. Sanki üstüne geçici bir şeyçullanmıştı: Sıyrılıp gideceği zamanı bekliyordu. Kızının yerine Fitnathanım bol bol ağladı. Kendine öğretildiği ve kendine ve yapıldığı biçimdekızına duyduğu sevgiyi içine gömdü. --Kırk yılda bir gezme, oda burnumdan geldi. Kaplıcaya rezil olduk. --Kızımını adı çıktı...--deyip deyip ağlıyordu. Artık kim bilir başka daha nelere ağlıyordu.Adlandıramadığı ince derin sızılar...--
...
--Alain'in öyle büyük bir doğallıkla kendini kucaklayıvermesi Aysel'ihiç irkiltmedi. Tek düşünce: Alain'le arkadaş olmam ne güzel.Gözleri kollarını, bacaklarını yemiyordu. Gözleri, --Sen bir şey anlamazsın--da demiyordu. Alain oysa, henüz yirmi yaşında. Neden sankiötekiler, kendi ülkesinin gençleri de böyle değillerdl? Acaba nedenAydın, Alain gibi olamıyordu? Örneğin, bir Tan Olayı'nı karşılıklıoturup sakin sakin, bütün doğruları ve yanlışları tarta biçedeğerlendirmeleri, birbirini böylece çoğaltmaları için ne eksikti? Eksikolanları ortaya çıkarmak ve değerlendirmek için neden ille yabancı bir ülkede bulunmak gerekiyordu. Mantık kitaplarında onlar da düşünmeyöntemlerini, doğruyu saptama yöntemlerini öğrenmişlerdi...--
KİTLE İLETİŞİMİ VE TOPLUMSAL KALKINMA
Dünya Ülkelerinde Toplumsal Kalkınma
Toplumsal kalkınma, günümüz uluslarının en belirgin ortak amacınıoluşturur. Birçok coğrafi bölgede, değişik yönetim içinde, farklı ırklardanve dinlerden oluşmuş uluslar, ekonomik ve sosyal gelişmeyien hızlı biçimde gerçekleştirmek uğraşısı içindedirler. Dünya uluslarından--gelişmişler-- ve --gelişmekte olanlar-- biçiminde söz etmek,ekonomi ve sosyoloji alanlarında alışkanlık haline gelmiştir. Gelişmişülkeler, şu ya da bu biçimde sanayi devrimini geçirmişler, gelişmemişülkelerse böyle bir olguyu yaşamamışlardır.
Batı Avrupa'da sanayi devriminin yolu Rönesans'la başlayan ortamdangeçer; bu ortam içinde siyasal inançların ifade özgürlüğüoluşmuş, okur yazar oranı ve eğitimin niteliği yükselmiş, ticaret vesermaye artışı gerçekleşmiştir. Bilim ve teknoloji böyle bir ortamiçinde önem kazanmış, icatlar ve keşifler birbirini izlemiştir. Avrupa'danKuzey Amerika'ya göç eden Avrupalılar sanayi devrimini buülkeye getirmişlerdir. Daha sonra Japonya ve Sovyet Rusya kendi sanayidevrimlerini gerçekleştirmişlerdir.
Dünyanın üçte ikisini oluşturan uluslar şimdi sanayi devriminindışında kalmış olmanın kaybını gidermek üzere yoğun bir kalkınmahamlesi içine girmişlerdir. Bu ulusların çoğu neden daha önce birkalkınma çabasına girmemişlerdir? Neden şimdi toplumsal kalkınmaulusların en önemli sorunlarından biri olmuştur?
İletişim ve ulaşım olanaklarındaki gelişme, nedenlerden biridir.Ulusların yönetici ve aydınları, iletişim ve ulaşım olanaklarının gelişmesisonucu, kalkınmış ülkelerle yoğun bir ilişkiye girebildiler. Radyo,telefon, televizyon teknolojisindeki gelişmelerin yanı sıra, ulaşımalanında kendini gösteren kolaylıklar, gelişmiş ülkelerin yaşam biçimlerinigözler önüne sermiştir. Yönetici ve aydın kolayca gidip görebildiğimodern toplum yaşamından etkilenirken, kendi ülkesindekiyurttaş da, benzeri bir süreç içinde yapılan yollar sayesinde köydenkente kolayca gelmeye ve kent yaşamını görüp öğrenmeye başlamıştır.
Diğer bir neden de, bloklaşan dünya siyasal ortamında her birblokun kendine yandaş bulma çabasıdır; bulduğu yandaşlarını ekonomikyönden güçlendirecek blok içi ticari ve kültürel bağların artması,karşılıklı bağımlılığın oluşması lider durumunda olan devletingüçlenmesi demektir. Gelişmiş ülkelerin oluşturdukları bloklar gelişmemişlerekalkınmalarında yardım edecek bilimsel ve teknolojik kapasiteyeerişmişlerdir. Sanayileşmeyi yaratabilecek böyle bir bilimselve teknolojik gücün kendilerinde olması, lider devletlerin yarışmasınıkamçılamıştır. Ulusların içinde ve dışında oluşan koşullar kalkınmayı,böylece çağımızın en yaygın toplumsal olgusu durumuna sokmuştur.
Kalkınmanın Temel Öğelerinden Biri Olarak İletişim
Geleneksel kültür yapısı içinde yaşayan bir köye giren ufak birtransistörlü radyo, dünyaya açılmış bir penceredir ve köyü dünyayla etkileşimhaline getirir. Köye giren ilk radyo, sahibine sosyal itibar kazandırır,dış dünyadan gelen haberleri onun aracılığıyla duyabileceğinianlayan köylü, radyo sahibinin evine kolaylıkla gidebilmek, haberlerive değişik programları dinleyebilmek için o kişiyle iyi geçinmeyedikkat eder. Belki çoğumuz köye gelen ilk radyoya köylülerintepkisini görememişizdir, ne var ki, ülkemizde televizyon henüz enderkenkahvelere halkın yığılışını, televizyonu olan evlere özel programgeceleri misafirlerin gelişini hatırlayabiliriz.
Köye giren her radyo, alınan her televizyon, okunan her gazeteve dergi, toplumu daha geniş bir dünyayla ilişki içine sokar ve toplumungeleneksel yaşam ve dünya anlayışını etkilemeye başlar. Ekonomikkalkınmanın gerçekleşebilmesi için geleneksel kültür içinde yetişmişbireylerin düşünüş ve davranış biçimlerinde temel değişmelerinyer alması gerekir. Toplumsal kalkınma konusunda inceleme yapaniletişim uzmanı John Condliff araştırmaları sonucunda vardığıkanıyı şöyle dile getirir:
--Beklentilerde meydana gelen, yükselme doğrudan doğruya ekonomikkalkınmaya götürmez, bu beklentilerin ekonomik güdülenmeyedönüştürülmesi gerekir. Güdülenme, değerlerde bir değişiklikanlamına gelir. Kız ve erkek çocuğun eğitimi için gerekli özveriyigöstermeye hazır değilse, o ülkede ekonomik kalkınma kolay kolaygerçekleşemez. Kalkınmanın olabilmesi için, toplumdaki bireylerin,eğitimi ve refahı, gösterişli ve masraflı düğün göreneklerinden ve hiçbirşey yapmadan boş oturmaktan daha üstün tutmaları gerekir.--(Schramm, 1964).
Daha önce ifade edildiği gibi, sosyal değerler ve sosyal roller değişmeyedirenç gösterirler; bu nedenle, toplumsal kalkınma ağır gerçekleşenbir sosyo-ekonomik süreçtir.
İletişim sosyolojisi alanında çalışmalarıyla tanınan Frederick Harbison,yetmiş beş ülkenin kalkınma çabalarını inceledikten sonra,aşağıdaki yargıyı dile getirir:
--Bir ulusun ilerlemesi her şeyden önce o ulusun bireylerinin gelişmesinebağlıdır. Bireylerinin potansiyelini geliştirmeyen ve onlarınşevkini kamçılamayan bir ulus ekonomik, siyasal ya da kültürel hiçbiryönde kalkınmayı gerçekleştiremez. Gelişmemiş ülkelerin çoğununtemel sorunu doğal kaynaklarının kıtlığı değil, insan kaynaklarınınkıtlığıdır. Bu yüzden gelişmek isteyen uluslar önce insan kaynaklarınıgeliştirmeye ve değerlendirmeye yönelmelidirler. Bir başka deyişleönce eğitim düzenlerini geliştirmeli ve bireylerine kalkınmadayararlı beceriler verebilmelidirler. Bir ulusun üyelerinin umutlu oluşu,ruhsal ve bedensel yönden sağlıklı oluşu, toplumsal kalkınmanınönde gelen koşullarındandır.-- (Schramm, 1964).
Harbison'un önem verdiği insan potansiyelini geliştirme uğraşısıyla,eğitim ve iletişim arasındaki bağın daha fazla açıklama gerektirmeyecekkadar belirgin olduğu kanısındayım. Böylece iletişim,toplumsal kalkınmanın temelinde önemli bir yere oturtulmuş olur.Toplumsal kalkınma sürecinin başlamış olduğu toplumlardaki bireyler,farkında olmadan, yaşamlarında bazı varsayımları uygulamayabaşlamışlardır. Bu varsayımlardan bazıları, geleneksel kültürünsosyal inançlarına ters düşebilir; ne varki, zaman modernleşmeninve gelişmenin lehinde çalışmaya başlamıştır artık. Aşağıdakileri, buvarsayımlara örnek olarak gösterebiliriz:
Bilgili olmak cahil olmaktan daha iyidir. İsterse herkes bilgiliolabilir.
Sağlıklı olmak ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek mümkündür;hastalık insan kaderinin bir parçası değildir.
Aç kalmamak insanın elindedir; iyi ve değişik gıda alarakdengeli bir beden geliştirmek olanağı herkese açıktır.
Rahat koşullar içinde yaşamak, yoksul olmaktan daha iyidir;yoksulluğun övülecek bir yanı yoktur.
Ulusun yönetimine etkili bir biçimde katılmak, yönetimi pasifbir seyirci olarak izlemekten daha iyidir.
Bu ve benzeri varsayımlar, kişinin günlük yaşamı içinde biçimlenir,anlamlanır ve zihninde kök salar. Zamanla bu varsayımlar gelişenyeni toplumun sosyal inançlarını oluştururlar.
KİTLE İLETİŞİMİNİN ÜÇ TEMEL İŞLEVİ
İster sanayileşmiş toplumda, isterse henüz gelişmeye yeni başlamışülkelerde incelensin, kitle iletişiminin üç temel işlevi vardır. Ne varki, sanayileşmiş toplumlarda kitle iletişimi bu işlevlerini daha karmaşıkbir düzen içinde yerine getirirken, gelişmesine yeni başlayantoplumlarda daha basit ve küçük çapta gerçekleştirir; değişen iletişiminkarmaşıklık derecesi ve daha başka boyutların işe karışmasıdır.Bu temel işlevler şunlardır:
1. Haberci işlevi: Kitle iletişimi, dışında olan olaylar kadar, içindeolan olaylardan da toplumu --haberdar-- eder, bilgi verir. Bu işlevaracılığıyla gelişen toplumlarda kentli köylüye, köylü de kentliye ilgiduymaya başlar; kentli toplumsal kalkınmanın gerçekleştirilebilmesiiçin köylünün çalışma koşullarının modernleştirilmesinin zorunlu olduğunu,köylü de --insan gibi yaşayabilmek-- için kentlinin sahip olduğuyol, su ve elektrik gibi olanaklara kavuşması gerektiğini kavramayabaşlar. Daha önce devletin varlığını sadece vergi memuru vejandarmanın uğramasıyla anlayan köylü, siyasal yaşamla şimdi etkiliolarak ilgilenmeye başlar. Artık vergi memuru ve jandarmanın yanısıra öğretmenler, ziraat teknisyenleri, yol yapımcıları ve su işlerigörevlileriyle de devlet varlığını köyde göstermeye başlar.
Uluslararası alanda da, gelişen ülkeler kendi çıkarlarını güçlüdevletler karşısında daha iyi koruyabilmek için, Üçüncü Dünya Devletlerigibi topluluklar oluşturmaya başlarlar. Böylece, daha önce birerseyirci durumunda olan devletlerin yerini, dünya siyasal yaşamınaetkili bir biçimde giren devletler alır. Bir başka deyişle, gelişmekteolan ülkenin iç ve dış ufukları genişlemiştir ve kitle iletişimi, büyüyen--ufuklardan-- haber getirme ve oralara haber götürme işlevini,daha yoğun biçimde üstlenmiştir.
2. Yönetime katılma işlevi: Halkın desteğine dayanmayan kalkınmaçabaları başarılı olamaz. Bu nedenle, önemli kararlarda halkındesteği sağlanmalıdır; bu desteği sağlamanın en uygun yolu da alınankararlara halkın katılmasıdır. Daha önce de değinildiği gibi, modernleşme,bireylerin sosyal yaşamında, sosyal değerleri ve inançlarındadeğişiklik yapmayı öngörür. Kalkınmayı gerçekleştirebilmekiçin halkın yeni amaçları benimsemesi, yeni sorumluluklar alması,yeni yaklaşım biçimlerini uygulaması gerekir. Bütün bunlar, bireylerebilgi verilmesini ve onları ikna etmeyi zorunlu kılar. Yönetendenyönetilene, yönetilenden yönetene bilgi götüren --dikey-- kanallarınaçık olması gerektiği kadar, yönetilenlerin kendi aralarında iletişimkurabilmeleri için --yatay-- iletişim kanallarının bulunması da gereklidir.Böylece sorunlar toplumun sorunları, çözümler de toplumunçözümü olarak bireylerin tümünü ilgilendirmeye başlar.
3. Öğretici işlevi: Toplumsal kalkınma çabasına giren toplumunher bireyi sürekli yeni bilgiler, yeni beceriler öğrenme durumundadır:Bütün ülke bir anlamda okuldur ve toplumun her üyesi de öğrenci.Köylü gübreyi, tarım araçlarını kullanmasını, malını en iyi biçimdekente götürmesini öğrenirken, kentli aynı zaman birimi içindedaha fazla üretim yapmayı, taşıt araçlarının artması sonucunda ortayaçıkan yeni trafik düzeninde yaşamı aksatmadan ve bunalmadanverimli bir yaşam sürmeyi öğrenmek durumundadır. Kadın hem--çalışan kadın--, hem de eş ve analık rollerini doyurucu bir biçimdebağdaştırmayı öğrenecektir. Erkek, artık aile bütçesine parasal katkıdabulunan kadını kendisine denk bir yere oturtmayı öğrenecektir.Bütün bu değişiklikler, her bir bireyin yaşamında çok yönlü olarakoluşmaya başlar. Kitle iletişimi toplumun bireylerinin tümünü içerenbu büyük ve geniş --öğrenim yaşantısı--nın başlatıcısı, sürdürücüsüve yol göstericisi olma durumundadır.
İletişim olanaklarındaki gelişim, bir yandan, birçok toplumsal sorunaçözüm getirmiş ve toplumsal kalkınmanın temel öğelerindenbiri olmuş, öte yandan, toplumsal yaşama bazı yeni sorunlar da eklemiştir.Bu sorunlardan bazılarına aşağıda kısaca değinmekte yararvardır.
KİTLE İLETİŞİMİNİN ORTAYA ÇIKARDIĞI BAZI SORUNLAR
Kitle iletişiminin büyüyerek örgütlenmesi sonucu birey, farkına varmadankitle iletişim kaynaklarının etkisi altına girer ve iletişim merkezlerininhazırladığı kalıplar içinde kendini algılamaya başlar. Televizyonreklamları, moda dergileri, ideolojik akımların sloganları, bireyinyaşamında annesinin, babasının, aile ve okul çevresinin etkisindendaha büyük bir güce kavuşma yolundadır bugün. Kişi, iletişimkaynaklarının etkisi altında, kendi sorunlarının ne olduğunukendisi tanımlama durumundan çıkar; sorunlarının ne olduğuna, yada ne olması gerektiğini örgütlenmiş, güçlü iletişim merkezleri kendisineempoze eder.
İletişim olanaklarının artmasıyla ortaya çıkan sorunlardan biride, ufak bir grubun iletişim araç ve gereçlerini elinde bulundurarak,toplumun tümüne egemen olabilme çabasıdır. Ülkemizde, siyasalpartilerin televizyon yayınları konusunda ne ölçüde duyarlılık gösterdikleribiliniyor. Her siyasal parti, televizyonu salt kendi görüşünü,yaşam felsefesini yansıtan bir araç olarak benimsemekte, bu gerçekleşmediğisürece de yakınma ve eleştirilerini sürdürmektedir. Politikacılarınbu çabalarının altında, kitle iletişim araçlarının kitleleribelirli yönlere çekmede çok etkili olduğu bilinci yatar.
Bir diğer sorun da insanların yalnızlığıyla ilgilidir. Burada sankibir çelişki varmış gibi görünüyor: Hem kişiler arası iletişimi kolaylaştıranteknolojik gelişmelerden, hem de bu gelişimin sonucu insanlarınbirbirine ve topluma daha yabancılaşarak yalnızlıklarının arttığındansöz ediyoruz. İnsan ilişkileri gittikçe daha yoğunlaştığına göre,insanlar eskiye oranla daha az yalnız olmalıydı. Etkileşimi bu kadaryoğunlaşmış insanın yalnızlığından söz etmek garip gözükebilir.
Gerçekte birey, artan ve yoğunlaşan iletişim ilişkilerinin içinde,kendinden ve toplumdan gittikçe koparak uzaklaşır. Karmaşıklaşan,yoğunlaşan ilişkiler, kişinin yaşamında yer alan sıcak ve yakın dostlukilişkilerini kaldırır, onun yerine geçici, biçimsel ve yüzeysel ilişkilergetirir. Eski küçük çevreleri içinde güvenebilecekleri, kendilerineyakın hissedip dertlerini paylaşabilecekleri dostlar bulan insanlar,karmaşık bir toplum içinde, sorunları dışarıya açıklamaktan kaçınırhale gelmişlerdir. Herkes kendi yalnızlığı içinde, bir başka yabancıylasık görüşebilir. Günlük iletişimde görülen sayısal artış, kişiler arasıilişkilerdeki derinliği yüzeyselleştirmiş, sıcaklığı soğutmuş ve sürekliliğigeçici yapmıştır. Çoğunlukla sanayileşmiş toplumlarda gözlenenalkolizm ve intihar yüzdelerinin artması, sanıyorum rastlantıdeğildir.
Ne var ki bu sorunlardan, sanayileşmiş toplumlarda herkesin yalnızolduğu, hiç kimsenin yakın dostu bulunmadığı sonucu çıkarılamaz.Çizilen tablo soyut, ortalama bir bireyi temsil eder. --İletişimbilinçlenmesi--ni kazanabilmiş bireyler, gelişmiş iletişim olanaklarındanyararlanarak daha geniş, çok boyutlu ve derin anlamı olan ilişkilerkurma olanağına sahiptirler. Ayrıca bireyler, eskiden gelenekselkültürün kalıpları içinde, ancak akraba ve komşuları arasındaoluşturabildikleri yakın ve derin ilişkileri şimdi, kendi seçimleri olankişilerle gerçekleştirebilme olanağına da kavuşmuş bulunuyorlar.
SÖZÜN KISASI
Kitle iletişimi modern toplumun vazgeçilmez bir parçasıdır. Her toplumdahayati işlevleri olan kitle iletişimi, Türkiye gibi kalkınan toplumlardadaha da önem kazanırlar.
Kitle iletişiminin geri-iletim, iletişim ortamı, ulaşım sınırlaması,etki yönlerinden, yüz-yüze iletişimden farkları vardır. Kitle iletişimitoplumun değişme yönünü ve değişme hızını etkiler. Ekonomik kalkınmanınbir aracı olarak yardımcı işlevi vardır.
Kitle iletişiminin üç temel işlevi haber verme, yönetime katılmaolanağını sağlama, yeni bilgi ve becerileri öğretmedir. Kitle iletişimisadece yararlar değil, kendine özgü bazı sorunlar da ortaya çıkarır;belirli bir kitlenin kitle iletişim kaynaklarını ele geçirmesi, insanlarınbireysel ilişkilerinin yerine geçerek kendine özgü bir psikoİojik yalnızlık doğurur.
:::::::::::::::::
İKİNCİ KISIM
DEĞİŞEN
TÜRK TOPLUMU
İÇİNDE
İLETİŞİM
:::::::::::::::::
Modernleşme süreci içinde bulunan Türktoplumunda eski ve yeni, geleneksel ve çağdaşyan yana, içiçe bulunur. Bu gözlem, giysilerimizdenmimarimize kadar her şey için nekadar geçerliyse, iç dünyamızın temelini oluşturan,düşünce ve davranışımıza yön verenkültür değerlerimiz için de aynı ölçüde geçerlidir.
İkinci Kısımda değişen kültür değerleriniyansıtan bazı insan ilişkilerini inceleyeceğiz.
:::::::::::::::::
10
İletişim Manzaraları
2 Haziran 1986 gününün akşam üzeri, yedi yıllık bir ayrılıktan sonra,İstanbul'a geliyorum. Los Angeles'tan kalkan KLM hava yollarınınuçağı, Kuzey Kanada ve kutup üzerinden uçarak önce Amsterdam'aindi. Orada, aynı şirketin Atina üzerinden İstanbul'a gelen başka biruçağına bindim. Los Angeles'tan kalkan uçaktaki yolcuların arasında,ancak birkaç Türk'ün farkına varabilmiştim. Amsterdam'dan kalkanuçaktaki Türklerin sayısında bir artma olduğu daha belirgindi;sigara içen erkekler ve başörtülü kadınlar çoğunluktaydı.
Uçak Yeşilköy Atatürk Hava Limanı'na güneş batışına yakın birsaatte indi. Yeni hava limanı, uçakların binalara yaklaşmasına ve yürüyenkoridorlar aracılığıyla yolcuların doğrudan salona girmelerineolanak veriyordu; benim için bu bir yenilik, bir gelişmeydi. Yürüyenkoridorların içi gri renge boyanmıştı ve koridorun sonundaki salondahiçbir tablo ya da canlı renk yoktu.
Uçak kapısından çıkarken ellerini arkaya atmış üç tane üniformalıpolis, çıkan yolcuları bir suçluyu ararcasına gözden geçiriyordu.Koridorun sonunda da ellerinde otomatik silahlarıyla iki polis ve ikiinzibat eri, sert yüzlerle yolcuları gözden geçirmeye devam ediyorlardı.Yolculuğun başından beri, silahlı ve üniformalı kimse görmemişolduğum için, doğrusu ilk anda şaşırmaktan kendimi alamadım.İçime bir korku girdi; acaba Türkiye'ye gelmekle suç işlemiş olabilirmiydim?
Biliyordum ki, bu asık suratlı devlet görevlilerinden her biri, TürkiyeCumhuriyeti Devleti'ni temsil ediyorlardı ve --devleti temsil etmeninbilinçli sorumluluğu--nu yüz ifadeleri ve duruşları belirtiyordu.Türkiye Cumhuriyeti Devleti --korkulması gereken bir kuruluş--tu;gerçekten de bu korkuyu insanın içinde uyandırıyorlardı.--Türkiye'ye Hoş Geldiniz;-- anlamında güleryüz bekleyen birkaçAmerikalı ve Avrupalı, biraz şaşkın, biraz gergin bir durumda polisve inzibatlara gülümsemeye çalıştı ama, --devlet koruyucuları--nınazimli ve haşin yüz ifadeleri karşısında tebessümleri dudaklarındadondu kaldı.
Yol gösterici bir yazı olmadığı için önce şaşkınlıkla etrafa bakınanyolcular, daha sonra --devlet koruyucusu-- asık suratlı birer polisiniçinde oturduğu iki ufak hücreyi gördü ve her birinin önünde dizilmeyebaşladı. Bu arada KLM uçak şirketinde çalışan genç bir Türkhanım, iki yolcuyu arkadan getirerek en öne geçirdi ve polise onlarınpasaportlarını verirken --Bunlar benim tanıdıklarım;-- dedi.
Önümdeki ve arkamdaki Amerikalıların birbirlerine bakıştıklarınıgördüm. Hava limanında çalışan tanıdıkları olmadığı için ikincisınıf değerleri olduğunu anlayamıyorlardı, besbelli. Devleti temsileden haşin yüzlü polis, itirazsız --tanıdıkları olan kişiler--in işlemleriniyaptı ve KLM'de çalışan hanıma gülümsedi. Daha sonra yine devletyüzünü takınarak, Türkiye'ye gelme cesaretini gösteren sıradakiyabancıya döndü.
Pasaport işlemlerinden sonra gümrük denetimine girdik. Gümrükçülerdaha yumuşak yüzlüydü ve --Beyefendi;' ya da --Hanımefendi,--diye yolculara kibar bir dille hitap ediyorlardı. Hamallar özelgiysiler içindeydiler ve Türk olduğunu tahmin ettiği kimselere --Yardımedelim mi Beyefendi?-- diye soruyorlardı. --Evet,-- diyen kimselerinbavullarını kapıyor, kendi tanıdıkları gümrük memurunun önünegötürüyor, o da tanıdık hamalı görünce --Kimin bu?-- diye soruyordu.Hamal, --Bu beyin!-- diye göstermesinden sonra, gümrükçüçoğu kere bavulu açmıyor, elindeki tebeşirle bavula bir işaret koyuyorve --Alabilirsin!-- diyordu hamala. Hamal --Sağ ol Hikmet Abi!--gibi bir sözle gümrükçüye teşekkür ediyor ve bavulları iki adım ötedekikapıdan dışarı çıkarıyordu.
Kapının dışında, birçok taksi şoförü bağıra çağıra kendi aralarındakonuşuyorlardı. Yabancıların onları, kavga etmenin eşiğinde olankimseler olarak algılayacaklarından emindim. Böyle bir yerde, hiçkonuşmayan asık suratlı devlet temsilcilerinden sonra, bu kadaryüksek sesle, el kol hareketleriyle avazının çıktığı kadar bağıra çağırabirbirlerine söz yetiştiren kimseleri, başka türlü algılamaları olanaksızdı.
Bana yardım eden hamal bavulları taksinin yanına getirdi, --Nevereceğiz?-- sorusuna --Ne münasip görürseniz!-- dedi. Verdiğim beşdoları umursamadan cebine indirdi: --Besbelli ki, daha önce başkalarıtarafından on ya da yirmi dolara alıştırılmış,-- diye düşündüm. Taksişoförü bavulları arabaya koymama katiyyen yardım etmedi, yeganeyaptığı şey arabanın bagaj kapısını açmak ve kapamak oldu.
Taksi hareket ettikten bir dakika sonra durmak zorunda kaldık.Özel bir araba yolumuzu kesmiş trafik polisiyle konuşuyordu. Konuşmaşu biçimde devam ediyordu (Trafik polisini, --T--, özel arabasürücüsünü --Ö-- ile belirtelim):
T: Beyefendi burada duramazsanız! Burada beklemek yasak!
Ö: Polis Bey çok durmayacağım, Amerika'dan kızım geliyor,onu alıp hemen gideceğim.
T: Olmaz Beyefendi, özel arabalar için park yeri var, lütfen orayapark edin.
Ö: Uçak geldi. Kızımı uzun zaman görmedim. Beni göremezsetelaşa kapılır. Ben gideyim, onu hemen alır gelirim.
T: Beyefendi, niçin erken gelmediniz, burası park yeri değil,park yerine park edin, lütfen.
Ö: Uzun zaman gelmedi, şimdi telaşa kapılır. Rica edeyim, müsaadeedin, şimdi gelirim.
T: Bu gelen uçakta mıydı? On dakika sonra gelmezseniz cezayazarım.
Ö: Gelirim efendim, gelirim. Ben hemen kızı alır gelirim.
T: Haydi şöyle park et.
Ö: Teşekkürler memur Bey!
Bizim taksi şoförü sinirleniyor --Bunu bir taksi şoförü yapsa şimdiyeçoktan küfürü yemişti!-- diyor ve --Biz burada boşu boşuna benzinyakıyoruz. Herif yolu kapattı, kimsenin umurunda bile değil!--diye bana yakınıyordu.
Nihayet yola koyuluyoruz. Boğaz Köprüsü'ne yaklaştıkça trafikyoğunlaşıyor ve yoğunlaşan trafikten ötürü, kendi şeridi yavaşlayanher sürücü sürekli diğerlerine geçerek şerit değiştiriyor. Her sürücüdiğer arabaların şerit değiştirmesine bozuluyor ve korna çalıyor.Taksi şoförü bazen önündeki, bazen da yan şeritteki arabanın sürücüsüneküfür ediyor ve kornaya basıyor. Küfürlerinin arasına --Mübarekramazan günü, iftar vakti oruçlu oruçlu adamı günaha sokuyorbu eşşoğlu eşşekler;-- diye de bana dert yanıyordu.
Evet İstanbul'a gelmiştim. Çevremde olan biten her şeyi gözleyipyazmaya karar verdim. Zengin psikososyal bir laboratuvara girdiğiminbilincindeydim. Kaliforniya'da yedi sene kalmamın sonucu olacak,İstanbul'a özgü bazı davranış manzaralarına daha duyarlı halegelmiştim. Hemen algılayabildiğim davranış özellikleri oralarda peksık görmediğim, şimdi dikkatimi çeken davranışlardı.
Uçakta hosteslerden su ya da çay isteyecek başı örtülü kadın, yanındakierkeğe bu isteği söylüyor, o dilinin yettiğince kadının isteğinihostese ulaştırıyordu. Sigara içenlerin büyük çoğunluğu erkektive --Acaba yanımdakini rahatsız eder miyim?-- diye herhangi bir düşünceninakıllarının ucundan geçmediği belliydi. Uçaktan çıkarken,yüzü asık polisleri gören Türk yolcuları, suç işlemiş bir çocuk gibiezik bir havaya bürünmüşlerdi; bedenlerinin duruşları ve yüz ifadeleribu ezikliği gayet belirgin olarak ifade ediyordu. Uçak şirketindeçalışan kadının, tanıdıklarını sıranın önüne geçirerek pasaport işlemleriniöncelikle yaptırmasından duyulan rahatsızlığı, ancak yabancılarınyüzleri belirtmekteydi. Gümrük denetiminde bir hamalınönemli rol oynaması Türkler için olağan bir hadiseydi, Batılı bunuanlayamazdı. Dışarıda taksi şoförlerinin köy meydanında imişcesinebağıra çağıra aralarında konuşmaları, bu davranışlarını Türkiye'yeyeni gelen yabancıların nasıl algılayacağı gibi herhangi bir düşünceninakıllarından geçmeyişi, bize mahsus bir olguydu. Özel araç sahibive trafik polisi arasındaki etkileşim, bizim kültüre özgü bir etkileşimbiçimiydi.
Benim bindiğim taksinin şoförünün, kendisinin yaptığı davranışıdiğer şoför yaptığı zaman, ne olursa olsun ben orada yokmuşum gibitereddütsüz küfür etmesi bizim insanımızın davranışıydı. Ramazandaoruçlu olmakla, başkalarına sürekli küfür etmek arasında ona görebir çelişki yoktu. Dindar olmak, --diğer insanlarla ilişki içindeykensorumlu biçimde davranmayı gerektirir-- anlayışından uzaktı. Benimbindiğim taksinin şoförünün, --kendi düşünce, duygu, niyet ve davranışlarındansorumlu olmak-- gibi bir kavramın farkında olmadığı da belliydi.
:::::::::::::::::
11
Kültür ve İletişim
Kızılderili ve batı uygarlığı
ABD tarihinde yazarlığı, buluşları ve siyasal görüşleriyle ünlü BenjaminFranklin, Virginia Eyaleti Hükümeti temsilcileriyle, altı Kızılderilikabilenin temsilcilerinin Lancaster Antlaşması olarak bilinen sözleşmeyiyapmak için 1744'te biraraya geldiklerinde, iki taraf arasındaşu tür bir etkileşimin yer aldığını yazar:
--Virginia delegeleri, her bir kabile reisinin oğlunu WilliamsburgÜniversitesi'nde burslu olarak okutmayı, bütün masrafları VirginiaEyaleti'nce karşılamayı Kızılderili reislere teklif ederler. Kabilereislerinin oğullarının her türlü masraflarının karşılanacağını, onlarıneğitimi için elden gelenin arkaya konmayacağını söylerler. Böylece,Kızılderili gençlerin beyaz insanın bilgisini elde edebileceğini, dahasonra bu gençlerin kendi kabilelerinin üyelerini eğitebileceğini ifade ederler.
Bu teklif üzerine en yaşlı Kızılderili temsilci şu cevabı verir. --Sizlerkendi toplumunuzun akıllı kişilerisiniz. Hikmet sahibi kişiler olarakbilirsiniz ki; aynı şeyler hakkında insanların değişik fikirleri vardır.Bu nedenle, sizin teklif ettiğiniz türden bir eğitimle ilgili bizimfarklı düşüncelerimiz olması umarım tuhafınıza gitmez. Bahsettiğiniztürden eğitimi oldukça yakından tanımış bulunuyoruz. Birçok Kızılderiligençler, Kuzey Eyaletlerde sizin üniversitelerinize gittiler. Oradasizin bilimlerinizi öğrendiler. Döndüklerinde, koşmayı unutmuşlardı,ormanda yaşamayı beceremez hale gelmişlerdi: soğuğa ve açlığadayanamıyor, bir kulübe yapmayı beceremiyorlardı. Bir ceylanıavlama ve bir düşmanı öldürme becerilerini kaybetmişlerdi. Kendidillerini unutmuşlardı, ne iyi bir avcı olabilirlerdi ne de iyi bir savaşçı. Sözün kısası, hiçbir işe yaramaz hale gelmişlerdi.
Sizin iyi niyetli teklifiniz için teşekkür ederlz, ama kabul edemeyeceğiz.Size olan minnettarlığımızı kanıtlamak için bizim de size birteklifimiz var: Virginia'nın asil delegelerinin gönderecekleri birdüzine delikanlıyı eğiterek onlara bütün bilgilerimizi öğreteceğiz veonları gerçek anlamında birer yiğit olarak yetiştirecegiz.--
Franklin yukardaki satırları 1784 dolaylarında --Remarks Concerningthe Savage of North America-- adlı broşüründe yayınlamıştır.
Virginia delegeleri ile Kızılderili kabile reisleri arasındaki yukardakietkileşim, farklı kültürlere sahip toplumların birbirleriyle kurduklarıiletişimin tipik bir örneğidir. Bu tipik etkileşimin bazı temelözelliklerini hemen belirtelim:
1. Beyaz toplum, bilim ve teknolojiye dayalı bir uygarlığı temsilettiği için kendisini Kızılderililerden daha güçlü ve üstün görür.Kızılderililerin beyaz insanın uygarlığını öğrenmesinin, beyaz insan gibieğitim görmesinin, iyi bir şey olacağına inanır; üniversiteye öğrencialmak teklifiyle bu düşüncelerini belirtir.
2. Bilim ve teknolojinin ne olduğunu anlayacak bir algısal hazırlığıolmayan Kızılderili reisler, her normal insan gibi, kendi uygarlıklarıve yaşam felsefeleriyle gurur duyar, karşıdakileri kendi dünyagörüşleri içinde değerlendirirler. --Bizim sizden öğreneceğimiz birşey yok! Sizin gençler sünepe olarak yetişiyorlar, bizimkiler ise cengaverolarak! İsterseniz, nasıl güçlü ve becerekli 'yiğit erkek' yetiştirilir,size öğretelim!-- derler.
Bilim ve teknolojiye dayanan toplum, zamanla diğerini egemenliğialtına almıştır. Kızılderili kabile reislerinin, beyaz insanın yeni türgücünü algılayamamaları, içinde bulundukları koşullar altında doğaldı;kendi değerlerini üstün görerek, asırlardır koruyageldikleriyaşam düzenini sürdürmek istemeleri de, doğaldı. Bu nedenle Kızılderilireisleri kusurlu bulup suçlamak büyük insafsızlık olur.
Cumhuriyet reformları ve çağdaş uygarlık
İnsanlık tarihinde, kendi kültür düzeninin sınırlamalarını, kısıtlamalarınıve çıkmazlığını görerek, bir toplumun bir uygarlıktan diğerinegeçmeye teşebbüs etmesi enderdir.
Geleneksel otoriter kültürü oluşturan temel değerler arasında,--akılcı olma--, --bilimsel olma--, --eleştirici olma-- gibi çağdaş öğeleryoktu. Cumhuriyet reformları, bu öğeleri, Türk toplumunun temellerinekoyma girişimidir. Eğitim reformu, hukuk reformu, kıyafet reformu;dil reformu, çok partili politik yaşama geçişi hazırlayan siyasalreform yeni bir uygarlığın temellerini atmak için yapılmıştır.
Cumhuriyeti kuranlar, bu sosyal reformlar sayesinde, Avrupa'nın--hasta adamı-- olan Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküntüsünün altından,zinde ve gerçekçi bir toplum çıkacağını umuyorlardı. Ne Var ki,Türkiye içindeki --yobazlar-- ve --hasta adam--ın mirasını paylaşmakisteyen dış güçler, bu girişimin başarılı olmasını istemiyorlardı.
Türkiye hala bir reformlar ülkesidir. Aydınların büyük bir çoğunluğu,bilimin ve rasyonel düşüncenin (aklın), toplumun temeline inemediğikanısındadır. Onlarca, bilimsel düşünce ve akılcı yaklaşım toplumuntemelini oluşturmadıkça, Türk toplumu çağdaş uygarlığın bir üyesi olamaz.
Aydının bu tavır alışı, eğer iletişim becerileri iyi kullanılmadanve gelişigüzel ortaya konursa, karşı tutumda olanları öbür uca dahafazla iter; sonuçta, toplumsal ortam, birbirlerini sevmeyen, hırçıninsanların ortamı olur. Bir sentez arayan Türk insanı yerine, kendiinancını tek yönlü olarak diğerlerine kabul ettirmek isteyen iki yobaztipi gelişir. Bunlardan birine --yobaz aydın--, diğerine --geleneksel yobaz--adları verilebilir. Sürtüşme, geleneksel kültürü savunan --gelenekselyobaz-- ile Batı değerlerini sorgusuz sualsiz kabul ettirmeyeçalışan --yobaz aydın-- arasında olur.
Aydının kişisel yaşamında yapacağı sentez, özgürlükçü çağdaşTürk toplumunun oluşmasında hayati önem taşır. Hem gelenekselotoriter kültürü, hem de çağdaş dünya anlayışını yakından tanıyanaydın, kendi bireysel bütünlüğü, kafa ve gönül dengesi, toplum vedoğayla ilişkisiyle ilgili değişik sentezlere ulaşır. Aydının bu türsentezlere ulaşabilmesi, her iki dünyayı iyi bilmesine bağlıdır.
Geleneksel otoriter kültürü ve özgürlükçü çağdaş anlayışı birbirindenfarklı kılan temel düşünce sistemlerini incelemek, bu nedenleönemlidir. Bu iki düşünce sistemini anlamadan, Cumhuriyet reformlarınınaltında yatan temel amacın anlaşılması güçleşir.
GELENEKSEL OTORİTER KÜLTÜR VE
ÖZGÜRLÜKÇÜ ÇAĞDAŞ ANLAYIŞIN DEĞERLERİ
Temel boyutların karşılaştırılması
Osmanlı Devleti, değişik toplumlarla ve kültürlerle ilişki içinde bulunmuş,Arap uygarlığının yanı sıra İran, Yunan, Bulgar, Yugoslav,Rus, Macar, Romanya toplumlarını etkilemiş ve doğal olarak, onlarında etkisi altında kalmıştır. Fakat en önemli toplumsal etki, İslamiyetaracılığıyla Arap dil ve kültüründen gelmiştir. Osmanlı yönetimi, buetkileri siyasetinde, toplum yaşamında, sanatında kendine göre sentezlemişve Osmanlı kültürü olarak bilinen bir bütün ortaya koymuştur.Bu kültür bugün süregitmekte olan geleneksel otoriter kültürüntemelini oluşturur.
Özgürlükçü çağdaş anlayış soyut bir kavramdır. Fransa, İtalya,Almanya, İngiltere, İsveç, Norveç, Danimarka, İsviçre ve Belçika gibiAvrupa toplumlarını kapsadığı kadar, Batı uygarlığının bir uzantısıolan Amerika Birleşik Devletleri'ni ve Kanada'yı da kapsar. Bu ülkelerinbirbirinden farklı dilleri, görenekleri ve yaşam biçimleri vardır.Ne var ki, bu toplumlarda ortak olan bazı temel değer ve düşünce biçimleri,onları diğer dünya toplumlarından ayırt eder.
Aşağıda, geleneksel otoriter kültür ile, özgürlükçü çağdaş anlayışıntemel değerleri karşılaştırılmıştır. Böyle bir karşılaştırma, Cumhuriyetreformlarının amacını ve Türk insanının bugün içinde bulunduğudeğerler çelişkisini daha iyi anlamaya yardım edecektir.
TEMEL KÜLTÜR BOYUTLARI
Kültür nedir?
Sosyal bilimciler, son otuz yıldır, kültür kavramını tanımlamaya çabalarlar.Herskovits (1955) kültürü, --insanın yaptığı her şeyin toplamı--olarak tanımlarken, Geertz (1973) --bir toplumun üyelerince paylaşılananlamların tümüdür-- der. Hall (1959) --kültür iletişimdir veiletişim kültürdür-- diyerek iki kavramı birbirine denk görür. Birdwhistell(1970) kültürün, toplum içindeki ilişkilerin yapısını, iletişiminise süreci ifade ettiğini söyler. Görüldüğü gibi bilim adamlarıbelirli bir kültür tanımı üzerinde pek anlaşamazlar.
Keesing (1974), bütün tanımları ve tartışmaları gözden geçirdiktensonra, dilbiliminde yapılan bir ayırımı kültür tanımına uygular.Dilbilimciler, yeteneği (competence), gramer bilgisi, uygulamayı(performance), kişinin konuşma davranışı olarak tanımlarlar. İki düzey,birbiriyle ilgili, fakat farklıdır.
Keesing kültürün aynı, dildeki gramer gibi, soyut yönü olduğunu,bu yönüyle insanların duyum, algılama, düşünme ve davranmasüreçlerini etkilediğini ifade eder. Birey, kültürden edindiği bilgiyi,anlayış ve görüşü, içinde bulunduğu sosyal durumun koşullarınauygun olarak belirtir. Örneğin, --yaşlı kişilere saygı göstermelidir--bilgisi, değişik durumlarda el öpme, otobüste kalkıp yerini verme,--sen-- kelimesi yerine; --siz-- kelimesini kullanma biçiminde kendinigösterebilir. Bu nedenle, aynı kültürden olduklarından dolayı temeldünya görüşleri benzer olan kişiler, değişik koşullarda, birbirlerindenfarklı davranış gösterirler. Keesing'e göre kültür, bir dilin gramerigibi, birbiriyle ilişkili bir bilgi düzeni, kendi içinde tutarlı birdünya anlayışıdır. Kültür denen bu bilgi düzeni, kişinin --iç dünyasınıyapılaştırır, onun gerçeğini oluşturur.--
Kültürel bilgi düzeninin altında bazı temel varsayımlar yatar. Birbinanın çatısını oluşturan sütunlar gibi, temel varsayımlar kültürünçatısını oluşturur. Birey, bu varsayımların farkında değildir. Ne varki, kültürel varsayımlar, birey ister farkında olsun ya da olmasın, kişinindavranışını biçimler ve yönlendirir.
Aşağıda, geleneksel otoriter kültür ile, özgürlükçü çağdaş anlayışıntemelinde yatan ana varsayımların bir dizisini karşılaştırmalı olarakgözden geçirdik. Bu varsayımları okurken lütfen şu üç noktayıgöz önünde tutun:
1. Her toplumda, birbirlerinden farklı varsayımlar vardır. Bazıvarsayımlar, diğerlerine nazaran daha baskındır; bir başka deyişle,belirli bir toplumun üyelerinin çoğunluğu bir kültür varsayımına göredavranmayı daha sık yeğler. Örneğin, --(A) kültüründe yaşlılaradeğer verilir, (B) kültüründe yaşlıların değeri yoktur,-- dendiğini düşünelim.Eğer (B) kültüründe birkaç kişinin yaşlılara değer verdiğigörülürse, yukarıdaki gözlemin yanlış olduğu söylenmemelidir. Verilenörnek şöyle ifade edilse daha doğru olurdu: --(A) kültüründekikimselerin çoğunluğu, (B) kültüründeki kimselerle kıyaslandığında,yaşlılara daha değer verir.-- --Yaşlılara değer verme, (A) kültüründedaha baskın bir eğilimdir.--. Bu ifade (B) kültüründe hiç kimseninyaşlılara değer vermediğini göstermez, göreli olarak (A) kültüründedaha çok sayıda insanın değer verdiğini gösterir. Bu nedenle kültürvarsayımları, salt değil, ortaya çıkış frekansı ve bir yöne doğru baskıneğilimler olarak, göreli anlamda anlaşılmalıdır.
2. Kültür varsayımları bilinçli olarak öğrenilmez; çocuk ana diliniöğrendiği gibi, farkına varmadan, kendi kültürünün varsayımlarınıaile içinde öğrenir. Kültürel varsayımlar bilinçli olarak öğrenilmediğiiçin, bilinç altında kalırlar; normal koşullar altında onları bilinçdüzeyine çıkarmak, farkına varmak zordur.
3. Bireyin farkında olmadığı kültürel varsayımlar, onun özbenlik(core identity) tanımının temelini oluşturur. Bir başka deyişle, kişi,--Ben (A) kültüründen olduğumdan dolayı, büyüklere saygı duyarım,--diye düşünmez; 'Ben, büyüklere saygı duyan, iyi bir insanım,'diye düşünür. Kişi, kendi özbenliğine benzer kişiliği olan diğer kimselereyakınlık duyar; benzemeyenlere uzak durur. Böylece, kültürvarsayımları, bir grup, bir cemaat, bir toplum yaratma yönünde etkigösterirler.
Temel kültür varsayımları
Özgürlükçü çağdaş anlayış ile geleneksel otoriter kültürü şu temelboyutlarda karşılaştıracağız: 1. Dünya görüşü; 2. İnsanın doğası; 3.İnsanın doğayla ilişkisi; 4. Bireysellik/Bağımsızlık; 5. Değişim; 6. Zaman;7. Eşitlik/Hakkaniyet; 8. Yarışkanlık; 9. Açık, doğrudan iletişim;10. Uygulanabilirlik ve verimlilik; 11. Materyalizm; 12.Eğitim,13. Birey ve devlet ilişkisi; 14. Kadın erkek ilişkisi; 15. Din ve devletilişkisi. Her bir boyutun altındaki temel varsayımları aşağıda dile getirdik.
Dünya görüşü -Dünya görüşü boyutu, dünya ve evrenin algılanmabiçimiyle, nasıl bir evren varsayıldığı ile ilgilidir.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Bir yüzyılı aşkın bilimsel çabaların sonucundayavaş yavaş oluşmuş bu varsayıma göre, evren karmaşık,her yönü birbiriyle ilişkili mükemmel bir düzendir. Biz bu düzeniniçinde ve onun bir parçasıyız. İnsanoğlu, hem kendini hem de evreniincelemeli ve anlamalıdır.
Geleneksel otoriter kültür: Evrenin ne olduğunu anlamaya insanoğlunungücü yetmez; bilmemiz gerekenler, Kuran'da vardır.
İnsanın doğası -Bu boyut, --insan nedir?-- sorusuna cevap verir.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: İnsan fiziksel, kimyasal, biyolojik vepisikolojik yönleri olan son derece karmaşık bir yaratıktır. Her insanyaşamının anlamına, gereksinimlerinin ne olduğuna ve bunların eniyi nasıl karşılayabileceğine kendisi karar verebilecek güçtedir.
Geleneksel otoriter kültür: İnsanoğlu kulluk yapmak için yaratılmıştır.İnsanın ne yapması gerektiğini Kuran belirtir. Kişinin neyin iyi, neyin kötü olduğuna karar verecek gücü yoktur. Allah huzurundagörevlerini yerine getiriyorsa yaşamı iyi ve anlamlıdır.
İnsanın doğayla ilişkisi -Bu boyut, insanın doğayla nasıl bir etkileşimiçinde olması gerektiğini belirtir.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: İnsan doğayı anlamalı, denetim altınaalmalı ve kendi amaçları doğrultusunda doğanın güçlerini kullanmalıdır.İnsan doğayı anlayabilecek ve denetimi altına alabilecek güçtedir.Akıllı ve başarılı insan doğayı ve kendini en iyi anlayan, kendindeve doğada saklı olan güçleri kendi amaçları yönünde en verimlikullanan insandır.
Geleneksel otoriter kültür: İnsan aciz bir yaratıktır ve kaderine boyuneğmek zorundadır. Başarılı ve akıllı insan bu gerçeği görüp kabuleden kişidir.
Bireysellik/Bağımsızlık -Bu boyut, bireyin kendini diğerlerindenayırt eden, kendine özgü özelliklerine verilen değeri ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Bireyin kendine özgü özellikleri geliştirmesive diğerlerinden farklı bir kimse olarak yaşamını sürdürmesi,o bireyin doğal hakkıdır ve istenilen bir şeydir. Bireyin kendine özgü özellikleri korunmalı, beslenmeli ve geliştirilmelidir.
Bireyin hiç kimsenin yardımına gereksinim duymadan yaşamınısürdürecek bilgi ve becerilere sahip olması, bağımsız olması istenilenbir özelliktir. Kendi yaşamının sorumluluğunun bilincine varmış, bağımsız,kendine özgü özellikleri geliştirmiş birey, değerlidir.
Geleneksel otoriter kültür: Birey, diğer kimselerle ilişkileri içindedeğer kazanır. Kendi başına bireyin bir değeri yoktur. Kişinin değerinionun ilişkileri belirler: Hangi aileden, hangi mevkide, kimleri tanıyorolması önemlidir. Tanıdığı olanla, tanıdığı olmayan birbirineeşit değildir.
Başkalarıyla ilişki ve işbirliği içinde yaşamını sürdüren kişi dahadeğerlidir. Herkesten farklı olmak utanılacak bir durumdur. Bireyeözgü farklılıklar her fırsatta törpülenmeli ve gelişmeleri önlenmelidir.En makbul insan, herkes gibi olan insandır.
Değişim -Bu boyut, zamanla kaçınılmaz olarak ortaya çıkan değişiminnasıl algılandığını ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Değişim yaşamın kaçınılmaz bir parçasıdır,iyidir, gelişmenin ve ilerlemenin temelinde yatar. Değişmedenkaçınılamaz, ne var ki, değişimi istediğimiz yöne yöneltebilme gücümüzvardır.
Geleneksel otoriter kültür: Değişim, kurulu düzeni tehdit eder; süreklidenetim altında tutulması gerekir. Gelenek ve görenekleri olduğugibi korumak, istikrarı sürdürmek, değişimden daha önemlidir.
Zaman -Bu boyut, kişilerin vakitlerini harcamalarıyla ilgili temeldeğerleri ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Zaman önemlidir. Zamanın farkında olmak,zaman planlaması yaparak hangi işin ne vakit yapılacağını bilmek,öğrenilmesi gereken temel bir beceridir. Şu an ve gelecek, geçmiştendaha önemlidir. Şu anı verimli olarak kullanmak, geleceği iyiplanlamak gerekir.
Geleneksel otoriter kültür: Geçmiş, şimdi ve gelecekten daha önemlidir.Gelecekte ne olacağını biz bilemeyiz, kaderimizde ne yazılıysao olacaktır. Geleceği planlama, zamanını verimli biçimde kullanmainsanoğlunun elinde değildir; geleceği planladığını düşünenler, aslındakendilerini avuturlar.
Eşitlik/Hakkaniyet-Bu boyut, kişiler arasındaki ilişkilerde güçdengesini ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Saygınlık yönünden insanlar eşittir. Kişilerekonomi, statü ve meslek yönünden eşit olmayabilirler; ne varki, saygınlık yönünden eşit kabul edilmedirler.
Geleneksel otoriter kültür: İnsanlar eşit değildir. İnsanın saygınlığıkişinin dinine, mevkiine, ailesine, mesleğine, tanıdıkları kimselerintürüne göre değişir. Saygıya değer insanlar vardır, saygıya değmeyeninsanlar vardır.
Yarışkanlık -Bu boyut, kişilerin başarı için birbirleriyle yarışmasınıbelirtir.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Kendini diğerlerinden üstün kılacak becerive bilgileri öğrenmek iyidir. Birey kendi kendiyle ve başkalarıylasürekli yarışma içinde olmalı, gelebileceği en yüksek düzeye ulaşmalıdır.
Geleneksel otoriter kültür: Önemli olan, kişiler arası ahengi korumave dostları memnun etmektir. Diğerleriyle açık seçik yarışkanlık içindeolduğunu göstermek ayıptır. En büyük meziyet, kişinin mütevaziolmayı öğrenmesidir.
Açık, doğrudan iletişim -Bu boyut, kişiler arası ilişkilerde mesajlarınkullanılma biçimini ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Kişiler arası ilişkilerde açık-seçik doğrudanmesajlar, dolaylı yollardan kapalı anlatıma yeğlenir. Kişininhatasını yüzüne söylemek, kişinin arkasından konuşmaktan iyidir.Birey kendine söylenen hataları dinlemeli ve gerçekçi biçimde değerlendiripcevaplamalıdır; iyi iletişim, açık-seçik, dolaysız iletişimdir.
Geleneksel otoriter kültür: Kişinin yüzüne düşünülen aynen ve doğrudansöylenmez. Dolaylı ve kapalı yollardan ima yoluyla anlatım,doğrudan, açık-seçik anlatıma yeğlenir. Dolaylı yollardan, üzeri kapalıolarak mesajı anlatabilmek, kişiler arası ahengi koruduğundan,istenilen ve beğenilen bir beceridir.
Uygulanabilirlik ve verimlilik -Bu boyut, düşünce ve davranışlarınpratik bir sonuca dönük olmasını belirtir.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Gerçekçi, pratik ve verimli olma değerlidir.Bir program, düşünce ya da kuramın uygulanabilirliği ve verimliliği,o program, düşünce ya da kuramın değerini belirtir.
Geleneksel otoriter kültür: Bir düşüncenin geçerli ya da pratik oluşundanziyade, o düşünceyi ortaya atan kişinin mevkii, otoritesi, siyasalkudreti önemlidir.
Materyalizm -Bu boyut, nesnel terimler içinde ifade edilebilenkazançların değerli olduğunu ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Para kazanmak, mal mülk sahibi olmak,yarınını garanti altına alacak biçimde planlama yapmak önemlidir.Mali yönden güçlenme, bireyin anlamlı ve başarılı bir yaşamsürdüğü anlamına gelir. Kazanç hırsı her normal insanda vardır vesaygıyla karşılanmalıdır.
Geleneksel otoriter kültür: Dünya malı bu dünyada kalır. Kazançhırsı kötüdür, insanın ve toplumun başına gelen bütün kötülükler buhırstan kaynaklanır. Bu dünya için değil, öbür dünya için kazanmakgerekir. --Bir hırka, bir lokma-- tutumu içinde olan kişilere saygıduyulmalıdır.
Eğitim -Bu boyut, kişinin gelişimi boyunca topluma ve yaşamahazırlanması için gerekli süreci ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Eğitim, bireyin güçlendirecek düşünme,bilme ve uygulama becerilerini geliştirmelidir. Sadece bilgiönemli değildir. O bilgiyi elde edebilecek araştırıcı ve eleştirici birkafayı geliştirmek daha önemlidir.
Geleneksel otoriter kültür: Bilinmesi gereken zaten bilinmektedir.Eğitimin görevi bu bilgileri ezberletmektir. İyi eğitilmiş kişi, belleğindeçok bilgi bulunduran kişidir. Araştırıcı ve eleştirici kişi, imanızayıf olan, şüphe eden kişidir. Bu kişilerden toplum kendini korumalıdır.
Birey ve devlet ilişkisi -Bu boyut, bireyle devletin birbirlerinekarşılıklı görevlerini ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Bireyin özgür yaşamı, kendini söz vesanat yoluyla ifade edebilmesi, bireysel mutluluğu araması, onundoğuştan getirdiği haklarıdır. Her birey, diğer bireyin hakkına saygıgöstermek zorundadır. Devlet, bu bireysel özgürlük ve hakları korumakiçin elbirliğiyle kurulmuştur. Devletin temelini oluşturan kuralları,o devleti oluşturan bireyler belirler. Devlet bir hizmet örgütüdür,yurttaşlara hizmetin ötesinde başka bir anlamı yoktur. İyi devletadamı, güleç yüzlü, yurttaşın sevdiği ve kendisine yakın bulduğuyöneticidir.
Geleneksel otoriter kültür: Devlet yöneticisi, devletin nasılyönetileceğine karar verir. Yurttaş, devletin amaçlarını gerçekleştirmek içinvardır. Birey, devletin amaçlarına hizmet ettiği sürece değerlidir;kendi başına bir değeri yoktur. Yurttaş ancak korku ve baskı yoluyladevletin amaçlarına hizmet eder, isteyerek değil. O nedenle, devletasık suratlı olmalı ve gücünü-yurttaşa her zaman duyurmalıdır. İyidevlet adamı, ciddi ve kendisinden korkulan yöneticidir.
Kadın erkek ilişkisi -Bu boyut, kadın ve erkeğin toplum içindekigöreli yerlerini ve değerlerini ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Kadın ve erkek sosyal saygınlık ve yasalyönden eşittir. Kadının sosyal düzen içindeki yerini tanımlamadademokratik süreç yer almalı, kadın kendi işlevlerini tanımlamada enönemli güç olmalıdır. Kadın hakları ve kadın özgürlüğü önemlidirve güncelliğini kaybetmeden sürekli söz konusu edilmelidir.
Geleneksel otoriter kültür: Kadın ve erkek eşit değildir, çünkü eşityaratılmamışlardır. Erkeğin sosyal, yasal, psikolojik üstünlüğünü kabuletmeyen kadın aile mutsuzluğunun ve toplumsal çöküntünün kaynağıdır.
Din ve devlet ilişkisi -Bu boyut, din ve devlet arasında ilişkinintürünü ifade eder.
Özgürlükçü çağdaş anlayış: Dini inanç özel bir yaşantıdır ve her bireyinen kutsal özgürlüğünü oluşturur. Dini inancında özgür olmayaninsan, yaşamının tümünde özgür değildir. Devletin en önemli işlevlerindenbiri, birbirinden farklı dini inançtaki yurttaşların, diğerlerinikısıtlamadan, inanç ve örflerini özgürce uygulamasına olanakverecek yasal ortamı korumak, devletin siyasal, ekonomik ve yasalgörevleriyle değişik dini görüşleri birbirinden tamamiyle bağımsıztutmaktır.
Geleneksel otoriter kültür: Din ve devlet birbirinden ayrılamaz. Hertoplumun bir dini vardır; bizim dinimiz İslamdır. Devletin siyasal,ekonomik ve yasal görevleri dinimizin emrettiği yönde işlemelidir.Şeriat toplumun temel yasası olmalıdır.
Yukarıda anlatılanlar bir tablo içinde özetlenebilir: Bu tablo,temel boyutlar içinde özgürlükçü çağdaş anlayış ile gelenekselotoriter kültürü karşılaştırmaktadır.
Bu kültür boyutları birbiriyle etkileşerek günlük yaşam içindedavranışları etkilerler. Onikinci Bölümde değişik davranışlar, budavranışların altında yatan kültür değerleri açısından incelenecektir.
SÖZÜN KISASI
Geleneksel otoriter kültür ve özgürlükçü çağdaş anlayışın birbirindenfarklı varsayımları vardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin özgürlükçüçağdaş anlayış temelleri üzerine kurulması için Cumhuriyet reformlarınagirişilmiştir. Kültür varsayımlarını temel boyutlar halinde ifadeetme ve karşılaştırma olanağı vardır.
Geleneksel otoriter kültür ile özgürlükçü çağdaş anlayış arasındakifarkları, kültürün aşağıdaki temel boyutları karşılaştırılarak belirtilebilir:1. Dünya görüşü; 2. İnsanın doğası; 3. İnsanın doğayla ilişkisi;4. Bireysellik/Bağımsızlık; 5. Değişim; 6. Zaman; 7. Eşitlik/Hakkaniyet;8. Yarışkanlık; 9. Açık, doğrudan iletişim; 10. Uygulanabilirlik veverimlilik; 11. Materyalizm; 12. Eğitim; 13. Birey ve devletilişkisi; 14. Kadın erkek ilişkisi; 15. Din ve devlet ilişkisi. Bu iki farklı dünya görüşü, Türk insanının içinde çatışma halindedir.
Özgürlükçü çağdaş anlayış ve geleneksel otoriter kültürdeğerlerinin karşılaştırılması
Geleneksel otoriter kültür :::::::::::::::::::::::::::::::
Evreni anlamaya insanoğlunun gücüyetmez.
Neyin iyi neyin kötü olduğuna insanınkendisi karar verecek güçte değildir.
İnsan aciz bir yaratıktır; kaderine boyuneğmelidir.
Bireyin kendine özgü bir değeri yoktur.Bireyi değerli yapan, onun ilişkileridir.
Değişiklik kötüdür, gelenek ve görenekleriolduğu gibi devam ettirmek iyidir.
Zaman ve zaman planlaması önemlideğildir; gelecekte ne olacağı kaderimizebağlıdır, biz denetleyemeyiz.
Kişinin yaşı, mevkii ve ilişki içinde olduğuinsanlarının türü onun saygınlıkderecesini tanımlar.
Yarışkanlık ayıptır. Mütevazilik iyidir.
Dolaylı ve kapalı yollardan ima yoluylaanlatım, doğrudan, açık-seçik anlatımayeğlenir.
Programı uygulayan kişinin mevkii vekudreti önemlidir.
Kadercidir.
Eğitim, mevcut bilgi ve değerleri ezberve taklide dayanır.
Birey devlet içindir.
Kadın ve erkek eşit değildir.
Din ve devlet ayırımı yoktur.
...
Özgürlükçü çağdaş anlayış ::::::::::::::::::::::::::
İnsan hem kendini hem de evreni inceleyerekanlayabilir.
İnsan kendisi için neyin yararlı ya dazararlı olduğuna kendisi karar verecekyetenektedir.
İnsan doğayı anlamalı ve denetimi altınaalmalıdır.
Bireyin kendine özgü özellikleri korunmalı,beslenmeli ve geliştirilmelidir.Bağımsız birey değerlidir.
Değişiklik yaşamın kaçınılmaz bir parçasıdırve iyidir.
Zaman ve zaman planlaması önemlidir.Geçmiş, şimdi, gelecek içinde enönemlisi gelecektir.
Saygınlık yönünden herkes eşittir.
Yarışkanlık iyidir.
Açık-seçik doğrudan mesajlar dolaylıyollardan kapalı anlatıma yeğlenir.
Gerçekçi, pratik ve verimli olma değerlidir.
Materyalisttir.
Eğitim bağımsız düşünme, soruşturmayeteneklerini geliştirmeyi amaçlar.
Devlet birey içindir.
Kadın ve erkek sosyal ve yasal yöndeneşittir.
Din ve devlet ayrıdır. Yurttaşın dinözgürlüğünü ve din -devlet ayırımınıkorumak devletin görevidir.
:::::::::::::::::
12
İçimizde Çatışan Farklı İki Dünya
Cumhuriyet reformları, Türkiye'de ilginç bir sosyal gerçek yaratmıştır:Yasalarının içeriği ve siyasal yapısı yönünden kağıt üzerinde Batıülkelerine benzeyen yeni Türk toplumu, düşünce ve davranışları büyükölçüde geleneksel otoriter kültür değerleri içinde biçimlenmişinsanlar tarafından yönetilmektedir. Halkın sosyal yaşamına anlamveren kaynak, otoriter kültürdür. Ne var ki, çocuklar aile ortamındageleneksel değerlerle yetiştirilirken, okullarda çağdaş uygarlığın değerleriprogramlara konur; çağdaş değerleri öğretmesi beklenen öğretmen,çoğu kere, bu değerleri otoriter kültür yöntemleriyle öğretmeçabası içindedir.
Bir anlamda iki düzeyli bir yaşam düzeni yaratılmıştır: Resmi düzeyde,demokratik kılıfa bürünmüş göstermelik değerler göze çarpar;ne var ki programların uygulanması ve ülkenin yönetimi otoriteranlayış içinde olur. Bu nedenle, göstermelik demokratik değerlerle,günlük yaşamda uygulanan geleneksel değerler arasında bocalayan,hangi düzenin daha geçerli olduğunu bilemeyen kuşaklar yetişir.Aşağıdaki gözlemler, toplum düzeninde kendini gösteren bu değerlerkarmaşasını yansıtır.
İNSAN DAVRANIŞI TOPLUMSAL
DEĞERLERİ YANSITIR
Değişik gazete ve dergilerden derlenen aşağıdaki gözlemler, iki farklıdünya anlayışının karşılaştıkları ve sürtüştükleri noktaları belirler.Her bir gözlemden sonra, çarpışan kültür değerlerine bakacağız.Okuyucu, burada verilen örnekleri, kendi yaşamında ve çevresindesık sık görebilir. Bu tür davranışların altında yatan kültür değerleribelirlendikçe, kişiler arasında yer alan iletişim sorunları daha iyi anlaşılmaya başlar.
Gözlem 1
Gazeteci, yazar Hasan Pulur'un bir yazısında, Türkiye CumhuriyetiDevleti'nin vatandaşına nasıl davrandığını gösteren bir olayı ele alarakgözlemlere başlayalım.
Nasreddin Hoca'lık
--Bilal Alkan'ın birinden alacağı vardı...
Borçlu bir türlü parayı ödemiyordu; ihtar, protesto hiçbiri kar etmedi,sonunda icraya verdi.
İcra adamın malına haciz koydu, yine ödeyemedi, satışa çıkarıldıve 6 milyon 205 bin liraya icra marifetiyle satıldı...
Kanuni işlemler tamamlandı, Bilal Alkan parasını almak için İcraMemurluğu'na gitti...
Bunca yıldan beri peşinden koştuğu parasını kavuşacaktı.
-Ödeyemeyiz! dediler.
-Niye?
-Senin para zimmete geçti!...
Anlamadı, o da ne demekti!
Anlattılar:
-İcra memuru parayı alıp kaçmış, kasa tamtakır, kurubakır!
-Bundan bana ne?
-Sana ne olur mu yahu? Laf anlamıyor musun, kasada para yok,para!
Bilal Alkan bu işten yine bir şey anlamadı...
Parasını icra memuruna teslim etmemişti ki!
-Ben icra memurunu tanımam devleti tanırım! dedi.
O zaman yol gösterdiler:
-Git derdini devlete anlat!
O da anlattı, Elbistan savcılığına dilekçe verdi...
Savcılık da icra memurluğuna yazı yazıp durumu sordu, sanki bilmezmiş gibi...
Ama devlet işi bu, yazılacak, çizilecek, her şey kayda kuyda bağlanacak...
Elbistan İcra Memurluğu da Savcılığa cevap yazdı...
Evet, eski icra memurunun zimmetine para geçirdiği doğruydu,adam canı çekince kasadan para çekmişti, çektiği paraların icra marifetiyletahsil edilen paralar olduğu da belliydi, ama para zaman zamankasadan alınmış olduğuna göre, kimin parası olduğu belli değildi,bu tespit edilemezdi, hatta parayı alıp afiyetle yiyen icra memurubile, kimin parasını alıp yediğini bilemezdi...
İyi, peki, hepsi güzel de Bilal Alkan'ın parası ne olacaktı? Adamalacaklısını icraya vermiş, malını sattırmış, parasını icra alıp kasasınakoymuştu.
Bu para ne olacaktı?
İcra Memurluğu'nun görüşü şuydu:
--Zimmete konu paranın, adı geçene ödeme yapabilmemiz için kasayagiriş yapılması şarttır. Zira zimmet nedeni ile alacaklıya belirttiğimizmiktarı ödeme gücü yoktur. Aynı zamanda zimmet konusuparanın, ekli listede alacak!ının 982/681 sayılı borçlulardan (.....) ın taşınmazının satışından mütevellit 6,205,000 liranın kasaya girdiğitarihlere tekabül ettiği sanılmaktadır.--
EEEEEEEE, sonra?
Gelelim sadede...
Bilal Alkan'ın parası ne olacak?
İcra memuru kasada para yok diyor, ancak kasaya para gelirseödenebilir, diyor.
Kasaya nereden para gelecek?
İcra memurluğu bunu ne bilsin?
Cevabını da ne güzel bitiriyor:
--Gereğini bilgilerinize arzederim!--
Top şimdi savcılıkta?
İşin gereği bilgilerinize arzedildi ya!
Artık savcı ne yaparsa yapsın?
Savcı ne yapacak?
Cebinden çıkarıp icra kasasına para koyacak değil ya! O da AdaletBakanlığı'na yazı yazacak...
Bilal Alkan'ın parası ne olacak diye soracak...
Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü de cevap verecek:
--İlgide gün ve sayısı belirtilen yazılarınızla, Elbistan İcra Memuru(............)'ün zimmetine para geçirdiği, bunun açık kasa zimmeti olup,hangi şahıslara ait ne miktar parayı zimmetine geçirdiğinin anlaşılmadığıbildirilmektedir.
Bu durumda alacaklılarının Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi'ndemüstakil dava açmaları gerekli bulunmaktadır.
Zimmetten doğan böyle bir zararın Bakanlığımzca ödenebilmesiiçin, yargı mercileri tarafından verilmiş mahkeme ilamı gereğininalacaklılara duyurulması...--
Şimdi biraz kafamızı toplayalım, şu işi baştan ele alalım. Borcunuödemeyen adamın borcunu alıp, alacaklıya ödemek devletin görevi midir?
Görevidir!
İcra memuru kimin temsilcisidir?
Devletin!
Alacaklı, parasını alabilmek için icraya başvururken kime güvenmiş,haklarını kime teslim etmiştir?
Devlete!
İcra memurunu tanır mı?
Tanımaz!
Ha Ahmet olmuş, ha Mehmet, ne fark eder...
Devletin icra memuru kasayı boşaltıp gitmişse, bunun sorumlusuvatandaş mıdır?
Devlet parayı almış mı, almış, kasaya girmiş mi, girmiş...
Ama para kasadan uçup gitmiş...
Ondan vatandaşa ne?
Devlet vatandaşın parasını öder, sonra memuruyla hesaplaşır...
Hayır, git mahkemeye, hayır git zimmet davasına müdahil olarakkatıl ya da ayrı davalar aç mahkemelerde sürün...
Bu adalet anlayışı acaba Adalet Bakanlığı'na yakışır mı?
Diyelim banka soyulmuş, sizin de bankada paranız var, ertesigünü paranızı çekeceksiniz, hayır diyorlar, bekleyin, soyguncular yakalansın,mahkemeye verilsin, mahkum olsunlar, biz onlardan parayı alalım,size verelim:
Yapmayın muhteremler, insaf dinin yarısıdır!
Nasreddin Hocalık olmayın...
Hani Hoca'nın birine borcu varmış, adam kapıyı çalınca yolun kenarınıgöstermiş:
-Bak oraya çalılığı diktim... Koyunlar geçerken çalıya sürünecek,yünleri kalacak, onları toplayacağım, hanım tarayıp eğirecek,iplik olacak, sonra örüp çorap yapacağız, pazara götürüp satacağız,senin paranı ödeyeceğiz!
Adam kıskıs gülmeye başlayınca Nasreddin Hoca parlamış:
-Peşin parayı gördün, nasıl gülersin değil mi?--
Bu gözlem, devlet, görev ve devlet görevlisi anlayışıyla ilgili tutumlarıdile getiriyor. Bilal Alkan, Cumhuriyet hükümetinin görünüşdüzeyindeki soyut demokratik değerlerini ciddiye almış, benimsemişve beklentilerini ona göre ayarlamış. Görünüşte Bilal Alkan'ındüşünüş ve davranışı haklıdır; çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ninkağıt üstünde yazılı yasalarına ve Cumhuriyet reformlarınınamaçlarına uygundur.
Ne var ki, icra memuru, savcı ve adalet bakanlığı görevlisi, gelenekselotoriter kültürün, tarihsel kökenli,--devlet vermez, alır!-- anlayışıiçinde yetiştikleri için, görünüşteki soyut demokratik değerlerle,gerçekte içimizde yaşayan otoriter değerler arasında bir çatışma sözkonusudur.
Bilal Alkan, psikososyal açıdan, Türk toplumuna --uyumsuz-- birkişidir; çünkü, Türkiye'de doğup, büyüyüp, yaşadığı halde bir Fransız,İngiliz, Alman, ya da İsveçli gibi davranıyor. Yasal işlerini yürütürken,yasa kitaplarında yazılan yöntemleri uygulamaya çalışıyor.
Türkiye'nin geleneksel otoriter kültür dinamiğine --uyum yapmış--bir Bilal Alkan, görünüşte var olan yasalar çerçevesinde değil,geleneksel kültürün getirdiği insan ilişkileri çerçevesinde davranırdı.Bu vatandaş, işini yasalara dayanarak, kurulu mekanizmalarla çözmeyeçalıştığından dolayı, geleneksel kültürün aşağıdaki bazı temeldeğerleriyle çatışma içindedir.
1. Bireysellik/Bağımsızlık: Geleneksel kültür içinde birey, tanıdıkilişkilerini kullanarak sorunlarını çözer, --ben kendi işimi kendim çözerim;--anlayışı hoş karşılanmaz. Bilal Alkan bu işte kendine yararlıolacak --tanıdık-- arama yerine, kendi başına iş yapmaya kalkması bir--hata--dır.
2. Zaman: Vatandaş Alkan, zamana önem vermekte, gelenekselanlayış içinde çalışan --görevli--, büyük bir olasılıkla, Alkan'ın bututumundan rahatsız olmaktadır.
3. Eşitlik/Hakkaniyet: Hatırlıyorsunuz, geleneksel kültür içinde--İnsanlar eşit değildir. İnsanın saygınlığı kişinin mevkiine, hangi ailedenolduğuna, mesleğine, tanıdıkları kimselerin türüne göre değişir. Saygıyadeğer insanlar vardır, saygıya değmeyen insanlar vardır.-- Bilal Alkan,--Muhterem Beyefendi!-- denecek türünden biri olsaydı, herhaldeböylesine bir --muamele--ye maruz kalmazdı! Öyle anlaşılıyor ki, sözkonusu kişi, gerçekten --vatandaş Alkan!--
4. Birey ve devlet ilişkisi: Geleneksel kültür içinde vatandaş devlettenalmaz, ancak devlete verir! Özel durumlarda, bir başka deyişle,kişinin devlet yöneticileriyle geliştirmiş olduğu --ilişkilerin türüne--göre, devlet, verebilir. Hem de başka hiçbir devlette görülmemiş biçimde!Ne var ki, bu veriş, --vatandaşa-- değildir, --özel ilişkisi olan kişiye--dir.
Devlet memuru, --vatandaş Bilal Alkan--a kötülük yapmak içindeğil, geleneksel kültür içinde anlamlı ve --doğru-- geldiği için yukarıdaanlatılan biçimde davranır. Başka bir ifadeyle söylenirse, BilalAlkan kişilere karşı değil, belirli bir dünya anlayışına, bir kültür düzeninekarşı savaşıyor. Bilal Alkan'ın mücadele içinde olduğu devletgörevlisi bu kimseler, büyük bir olasılıkla kendilerini, Atatürkçü veçağdaş olarak görürler.
Bu gözlem, bir toplumun kültür ve uygarlık düzenini değiştirmeninne kadar zor olduğunu belirtiyor. Özgürlükçü çağdaş uygarlığınbir üyesi olduğunu savunan Türk Devleti'nde, çağdaş anlamda bireyindeğeri yoktur, birey devlete kul olma durumundadır. --Devletinyüksek menfaatleri-- öyle gerektirdiği için, bireyin hakkı, hukuku,yasal kelime gargarasının altında boğulur, canlanamaz.
Geleneksel otoriter kültür birçok yönleriyle diriliğini ve canlılığınıdevam ettiriyor. İnsanımız kaderin kendilerine verdiği rollerde,bazan polis, bazan politikacı, bazan gazeteci, bazen de savcı ya dayargıç olarak geleneksel otoriter kültürün düşünüş biçimini, kendiyaşamlarına ve görevlerine yansıtırlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti,boşlukta var olan bir soyut yapı değildir; devlet görevlilerinindavranışlarında canlanır ve onların algı ve düşünüş biçimleri içindeifadesini bulur. Özellikle aşağıdaki gözlem, devlet üniforması içindegeleneksel otoriter kültürün nasıl yaşadığını somutlaştırmaktadır.
Gözlem 2
Bu gözlem, şimdiye kadar söylenenleri sözle değil, resimle kanıtlıyor.Geleneksel kültür içinde insanlar eşit değildir. Mevkii olanın--şerefi-- ve --onuru-- vardır, öbürlerinin yoktur. Yandaki fotoğrafa bakankişi, --Olur mu böyle şey! Er dövmek yasal değildir. Türk askerinedayak atılamaz, ancak yasa ve disiplin yönetmeliği içinde cezalandırılır!--diyebilir.
Kağıt üzerinde durum gerçekten de böyledir. Ne var ki, kağıtüzerindeki yasal gerçek ile; Gözlem 2'deki fotoğrafta ifade edilengerçek farklıdır. Aile içinde baba çocuğunu dövmeye devam ettiğisürece, ordu içinde de subay ve astsubay eri dövmeye devam edecektir.Çünkü asker subayı baba, subay de eri oğlu olarak görür. Ordubir ailedir. Resimde gördüğünüz astsubay, dövdüğü o erin canınıkurtarmak için bir tehlike anında kendi yaşamını tehlikeye atar vebu davranışında da olağanüstü bir durum görmez. Kendi oğlu tehlikedeolsa aynı şeyi yapmayacak mıydı?
Yine aynı şeyi görüyoruz: Dış görünüş çağdaş demokratik düzenindeğerleriyle, iç işleyiş geleneksel değerlerle sürdürülüyor.
Görünüşte kalan çağdaş değerlerle, günlük yaşamda uygulanangeleneksel otoriter kültür değerleri arasındaki bu çatışma, Türk toplumununen ilginç psikososyal olgusunu ortaya koyar. Türk insanıaynı anda her iki dünyaya --ait olma-- çabası içindedir; ne var ki, buiki dünya, temel yapıları bakımından farklı dünya görüşleri üzerineoturur.
Türk insanına özgü bu olgu göz önüne alınmadan, Türkiye'dekiiletişim olayları tam anlamıyla açıklanamaz. Aşağıdaki gözlem, bukanıyı destekler niteliktedir.
Gözlem 3
1976 yılının Kasım ayının bir Cuma akşamı üniversite öğretimüyelerinin çoğunlukta bulunduğu bir sosyal toplantıya ben de davetedilmiştim. Ankara'nın Çankaya semtinde bir apartman dairesindeyenildi içildi, şarkılar söylendi ve dans edildi. Gece 12'den sonra eğlencedevam etmekteydi. Kapı çalındı ve resmi giyimli iki polis ve birkomiser ev sahibini görmek istediklerini söylediler. Ev sahibineazarlarcasına, gürültüyü hemen şimdi kesmesini, aksi halde topumuzukarakola götüreceklerini söyledi, komiser. Ev sahibi ne olduğunuanlayamadığını, kanunsuz bir şey mi yaptıklarını komisere sorarken,toplantıdaki davetliler arasında bulunan belirli bir görevinden dolayısık sık adı basında ve TV'de duyulun bir profesör sert bir çıkışla --Senkiminle konuştuğunun farkında mısın? Adabını takın! Sonra ben seninterbiyeni veririm! Sen benim kim olduğumu biliyor musun?-- diyeişe karıştı.
Komiser devleti ve kanunu temsil ettiğini, devletten ve kanundandaha büyük hiçbir otorite bulunmadığını, eğer adam gibi konuşmazsa,o da dahil, bütün toplantıdakileri karakola götüreceğini hakaretedercesine belirtti.
Ünlü profesör, kendisini karakola götürecek polisin henüz dahaanasından doğmadığını söyledi.
Ve ağız kavgası gittikçe büyüyerek hakaretlerin şiddeti ve sayısıartmaya başladı.
Ünlü profesör günün İçişleri Bakanına telefon ederek onu uyandırdı.İçişleri Bakanı Ankara Valisine, Ankara Valisi Vilayet EmniyetAmirliğine ulaşarak komiserin sözlerini geri alması ve özür dilemesiistendi.
Komiserin --Ben bu üniformadan utanıyorum, şimdi. Adama göremuamele oldukça bu millet adam olmaz. Yazıklar olsun şu üniformanınşerefine!-- diyerek kendisini çeviren polislere ve birkaç davetliyedert yandı, kendisinin hukuk fakültesine devam etmekte olduğunuve mezun olunca bu mesleği bırakıp Avukat olacağını söyleyerek ayrıldı.Merdivenleri inerken, --Artık bu görevin şerefi kalmadı!-- diyerekkendi kendine söylendiği duyuluyordu.
Ünlü profesör, üniforma giyince kendilerini azrail zanneden vevatandaşa köpek muamelesi yapmakta hiç tereddüt etmeyen polislerdenyakınıyordu. --Ben bunun peşini bırakmayacağım, bu eşşe...ği Doğu'yasürdüneceğim,-- diye sözüne devam etti. Etraftakiherkes büyük bir hayranlıkla onu destekliyorlardı. Ünlü profesör,gerçekten güçlü olduğunu herkesin gözleri önünde kanıtlamıştı. Veonun yakın arkadaşı olmakla, biz de onun gücünün korunumu içinegiriyorduk.
Yukarıdaki etkileşime ayrıntılarıyla yeniden bakalım: Kapıyı çalanpolis, hakaret eder gibi, azarlarcasına konuştu. Niçin, --Sayın evsahibi, gece yarısını geçmiş bulunuyor, sizin gürültünüzden uyuyamayanbirileri durumu karakola bildirdi; şu sayılı kanunun, (belirtilen)maddesi gereğince size gelip durumu bildirme ve gürültüyükesmenizi söyleme durumundayız!-- biçiminde konuşmadı?
Bu sorunun cevabını benim kadar şimdi siz de biliyorsunuz: Çünkü,geleneksel otoriter kültür içinde polis (devlet), vatandaş (suçlu)ile kibar ve saygılı konuşmaz. Komiser yukarıda verilen örnekteki gibivatandaşla konuşursa, kendini gözleyen çevresindeki polislerin,büyük bir olasılıkla güvenini yitirir.
Polis, yukarıda verilen örnekteki gibi davransa idi, acaba ortayabir olay çıkmayacak mıydı? Bu sorunun cevabını bilmek zor. Ev sahibinin,demokratik değerler çerçevesi içinde davranarak, mevcutdurumu, yasal kurallar açısından algılayıp, --Peki, ikazınıza teşekkürederiz; istemeden bir komşumuzu rahatsız ettiğimiz için üzgünüz!--diyeceğini kimse garanti edemez. Büyük bir olasılıkla, --Kimimiş gürültü yaptığımızı söyleyen? Bizim gürültü falan yaptığımızyok. Size telefon edenle beni yüzleştirin; yalanları hemen ortaya çıkar!--gibi geleneksel davranış türlerinin ortaya çıkma olasılığı yüksektir.
Görülüyor ki, --mevki sahibi-- iki kişi çatışma içine girince yasa,kural, kimin haklı olduğu konularından önce, --kimin daha fazla forsu var!--yarışması ortaya çıkıyor. Mevki ve forsu olan, gelenekselkültür çerçevesinde, yasa ve kuralların üstündedir.
Bir başka ifadeyle, --yasa karşısında herkes eşittir-- değeri, çağdaşolduğumuza kendimizi ve daha da önemlisi, başkalarını inandırmakiçin yazılmış, günlük yaşamımızda canlılık bulamamış, göstermelikbir değerdir. Uzun yıllar dış ülkelerde eğitim görmüş ünlü profesördedahi kök salamamıştır.
Okuyucuya yeniden hatırlatmak isterim: Bu olayı yazmamızdakiamaç ne profesörü ne de polisi yermek içindir. Hem polis, hem profesörbizim insanlarımız olarak, toplumda süregiden psikososyal birolguyu sergiliyorlar. Benim de, diğer aydınlar gibi, bu tür davranışlariçine girip, --fors yarışmasına-- katıldığım olmuştur. Yakındangözlerseniz, yukarıda söylenilen özellikleri, bazı durumlarda kendidavranışlarınızda da bulabilirsiniz.
Gözlem 4
Dördüncü gözlem için Çetin Altan'ın bir yazısından yararlanacağız.
Almanya'daki Görevli Başimamlar
--Batı Almanya yöneticileri, Almanya'daki Türk işçilerinin dinseldonatımlarını geliştirmek için, iki yüz on beş --Dernek-Cami-- açılmasınaizin vermişler.
Bu --Dernek Cami--lerde özel olarak gönderilmiş resmi görevlibaşimamlar vaazlar veriyorlarmış.
Bu vaazlarda ne gibi konuların işlendiğini yine Almanya'da da çıkanAnadolu adlı dinsel gazetedeki başimamlara ait yazılardan öğreniyoruz.
Örneğin bir Sayın Başimam şöyle yazıyor:
--Her mümin bilmelidir ki, diğer milletlerin dinleri batıldır, mensuplarıkafirdir.--
Gerçekten Türklerle Almanların birbirleriyle kaynaşıp dostlukkurmalarını sağlayacak, güzel bir başlangıç.
Yazı şu tür açıklamalarla sürüyor:
--Beşerden hiçbirinin İslam dininden başka din edinmesini Allahkabul etmez. İslam şeriatından başkasına razı olmaz. Bu sebeple herhangibir kimse İslam ile beraber bir din edinirse, başka bir din benimserse,'o dinin mensuplarını severse' o kafirdir, İslamdan çıkmışolur: Tecdidi iman, tecdidi nikah lazım gelir.--
Sayın başimama göre bir Türk işçisi bir Almanla ahbaplık eder deonu severse, kafir olacak ve yeniden Müslüman sayılabilmesi için,imanıyla nikahını tazelemesi gerekecektir.
Almanya'da çalışmaya gidenlerin, Alman toplumunda sevilip benimsenmelerinikolaylaştıracak, ışıklı uyarılardır bunlar.
Sayın başimam, yazısında daha başka ince noktalara da dokunuyorve --Kafirlerin başına giydiği küfür alameti olan gayyar giyme--nin, --Haç takma'nın küfür olduğunu belirttikten sonra şöyle diyor:
Küfre rıza küfürdür. Bu bir akaid kaidesidir ki, herhangi bir küfrüicap eden şeyi bir kimse işler, diğer bir Müslüman da onu hoşgörür,rıza gösterirse kafir olur. Neuzibillah. Bu noktanın inceliğini bilmeyipküfre giden, imandan çıkan nice Müslümanlar vardır.--
Bu uyarıya göre Almanya'ya iş bulmaya giden işçiler, Almanlarınşapka giyip boyunlarına haç takmalarına rıza gösterirlerse kafir olacaklardır.
Kafir olmamak için de herhalde konuk gidilen ülkedeki Almanlarınşapkalarını kafalarından, haçlarını da boyunlarından çıkarttırmalarıgerekecektir.
Birkaç bin kişiyi geçmeyen Türkiye'deki Alman kolonisi de kendiarasında bir Protestan dergi yayınlayarak, bizim hocaların başlarındakisarıkları, sırtlarındaki cübbeleri çıkarttırıp ellerinden tesbihlerinialmayı önermeye kalkarsa, bilmem tepkimiz ne olur?
Dış dünyada bizden yana çıkmayanlara, bizlere sıcaklık göstermeyenlere,bizleri yeterince benimsemeyenlere öfkelenip duruyoruz.
Bunun nedenlerine ise sanırım yeterince eğilmiyoruz.
Hem elalemin ülkesine çalışmaya gidecek, hem de onların yaşambiçimleriyle inançlarma karşı düşmanlığı körükleyecek ve onlarladostluk kurmayı, dinden imandan çıkma sayacaksın.
Kusura bakmayın ama insaf diye de bir şey vardır.
Laik bir cumhuriyetin resmi görevlileri, gittikleri yabancı ülkelerdekendi vatandaşlarının dinsel donatımını geliştirirken, toplumlararasıyakınlaşmaları güçlendirecek bir yönetimi benimsemeli veTürkleri kendi dinlerinden olmayanlara --düşman olmazlarsaMüslümanlıklarından olacakmış-- inancındaki kişiler gibi göstermemelidirler.
Bunun gizli açık yankıları büyük dalgalar halinde gelmektedirüstümüze.
Ayetlerin yorumlarını çok geniş ve insancıl açılardan yapmaktave Bakara Suresindeki --İslam'da zorlama yoktur-- ayetini de sık sıkanımsamakta yararlar vardır.
Yine --Anadolu-- gazetesine, bazı vatandaşlarımız, içinden çıkamadıklarısorunlarını çözmek için, ilginç şeyler soruyorlar. İşte bazıörnekler:
1. Bir kadının, yanında sahibi olmadığı halde yalnız başına kaçkilometreye kadar yolculuk yapması caizdir?
2. Avrupa'da yapılan ekmeklerde şüphe olduğu söyleniyor. Mayaalıp kendi elimle hamur ve ekmek yapmak zorunda kalıyorum. Mayadaşüphe olduğu, çünkü mayaya margarin yağı karıştırıldığı söylendi.Ne yapmalıyım?
3. Gerek Avrupa'da, gerekse Türkiye'de zaman zaman ailece dostziyaretleri yapılırken, ev sahipleri gelen misafirin kadınlı erkekli ellerini sıkarak, --Hoş geldiniz-- demektedirler. Bu husus yani bir başkakadının kendisine yabancı olan bir başka erkeğin elini tutması caizmidir?
4. Babamın mezar taşına bir kitabe yazdırmak istiyorum, ne gibibir yazı yazdırabilirim?
5. Babamın faydalanması için ne gibi bir hayır yapabilirim?
6. Babamın vefatından daha bir sene geçmedi. Onun mezarınınetrafını duvarla çevirmek istiyorum. Caiz midir?
7. Babamın kendi sesinden banda okuduğu Kur'an-ı Kerim'denaşrışerif vardır. Bu bandı dinleyebilir miyim?
Resmi görevli sayın başimamlardan birinin bu sorulara verdiğiyanıtlar da çok yüksek düzeylerde.
Bir kadın, babası, kardeşi, oğlu, amcası, dayısı, yeğeni ve kocasındanbaşka kimseyle yola çıkmamalı ve tek başına da doksan km'dençok gitmemeliymiş.
--Broçin-- denilen küçük ekmeğin dışında, yağsız pişmiş ekmeklerinhepsi yenilebilirmiş.
Yabancı bir erkek, kendisine nikah düşecek kadar yabancı olankadınların ellerini tutamazmış. Harammış. Böyle bir haramı işlemekcehennemde ateşi tutmaktan farksızmış.
Yukarıda verilen yazı, geleneksel otoriter kültürün bazı önemliboyutlarını vurguluyor.
1. Dünya görüşü: --Gerçek-- bilimsel düşünceye değil, gelenek vegöreneklere dayanarak tanımlanır.
2. İnsanın doğası: İnsanın doğası (kul) ve yaşamının amacı (kulluketmek) belirlidir. Bunu soruşturmak tehlikelidir.
3. İnsanın doğayla ilişkisi: İnsanın doğayla ilişkisinin ne olmasıgerektiği tanımlanmış, Kuran'da belirtilmiştir.
4. Değişim: İçinde yaşanılan toplumsal ortam değişse dahi, kişideğişmemeli, eski bildiği gelenek ve görenekleri devam ettirmelidir.
5. Eşitlik/Hakkaniyet: İnsanlar birbirlerine eşit değildir; özellikle İslamdininden olmayanlara, eşit gözüyle bakılamaz.
6. Eğitim: Araştırıcı ve eleştirici kişi, imanı zayıf olan, şüphe edenkişidir. Bilinmesi gerekenler açık seçik söylenmiştir; önemli olan kişininbu bilgileri öğrenmesi ve hayatını bu bilgiler çerçevesinde yaşamasıdır.
7. Kadın erkek ilişkisi: Kadının ve erkeğin nasıl davranması gerektiğibellidir; kadın kadınlığını, erkek de erkekliğini bilerek verilen sınırlariçinde ilişki kurmalıdır. Bu sınırların dışına çıkmanın büyüksakıncaları vardır.
8. Din ve devlet ilişkisi: Din; kişinin sadece iç dünyasına ait bir olgudeğildir; din bireyin yaşamının tümünü belirlemeli ve ona yönvermelidir.
Çetin Altan'ın yazısına söz konusu olan Türkler ne ahmaktır, nede kötü; onlar, kendi bildikleri düzen içinde anlamlı, iyi ve tutarlı biryaşam düzeni oluşturma çabası içindedirler.
Burada şu noktayı da belirtelim: Geleneksel otoriter kültür özellikleri,sadece İslam dininden kaynaklanan bir dünya görüşü değildir.Hemen hemen bütün dünya dinleri, bu dini temsil eden kişilerbüyük kudretler ele geçirdiği zaman yozlaşmış ve ilk kaynağındakiamacından saptırılmıştır.
--Yobaz-- kelimesi, dinin kaynağındaki temel anlam sistemini bilmeden,dini yorumları darlaştıran ve dini kudret kazanma mekanizmasıhaline getiren kimselere verilen addır. Her dinde yobaz vardır.Her din, kendi tarihi içinde belirli devrelerde yozlaştırılmış ve yobazlarınhakimiyeti altında kalmıştır. Dinler tarihini inceleyenler,yozlaştırmanın ve kudret elde etmek için dini kullanmanın her dinintarihinde yer aldığını bilirler.
Bu anlamda, yukarıda yazılanları İslamiyet'e karşı alınmış bir tavırolarak yorumlamak yanlıştır; burada, belirli bir dünya görüşünün,bir dizi kültür değerlerinin tartışılması yapılıyor.
Daha önce sözü edilen Kızılderili Reislerin kendi eğitimlerinin,kendi yaşam nizamlarının daha üstün olduğuna inandıkları gibi, halkımız da,doğal olarak, kendilerininkinin Almanların yaşam nizamındandaha üstün olduğuna inanır. Kızılderili --Niçin ben beyazadamın karşısında sürekli yenik düşüyorum?-- sorusunu sormaz.Böyle bir soruyu sorabilmek, dünyayı ve kendini sistematik biçimdegözlemeyi gerektirir. Kızılderili kültüründe, bu tür bir eleştirisel düşünceyeteneği geliştirme olanağı yoktu; bu nedenle, bu tür sorunlarönemsenmemiş ve üzerinde durulmamıştır.
Aynı nedenle, geleneksel kültür anlayışı içinde yetişmiş kişiler,--Neden Türkiye ekonomisi bana iş verecek, rahat bir yaşam sağlayacakgüçte değil, niçin Almanya'ya gelmek zorunda kaldım?-- sorusunapek ilgi duymazlar. Bu tür soru sorabilme, eleştirici düşünceyi benimsemişbir kafa gerektirir.
İşçi, böyle bir eğitimden nasibini alamamıştır. Onun çağdaş değerleriçinde düşünmesini beklemek, insafsızlık olur. Geleneksel kültürdeğerlerini en iyi temsil eden imam, bilimsel düşüncenin ürünüolan otomobili, radyoyu; TV'yi tereddütsüz kullanır, hasta oluncadoktora gider, ameliyat masasına yatar, ne var ki sözü edilen Kızılderililergibi, soruşturma aşamasına gelemez.
Yeniden Bakış
Onuncu Bölümde --İletişim Manzaraları-- başlığı altında sözü edilenolaylara, şimdi yeniden bir göz atalım. Hava alanındaki koridorlarınasker kışlası gibi gri renkte olması, polislerin suçlu ararcasına, --asıksuratlı-- olarak yolcuları gözden geçirmesi, hava yollarında görevlibayanın --tanıdığını-- pasaport işlemleri için kuyruğun başına alması,hamalın gümrük işlemine getirdiği kolaylık, bağıra çağıra aralarındakonuşan taksi şoförünün, park edilmeyecek yere park etme izni verentrafik polisinin davranışları, yukarıda sözü edilen geleneksel otoriterkültürün boyutları içinde rahatlıkla açıklanabilir.
Özgürlükçü çağdaş uygarlık değerlerinin resmen yürürlükte olduğu,öte yandan geleneksel otoriter değerlerin uygulandığı ülkemizde,iki değer düzeni vardır. Aile içinde ve samimi sosyal durumlardageleneksel otoriter kültürün değerleri kullanılır, resmi durumlarda da,göstermelik davranış düzenine geçilir. İki değer düzeninesahip olma, Türk insanının temel karakteristiklerinden biri olmuştur.
KAYNAKLAR
Ağaoğlu, Adalet, Ölmeye Yatmak. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1973.
Alexander, C., The City as a Mechanism for Sustaining Human Contact.Ewalt, William (ed.) Environment for Man: The Next Fifty Years Bloomington,Indiana: Indiana University Press, 1967, s. 67.
Averchenko, A. View Point. Kruzer, J. R. ve L. Cogan (ed.) Studies in ProseWriting. New York: Holt, Rinehart & Winston, Inc., 1966.
Bach, G., Wpyden, P. The Intimate Enemy. New York, N. Y.: Avon Books,1968, s. 47-48.
Birdwhistell, R. Kinesics and Context. New York: Ballantine, 1970.
Bozok, Erdoğan. Modern Çağ. İstanbul: Nil Yayınevi, 1972.
Brunner, J. The Long Result. Penguin Books, Harmondsworth, Middlesex, 1968.
Cummings, E. E. Adler, R. ve N. Towne (ed.) Interpersonal Communication.Corte Madera, California: Rinehart Press, 1975, s. 58.
Cüceloğlu, D. --Facil Code in Affective Communication--. Comparative GroupStudies, Vol. 3, No. 2, 1972.
Cüceloğlu, D. --Üç Farklı Kültürde Yüz İfadeleriyle Bildirişim--. Tecrübi Psikoloji Çalışmaları, Cilt 6, 1968.
Davitz, J., Fear, Anxiety, and the Perception of Others. Journal of GeneralPsychology, 61, s. 169-173, 1959.
Geertz, C. The Interpretation of Culture. New York: Basic Books, 1973
Gibb, J. R., Defensive Communication. journal of Communication, 9,s.141-148, 1961.
Gordon, T., Parent Effectiveness Training. New York, N. Y.: Peter H. Wyden, Inc., 1970, s. 67-69.
Hall, E. T. The Silent Language. New York: Doubleday, 1959.
Hall. E. T. The Hidden Dimension. Gordon City, New York: Anchor Books,Doubledey, 1968.
Herskovits, M. Cultural Anthropology. New York: Knopf, 1955.
James, William. The Stone, G. P. ve H. A. Farberman (ed.) Social PsychologyThrough Symbolic Interaction. Waltham, Mass.: Ginn -Blaisdall, 1970, s. 373.
Keesing, R. 'Theories of Culture.-- Annual Review of Anthropology, 3, 1974,73-97
Kuzgun, Yıldız, --Ana-Baba Tutumlarının Bireyin Kendini GerçekleştirmeDüzeyine Etkisi.-- Hacettepe Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt 5, 1973,s. 57-70.
Lanfield, A., A Movement Interpretation of Threat. Journal of Abnormal andSocial Psychology, 49, s. 1954, 529-532.
Lichtenberg, P., --Emotional Maturity as Manifested in IdeationalInteraction--. Journal of Abnormal and Social Psychology, 50, 1955,s. 298-301.
Masten, Ric, A Thin Body of Work. New York, N. Y.: Academic Authors, Inc.1972, s. 87.
Mead, George Herbert. Self as a Social Object, Stone, G. P. ve H. A.Farberman (ed.) Social Psychology Through Symbolic Interaction. Waltham, Mass.: Ginn -Blaisdall, 1970, s. 383.
Nesin, Aziz, --Çok Şükür--, Deliler Boşandı. İstanbul: Düşün Yayınevi, 1967, s. 97-100.
Nesin, Aziz. --Bizim Hemşeri--, Toros Canavarı. İstanbul: Düşün Yayınevi1968a.
Nesin, Aziz. --Yerli Mallardan Pazen Aldım--, Deliler Boşandı. İstanbul: Düşün Yayınevi, 1968b.
Nesin, Aziz. --Helal Olsun--, Aferin, hikayeler. İstanbul: Tekin Yayınevi, 1978, s. 90-96.
Nolte, Dorothy Law. Children Learn What They Live. Adler, R. ve N. Towne (ed.) Interpersonal Communication. Corte Madera, California: Rinehart Press, 1975, s. 43.
Rogers, Everett M., Mass Media and Interpersonal Communication. Ithiel deSola Pool ve Frederick W. Frey (ed.) Handbook of Communication Chicago,Illinois: Rand McNally College Publishing Co., 1973, s. 290-312.
Schrumm, Wilbur, Mass Media and National Development. Stanford, California:Stanford University Press, 1964, s. 27-32.
Schutz, Willim. Here Comes Everbody, Adler, R. ve N. Towne (ed.)Interpersonal Communication . Corte Madera, California: Rinehart Press, 1975, s. 34
Stevens, Barry. Curtain Raiser. Rogers, Cari R. ve Barry Stevens (ed.)Person to person. New York: Pocket Books Edition, 1975, s. 1-2.
Thayer, W., General Semantics. New York: Harper and Row, 1963, s. 326.
Toffler, Alvin, Future Shock. London: Pan Books, Ltd., 1970.
Watzlawick, P., Beavin, J. H., Jackson, D. D Pragmatics of Human Communication: A Study of Interactional Patterns; Pathologies, and Paradoxes. New York: W. W. Norton & Co. (1967).
Yunt, Perihan (Onat). Kişisel Konuşma, Ankara, 1978.
:::::::::::::::::